Türkçe "Rock"ın Güzel Adamları

Bu yorumu cinsiyetçi mi bulursunuz bilmiyorum ama “güzel kadın” deyince aklımıza gelen şeyle, “güzel adam” deyince aklımıza gelen şey aynı kapıya çıkmıyor bence. Zira kadın için genellikle fiziki güzellik ölçütlerinde anlam bulan bu terim, erkekte kaşta gözde, boyda posta değil, bir tavırda, duruşta, fikirde, düşüncede yahut eylemde karşılığını buluyor. İşte bir süredir hakkında yazmak için bir kenara ayırdığım albümlerin ortak paydasını ararken de bu terim kendiliğinden çıkıp geldi ve yazının adını koydu. Buyurunuz size Türkçe “rock” müziğin, hepsi bu kadar olmamakla birlikte, yakın geçmişte albüm çıkarmış “güzel adam”ları.



FUAT GÜNER – “DİNLEYENE AŞKOLSUN”


Yıllar yılı hem bir müzik grubunun üyesi olup hem de kendi adına, dâhil olduğu gruptan azade bir bilinirlik, dahası saygınlık kazandırıp, tek başına bir kariyer de inşa edebilmek çok zordur; dünyada bile örneği sayılıdır. Fuar Güner onlardan biridir işte. Evet, yılların MFÖ’sünün F’sidir ama Fuat Güner aynı zamanda Fuat Güner’dir. MFÖ hiç olmasaydı da Fuat Güner olacaktı/olurdu, onu bilirsiniz. Aynı şey Özkan Uğur ve Mazhar Alanson için de geçerlidir elbette. Her biri kendi başlarına birer “süper güç”tür onların ama şimdi konumuz Fuat Güner.

Fuat Güner, ilk solo albümü “Aziz Fuat Güner”i 1999 yılında yayımlamış, geçtiğimiz yıllarda bu albüm farklı bir kapak baskısıyla yeniden piyasaya sürülmüştü. “Dinleyene Aşkolsun” ismini taşıyan ikinci solo albümü ise 2013 yılının Kasım ayında DMC etiketiyle sarışa sunuldu.


Albümdeki sekiz şarkının tamamı Fuat Güner tarafından bestelenmiş. Söz yazarı olarak birer şarkıda Aysel Gürel, Çetin Akçan, İpek İyier ve Cengiz Köroğlu’nun imzaları var; diğer dört şarkının sözleri ise Fuat Güner’e ait. Zaten MFÖ albümlerinde de bir çok şarkıya kâh ortak olarak, kâh da tek başına imza atan Güner, besteciliğin yanı sıra bu albüme Platform 360 ile beraber prodüktör olarak da imzasını atmış ki kariyer dökümünde prodüktörlüğünü yaptığı bir çok başka albüm de var.

Albümdeki tüm düzenlemeler ise 2000’lerde adını duymaya başladığımız ve yeni neslin parlak isimlerinden biri olarak dikkat çeken Tolga Kılıç tarafından yapılmış.


Geçtiğimiz yıl yeniden yayımlanan 1987 çıkışlı MFÖ albümü “No Problem” hakkında yazarken şu çıkarımı yapmışım: 

“Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün alamet-i farikası, her birinin farklı sesten şarkı söylüyor olması. Bu sadece teknik bir ayrıntı değil. Üçünün tıpkı sesleri gibi, birbirinden farklı müzikal anlayışları da şarkılara damgasını vurdu yıllar boyunca. Özkan Uğur daha teatral, eğlenceliydi. Fuat Güner daha batılı bir “sound”u sevdi. Mazhar Alanson ise sufi felsefesine, Anadolu müziğine yakın durdu. Üç farklı sesin kulakta bıraktığı hoş tını ve kusursuz uyum kadar üç farklı müzik anlayışının bileşimi de MFÖ müziğinin hamurunu oluşturdu böylece.”


Sahiden öyleydi. Kendi adıma konuşursam, ben bir MFÖ albümü dinlediğimde, artık her birini çok iyi tanıdığım o üç müzisyenden hangisinin hangi şarkıyı bestelediğini, şarkının künyesine bakmadan anlayabiliyordum. Şarkının içinden alaturka bir nağme ya da bir Anadolu motifi geçmiyorsa, bilirdim ki Fuat Güner’indi o beste. Genelleme yapmak ne kadar doğru olmasa da, düşük hata payıyla böyleydi bu. Nitekim Güner’in ilk solo albümü de tamamen bu minvaldeydi.

Bu albüm ise içinde bağlama ve ney de çalınan ve melodik yapısıyla da Anadolu-pop esintileri taşıyan “Beni Hasrete Alıştır”la başlıyor ve açıkçası bir parça ters köşe etkisi yaratıyor. Hemen ardından ise bir yandan ‘60’lardan bir Beatles şarkısıymış gibi tınlarken, bir yandan da da nefis caz akorlarıyla kulak dolduran “Yapabilsem” geliyor. “Dibine Vur” ehlikeyif sözlerine karşın albümün en sert, en “rock’n roll” şarkısı. Kamil Özler tarafından yapılmış yaylı aranjesi ve etkileyici melodisiyle “Rüzgârın Lafı Yok” ise bence albümün uzun vadede klasik olacak şarkılarının başında geliyor.

Özellikle ‘80’ler tadında düzenlemesi ve Fuat Güner’in “duble” vokaliyle, 1985-1990 arası MFÖ şarkılarını anımsatan “Tuzak” ve hemen ardından gelen “Hava Bozdu” her bakımdan tipik Fuat Güner şarkıları. Albümde yedinci sırada yer alan “…sim Geldi” de öyle. Bu şarkı da, bu defa nefesliler marifetiyle caza şöyle bir dokunup geçiyor.
Kapanış şarkısı “Sakladım Hayalleri” ise hem söz, hem melodi, hem de vokal tekniği açısından bildik Fuat Güner çizgisinin dışına adım atan bir başka şarkı. Albümdeki en efkârlı şarkı bu; nitekim ud da bunun altını çizmek için kullanılmış olsa gerek.
Hayatını “star” olarak geçirmiş ama artık yaşı da ilerlemiş her müzisyenin kaçınılmaz açmazıdır; ya genç olmaya, gençlerle rekabet etmeye çalışıp kendinizi komik duruma düşürme riskini alır, ya bildiğiniz müziği yapıp demode olma tuzağına düşersiniz. Ama bir de “zamansız” olabilme/kalabilme becerisi vardır ki o herkese nasip olmuyor ne çare. Fuat Güner zamansız bir müzisyen. Ne bugünle aşık atıyor, ne düne saplanıp kalıyor ve bir şekilde her kuşağa dokunabiliyor. Bunda bir müzisyen ustalığının, işçiliğinin yanı sıra, sesindeki Allah vergisi genç tınının da bir parça payı vardır şüphesiz. Zira ne kadar tıbbi bir gerçekliğe dayanır onu bilmem ama “sesin eskimesi” diye de bir şey var. Fuat Güner, ruhu kadar sesi de eskimeyen, yaşlanmayanlardan.
Sedat Doğan tarafından çekilmiş fotoğrafların süslediği, Fermat Reklamcılık tarafından yapılmış kartonet ve kapak tasarımı ise albümün en vasat tarafı. Bu albüm, neresinden baksanız çok daha özenli bir kartoneti hak ediyor.
FERİDUN DÜZAĞAÇ – “FLU”
Doksanların ikinci yarısındaydık ve henüz lügatimize “alternatif müzik” tabiri girmemişti. Feridun Düzağaç, “Beni Rahatta Dinleyin” adını verdiği ilk albümünü 1997 yılında yayımladı. Adana’da üniversite öğrencisiyken arkadaşlarıyla kurduğu Grup Tını’nın 1993 yılında yayımlanan albümü her ne kadar “demo” seviyesinde de olsa, o albümde yer alan “Lavina”, kendi kendine bir hit olmuş ve meraklıları Feridun Düzağaç’ın sesine çoktan aşina olmuştu. Bilmeyenler ise şarkıyı ilk kez “Beni Rahatta Dinleyin” albümünde dinledi ve sevdi. Sonra arkası geldi zaten.
Doksanların yeni popçu furyası yavaş yavaş etkisini yitirirken, Türkçe “rock” müzik yavaş yavaş ana akıma doğru kayarken, Feridun Düzağaç, biraz MFÖ, biraz Ortaçgil, belki biraz da Erkin Koray çizgisindeki şarkılarıyla kendine bir kulvar açtı ve oradan yürüdü. Bugün onlarca şarkısı ezbere bilinen, adına saygı beslenen, ne yaparsa iyi yapacağına dair şüphe duyulmayan bir müzisyen artık Feridun Düzağaç. Bunu da başından beri durduğu yeri hiç değiştirmeyerek, çizgisinden hiç sapmayarak başardığı bir gerçek...
Feridun Düzağaç’ın sekizinci stüdyo albümü “Flu”, 2013 yılının Mart ayında yayımlandı. 1997 yılından bu yana yedi albüm yayımlayan Düzağaç’ın bir de “Uzun Uzun” adını verdiği 2004 çıkışlı çift disklik bir konser albümü var. 2011 yılında ise Sony Müzik etiketiyle bir nevi “tribute” albüm olarak nitelendirilebilecek, “Çocuklar İçin Söylenen Feridun Düzağaç Şarkıları” adı verilmiş bir albüm yayımlanmış ve o albümde Düzağaç şarkılarını farklı şarkıcılar/gruplar seslendirmişti.
DMC etiketiyle yayımlanan “Flu”da on şarkı var. Bu şarkılardan iki tanesi “cover”. Birisi Fikret Kızılok’tan “Tek Başına”, diğeri ise Esmeray’ın sesinden hafızalarımıza yer eden ve yıllar boyu çok kez farklı şarkıcılar tarafından yeniden seslendirilen Şemi Diriker bestesi “Unutama Beni”. Bunların dışındaki sekiz şarkının yedisinin söz yazarı ve bestecisi Feridun Düzağaç. Albümde bir de söz ve müziği Murat Hasarı’ya ait şarkı var. Düzenlemelerde ise ağırlıklı olarak Can Alper ve Arıkan Sıralaya isimlerini görüyoruz. Yanı sıra Cengiz Köroğlu ve iki şarkıda da Feridun Düzağaç düzenlemelere katkıda bulunmuşlar. Bir şarkı ise İskender Paydaş tarafından düzenlenmiş.
Denilebilir ki Düzağaç kariyerinin “FD”den sonra popülere en yakın duran ikinci albümü bu olabilir. Ne ki “FD” kadar ses getirmemiş olması, piyasaya çıkış zamanlaması ile ilgili olsa gerek (malum 2013 yazı ve olaylar olaylar olaylar.) Kaldı ki bence “olgunluk dönemi eseri” diye bir şey varsa, Feridun Düzağaç o eser “Flu” olabilir rahatlıkla. Çünkü neresinden baksanız kusursuz bir albüm bu…
İngilizce sözlerle seslendirilmiş ve dünya pazarına servis edilmiş olsa rahatlıkla zamansız bir “rock” klasiği olabilecek “Seyrüsefer” başta olmak üzere, çok etkileyici “Gönül”, çok “rock’n roll” “Senin Yüzünden” ve “Unutama Beni”nin Esmeray’dan bu yana duyduğum en güzel yorumu ile albüm 4’te 4 yapıyor ve oradan devam ediyor.  “Ansızın ve Nedensiz” ve ardından gelen “Belki Bir Gece”, bir solukta dinlenilecek, tekrar tekrar dinlenilmek istenecek, şimdiden birer Feridun Düzağaç klasiği olarak anılabilecek şarkılardan. “Tek Başına”yı ise hem düzenlemesi hem de yorumu ile orijinal Fikret Kızılok versiyonunun bile üzerine çıkmış; şarkı adeta yeniden doğmuş gibi. Bir “cover” ancak bu kadar doğru olabilirdi.
Bu zamanlarda bir “Kadınım” daha yazılabilir mi diye sorsanız buna hiç ihtimal vermediğimi söylerdim herhalde; bu albümdeki “Bugün”ü dinleyene kadar. Bir erkeğin ağzından, ama bu kez giden değil,  ölen bir kadının ardından yazılmış bir şarkı “Bugün”. Dinlerken boğazınıza koca bir yumrunun oturmasına engel olamıyorsunuz. Duruma göre gözyaşı bile döktürebilir, o derece. Neyse ki albümün finalinde ferah, sıcak, hafif bir şarkı olan “Yaz” var.
Tüm zamanların en çok satan Düzağaç albümü “FD” ile kıyaslandığında en önemli fark bu albümün daha içe kapanık, daha depresif olması ve daha az hareketli şarkı barındırması. Oysa hem müzikal nitelik, hem de melodik ve sözel zenginlik açısından ondan aşağı kalmıyor. Piyasaya çıkalı bir yılı aşkın bir süre olmasına rağmen hâlâ kıyametler koparmamış olmasına ve de ana akımda fazla görülmemesine, yer etmemesine bakmayın. Kıymeti zamanla anlaşılacaktır. Bilen şimdiden bildi/biliyor zaten.
Bu arada söylemek lazım ki Feridun Düzağaç’ın ilk albümlerindeki o bir parça utangaç, sessiz sakin genç adam görüntüsü zaman içerisinde gayet karizmatik bir orta yaşlı adama dönüştü ve türlü şekilli imajları da kendine şahane yakıştırıyor. Nitekim son birkaç albümü görsel açıdan da son derece dikkat çekiciydi. “Flu”nun kapak ve kartoneti de Yağmur Kızılok’un çektiği fotoğraflar ve Nilşah Ağaoğlu’nun tasarımıyla yine dikkat çekici olmayı başarıyor.         
LEVENT ÖZER – “SÖYLE DE BİLELİM”
Levent Özer müzik camiasının yıllardır yakından tanıdığı bir güzel adam ama ilk solo albümünü 2013’de çıkardı. EMI etiketiyle yayımlanan albüm “Söyle de Bilelim” adını taşıyor.
Aslında caz müzisyeni ama poptan “rock”a farklı tarzlarda müzisyenlere sahnede ve albümlerde enstrümanist olarak eşlik etti yıllar boyunca. Bir süredir de Rashit’in kadrosunda yer alıyor. Bu ilk solo albümünde ise kendi müziğini yapıyor Levent Özer. Aslında yıllardır yaptıklarının bir özeti de denilebilir. Çünkü bu albümde de poptan “rock”a uzanan geniş bir skala var.
Albümde on iki şarkı ve bir de kapanış “track”i var. Ancak böyle tanımlayabildim zira bu “track”, “Yol” adlı şarkının son dakikalarından başlayıp “fade-out” yapılmadan bitirilmiş halini dinletiyor bize. Hani “fade-out” yapılarak sonlanan (yani yavaş yavaş sesin azalarak bittiği) şarkıların gerçekte nasıl bittiğini, çalan enstrümanların ne zaman ve nasıl sustuğunu merak etmiş iseniz bugüne dek, bu “track”le merakınızı gidermeniz mümkün.
Bunu  dışında kalan on iki şarkının söz ve müziklerinde ise Levent Özer’in imzası var. Bir şarkının sözleri Uğur Aktaş’a ait, bir şarkının sözlerini ise Aktaş ve Özer birlikte yazmışlar. Bir şarkının bestesini de Tolga Özbey’le ortak yapmış Levent Özer. Albümün prodüktör ve aranjörü de yine Levent Özer.
Zaten bu özetlediğim künye de gösteriyor ki Levent Özer, yıllardır biriktirdiklerini ve deneyimini dökmüş bu albüme. Dinlemeye başladığınızda da hemen hissediyorsunuz bunu. Bir ilk albüm için fazlasıyla profesyonel tınlıyor çünkü. Bir tek şey hariç: Levent Özer bir şarkıcı gibi şarkı söylemiyor. Bu konuda iddiasız… Anlatıyor çünkü şarkılarını. Kim gibi derseniz, Ortaçgil gibi diyebilirim mesela. Ses tınısı değil ama tavır olarak. Belki biraz da Teoman… İkisinin ortasında bir yerlerde ya da…
Yaylı partisyonları ve ritim yürüyüşü ile klasik bir ‘60’lar şarkısı tadı veren “Bir Hikâye”, coşkulu nefeslilerle Bregoviç havası estiren “Biraz İnsaf”, dokuz sekizlik “Muzdarib”, tek bir gitar eşliğinde seslendirilmiş klasik “rock” çizgisindeki “Faili Meçhul”, “reggae” ritmindeki “Yol”, bir Paul Simon “cover”ı gibi de dinlenilebilecek “Her Şeyi Yaptım”, ilk klip şarkısı olan, sözleriyle çarpıcı, ritmiyle çok eğlenceli “Yılgın”, ona keza albümün isim şarkısı “Söyle de Bilelim”, yine klasik “rock” yolunda giden ve bence albümün en iyilerinden biri olan “Çok mu Zor”, Teoman şarkılarını sevenlerin tartışmasız favorisi olacak “İki Ayrı”, daha sert “rock” şarkıları sevenler için “Dumanlı Şehirler” ve etkili bir aşk şarkısı olan “Tutuldum”…
Başından sonuna zekice yazılmış, hınzır ve yer yer şiirli şarkı sözlerinin ortak paydasında, küçük renk farklarının toplamından tutarlı bir müzikal bütünlük yaratmayı başarmış, iyi bir albüm “Söyle de Bilelim”. Dinlerken kırk yıllık bir müzisyenin kim bilir kaçıncı albümü gibi bir sanrı yaratması da bundan. Zaten yıllardır buralardaydı ama onu adıyla sanıyla tanımamız için bu albüm şahane bir vesile oldu. Kendi şarkılarını yazıp söyleyen güzel adamlar arasında Levent Özer’in de adını rahatlıkla sayabiliriz bundan sonra.
MERT TÜNAY – “ÇİRKİN”
Üniversitede kimya eğitimi almasına rağmen yüksek lisansını ses mühendisliği üzerine yapan ve müziği tercih eden Mert Tünay da tıpkı Levent Özer gibi yıllardır müzik piyasasında bilinen bir isim. Sertab Erener, Demir Demirkan ve Teoman gibi isimlerin albümlerinde adını gördüğümüz Tünay, söz yazarı, besteci ve aranjörlüğün yanı sıra enstrümanist olarak da sahne ve albümlerde bazı şarkıcılara eşlik etmiş bugüne dek. Çok sayıda reklam müziğine de imza atmış ve bu konuda ödüller de almış.
Mert Tünay’ın “Güzel” adını verdiği ilk albümünü 2013 yılının Nisan ayında yayımlamıştı. Dört şarkı ve iki farklı versiyondan oluşan bir mini albümdü aslında bu. “Çirkin” adı verilmiş yeni albüm ise Doğulu Productions etiketiyle bu defa 2014 yılının Nisan ayında piyasaya sürüldü.
Albümde on üç şarkı var ki dördü zaten önceki albümde de var olan şarkılar. Tüm söz ve müzikler Mert Tünay’a ait. Düzenlemeleri ise Mert Tünay ve Ozan Tügen birlikte yapmış.
Yine kendi hikâyelerini, kendi cümleleriyle anlatan bir güzel adamın şarkılarını dinliyoruz albüm boyunca. İçinden aşk geçen erkek hikâyeleri bunlar. Ama erkek kahramanımız ne romantik serseri ne de dramatik melankolik. Son derece sade ama bir o kadar da etkili bir dille, sıradan hayatlarda iz bırakmış sıradan aşkları, kalbe dokunan şarkılara dönüştürmüş Mert Tünay. Süsleyip püslemeden, laf cambazlıklarına girmeden. Öyle de söylüyor zaten. Çok sade, çok sakin, adeta konuşur gibi. “Rock” söylemek için ille de sesini çatlatmanın, heceleri gevşeterek, kelimeleri macunlayarak telaffuz etmenin gerekli olmadığını gösterir gibi.
Bas gitar, davul ve gitarın ön planda olduğu beste ve düzenlemelerde de aynı sadelik var. Şarkılarla aranıza hiçbir şey girmiyor böylece. Ne fazladan bir gürültü patırtı, ne müzisyenlik gösterileri ne de dinleyici tavlamaya yönelik türlü çeşitli numaralar var bu albümde. “Basit zordur” derler ya hani… Sahiden de zor olanı başarmış Mert Tünay.
Albümde en çok (klavyenin ve vokallerin “retro” havası nedeniyle olsa gerek) “Erkekler Anlamaz”ı sevdiğimi söyleyebilirim. İkinci favorimse hemen ardından gelen “Mayhoş”. İlk klip şarkısı olarak seçilen ve albümün açılışında yer alan “Bu Yaz”, daha pop ve eğlenceli havasıyla albümün ticari açıdan en avantajlı şarkısı haliyle. “Bize Bi’ Şey Olmaz” da hemen ardından gelebilir (ki albüm sıralamasında da öyle zaten.) Ters köşe sözleri, farklı ritim yürüyüşü ve muzır trombon eşliği ile “Çirkin” de dikkat çekici bir şarkı. “İkizler”de belirgin bir Teoman havası var. “Taş” albümün en kısa ve en farklı şarkısı. Handiyse kırk sene önce, Ortaçgil ilk albümünde söylesin diye yazılmış gibi.
“Synthesizer”ın kullanılma biçimi ve gitarların akor dizimi ile standartlar dışına çıkan “Sokaklarda Aşk Var”, kısa vadede popüler olmasa da Tünay’ın yıllar sonrasına kalacak şarkılarından biri olacaktır; bunu şimdiden söyleyebilmek mümkün.  “Sokaklar güzel, siz aldırmayın,” diyen “Hiç Derdim Yok” ise Duman tarafından çalınsa ve söylense çoktan “hit” olmuştu.
İlk albüme adını veren o dönemde klip de çekilen “Güzel”, albümü başından sonuna dinleyip bitirdiğinizde, melodisi en çok akılda kalan şarkı oluyor. “Ne Güzel Bir Pazar”, tam da şarkıda anlatıldığı türden pazar sabahlarına eşlik edebilecek, gülümseyen, gülümseten bir şarkı. Onunla ruh eşi “Sudan Daha Hafif” de albümün mutsuz ama mutlu şarkılarından. “Ben Delirmeden” ise yine Teoman şarkılarını sevenlere daha yakın gelecek bir başka şarkı.
Özge Güven tarafından yapılmış kartonet tasarımı son derece güzel. Kitapçığın her biri sayfasında Mert Tünat tarafından çekilmiş fotoğraflar sıralanıyor ve kitapçığa göz atanları adeta şarkı sözleri eşliğinde bir fotoğraf sergisinde geziye çıkarıyor. Belli ki kartonet için özenilmiş, uğraşılmış ve yüksek bir görsel estetik çizgisi yakalanmış böylece. Albümü dijital platformlardan satın alanlar ise kartoneti Mert Tünay’ın resmi internet sitesinden indirebiliyorlar. Bunu hep söylerdim ama ilk kez birinin yaptığına şahit oldum; o yüzden de özellikle vurgulamak istedim.
CENK TANER – “YOLDAN ÇIKMIŞ ŞARKILAR”
Müzik dünyasında “Cenk Taner şarkıları” diye bir kavram var. Hem de uzun yıllardır. Hiçbir zaman çok göz önünde olmadı. Çoğu zaman ana akım medya görmedi, duymadı, yazmadı ama Cenk Taner şarkıları kendi kitlesiyle kesintisiz buluştu. 1991-2011 arasındaki yirmi yıllık süreçte yayımlanmış yedi Kesmeşeker albümü ve Taner’in 2000 yılında piyasaya çıkan ilk solo albümü, yani toplam sekiz albümlük bir Cenk Taner şarkıları külliyatı var ve meraklılarının sular seller gibi ezber ettiği, dilinden düşürmediği şarkılar bunlar.
Tam da ‘90’ların başında cıvıl cıvıl pop şarkıları ortalığı sarmışken, üstelik “alternatif” diye bir kelime Türkçe müzik terminolojisinde yerini de almamışken, Kesmeşeker’in o günlerden bugünlere bir fenomene dönüşmesinde aslında Taner’in dilinin, üslubunun ve şarkı yazma biçiminin yadsınamaz bir payı vardır. Aslında o bahis konusu cıvıl cıvıl popun tozpembe dünyasına da bir tepkidir Kesmeşeker dinlemek ve sevmek o dönemde. Daha gündelik hayatın içinden, daha bohem, daha gerçekçi, ama bir yandan da şiirler, edebiyatla burun burunadır Cenk Taner şarkıları. Okuyan, yazan, düşünen bir hedef kitlesi vardır ve o kitleyle de bugünlere kadar gelir.
Cenk Taner’in ikinci solo albümü “Yoldan Çıkmış Şarkılar”, 2013 yılının Kasım ayında Ada Müzik tarafından piyasaya sürüldü. Yine sessiz sedasız, yine sakin sularda yüzerek, melodiden çok söze sırtını dayamış şarkılarla, yine bir şarkıcı gibi değil, bir hikâye anlatıcısı gibi şarkı söyleyerek, on iki yeni şarkı daha bıraktı Cenk Taner, müziğin yine cümbüş kıyamet olduğu bir dönemin tam da orta yerine.
Biraz olsun Sait Faik, Turgut Uyar ve İkinci Yeni şairleriyle haşır neşir olmadıysanız, hiç Kadıköy’e yolunuz düşmediyse bugüne dek, Cenk Taner’in bugüne dek yazdıkları gibi, bu albüm için yazdığı şarkılar da dinlerken kolay kolay ele vermeyecektir kendini. Bir de ‘şarkı dediğin kolay ezber edilir, kolay tekrar edilir’ diye düşünenlerdenseniz, işiniz daha da zor. Ama zaten aşinaysanız Cenk Taner şarkılarına, şifreleri çözmek, göndermekleri keşfetmek ve dahası temiz bir Kadıköy havası almak bir kez daha iyi gelecek “Yoldan Çıkmış Şarkıları”ı dinlerken. Ve muhtemelen bir kez daha aynı nida dökülecek dudaklarınızdan: “Ne güzel adam yahu bu!”
Elbette şu ayrımı da yapmak lazım: Cenk Taner bu albümü “Karabataklar” diye adlandırdığı bir ekiple kaydetmiş. Kargo’nun Kargo olduğu zamanların mimarı MŞŞ (Mehmet Şenol Şişli), Veysel Çolak ve davulda Gökhan Özcan. Düzenlemeleri de birlikte yapmışlar. Yani adı açıkça konulmamış olsa da handiyse bir grup çalışması var ortada. Hal böyle olunca da ortaya çıkan şey, müzikal anlamda hem Kesmeşeker’den hem de Cenk Taner’in ilk albümünden farklı tınlıyor. Bu farkı bir röportajında şöyle özetlemiş Taner: “Biz çıtayı yükseltmedik; çıtayı farklı bir yere koyduk.”
Albümde hangi şarkıya işaret edeceğimi açıkçası kestiremedim bu defa. Belki “Geyiklibaba Uzaylılar Şarabı”nın aşina dost sohbeti, belki “Özgür Olduğunda Marmara”nın hüzünlü umudu, belki de “Kadıköy Karabatakları”nın susmuş sözlerle anlattıkları… Herkes kendi payına düşeni alacaktır/alır nasılsa.
TEMMUZ 2014

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder