Çeşitli Sanatçılar - "Musa Eroğlu ile Bir Asır"

DAHA ÇOK TÜRKÜ DİNLEMEK LAZIM


(Milliyet Sanat dergisi Temmuz 2015 sayısında yayımlanmıştır.)

Keşke türkülere daha çok kulak verseydik. Daha çok anlamaya çalışsaydık söylediklerini. Hayatın anlamı sandığımız iktidar hırslarının, koltuk sevdalarının, malın, mülkün, paranın, pulun, şanın, şöhretin, ihtişamın hiçliğini anlamaya bir cümle yeterdi o zaman: “Azrail’in gelir kendi, ne ağa dinler ne efendi…” Ya da şu cümle: “Ömür bir nefes arası, size de gelir sırası…” Aşkın “giderli” şarkılarda arayıp da bulamadığımız anlamını iki satır döküverirdi önümüze o zaman: “Her nesnenin bir bitimi var ama, aşka hudut çizilmiyor Mihriban…” Kalplerimiz daha yumuşak, vicdanlarımız daha temiz, hayatlarımız daha kolay olurdu o zaman. Çocuklar ölmezdi, biz kavga etmezdik.


“Kent ozanı”, “çağdaş ozan”, “kadın ozan” vesaire… Takıp takıştıralım istiyoruz ya sıfatları bol keseden, her önümüze gelene… Yokluktan işte o. Ya da varlık içinde yokluktan diyelim. Varı bilmemekten sonra yoktan var etmeye yeltenmekten. Karacaoğlan var, Âşık Veysel var, Dadaloğlu var, Emrah var… Var oğlu var. Onlar ölmedi. Öyle laflar ettiler ki, devir değişti, söz hükmünü yitirmedi. Açıp bakmak, okumak, dinlemek, görmek, öğrenmek lazımdı, hep lazım. Sonra o geleneği bugün de devam ettirenlerin önünde selama durmak… Mesela, “çağdaş ozan” diye bir şey varsa sahiden, Musa Eroğlu onlardan biri işte.


Musa Eroğlu’nun ilk 45’lik plağı 1965 yılında yayımlanmış. Bu da tam 50 yıl, yani yarım asır eder. Eroğlu’nun 50 yılına saygı sunan albümün adı ise “Gelenekten Geleceğe Musa Eroğlu ile Bir Asır”. Albüm, geçtiğimiz günlerde Özdemir Plak etiketiyle yayımlandı. Albümde Musa Eroğlu’nun sesinden, sazından kulaklara yer etmiş 13 türkünün (biri iki kere olmak üzere) farklı seslerden yorumları, farklı ellerden çıkmış düzenlemeleri var.


Halk müziğinin gelenekçileri tek kanallı televizyon/radyo günlerinde “gelenekten geleceğe” denemelerine pek göz açtırmadılar, bilen bilir. Bir pop şarkının içine saz koysanız ya da bir türkünün içinde gitar çalsanız denetimden geçmezdi. Gelin görün ki Musa Eroğlu, “Popçular türküleri türkücülerden daha iyi okuyor,” diyebilecek kadar gönlü gani bir ozan. Hiç dert etmemiş, işkillenmemiş; aksine kendi okuduğu türkülerin o seslerde nasıl tınlayacağını merak etmiş, buna heyecan duymuş. Bu albüm böyle çıkmış ortaya. Saygı albümüdür sonuçta, saygı gösterilen ya müdahil olur ya olmaz, kendi bileceği iş. Musa Eroğlu ortasını bulmuş. Müdahil olmamış ama destek vermekten de geri durmamış. Tabii Eroğlu’nun yıllardır birlikte çalıştığı Ahmet Özgül, bu albümün de müzik direktörlüğünü yaparak, işin içine başka aranjörler girse bile, toplamda bir müzikal bütünlük yaratma noktasında kilit vazifesi görmüş. Bundan mıdır bilinmez, bugüne dek yapılmış en derli toplu saygı albümlerinden biri bu.


Albüm, Musa Eroğlu’nun alamet-i farikalarından biri haline gelmiş “Mihriban” ile açılıyor. Bu şarkının albümde iki farklı versiyonu var. İlk versiyonu Fatih Doğaner’in düzenlemesiyle Sibel Can ve Musa Eroğlu seslendiriyor. Dolayısıyla albümün açılışını da Musa Eroğlu yapmış oluyor. 2012 yılında kaybettiğimiz şair Abdurrahim Karakoç’un mısralarından bestelenmiş bu şiirin, şarkıda kullanılmayan dörtlüklerini de duyuyoruz bu versiyonda. Albümde aynı şarkının bir de Manga düzenlemesi var ki, onda da Ferman Akgül’ün yeni yazdığı “rap” sözler de var. İşte o kısım, kendi sözünü bu derece net söyleyen bir şiirin/türkünün içinde ne derece gerekliymiş; aslına bakarsanız bu şarkının ikinci bir versiyonu ne kadar gerekliymiş, orası tartışılır. Manga düzenlemesinde şiirin konu bütünlüğünün bozulmuş olması da cabası.


Kenan Doğulu ister hızlı şarkı söylesin ister yavaş, hep “bütün elleri havada” görmek ister ya hani, “Halil İbrahim” de istememiş belli ki. Düzenlemeyi yapan Ozan Doğulu da oradan yol almış; sazı söze katmış. İki kardeş bir ağırbaşlı ki bu şarkıda, sormayın gitsin. Ne ki Kenan Doğulu’nun bu fevkalade romantik “Aslan be, yaslan be!” seslenişleriyle şu bizim “eşkıyadan da beter” Halil İbrahim ne derece gaza gelir, orası bilinmez.


Candan Erçetin “Dağların Ardında Kuzum”da, Sibel Can ise “Telli Turnam” da tam da olması gerektiği gibiler. Kurtalan Ekspres, “Dedem Korkut”tan ‘70’lere ait bir Anadolu-pop şarkısı çıkarmış; bir tek Barış Manço’nun sesi eksik. Aktif olarak albüm yaptığı dönemde çok sayıda türküyü fena halde hırpalayıp, Anadolu-popun suyunun suyunu çıkarmış Haluk Levent ise, Ahmet Özgül’ün düzenlemesiyle seslendirdiği “Cuş Havası”nda bu defa kulak yormuyor neyse ki.


Volkan Konak, “Yürü Bre Yalan Dünya”yı Karadeniz şiveli bir Nazım Hikmet şiiri ile üleştirerek seslendirmiş. Şiirin şarkıya attığı pas, topu ağlara kısa yoldan gönderiyor. Bağlamalarla kemençenin bu düzenlemedeki el birliği de öyle. Sanki her iklimin toprağında ayrı çiçek açsa da, her çiçek, her bahçeye yakışıyor bu coğrafyada. Musa Eroğlu tam da yüzden şu veya bu bölgenin değil, bu ülkenin ozanı ya… Nitekim Eroğlu’nun yine bir Abdurrahim Karakoç şiirinden bestelediği “Aşk Hikâyesi”nde Ahmet Özgül’ün bu defa sadece gitarlar ve ritim sazlarla yarattığı müzikal hava, Akdeniz kıyılarından ses verir gibi. Bu flamenko havasının içinde, son yıllarda söylediği her şarkıda kolayca deliren Yıldız Tilbe’nin başıbozuk yorumu yadırganmıyor, bereket.


Bu satırların yazarının öz be öz kayınpederi olan ve 2006 yılında hayata gözlerini yuman Rıdvan Çıracıoğlu’nun bestesi “Beni Derde Salan Gelsin”, Barış Özesener’in düzenlemesi ve Gökhan Tepe’nin yorumuyla yer alıyor albümde. Çoğunluğun Eroğlu’na ait zannettiği, benimse Eroğlu söylemeden çok önce, sazlı sözlü aile meclislerinde sıklıkla dinlediğim bu türküyü Gökhan Tepe hakkıyla söylüyor. Aynı şey “Yolun Sonu”nu seslendiren Merve Özbey için de söylenebilir. Doğrusu bu ya, albümün beklenmedik iki başarılı yorumu bunlar.


Eroğlu’nun uzmanlık derecesinde vakıf olduğu Karacoğlan’ın dizelerinden bestelediği “Var Git Ölüm”, Yılmaz Yeşilyurt’un düzenlemesiyle albümün en deneysel işlerinden biri. Bir nevi Anadolu-caz-“rock” denemesi bu. Şevval Sam da bu iddialı düzenlemenin altından başarıyla kalkıyor. Alevi kültürünün o uçsuz bucaksız semah ve deyişlerinden derlenmiş iki albüm yaparak ve sair albümlerinde de başka deyiş ve semahlar seslendirerek geleceğe kalıcı bir miras bırakmış Musa Eroğlu’nun seslendirdiği semahlardan biri olan “Kırtıl Semahı”nın o tüyler ürpertici senfonik havası ise, Kardeş Türküler’in düzenlemesi ve yorumuyla taçlanmış bu albümde.    


Selim Çaldıran’ın düzenlemesiyle Işın Karaca’nın “Hasret Yarası” yorumu ise, Manga’dan sonra bu prodüksiyonun gerekliliği tartışmaya açık bir başka öğesi olmuş. Zenci gırtlağına saygımız sonsuz ama “Dermanım niiiiöööeeerrrdee” şeklindeki telaffuz türkünün duygusunu zedelememiş desem yalan olur.



Saygı albümlerini beğendirmek zordur; her kafadan bir ses çıkar. Eksiği, gediği, kusuru, hatası diğer albümlerden daha fazla göze batar. Bu da öyle oluyor haliyle. Ancak epeyce masraflı olduğu belli, şık bir kartonetle satışa sunulan ve her şeye rağmen müzikal bütünlük anlamında zoru başarmış bu albümü, halihazırdaki saygı albümleri sıralamasında üst sıralara koymak mümkün. Kim bilir belki de bunun sebebi, Musa Eroğlu’nun o heybetli sesinin, halk müziği içerisindeki varlığının, duruşunun, yaptıklarının gölgesini albümü dinlerken başucumuzda hissetmemizdendir başından sonuna dek. Kıymetini bilmek lazım. Bilmeyenlerin bilenlere anlatması lazım. Ve dahası, daha çok türkü dinlemek lazım.        

HAZİRAN 2015

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder