Sezen Aksu - "Öptüm"

BAŞKA SEZEN YOK!


Sezen Aksu’nun son dönem albümlerinin hepsinde temel iki problem var. Bunlardan biri, her geçen gün daha bilge, daha ermiş, daha muzip, daha ezber bozan, daha acılı ve daha neşeli bir kadının, kalemden kağıttan taşan, her bir satırı ayrı bir manifesto yazan şarkı sözleri. Yükünü tutmuş kiraz dalları gibi; çok bereketli, ama her an kırılabilir ve dökülüp taşan kirazlar heba olabilir. Yer yer kırılıyor da o dallar nitekim. Çünkü kimsenin bunca sözü duyacak, dinleyecek, anlayacak vakti yok. Nicedir bu ülkede insanlar ya aşkına, ya ayrılığına, ya mutsuzluğuna ya da eğlencesine eşlik etsin diye dinliyor şarkıları. Herkes kendini duymak istiyor; kimsenin başkasını dinleyesi yok. Hal böyle olunca da Sezen’in en eğlenceli şarkısında bile ince ince kanayan, kanatan ağır okkalı cümleleri kolay yenilip yutulmuyor.




Son on yıldır Sezen şarkılarında söz söyleme derdinin bestenin önüne geçmesi bu sorunun daha çok göze batmasına neden oldu. Onno Tunç ve Uzay Hepari gibi iki büyük müzisyeni ardı ardına kaybetmesinin onu iyi beste üretme konusunda yapayalnız bırakmış olması da cabası.

Bir diğer problem ise “Sen Ağlama” albümüyle birlikte farklı bir teknikle kullanmaya başladığı sesinin çok daha kalbe dokunur hale geldiği halde, zaman içerisinde ciddi bir deformasyona uğraması. Bunda geçirdiği rahatsızlığın da büyük etkisi vardı. Çok çetrefilli yollardan, dar geçitlerden, asma köprülerden, dikenli tellerden geçerek, çok zengin bir müzik sofrasından beslenen şarkıları, söylerken yine kendini zorlar olmuştu kimi zaman.


Konserlerde bu durum kimsenin umuru olmuyordu; orada başka bir sihir vardı çünkü, detonenin, surtonenin ve bilumum teknik hata tabirinin anlamını yitirdiği bir gerçek üstülük, bir ayin duygusu. Ama iş stüdyoya gelince, illa ki bir müdahale gerekiyordu. Nitekim yıllar içerisinde gelişen bilumum teknoloji ürünü marifetiyle de Sezen’in sesi her albümde biraz daha hatasız, çapaksız duyulur oldu. Ne var ki bu defa da birbirine kaynaştırılmış kelimeler, üzerinde oynanmış inişler, çıkışlar, geri dönüşler, kesilip yapıştırılmış cümlelerin toplamından, duygusunu değil belki ama, gerçekliğini yitirmiş bir sese dönüştü. Bilgisayarla çalınmış bir enstrüman etkisi veriyordu yer yer. Yazık ki bunu engelleyecek bir teknoloji de henüz icat edilmemişti.

Özellikle “Deniz Yıldızı” albümünde bu durumun tavan yaptığı görülebilir. Ve ben biliyorum ki çok kişi, her bir cümlesi dolu dolu sözlerle yüklü o şarkıları, o koyu akışkan sesten dinlemekten çok hoşnut kalmadı. Hatta albüm ilk yayınlandığında herkesin ortak şikayeti, sözlerin net anlaşılamamasıydı.

Buna karşın bu saydıklarımın ezip geçemediği çok kocaman bir gerçek de var ki; Sezen Aksu bu ülkenin görüp göreceği en iyi şarkı yazarlarından biridir. Sadece bir şarkı yazarı da değildir üstelik; Aşık Veysel, Karacaoğlan, Pir Sultan Abdal ve daha nicesiyle yüzyıllar boyu sürmüş aşık geleneğimizin de devamıdır. Tıpkı Mahzuni Şerif, Neşet Ertaş, Bülent Ortaçgil gibi özeldir, kıymetlidir, eşsizdir.


Elbette kimsenin tabulaştırılmasını, dokunulmaz kılınmasını savunacak değilim. Ama kıymet bilirlik denen şeyin altını da kalın kalın çizmek gerekiyor. Bugünden sonra hiç de iler tutar işler yapmasa, hiçbir şey üretmese, hatta tamamen saçmalasa bile, bu onun yetmişlerden bu yana hayatlarımıza kattıklarını değersiz kılmaz. Ben Sezen Aksu’yu her hal ve şartla tolere edebilirim. Bir zamanlar yaptıkları hatırına mı? Evet, tamamen onun hatırına! Çünkü biliyorum ki ondan bir tane daha yok. Çünkü o kıymetli. Çünkü bugüne dek yaptıkları ile bile yaşam boyu saygı gösterilmeyi hak ediyor.

Sevdiğiniz bir dostunuzun kurduğu bir cümleyle, yeni tanıştığınız birinin kurduğu bir cümle, kelimesi kelimesine aynı olsa bile, aynı tonda tınlamaz kulağınızda. Neden? Çünkü biriyle eski yaşanmışlıklarınız vardır. Huyunu, suyunu, neyi, niye söylediğini, neden söylediğini bilir, anlar, ya da en azından anlamaya çalışırsınız. Oysa diğerine karşı temkinlisinizdir. Aranızdaki henüz aşılamamış mesafe, dinlemelere de, anlamalara da ket vurur. Şimdi o dostun Sezen olduğunu düşünün. Sonra da bu albümün piyasaya yeni çıkmış birinin ilk albümü olduğunu düşünün.

İşte budur Sezen’i tolere etmemin sebebi. Yaptığını beğenip beğenmemeye karar vermeden önce düşünmem, kafa yormam, anlamam, bunu neden böyle yaptığını kavramam gerekenlerdir Sezen. Bir kalemde silip atamam. Çünkü onunla yaşanmışlıklarım vardır, huyunu, suyunu bilirim. Ve bunun adı asla müritlik, koşulsuz şartsız kabullenme ya da tapınma değildir. Bir fincan kahvenin değil belki ama, bir dolu şarkının hatırıdır ve kırk yıl değil, bir ömür sürmesi de olağandır.

Sezen Aksu’nun yeni albümü “Öptüm” geçtiğimiz günlerde piyasaya sürüldü ve raflara düştüğü gün bir telaş dinlenilmiş olsa gerek ki, her kafadan bir ses çıkmaya başladı. Seven de vardı, sevmeyen de. İşin enteresan tarafı, her iki uçta da abartının tavan yapmış olması idi. Ortası yoktu yani. Ya sevmek ya da nefret etmekti sanki seçenekler ve herkes birini seçmişti.


Sevmeyenlerin temel dayanağı albümün beklentilerini karşılamaması, eski Sezen’i aratması idi. Oysa Sezen hiçbir zaman eski Sezen olmadı ki. O hep başka bir şey denedi. Kariyerini tutan formüller üzerine inşa etmedi. Her şeyden beslendi, her gördüğünü, duyduğunu, okuduğunu biriktirdi, eleğinden geçirdi, yeniden şekillendirdi ve önümüze sundu. Bu önerilerinin kimi kabul gördü, kimi anlaşılamadı, kenara itildi. Ama zaten onun artık bizim beğendiğimiz gibi şarkılar yazma zorunluluğu da, derdi de yoktu. O bizi değil, biz onu anlamaya çalışacaktık, popülerden arınmış sanatı sanat yapan tam da buydu çünkü.

Sezen bu saatten sonra bizi dans ettirmek, hoplatmak zorunda değil. Tepeden tırnağa aşk şarkılarıyla aşık etmek, acıtmak, içlendirmek zorunda da değil. Şarkılarıyla siyasi bir misyon sahibi olmasına da gerek yok, sosyal sorumluluk almasına da. İçinden ne geliyorsa, bize neyi, nasıl anlatmak istiyorsa onu, o şekilde anlatma lüksüne çoktan sahip oldu. Biz dinleriz, anlarız, anlamayız, alırız, almayız ama bu nedenle Sezen’i suçlayamayız. Tıpkı bu nedenle hiçbir sanatçıyı suçlayamayacağımız gibi.


Albüm daha piyasa çıkmadan gelen haberlerde Sezen’in bu defa çoğunlukla hareketli ve güleç yüzlü şarkılar yaptığı yolundaydı. Nitekim internete düşen kapak tasarımı da bu haberi doğruluyordu. Ama alıp dinleyince pek de olmadığı ortaya çıktı. Tipik bir Sezen albümü bu. Yani düğün ve cenaze peşi sıra. Ne hüzün ne de eğlence mutlak gerçeklik. Şarkıların hayattan alacağı da var, hayata vereceği de. Bazen bir küçük kız çocuğu söylüyor sözünü, derken ellilerinde bir kadın alıyor lafı ağzından. Yaşadığının ağır işçisi, az bulunur incelikte bir işçilikle döküyor kelimelere sezdiklerini. Şöyle bir durup dinlemelik şarkılar bunlar. Yürürken, geçerken, giderken, koşarken, koşuştururken dinlenecek şarkılar değil. Anlamadığınızla, beğenmediğinizi sandığınızla kalırsınız yoksa. Albümü bir avazda çalakalem geçenlerin bunu atladıklarını, acele ettiklerini düşünüyorum bu yüzden.

Albümün en “kolay” şarkısı hemen açılışta karşımıza çıkan “Unuttun mu Beni?”  Yetmiş sonu seksen başı müziğinin şahı “ryhtm-box” ve elektro gitar ikilisine (ve biraz da Amy Winehouse’a) selam çakan düzenlemesi ve acıklı bir aşk öyküsü sözleriyle kulağı kolay yakalıyor. Şarkıyı bir çokları gibi ben de ilk kez Kral TV Müzik Ödülleri gecesinde dinlediğimde; “Acaba Sezen’in Nazan Öncel’den aldığı şarkı bu mu?” diye düşünmüştüm. Öyle de bir Nazan Öncel kalıbı var bu şarkıda. Yukarıda bahsi geçen ağır sözler yerine “avare-divane” gibi çok da dile pelesenk kafiyelere tutunuyor olması, boşuna değil. Tam da kolay olsun diye yapılmış gibi.


İkinci şarkı “Arkadaş Şarkısını Duyunca” ise tam tersine, sözleriyle vuruyor. “Selâ verilince” ve bunu duyunca, öleni hiç tanımıyor olsanız da teninize değen ürpertinin, kalbinize düşen hüznün ilk kez bir şarkı cümlesinde dillendirilmesi bile tek başına çok etkileyici. Bir şarkının başka bir şarkıya saygı selamı göndermesi de öyle. Hele ki saygı selamı gönderilen şarkı bir devrin, bir dönemin ve dahası, erken yitirilmiş bir yarın umudunun yorgun tanığı iken. 

Üçüncü sırada yer alan “Ballı”, bahis konusu Nazan Öncel şarkısı. Albümün bütünüyle kan bağı taşımayan bu şarkı, aynı şehrin (İzmir’in) havasından beslenmiş iki müzisyenin, sanki biraz da zorlama arkadaşlığının nişanesi gibi duruyor albümde. Ne Sezen’in Nazan’a, ne de Nazan’ın Sezen’e ihtiyacı var aslında. Buna karşın “Ballı” her ikisinin müzikal kimliğinde en belirgin ortak payda olan muziplikten ziyadesiyle nasibini almış, eğlenceli bir şarkı. Ben kendi adıma bu ortaklıktan daha ters köşe bir imla, hatta düpedüz bir tokat bekliyordum. Belki bunu bir düete sakladılar, belki de yasak savdılar, bilinmez.


Albümün kolay algılanır şarkıları ilk dörde yerleştirilmiş ya; sırada yer alan “Vay” da bu kategoride. Dinleyip de üzerine alınmayacak, dertlenmeyecek kimse zor çıkar bu topraklardan. “Yine mi keder,” derseniz, “Çileli başım,” derseniz, bundan mutlaka herkes sebeplenir. Mithat Can Özer imzalı sağlam düzenleme, şarkıyı maksadından başka bir yere çekiyor ve iyi de yapıyor. Çünkü hüznün bu hali de çok yakışıyor Sezen’in sesine; feryatsız, figansız, ağıtsız hali.

“Ayar” tıpkı “Oh Oh” gibi, “Çakkıdı” gibi, “Adem Olan Anlar” gibi , Sezen Aksu’nun hem eğlenceli hem de ağır laf çakan, kara mizah şarkılarının iki bin onlu yıllar versiyonu olmuş. Bu dünyanın, bu ülkenin, bu zamanın, bugünün gidişatına dair çok sert, çok radikal cümleleri bir maç tezahüratı coşkusunda zerk ediyor; sezdirmeden ama aslında gözümüze soka soka. Bunu yetmişlerde Şanar – Oktay Yurdatapan biraderler yapar, hem çok da iyi yapar, hatta bazen kendi yazdıkları şarkılarla bile dalga geçerlerdi. (“Dünya dönüyor, sen ne dersen de, kim demiş hep böyle döner, haydi canım sen de!”) Zamanın ruhuna (üstelik tam da içinde, ortasındayken) bu kadar dışarıdan bakabilmek, bu kadar yabancılaşabilmek hiç hafife alınacak bir şey değil. Yapabilen beri gelsin.

“Ayar”ın Mithat Can Özer tarafından yapılan ve genç dinleyicinin kulaklarını okşayacak düzenlemesi, sözlerin zor taşınır yükünü hafifletiyor hafifletmesine ama, “Lalalalala”larla zorlanan tezahürat coşkusunun stadyumlarda karşılığını bulacağını zannetmiyorum. Bildik bileli taraftar kendi şarkılarını kendi seçti çünkü; bu maksatla/hesapla yapılan şarkıların çok ama çok azı benimsendi, dile düştü.  


Altıncı şarkı “Sayım”, Sezen Aksu tarafından bestelenmiş bir Cemal Süreya şiiri. Şiiri kendi melodik yapısını ve iç ritmini bozmadan şarkıya dönüştürme meselesi Sezen’in uzun yıllardır dert ettiği bir şey. Bunu sık sık da söyler. Nitekim pop müzik tarihinde, özellikle de popun deneysel, yenilikçi, politik, protest, (hadi o kelimeyi de kullanayım madem) “özgün” kanadında canına okunmuş, hatta ırzına geçilmiş şiir sayısı çok, hem de pek çoktur (Onur Akın’ın Nazım dizelerini bıçakladığı “Seviyorum Seni” başta olmak üzere.) 

Sezen Aksu’nun gerek kendi bestelediği, gerekse birlikte çalıştığı müzisyenlere bestelemesini önerdiği şiirlerin hepsinden gayet hakkaniyetli şarkılar çıktı bugüne dek. Şiirin de, şairinde hakkını yemeyen şarkılardı bunlar. “Şinanay”, “Namus”, “Çocuklar Gibi”, “Deli Kızın Türküsü”, “Denge” ve daha nicesi… Belki bir tek Kemal Burkay’ın şarkıya dönüştürülürken sterilize edilen, dizeleri ayıklanan “Gülümse”sini bu genellemenin dışında tutabiliriz.

Cemal Süreya’nın “Sayım”ında ise şarkının şiir yanı ağır basıyor gibi. Sezen bu şiirin bestesi için yıllardır uğraştığını ve en nihayet bu halini içine sindirdiğini söylüyor ama, şarkıya gelirliği epeyce düşük bu şiirin, içine sindirdiği haliyle bile Sezen’i zorladığı hissediliyor. Kolay sevilecek bir şarkı değil. Hele klasik Sezen şarkılarını sevenler için zorlu bir deneyim “Sayım”. Ama bir kez sevildim mi de eli hiç bırakılmayacak, bir dua gibi ezberde tutulacak, asri zamanda handiyse sıradanlaştırılmış, ucuzlatılmış aşkı az bulunur bir imlayla yeniden yazan cümleleriyle Sezen’in sesinden kalbe kazınacak bir şarkı.

Sıradaki iki şarkının ikisi de yine Sezen Aksu bestesi, ancak bu defa şarkı sözleri Yıldırım Türker imzası taşıyor. “Acıtmışım Canını Sevdikçe” ne kadar can acıtıcıysa, “Kaçırıcam Seni” de o kadar orta halli geliyor kulağa.

“Acıtmışım Canını Sevdikçe”, albümün yüksek doz hüzün içeren şarkılarından biri. İlk dinleyişte kolay algılanmasa da, uzun vadede hatırlanan şarkılardan biri olacak gibi duruyor. “Kaçırıcam Seni” ise adı itibariyle muzip bir Sezen şarkısı beklentisi uyandırsa da, hiç de öyle değil.

Bossanova/ rumba/tango sularında gezmeyi seviyor Sezen. Son albümlerinde böylesi bir ya da iki şarkı çıktı/çıkıyor mutlaka karşımıza. Bu şarkı da o kontenjandan girmiş olmalı albüme. İnsanın içini ferahlatan, ılık esintili, limon kokulu, huzurlu bir melodi ve bu meyanda bir düzenlemeyle yükselen şarkıyı, şiir yüklü sözleri yoruyor.

“Serserpe uzanmak”, “doludizgin sevişmek”, “salkım söğüt” gibi Nazım Hikmet imgelerinin uçuştuğu şarkı sözleri iki bin onlu yıllara değil, kırklı ellili yıllara ait bir dünyadan dökülmüş gibi; idealize, hatta yer yer klişeye düşecek kadar şairane.


“Aşka Şükrederim”, Sezen’in bildik iç döküşlerinden biri gibi. Sezen’i Sezen yapan kendini yalansız dolansız, en saf ve en katıksız haliyle döküp saçıvermesi değil mi en çok? Ve bunu sadece şarkılarıyla yapıyor olması?.. İşte bu şarkı da onlardan.

Samimiyetle sorguluyor, ölçüyor, tartıyor ve herkes kadar çözemediği sırrı, öylece anlatıyor. Yalansız, dolansız… Bu anlamda kulağa çok gelen “Aşka Şükrederim”in “Ağlarım seve seve” diye sürüp giden nakaratında sıradanlaşıyor olması üzücü çünkü çok etkili bir şarkının kapısından dönüyor Sezen aniden. Hevesimiz kursağımızda kalıyor.

Son sırada yer alan “Ah Felek Yordun Beni”, albümde en sevdiğim şarkılardan biri oldu. Muzip filan da değil, düpedüz matrak bir şarkı bu. Kendiyle yüzleşen, halleşen (ya da halleşemeyen) ve işi biraz da dalgaya vuran kadının hezeyanları hem çok eğlenceli, hem de zehir zemberek. Eh az biraz halay ritmine de meyliniz, sempatiniz varsa benim gibi, tadına doyulmuyor dinlemelerin. Bu anlamda biraz “Onu Alma Beni Al”ın izini sürer gibi bu şarkı ama sözleri itibariyle onun kadar kolay dile düşmesi pek ihtimal dahilinde değil.


Albümün “hidden track” yani gizli şarkısı ise “Ah Felek Yordun Beni”nin bitişinden birkaç dakika sonra çalmaya başlıyor ve karşımıza “Unuttun mu Beni?”nin “demo” kaydı çıkıyor. Tek bir gitar eşliğinde, ara nağmeleri de “dın dın dın” diyerek söylüyor şarkıyı Sezen. Artık bu hali başkasına dinletmek için mi yoksa aranjöre vermek için mi yapılmış, bilinmez, çünkü Sezen kaydın sonunda “Anlar herhalde o,” diyerek muhtemelen şarkıyı dinleyecek birinden bahsediyor.

Bu kaydın  böylece, olduğu gibi albüme konulmuş olması hem hoş bir sürpriz oluyor dinleyene, hem de meraklısına bulunmaz bir arşivlik malzeme. Şu veya bu şekilde Sezen’in stüdyosunun havasını koklamak da, o özele şahit yazılmak da yürek hoplatıyor.

Kötü bir albüm mü? Elbette değil! Sıkıcı mı? Bu, albümden ne beklediğinize bağlı. Eğer Sezen’i günümüz popüler müziği içerisinde konumlandırmaya çalışır ve onun şarkılarıyla Demet Akalın’ın, Bengü’nün, Gülşen’in, Hande Yener’in şarkılarını aynı kefeye koyarsanız evet, Sezen şarkıları sizi ciddi manada sıkabilir. Ama zaten böyle bir beklentiniz varsa, diğerleri size yetecektir; Sezen dinlemeseniz de olur.

Albüm kartonet tasarımının ve daha önce denenmemiş, farklı ve belli ki daha maliyetli (ama yine de plastik) CD kutusunun albenisi gayet yüksek. Yağmur Kızılok tarafından çekilmiş kapak resimleri ise çok güzel. Sezen uzun yıllardır hiç bu kadar güzel ve doğal görüntülenememişti.

Hiçbir Sezen albümü “önce bir dinleyeyim de, beğenirsem alırım” albümlerinden olmadı benim için. Hep hemen alınmalıydı. Biliyorum ki bir çok kişi için de bu böyle. Her kafadan bir ses çıkıyor, ortalık çok kalabalık. Bu kalabalıktan çıkan gürültünün içinde ne dediğine özellikle kulak vereceğimiz çok az insan var. Bu yüzden alın ve dinleyin. Başka Sezen yok!

HAZİRAN 2011

Yavuz Hakan Tok

3 yorum:

  1. Sezen Aks'yu sevmeyenimiz var mı hepimizin hayat hikayesi bir çok kez bir çok şarkısı ile kesişir onun.

    http://www.youtube.com/watch?v=XvkM10OnUP4

    Linkteki müziği sonuna kadar dinleyin ve arkasından da "unuttun mu beni" şarkısını bir kez daha dinleyin lütfen. 90 lı yılların sonundaki bir bestedir bu, filmi de ülkemizde hayli meşhurdur, TV kanalları sık sık yayınlar. Kulakta yer ediyor sanırım bazı melodiler..

    YanıtlaSil
  2. sıkıcı ötesi, netekim hiç bir şarkı da hit olmadı

    YanıtlaSil
  3. 3 yil sonra hala ezberimde hit olmadi diyenlere klasik oldu diyebilirim

    YanıtlaSil