Selen Servi - "Aşk mı Oyun mu?"

ATTIRIVERELİM GÖBECİKLERİ!


Selen Servi’nin ilk albümü 2010 yılının Ekim ayında piyasaya çıkmıştı. Daha önce adını hiç duymadan ilk albümüyle karşılaştıklarım her zaman daha çok ilgimi çeker ya, bu albümü de bir merakla dinlemişliğim de vardır. Adını daha önce hiç duymamış olsam da, pek öyle yeni yetme bir ses gibi tınlamayan bu genç kadının şarkıları da tok duruyor, sadece beş şarkı ve üç versiyondan oluşan bu “mini-albüm”, tartışılabilecek kusurlarına karşın, dinleyende iyi bir işle karşı karşıya olduğu duygusu uyandırmayı başarıyordu. Bu bir yeni yetme albümü değildi; orası çok belliydi. Peki kimdi bu Selen Servi?




Birazcık araştırınca internette, çok başka bir profil çıkmıştı karşıma. Yani “müziğe beş yaşında piyano dersleri alarak başladı” değildi bu defa hikaye. Otuz iki yaşına kadar başka bir hayat yaşayan, başka mesleklerde kendini arayan Selen Servi, yapması gereken asıl işin ne olduğunu anlaması için evrenin önüne çıkardığı fırsatları görmezden gelmeyerek, belki de hayatta herkesin kim bilir kaç kez yanından geçip giderken farkına varamadıklarının nasılsa farkına varabilmiş şanslı (ya da akıllı) kullardan.


“Şans hazırlıklı olanı yakalar” derler. Ortada hiçbir belirgin sebep yokken şan eğitimi alan, sonra bir barda sahneye çıkan arkadaşına sadece keyfi eşlik ettiği bir gece vokal yapma teklifiyle karşılaşan, derken solist olarak sahneye çıkmaya başlayan, 32 yaşına kadar meslek edindiği turizm ve pazarlamayı bir anda elinin tersiyle itip, kendini şarkı söylemeye adayan, yani hazırlıklıyken ayağına gelen şansı yakalayabilen Selen’in hikâyesi tam da bu sözü doğrulayan cinsten.



Müzik serüveninin bir yerinde yolunun Ömer Önder’le kesişmesi de bir başka şans olmuş Selen Servi için. Seksenli ve doksanlı yıllar TRT günlerinin sayısız müzik eğlence programında hem sunucu, hem şarkıcı, hem de piyanist olarak televizyonda boy göstermiş, güleç yüzü, düzgün telaffuzu ve nezaketiyle sevilen bir ekran yüzü olmuş Ömer Önder’in müthiş bilgi ve birikimi, Servi’nin çıktığı yolda daha emin ve daha hızlı adımlarla ilerleyebilmesini sağlamış. “Doktor” Ömer Önder, Selen Servi’yle ortak paydası olan (asıl mesleğine üstün gelen)müzik aşkını şarkılara taşımış ve ilk albüm “Göze Aldım” böyle oluşmuş.


Bu hikâyeyi öğrendikten sonra “Göze Aldım” sadece bir şarkı adı, albüm adı olmaktan öteye geçiyor haliyle. Ortada lafın gelişi değil, sahiden göze alınmış bir risk var. “Hiçbir yeniden kolay değildir,” diyen Murathan Mungan’a inat, yeniden başlamanın bıçak sırtı... Belki bir parça da safraları atmanın ferahlığı vardı bu göze almada. Bir parça da “Oh be nihayet!” vardı. Albüm kapağında bir zafer edasıyla gülen genç kadın profili boşuna değildi.  


Albüm ise, Selen Servi’nin benim diyen bir çok şarkıcıya taş çıkaracak durmuş oturmuş şarkı söyleme stiline karşın, müzikal olarak bir bütünlük tutturamamış görünüyordu. Albüme adını veren “Göze Aldım”la şahane bir açılış yapılıyor, ardından gelen “Dava” ile klasik olabilecek güzellikte bir pop şarkısına imza atılıyordu. Fakat sonra ne oluyorsa oluyor; üçüncü sırada yer alan “Aşk Oyunu” bir anda Balkan havalarından çalmaya başlıyor, derken seksenli yıllar tavernalarından Ferdi Özbeğen-Ümit Besen çizgisinde “Gittin” ve peşi sıra alaturka nağmesi ve ritmiyle “Çakıl Taşları”, dinleyenin kafasını iyice karıştırıyordu.

Kendi adıma Selen Servi’nin her telden, her türden şarkı söyleyebildiğine ikna olurken, hangisinin gerçek Selen olduğunu asla anlayamamıştım. “Gittin”in akustik, “Göze Aldım”ın “bossa nova”, “Dava”nın “La Cause” adını almış Fransızca versiyonu dahi yardımcı olmamıştı kafa karışıklığımı gidermeme. İskender Paydaş’ın belli ki fazla detaya girmeden kotardığı, adının ağırlığından (her nedense) hafif kalmış düzenlemeleri de.


Albüm kapak tasarımı ve özellikle de fotoğraflarının tam bir felaket olduğu gerçeği de görmezden gelinemeyecek kadar göze batıyordu ne çare. Yani toplamda belli ki çok iyi niyetle, çok emekle ve çok da kısıtlı imkanlarla denkleştirilmiş, bundandır ki olması gerektiği kadar olamamış bir albümdü “Göze Aldım”. Buna karşın her şeye rağmen Selen Servi’nin bir şarkıcı olarak vaat ettiği umudun da altını çizen, daha sonra yapacaklarına dair beklenti yaratan bir albüm.

Sonra aradan aylar geçti ve Selen servi bu defa albümde yer alan “Aşk Oyunu”nu, farklı bir versiyonla ve “Aşk mı Oyun mu?” adıyla “single” olarak piyasaya sürdü.


Yurt dışında çok alışılagelmiş bu yöntem, Türkiye’de pek fazla rağbet görmüyor biliyorsunuz. Yani bir albüm yayımlandıktan birkaç ay sonra o albümde yer alan bir şarkıyı “single” olarak yeni bir versiyonla piyasaya sürmek pek revaçta değil. Olsun olsun klip çekiliyor. 

“Aşk Oyunu” Candan Erçetin’den Sezen Aksu’ya, doksanlı yıllar boyunca yenilip bitirilmiş Balkan havalı şarkıların bir prototipi gibi. Hani giriş gelişme ve sonuç bölümlerinde bilumum nefesliler coşar da, perküsyonlar ona keza alır yürür, o esnada sözler eğlendirirken, melodi de dinleyene göbecikleri attırtıverir. Hah işte tam da öyle. Hele ki Serhat Çiftdal’a ait bu yeni düzenlemenin Dj Deefatt tarafından yapılmış “remix”i, gayet kuvvetli ritim “sample”larıyla döşenince, dans etmede yanında yat olmuş şarkının durumu.

Belli ki yazdan pay almak, eğlendiren, plajlarda bangır bangır çalınanlardan olmak kaygısıyla yola çıkılmış. Çok makul, çok anlaşılabilir belki ama ben Selen Servi olsam, kendime bu kötülüğü yapmazdım.  
Çünkü bu şarkı plajlarda bangır bangır çalınmaz. Yani attığınız taş, ürküttüğünüz kurbağaya değmez. O plajlarda “Bir buse almadan, sana varmadan,” diyecek bir genç kız, bir genç adam, bir kadın, bir erkek yok çünkü. Çünkü şarkıları plajlarda çalınacak şarkıcı açığımız, eksiğimiz yok bin şükür. Ama “Göze Aldım” gibi şarkılar söyleyecek bir şarkıcı açığımız, eksiğimiz çok (Örneği aşağıdadır.) Kozumu bunun üzerine oynardım ben olsaydım. Kaldı ki bu şekilde varılacak sonucun çok daha başarılı, çok daha dikkat çekici, belki kısa vadede değil ama uzun vadede daha saygın, daha kalıcı ve daha kazançlı olacağını hesap etmek Ömer Önder gibi deneyimli bir müzisyen için hiç de zor olmasa gerek.
Müzik marketlerde 1 TL.ye satışa sunulan “single” ın albümden de fena kapak resmi ve tasarımından ise hiç bahsetmeyeyim daha iyi. Sanırım hala bir kapak resminin, bir kapak tasarımının bir albüm için kimlik kartı, vitrin, ambalaj olduğu gerçeğini pek umursamıyoruz. Üstelik bu mesele hem sanatsal ve estetik kaygılar, hem de ticari kaygılar göz önüne alındığında, aynı derecede mühim.
Selen Servi şu sıralar TRT’de Ömer Önder’le birlikte “Bir Şarkıdır Hayat” adını taşıyan müzikli bir “talk-show” sunuyor. Format gereği programda canlı şarkı da söylüyor. İzlerseniz göreceksiniz ki, hiç de hafife alınacak bir şarkıcı değil. Hatta canlı performansının albümden daha iyi tınladığını bile söylemek mümkün. Umarım ve dilerim ki bundan sonra yapacağı albümler onun bu yönünü taçlandırır.
AĞUSTOS 2011

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder