Bir Ömre Tanık Olmak

SÖZ MÜZİK: ALİ KOCATEPE

(50. SANAT YILI KONSERİ HARBİYE AÇIK HAVA 20 AĞUSTOS 2014)


Bir ömre tanık olmak çok acayip bir şey... Herkes kendi hayatını yaşıyor evet. Ve çoğunlukla evlerimizin, işyerlerimizin ve dahi kendi çevremizin, eşimizin, dostumuzun, ahbabımızın dört duvarı arasında saklı kalıyor hayatlarımız. Ama bazıları için hiç de öyle olmuyor. Onların hayatları gözlerimizin önünden ve hatta bizim hayatlarımızın da içinden geçiyor. Öyle yaşıyorlar. Tanışmadan biliyoruz mesela kaç yılında, nerede doğdular, ne zaman evlendiler, ne zaman çocuk sahibi oldular, ne zaman mutlu ne zaman dertli, ne zaman âşık oldular, ne beraberlikler, ne ayrılıklar, ne kayıplar, ne kazançlar yaşadılar. Genellikle ürettiklerinde, biz sıradan insanlara dinlememiz, okumamız, izlememiz için sunduklarında saklı olur bu detaylar. Daha doğrusu, bazen saklar, bazen de açık ederler. Bir yandan da tanınan ve sevilen insanların peşini bırakmayan kameraların, kalemlerin gösterdiklerinden, yazdıklarından biliriz. Öyle ya da böyle tanığı oluruz yani ömürlerinin. Ve gerçekten de, bir ömre tanık olmak acayip bir şeydir.




Öyle bir tanıklık yaşadık nitekim geçtiğimiz günlerde Harbiye Açık Hava sahnesinde. “Söz Müzik Ali Kocatepe” konseri, Ali Kocatepe’nin 50. sanat yılı kutlamasıydı. Ama aslında başarı öyküleriyle dolu bir ömrün kutlaması… Orada olduğum için mutlu oldum çünkü orada bulunan herkes gibi, benim de hayatımda Ali Kocatepe şarkılarıyla kesişen çok fazla anı vardı. Hatırladıklarım, unuttuklarım ve konser boyunca ansızın aklıma geliverenlerle… Kim bilir, belki biraz da kendimi kutlamışımdır. Öyle değil midir zaten? Hayatlarımıza ürettikleriyle eşlik edenlerin yürüdüğü yolları, onlarla birlikte biz de yürümüş kadar oluruz; öyle olduğu için onları bu kadar severiz zaten.


Her bakımdan “tarihi” bir konserdi. Bir kere bu ülkede çok az müzisyene nasip olmuş/olacak bir şey böylesi bir konserle 50. sanat yılını kutlamak. Açık Hava bu; en sıcak, en gündemde şöhretlerin bile doldurabilme endişesi taşıdığı er meydanı. Kaldı ki bizimki gibi saygısını, kıymet bilirliğini dilinden düşürmeyen ama nedense kolay kolay da göstermeyen bir toplumda kaç besteci/şarkıcı var ki bir Açık Hava dolusu insan 50. yıl kutlamasına tanık olmaya gelsin? Bu bile tek başına özel ve önemli. Kaldı ki o gece sahne üzerindeki isimler de cabasıydı. Nilüfer’inden Nükhet Duru’suna, Bülent Ortaçgil’inden Özdemir Erdoğan’ına, Ayşegül Aldinç’inden Modern Folk Üçlüsü’ne… Sahici bir yıldızlar geçidiydi gece.



Şunu da söylemem lazım ki, bu tip çok katılımlı, çok çetrefilli akışı olan organizasyonlar konusundaki başarısızlığımız nice ödül törenlerinden, festival açılış/kapanışlarından ve dahi yarışmalardan bildiğimiz üzere handiyse tescillidir. Bu gece, bu genellemenin dışında kalacak gecelerden biriydi ve bu başarıda gecenin akışını planlayan İzzet Öz’ün parmak izleri çok ama çok belirgindi. Her şey tıkır tıkır yürüdü, su gibi aktı ve bize de sahnede olan biteni mest vaziyette izlemek düştü. Sarkmadı mı program? Sarktı elbette. Üstelik zamanında başlamasına rağmen… Çünkü Ertuğrul Özkök’ün o kadar uzun konuşacağını kimse tahmin etmemişti. Ülkede gazeteciliğin çivisinin çoktan çıktığını, yakında “stand-up”a başlayabileceğini filan anlatırken siyasi dokundurmalarla, keşke o çivinin çıkmasında kendisinin de payı olduğu gerçeğinden de dem vurabilseydi. Vurmadı ama epeyce güldürdü; güldürürken de akıştan epeyce zaman çaldı.


İzzet Öz, Bülent Özveren, Mehmet Yılmaz, Enver Aysever ve Selda Alkor da gecenin diğer konuşmacı konukları oldu ama hiçbiri Özkök kadar uzun konuşamadı. Enver Aysever belki ona yaklaşmış olabilir. Onun siyasi göndermeleri Özkök’ün göndermelerinden çok daha açık sözlü, dobra ve hatta sertti zaten. Gecenin ekseni o dakikalarda biraz kaydı tabii ama memlekette siyaset neyin eksenini kaydırmadı ki son yıllarda?


Bu arada Selda Alkor’un “Plak yapan tek sinema oyuncusu bendim,” cümlesi ve Ali Kocatepe’nin Ayhan Işık örneğini verdiğinde “Yok, Ayhan Abi öyle şey yapmaz,” demesi gecenin gafıydı hiç kuşkusuz. Ayhan Işık, Sadri Alışık, Fatma Girik, Suzan Avcı, Hülya Koçyiğit, Neriman Köksal, Selma Güneri, Vahi Öz, Öztürk Serengil, Sevda Ferdağ, Diler Saraç… Bunları hepsi plak yaptılar zamanında. Fazlası var, eksiği yok bu listenin.


İşin müzik kısmı ise fevkaladenin fevkindeydi başından sonuna dek. En güzeli de konuk şarkıcıların sadece Ali Kocatepe şarkıları söylememesiydi. Öyle olsa, sıkıcı olabilirdi çünkü. Öyle ya, mesela Ayşegül Aldinç “Kara Sevda” yerine ilk albümünde seslendirdiği ama çok dikkat çekmemiş, kıyıda köşede kalmış “Mavi Maviydi Gökyüzü” adlı Ali Kocatepe şarkısını söylese tatsız olmaz mıydı? Ya da Nilüfer bir Gökben şarkısı söylese yersiz?.. 



Sahi gönül Kocatepe’nin zamanında prodüktörlük becerisi ve şarkılarıyla parlattığı iki yıldızı, Gökben ve Sibel Egemen’i de görmek isterdi o gece sahnede. Hatta izleyiciler arasında bulunan İskender Doğan, Suna Yıldızoğlu ve Coşkun Demir’i de (özellikle “Heyamola” söylenirken.)

Bu “konsept dışı” şarkıların bence en olmasa da oluru ise Aysun Kocatepe’nin “Don’t Cry For Me Argentina”sıydı.


İlla şeytanın avukatlığını yapmak söz konusu olursa, Kocatepe’nin en kadim dostu olduğunu bildiğimiz ve akışta da konuşma yapması planlanan Hıncal Uluç’un, Ali Kocatepe konseri sosyal medyada ilk duyurduğunda listede adı geçen ama sonra nedense yok olan Ajda Pekkan’ın ve böylesi saygı gecelerinde ve dahi saygı albümlerinde mutlaka yer alan Sezen Aksu’nun o gece neden orada olmadıklarını herkes gibi ben de merak ettim, ne yalan söyleyeyim. Neyse…

Gecenin birden çok şahane ânı vardı.

Nilüfer, Ayşegül Aldinç ve Ali Kocatepe’nin “Heyamola”yı birlikte seslendirip 2014 model bir Mavi Yolcular kadrosu kurmaları…


Modern Folk Üçlüsü (Doğan Canku’suz da olsa) ve Ayşegül Aldinç’in 1981 Eurovision sahnesinden sonra ilk kez “Dönme Dolap”ı tekrar birlikte söylemeleri… (O meşhur Eurovision alamet-i farikası koreografi olmayınca şarkı biraz eksik kaldı ama olsun.)


Memleketin gelmiş geçmiş en iyi konser şarkıcılarından, yorumcularından biri olan Nükhet Duru’nun soluk kesen “Ben Sana Vurgunum” ve “Melankoli” performansları…


Özdemir Erdoğan’ın Ayça Tekindor’la canlandırdığı “Keman Öğretmeni” kompozisyonu… (Ayça’nın bütün ciddiyetsizliğine rağmen üstelik…)

Tiyatro oyuncuları ve şarkıcılardan oluşan Kocatepe Yaz Korosu’nun “Akdeniz Çocukları” şarkısıyla yaptığı çok neşeli, çok eğlenceli açılış…


Yüksek Sadakat’in “Dağlar Dağlar”a, Pamela’nın “Benimsin Diyemediğim”e getirdiği “rock” yorumlar…


Ve en şahanesi de Boğaziçi Caz Korosu’nun “Dostluğa Davet”iydi hiç kuşkusuz. Şöyle söyleyeyim; bütün gece sadece Boğaziçi Caz Korosu çıkıp Kocatepe şarkıları seslendirse, nefesimi tutup izleyebilirdim; o derece heyecan duydum, haz aldım “Dostluğa Davet”in bu yorumundan. Tabii koro, adıyla özdeşleşmiş “Kızılcıklar Oldu mu?” türküsünü de icra etmekten geri kalmadı. Son ana kadar bekledim ve onlar şarkı bitip de alkışlar dindikten sonra tek bir cümleyle patlattılar bombayı, “Çapulcu musun vay vay,” diyerek.


Bir ömre tanık olurken, ömrüne tanık olduklarınız sizden haberdar olmayabiliyor doğal olarak. Eşyanın tabiatı bu…

Ali Kocatepe nereden bilsindi mesela benim henüz ilkokuldayken okuduğum çocuk romanlarından etkilenip mahalledeki arkadaşlarla kurduğum çocuk kulübünün resmi şarkısının “Antalya’ya Koş” olduğunu? (Şimdi saçma gelebilir kulağa ama çocukken öyle gelmiyordu. Hatta bir ara plağı kaybedince kulübü kapatmayı bile düşünmüştüm.)


Ali Kocatepe nereden bilsindi benim “Heyamola”yı çok ama pek çok sevip Eurovision Türkiye elemelerinde dereceye giremeyince onlardan bile daha çok üzüldüğümü ve o üzüntüyle bir sonraki sene Sezen Aksu ve Erol Evgin birlikte söyleyerek Eurovision Türkiye elemelerine katılsınlar diye “Kordon kordon Kordonoyu’nda” diye sürüp giden, “Heyamola”ya birebir benzeyen bir şarkı bestelediğimi? Ve hatta Sezen Aksu’nun Hey dergisinde verilen adresine mektup gönderip, mektupta eğer isterlerse şarkıyı onlara gönderebileceğimi, bana bunun için üzerinde sadece “Evet” yazan bir telgraf çekmesinin yeterli olacağını yazdığımı. (Bu da saçma geldi bak şimdi böyle anlatınca.)


Ali Kocatepe nereden bilsindi “Sevenler İçin”i, “Çakır’ı”, “Deli Gönlüm”ü, “Ali”yi, “Al Gönlümü Diyar Diyar Sürükle”yi, “İyi Oldu Gelmediğin”i, “Yıldızlar”ı, “Hayret”i; sözün kısası, neredeyse tüm şarkılarını yıllar yılı kelime kelime, nota nota ezber ettiğimi… Bilemezdi tabii ki. Ama ben biliyordum. Bu yüzden de mutlu ayrıldım Açık Hava’dan. Konserden sonra eve doğru giderken, ileride ben de 50. dinleyici yılımı kutlayıp, bu özel geceye elli yıl boyunca dinlediğim şarkıcıları davet etmeye karar vermiştim çoktan. Daha önümde beş yılım vardı. Organizasyon nasılsa yapılırdı beş yılda.


YAVUZ HAKAN TOK, AĞUSTOS 2014, İSTANBUL 

Yavuz Hakan Tok

2 yorum:

  1. Hıncal Uluç'un neden katılmadığı sonradan anlaşıldı mı?

    YanıtlaSil
  2. gökben'in olmaması tam bir saçmalıktı zaten

    YanıtlaSil