Resul Dindar - "Divane"


(13 Mayıs 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)

Kurucusu ve solisti olduğu Karmate adlı grupla birlikte beş yıla yakın bir süre içinde iki albüm yapan ve sayısız konser veren Resul Dindar’ın ilk solo albümü “Divane”, geçtiğimiz günlerde Esen Müzik etiketiyle yayımlandı.

Resul Dindar, Artvin Hopa doğumlu ve hayatının 25 yılını doğduğu yerde geçirmiş. Yaptığı müziği üstünkörü bir genelleme ile ‘Karadeniz müziği’ diye adlandırmak mümkün. Ancak ayrıntılara girdiğinizde, aynı başlık altında sıralayabileceğimiz birçok isimden farklı bir tavra ve tarza sahip olduğunu fark ediyorsunuz.


Karadeniz müziğinin mahalli sanatçıların ve TRT repertuarındaki türkülerin çerçevesinden çıkıp ana akım popüler müzik içerisinde yer bulmasının ucu ‘90’lı yıllara uzanıyor. Fuat Saka ve Volkan Konak’la başlayan rüzgâr, Kazım Koyuncu’yla görülmemiş bir ivme kazandı ve irili ufaklı şarkıcı ve gruplarla bugün de devam ediyor. Doğu-Güney Doğu, İç Anadolu ve hatta Trakya bölgelerinin halk müziklerinin nasıl bir deformasyona uğratıldığına yıllar içinde şahit olduk ama bereket ki Karadeniz müziği (Davut Güloğlu ve birkaç türevini bir kenara koyarsak) bu deformasyondan fazla payını almadı; kendi naif ve doğal dokusunu, müzikal yapısını korumayı nispeten başardı. Bunda yukarıda saydığım isimlerin de payı büyüktü elbette. Karmate de bu doğrultuda çalan ve söyleyen bir gruptu. Görünen o ki Resul Dindar bu ilk solo albümünde de otantik Karadeniz müziğine sadık kalarak yoluna devam ediyor.


18 şarkıdan oluşan albümde yazanı, derleyeni belli türküler de var, anonim eserler, türkü formunda besteler de. Lazca, Hemşince de var, Gürcüce de. Bütün bir Karadeniz sahilinden ilhamını almış, kimileri yıllardır şu veya bu şekilde kulaklarımızda kalmış şarkılar bunlar. Mesela açılış şarkısı “Sen Bu Yaylaları Yaylayamazsın”, TRT günlerinde Kamil Sönmez’den, Süreyya Davulcuoğlu’ndan nasıl dinlediysek, yine öyle çıkıyor karşımıza. Ve sonra bütün albüm böyle akıyor. Yersiz modernizasyon ve sentez çabalarına girmeden, katıksız haliyle, nasıl olması gerekiyorsa öyle tınlıyor Karadeniz’in hırçın dalgasından, sert poyrazından, ağır yağmurlarından ve koyu yeşilinden müziklenmiş şarkılar. Ve Resul Dindar, sonradan öğrenilmiş, taklit edilmiş değil; has ve doğal Karadeniz şivesiyle sesini veriyor şarkılara.

İşin en iyi tarafı, benzer işlerde kulağımıza kulağımıza sokulan ve bir süre sonra bıkkınlık vermeye başlayan kemençe sesinin bu albümde tam da dozunda kullanılmış olması. Çünkü bu albüm Gürcistan sınırına kadar da gidiyor ve yer yer kulağınıza akordeon, mızıka, tulum, hatta buzuki ve lavtanın eşsiz sesleri de dokunuyor. Ve tüm bunlar otantiğe zarar vermeyen bir çoksesliliği bütünlüyor.

Türkü denilen şey bir halkın içinden geçtiği zamanlara şahitliğinin dökümleri aslında. Yaşanan ne varsa, acısıyla sevinciyle, derdiyle, coşkusuyla dillenip türkü oluyor; dilden dile kuşaktan kuşağa dolaşıyor. Buradan baktığınızda Çernobil felaketinin Karadeniz bölgesinde bıraktığı izleri, acıları anlatan “Kanser Belası” bir modern zaman türküsü olarak albümde beni en çok etkileyen şarkı oldu. Bir idam mahkûmunun ağzından yazılmış “Hapishane” de öyle. Yanı sıra “Dedikodu” gibi, “İzzet Dayı” gibi Karadeniz insanın dillere destan hınzırlığının ve muzırlığının izlerini taşıyan türküler de yok değil.


Başından sonuna epeyce doyurucu bir Karadeniz müziği ziyafeti bu albüm. Hatta ortalama albüm standartlarına nispetle epeyce uzun olması kulakta biraz peklik yapmıyor da değil. Türün meraklıları yine de sıkılmadan dinleyecektir; ona şüphe yok.

MAYIS 2013      

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder