Candan Erçetin - "Aranjmanlar 2011"

“HER YERDE KAR VAR” MI HÂLÂ?


Candan Erçetin ilk albümünü 1995 yılında yayımlamıştı. 1986 yılı Eurovision temsilcimiz Klips ve Onlar topluluğunun bir üyesi olarak tanıdığımız, sayısız reklam cıngılından sesine aşina olduğumuz bu genç kadının o günlerin anlayışında epeyce geç kalmış gibi gözüken bu ilk albümü büyük ilgi görmüş, Candan Erçetin ismi herkesin hafızasına özellikle o şahane “Umurumda Değil” şarkısı ve kırmızı elbisesiyle sandalyeye ters oturduğu, tek plan çekilmiş klibiyle kazınmıştı.




İlk albümü “Hazırım”ın 1996 yılında yayımlanan ikinci baskısına, bir yeni şarkı (“Sevdim Sevilmedim”) ve bir de “Umurumda Değil”in “remix” versiyonu ilave edilmişti. Henüz albümlere şarkıların “remix” versiyonlarını koymak ya da bütün bütüne “remix” versiyonlardan oluşan “single”lar, albümler yapmak filan bu kadar yaygın değildi. Oysa Candan Erçetin bir süre sonra bu defa da “Sevdim Sevilmedim”in “remix”lerinden oluşan bir “maxi-single” yayımlayacaktı.


Ve bu hep böyle sürdü gitti. Candan bir taraftan özene bezene kotarılmış, üzerinde çalışılmış, uğraşılmış, her detayı düşünülmüş, asla piyasanın genel gidişatına, ana akıma yüz vermeden, tamamen kendi müzikal çizgisinde belirgin bir istikrarı sağlamış, kalburüstü albümlerle dinleyici karşısına çıkarken, bir yandan da ara albümler, “remix”ler barındıran “single”lar, “maxi-single”lar yayımladı. 



Başından beri onun Galatasaray’dan kalma Fransızca ve şanson merakı ve soyağacının kök saldığı Rumeli topraklarının müziğine tutkusu biliniyordu. Albümlerinde Fransız şansonlarını aratmayan şarkılar da olurdu hep, Trakya/Balkan/Ege ritim ve tınıları taşıyan şarkılar da.

Bahis konusu müzikal etkileşimlerinin adını açıkça koyduğu ara albümler de yaptı bu vesileyle. Hem Türk hem de Yunan kıyılarında çalınıp söylenmiş şarkıları Türkçe ve Rumca seslendirdiği “Aman Doktor” ve tamamen Fransızca şarkılar seslendirdiği “Chante Hier Pour Aujourd’hui” albümleri, kendi şarkılarının olduğu albümler kadar ses getirmese de, bir müzisyenin ilham aldığı, etkisi altında kaldığı, rengini ve kokusunu kendine yakıştırdığı müzik kültürlerine bir saygı selamı olarak diskografisine yakışan işler oldu. Üstelik bunu, ismi popüler piyasanın tam da içerisinde anılıyor iken, risk alarak yapmasının takdir edilecek, alkışlanacak bir tarafı da vardı.


Ne var ki 2010 yılında yayımlanan ve yeni şarkılardan oluşan son albümü “Kırık Kalpler Durağı”, beklenen etkiyi yaratmamış ve Candan Erçetin cephesinde bildiğini okumanın artık yavaş yavaş etkisini yitirmeye başlayan bir formül olduğu gerçeği ortaya çıkmıştı. Hiçbir şarkıcı aynı zamanda besteci olmak, sürekli şahane şarkılar üretmek zorunda değildi. Evet Candan, çok beğenilen, çok satan albümlerinde çok da sevilen şarkılara imza atmıştı vakti zamanında. Ama demek ki iyi şarkıyı her zaman kendinde değil, bazen başka adreslerde de aramak gerekiyordu.


Son albümün ses getirmemesi ne derece etkili oldu bilinmez ama henüz üzerinden iki yıl bile geçmeden Candan Erçetin yeni bir ara albümle, yine bir konsept çalışmasıyla karşımıza çıktı. Sanırım buradan “Kırık Kalpler Durağı”nın rafa kalktığı sonucunu çıkarabiliriz. Nitekim bu albüm ondan tamamen bağımsız ve hatta ona taban tabana da zıt bir iş. Bunu sadece kapağına kaparak bile anlamak mümkün.


Kapak demişken bir saptama yapmakta fayda var…

Altmışların son yılında dünyaya gözlerini açmış, çocukluğunu yetmişlerde yaşamış birisi olarak sizi temin ederim ki, o yılları simgeleyen yirmi tane ikon sırala deseniz, şu puantiyeli saç bandı aklıma ya gelir ya gelmez. Yani seksenlerde vatka ne ise yetmişlerde saç bandı o değildir. Öylesi bir devri, dönemi simgeleyen belirgin bir izi yoktur saç bandı denen şeyin.

Gelin görün ki, son yıllarda altmış ve yetmişlerde geçen bütün dönem dizilerinin, o dönemi taklit eden/canlandıran bütün konsept çalışmalarının yegane can simidi saç bandı oldu. Saç bandını takan yetmişlere dönmüş kabul ediliyor. Ultra mini, tercihen pilili etekler, devasa yakalı, bağrı açık gömlekler, İspanyol paça pantolonlar, apartman topuklu ayakkabılar, artist değil manken değil, sıradan ev kadınlarının bile kullandığı sentetik peruklar, takma kirpikler, erkeklerde birbirine karışmış favoriler sakallar yok da; anca saç bantları var.


Belli ki Candan da işin kolayına kaçmış ve albümün konseptini kapak resmindeki saç bandına bağlayıvermiş. Makyaj ve saç tamamen bugünün Candan’ı ama biz banda bakıyor, albüme ad olan “Aranjman” başlığını da görüyor ve anlıyoruz ki Candan Erçetin altmış ve yetmişlere dönmüş.

Bu altmış ve yetmişlere bir albüm dolusu geri dönme işini (zaten bu maksatla kurulmuş bir “cover” grubu olan Beş Yıl Önce On Yıl Sonra’yı saymazsak) ilk kez 1987’de “Geceler” albümüyle (albüme adını veren şarkı hariç) Nilüfer yapmış ve biz de bayıla bayıla dinlemiştik.

O dönemin en çok satan albümü olmasından da anlaşılacağı üzere, memlekette sahiden bir eski şarkılara hasret kalma durumu vardı. Çünkü plaklar tedavülden kalkıyor, evlerdeki pikaplar yerini kasetçalarlara (o günlerdeki tabiriyle teyplere) bırakıyordu. Hal böyle olunca zamanında çok sevilmiş o şarkıları tekrar dinleyebilecek bir mecrası kalmayan yurdum insanı, onların seçilip derlenip tekrar karşısına çıkarıldığı bu albümü (hele ki şarkıları seslendiren Nilüfer olunca) bağrına basmaktan geri kalmamıştı.

Doksanların sonlarına doğru bu işin alaturka ayağındaki açığı ilk fark eden Muazzez Ersoy oldu ve özellikle Yeşilçam filmlerinden aşina olduğumuz şarkıları tekrar tekrar söyleyerek ciddi bir başarı kazandı. Bugün  o meşhur “Nostalji” serisi pek sitayişle anılmıyor olsa da, seriyi 12 albüme çıkaracak kadar zorlayıp, seven sevmeyen herkesin içine fenalıklar getirtene dek, epeyce başarı kazanmış, çok satmış ve çok dinlenmiş “Nostalji” albümleri yaptı Muazzez Ersoy.


Popüler müzikte “nostalji” diye adlandırılan şeyin kırılma noktası tam da burası oldu zaten. Yeniden seslendirme filan değil, düpedüz eski, orijinal kayıtların CD formatında yayımlanmaya başlaması da aynı tarihlere denk gelir. Bilen bilir, Odeon, Ada Müzik, Kalan Müzik ve iki binlerin ikinci yarısıyla birlikte piyasaya giren Ossi Müzik marifetiyle on yıl içerisinde hiç de azımsanmayacak sayıda albüm yayımlandı. Plaklarda kalmış, hatta zaman zaman plak olarak bile yayımlanmamış kayıtların CD formatında yeniden satışa sunulması müzik piyasasına çok iyi geldi, hatta o dönemde bu albümler kimi kez yeni prodüksiyonlardan bile daha büyük satış rakamları elde etti.

Orijinallerin tekrar ortaya çıkması yetmezmiş gibi, bir de “Issız Adam” filminin getirdiği sonradan olma plak sevdası bit pazarına nur yağdırıp, eski plakları da tekrar pazara sokunca, plak kültürüyle CD kültürü arasındaki nesil farkı yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı. İnternette legal/illegal paylaşılan plak kayıtlarının da bu süreci hızlandırdığı bir gerçek. Her yeni albümde bir eski şarkı “cover”ının can simidi olduğu, yıllardır hemen her yeni şarkıcının da bir şekilde en az bir eski şarkıyı yeniden lanse ettiği de herkesin malumu. Tüm bunları üst üste koyarsak, bugün artık 16-17 yaşında bir gencin altmışlı yılların bir şarkısını biliyor ve dinliyor olması şaşılacak bir şey değil.



Işın Karaca, ilk arabesk albümünü piyasaya sürdüğü günlerde şu meşhur “Kim Bilir”i Kibariye’den sonra ilk kez kendisinin söylediğini iddia etmişti. Bunun böyle olmadığını herkes biliyordu oysa. Google’da yapacağınız basit bir arama bile şarkıyı yıllar boyunca kimlerin söylediğini ortaya çıkarabilirdi. Hatta çoğunu dinleme şansınız da vardı. Ve 30 yaşındaki de, 50 yaşındaki de, 15 yaşındaki de dinleyebiliyordu. Yani bu anlamda artık o şarkıların unutulmuşluğu, mazide kalmışlığı, dolayısıyla gizemi, büyüsü filan kalmamıştı sanıldığı (ya da Işın Karaca’nın sandığı) kadar.

Candan Erçetin de benzer bir sanrıyla olsa gerek, şöyle bir cümle kurmuş albüm kartonet yazısında: “Bu kayıtların gelecek kuşaklara kaynak teşkil etmesi ve değerli olan müziğin her daim hatırlanması ümidiyle…”

Bu cümlenin “ve” bağlacına kadar gelen kısmı için Candan Erçetin’e hatırlatmak da fayda var ki, bu albümdeki şarkıların bir ikisi hariç neredeyse tamamının orijinal plak kayıtları şu anda CD formatında piyasada bulunabiliyor. Yani onlar çoktan “gelecek kuşaklara kaynak teşkil etmek” üzere raflarda yerini aldı.


Eski bir şarkıyı, eğer ilk yayımlandığı yıllarda da dinlemiş ve yıllar sonra bir gün tekrar duymuşsak, o şarkıyı bize hatırlattığı anılardan bağımsız düşünmek ve dinlemek pek mümkün olmuyor. Bu yüzden belki de “nostalji” kelimesiyle özdeşleştirdik bir dönemin şarkılarını. Ama ben bugüne kadar filanca eski şarkının “cover”ı orijinalinden daha güzel olmuş lafını çok az duydum. O şarkıları hatırlayanlar, genellikle orijinal halleriyle hatırlamayı, bulurlarsa da öyle dinlemeyi tercih ediyorlar.

İşte Candan Erçetin’in 2011 model aranjmanlarının düştüğü en büyük tuzak da burada başlıyor. Şarkıların büyük çoğunluğu artık hatırlanmaktan da, hatırlatmaktan da yorgun çoktan. “Her Yerde Kar Var”ın, “Deniz ve Mehtap”ın, hele hele “Memleketim”in bir daha söylenmeye ve dinlenmeye ihtiyacı var mıydı diye düşünmeden edemiyor insan. “Hoş Gör Sen”i, “Karlar Düşer”i, “Sessiz Gemi”yi genci yaşlısı, ezbere bilmeyen kaldı mı acaba?

Daha albümü dinlemeden, internette içeriğini gördüğüm an aklıma bu soru geldi: “Peki Candan ne yapmış? Kuş mu kondurmuş bu şarkıların üzerine?” Hayır, sadece Fransızca orijinal sözlerini de almış ve yarı Türkçe yarı Fransızca söylemiş.


Zamanında izin mizin alınmadan, canı isteyenin Türkçeleştirdiği bu şarkıların nihayet kısmen de olsa orijinal versiyonlarıyla Türk dinleyicisinin karşısına çıkması, orijinal adlarının ve bestecilerinin adlarının da kartonette yazıyor olması, yani şarkıların asıl yerini yurdunu bulması sevindirici olabilir belki ama onların da büyük kısmı orijinal Fransızca versiyonlarıyla Türkiye’de yayımlandı zaten. Peki ne kaldı geriye?..

Albümde yer alan on dört şarkıdan biri Alper Atakan, diğerleri ise Alper Erinç tarafından düzenlenmiş. Düzenlemeler genellikle neşeli, canlı, kolay algılanır cinsten. Hatta bazı şarkılarda darbukalar bile çalıyor. Yani şarkılar Fransız, söyleyen de Candan Erçetin diye albüm bohem soslara bulanmamış bu defa. Deniz kenarında plajda, bir akşam üstü balkonunda, bir şehirler arası otobüs yolculuğunda neşenizi bulabilir, rakıya değil belki ama bir kadeh “blush”a meze edebilirsiniz. Tabii eğer bu şarkıları sırf Candan’ın hatırına bir kez de Candan’dan dinlemeye tahammülünüz varsa.


Oysa ben bile, biraz karıştırsam arşivimde aranjman yıllarından en az yüz tane Fransız orijinli şarkı bulabilirdim. Daha az bilinen, daha az duyulmuş, daha çok unutulmuş, hatta belki de zamanında o kadar da ses getirmemiş (“Anlamazdın” misali) şarkıları keşif peşine düşse, bulup çıkarsa, “Aaaa bunu da nerden bulmuş?” dedirtse, şaşırtsa ve heyecanlandırsa…Ya da bugünün Fransız şarkılarına Türkçe sözle yazıp/yazdırıp gerçekten “Aranjman 2011” yapsa?.. O zaman daha Candan Erçetin’e yakışır işler çıkmaz mıydı ortaya? İşte o zaman kuş kondurmuş olmaz mıydı Candan? Bence olurdu.

Sözün özü; belli ki iyi niyet ve hevesle kotarılmış, her Candan albümü gibi, özenle, titizlikle ortaya çıkarılmış, ne çare ki ıskalamış, virajı alamamış bir proje “Aranjman 2011”. Görünen o ki, Candan Erçetin’in tavrından sesine sinen müdanasız hallerini, kırılıp bükülmeden, dökülüp saçılmadan yürek yırta yırta ruh temizleyen sesini yeni ama bu defa etkili, benzersiz, kendini tekrara düşmemiş şarkılarla tekrar duyana dek, bunlarla idare edeceğiz, çaresi yok.

TEMMUZ 2011

Yavuz Hakan Tok

1 yorum:

  1. Candan Ercetin"i gayet güzel anlatmissiniz.Tek eksik tarafi nereli oldugudur..
    10 Şubat 1963 (53 yaşında), Kırklareli dogumludur..Sapina kadar da Müslüman bir anne ve babanin kizidir..Bunu neden yazdigima gelince; Face"de sayfama paylasim yapan bir kendini bilmez kisinin kendisini Ermeni olarak tanitmasi üzerine yazdim.. Ayrica mahalle komsumdur..Saygilarimla..

    YanıtlaSil