Funda Arar - "Aşkın Masum Çocukları"

“SEVDİKLERİM VAR, BİR DE SEVMEDİKLERİM…”


İlk albümünden bu yana Funda Arar’a tutkulu bir hayranlık beslediğimi söyleyemem. Necip Fazıl’ın “Kaldırımlar”ı yüzünden, ilk albümü “Sevgilerde” piyasaya çıktığında, herkes gibi ben de onu sağ tandanslı bir “özgün müzik” şarkıcısı sanmıştım. Sesinin yetmişlerin meşhur seslerinden Yeşim’e benzemesi dışında, ne şarkıları ne de görüntüsüyle dikkatimi çekmişti.



Gel zaman git zaman, kendi yolunda emin adımlarla ilerleyişini, en büyük kozu akustik olması, en çok da bu nedenle eski durmasına karşın, kendi tarzını kabul ettirişini filan izledikçe uzak mesafeden, zamanla takdir eder bile olmuştum bu istikrarını, azmini.

Ama şu çekincem de hep vardı; Funda Arar’ın yayınlanmış bütün şarkılarını karıştırıp dinlediğimde, hangisinin hangi albümde olduğunu, hangisinin daha yeni, hangisinin daha eski olduğunu mümkünü yok anlayamıyordum. Sözler de, müzikler de, düzenlemeler de hep aynı yerden, aynı telden çalıyordu.

İçinde bulunduğu müzik dünyasına kapılarını adeta tamamen kapatmış, hiçbir yeniliğe, değişikliğe, modaya, akıma yüz vermeyen bu muhafazakar duruş bir istikrar gibi görüldüğünde alkışı hak ediyorsa da, uzun vadede yerinde saymışlık hissi de uyandırmıyor değildi. Şaşırtmıyor, heyecanlandırmıyor, merak uyandırmıyor, dolayısıyla da hemen hiç riske girmiyordu Funda Arar müziği. Buna razıysanız, sevecek, ezber edecek çok iyi şarkılara da düşerdi yolunuz onu takip ederken, düşmüştü de nitekim. Son albümündeki “Senden Öğrendim” ve “Yak Gel” böyleydi mesela. Ama bu bile zamanla kendi kendinin klişesine dönüşmesine engel olamıyordu.


Funda Arar’ın yeni albümü “Aşkın Masum Çocukları” asla önceki albümlerinden aşağı olmamasına rağmen, bu defa bu klişelerin kurbanı olacağa benzer. Zira albüm hakkında söylenen, yazılan ve çizilenlerin ortak cümlesi; “Başından sonuna kadar dinleyemiyorum!”

Bu biraz acımasız bir eleştiri kuşkusuz. Mutlaka en az birkaç şarkı kliplendikçe sevilecek ve her albümünde çok sayıda klip çekmeyi bir strateji olarak benimseyen (kim bilir belki de kendini buna mecbur hisseden) Funda Arar’ın bu albümü de zamanla başından sonuna kadar dinlenebilir hale gelecek. Çünkü birbirine bu kadar sıkı tutunan, birbirlerinden bu kadar çok beslenen şarkıları ayrı ayrı sevebilmek biraz çaba, biraz zaman ve (tam da bu yüzden işte) klip desteği istiyor.

Bir şarkıcının piştiği yer sahnedir. Bundandır ki uzun süre sahneye çıkmış şarkıcılar, çıkmamışlara göre daha “pişkin” olurlar. Şarkı söyleyebilmenin er meydanıdır sahne. Aynı zamanda da tecrübenin sınav salonu.


Bununla beraber, her ne kadar sahnede başarının ölçütü alkıştır derlerse de, pahalı olduğu kadar, ucuz da bir şeydir alkış. Sahne üzerindekinin seyredende yarattığı Tanrısallık hissi, erişilmezlik ve eşsizlik sanrısı, en uçlarda sevinç ya da hüzün halinin taşkınlığı ne kadar çoksa, alkış da o kadar çok olur. Ve bilirsiniz ki bu sözünü ettiklerimin kalpazanlığı hiç de zor değildir.

Sahne abartıyı, aşırıyı kaldırır, hatta sever ve ister. Ondandır sinema perdesinde gözleriyle oynayan oyuncuların tiyatro sahnesinde bedenlerini büyük büyük hareketlerle kullanmaları. Ondandır tavus kuşundan hallice sahne kostümleri, “ultra-kitsch” saç modelleri, makyajlar, devasa ışık, ses düzenleri. Macunlana macunlana üç dakikadan dokuz dakikaya çıkarılarak söylenen, son cümlesi mutlaka bir üst perdeden  haykırarak bitirilen şarkılar da ondandır. Sahne, büyük büyük okumalara, abartmalara müsaittir, illa ki alkış alır. Seyirci sahnede abartıyı sever, alkışlar.

Oysa stüdyo, tıpkı sinema perdesi gibidir. Büyük hareketler, abartılar fazla durur, işi yapaylaştırır, izleyeni ya da dinleyeni rahatsız eder. Funda Arar, aslında başından beri vazgeçemediği bu büyük hareketlerin dozunu son albümünde iyiden iyiye kaçırmış görünüyor. Bu da kendi klişelerinde dönüp duran albüm için ikinci eksi puan oluyor.

Bu nedenlerle mi bilmiyorum ama ben albümde en çok “Aşkın Bana Değdi Değeli”ye yapılan “remix”i sevdim. Alabildiğine kirli ve bir o kadar da ilkel denebilecek elektronik seslerle (belli ki bilakis kullanılmış) Funda Arar’ın ağdalı yorum tekniğini birleştiren (aslında hiç de birleştiremeyen) bu “kitsch” deney bana soluk aldırdı, eğlendim.

Şarkının “remix”inin değil ama, orijinal versiyonunun bu albümün öne çıkanlarından biri olacağı çok belli (zira aşka ve aşık olunana methiye düzen şarkılar “Cennet”ten bu yana kolay popüler oluyor, düğünlerde filan çalınıp söyleniyor ki, sanırım bu durum iki binlerin başından beri artık kabak tadı veren “çemkiren şarkılar” furyasına doğal bir tepki). Hiçbir şey olmasa, damardan klarnet solosuyla kalbe dokunan bir şarkı “Aşkın Bana Değdi Değeli”.


Yaylı girişiyle albüme şahane bir açılış yapan, beklentiyi de bir o kadar yükselten, ne ki arkasını getirmeyen “Sen ve Ben”, çıkış şarkısı olarak kullanılmış olsa da, albümün en çarpıcı şarkısı değil. Hemen ardından gelen “Aşkın Masum Çocukları” ise Funda Arar’ın alaturkaya ziyadesiyle göz kırptığı nice şarkısından hiç mi hiç farklı değil.

Albümün Aysel Gürel sözlü iki şarkısından biri olan “Erite Erite”, beklenen etkiyi yaratmaktan bir hayli uzak. Şarkı bu haliyle ne yazık ki “ziyan edilmiş Aysel Gürel sözleri” resmi geçidine dönüşmüş “Çınar 1” albümüne rahatlıkla dahil edilebilirmiş.

Diğer Aysel Gürel sözlü şarkı “İkimiz” ise, akılda kalıcı melodisi ve basit ritim kompozisyonuyla albümün sevilecek şarkılarından biri olmaya aday. Bu iki şarkının bestesi de albümün genelinde ağırlığı olan, aslında 2002 yılından bu yana bütün Funda Arar albümlerinin genelinde ağırlığı olan (ve 2004 yılından beri de Funda Arar’ın eşi olan) Febyo Taşel tarafından yapılmış.


“Hit” adayı kontenjanından albüme girdiği neresinden baksanız belli olan “Piyango”, Türk popunda bu tür şarkıların nicedir “hit” olamadığı gerçeğini değiştirebilecek kadar güçlü değil. Hele ki nefesli sazları coşturan Balkan havası ve “atlas yorgan”lı, “kına yak”malı sözleriyle bundan 16 yıl öncesinin “Onu Alma Beni Al”ını bu kadar anımsatırken.

Albümde dillere dolanması muhtemel şarkılardan biri de sözleri Hülya Şenkul, bestesi Namık Naghdaliyev imzası taşıyan “Anmam Adını”. Azerbaycan kökenli  Naghdaliyev uzun yıllardır Türkiye’de yaşıyor. Kıraç, Barış Akarsu, Haluk Levent ve Murat Göğebakan gibi Anadolu-pop sularında gezen isimlere verdiği bestelerle ve dizi müzikleriyle tanınan müzisyen, Funda Arar’ın 2006 tarihli “Son Dans” adlı albümünde de bir şarkının bestesine Kıraç’la birlikte imza atmıştı.

Sözleri Burcu Tatlıses, bestesi Febyo Taşel imzalı “Gül Döşek”, 1976 yılında Erkin Koray tarafından yapılmış “Arap Saçı”nın, 2002 yılında Funda Arar tarafından yapılmış “cover”ına özenmiş gibi duruyorsa da, yanına yaklaşabildiğini söyleyebilmek biraz zor.


“Arap Saçı”ndan bu yana her albümde bir “cover”ı parlatan Funda Arar, şansını bu kez de bir Cem Karaca şarkısı olan “Herkes Gibisin” ile deniyor. Kendine uyan “cover” seçme becerisi konusunda kimse eline kolay kolay su dökemez Funda Arar’ın, orası kesin. Bu şarkı da gayet doğru ama önceki “cover”lar kadar ses getirecek, kolay lokma bir şarkı değil “Herkes Gibisin”. Hazmı biraz zaman alabilir.

Funda Arar-Febyo Taşel ikilisinin Arar şarkılarında en az “rock” kadar kullanmayı sevdikleri bir diğer sos da hiç kuşkusuz alaturka. Eğer sizin tercihiniz de bu yöndeyse, albüme adını veren şarkının yanına “Gerekçe”yi de koyup dinleyebilirsiniz.

Söz  ve müziği Funda Arar’a ait tek şarkı olan “Sevdiklerim”, bütünün içerisinde farklı duran işlerden biri olmuş. İlk dinlediğimden bu yana bende “Sertab söylemeliymiş bu şarkıyı” hissi uyandıran nedir, hala çözmüş değilim ama fikrim de hala değişmiş değil. Evet sanki Sertab Erener, Aziza Mustafa Zadeh gırtlağıyla söylesin diye yazılmış bir şarkı bu.

Albümün son şarkısı “İki Sevda İki Hata” ise yazının başında bahsettiğim büyük büyük okuma dozunun aşıldığı şarkı olarak dinleyenden hayli sabır istiyor. Olmasa da olur muymuş? Bence olurmuş.


Şurası bir gerçek ki Funda Arar, iki binler Türk popunun tarihi yazıldığında adı sıklıkla anılacakların başında gelecek. Türk popunun bildik star kalıplarına hemen hiç uymadan, kendini, bedenini, özel hayatını ortalığa saçmadan, fiziğini müziğine meze yapmaya hiç ihtiyaç duymadan ve dahi Sezen’den şarkı almadan popun birinci ligine demir atmak az şey değil. Aslında biraz da bundan bu kadar ince eleyip sık dokumalar.

Albüm kartonetinin gerek fotoğraflar, gerekse tasarım açısından tüm Funda Arar albümleri içerisinde en başarılısı olduğunu da söylemeliyim. Bu konuda fotoğrafları çeken Mehmet Turgut’u (bu ara Türk popunun bütün albüm kapak fotoğraflarını o çekiyor sanırım) ve tasarımı yapan Arda Aktaş’ı kutlamak gerekiyor.

Funda Arar pekala dinleyenleri şaşırtacak, beklentilerin de üstüne çıkacak, kendini etrafında dönüp durmayacak işlere imza atabilir. Febyo Taşel ve Arar hacminde müzisyenler için bu çok da zor olmasa gerek. Hali hazırdaki “akustik-rock-alaturka-Anadolu pop-Grek” sentezinin ilerisine ve ötesine geçmenin zamanı çoktan geldi zira. Belki bu albüm de kendini idare eder. Ama aynı yoldan giden bir albüm daha dinleyiciyi oyalar mı, ona emin değilim.

MART 2011

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder