Depresyondaki Kız, Türkan Şoray ve Oryantal Dans Yapan Küçük Kız Çocuğu...

GÖKSEL HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 
15 AĞUSTOS 2015


Seyircinin “biz hazırız, artık başlayabilirsiniz,” anlamına gelen alkışları üzerine kararıyor ışıklar. Adap bu olmuş. Seyirci geç geldiği, yerine geç yerleştiği için hiçbir konser zamanında başlayamıyor. Neden sonra yerleştiklerinde ise kuliste çoktandır hazır bekleyenlere alkışlarla haber veriyorlar. Önce ışıklar kararıyor, sonra perdede Turkcell reklamı dönüyor, ardından müzik başlıyor, perde açılıyor.





Orkestranın açılış müziğinden sonra asıl şarkı başlıyor ve siyah beyaz kostümüyle sahneye çıkıyor Göksel. Nasıl biliyorsak öyle, hüzünlü, buruk, kırılmış, incinmiş, hani sanki az önce kuliste sevgilisinden ayrılıp da sahneye çıkmış gibi. İlk şarkısının ilk kelimeleri de tıpkı kostümü gibi “Siyah beyaz”; çünkü “Sen Orda Yoksun”u söylüyor. Çok heyecanlı olduğu her halinden belli. Ama şarkının havasından da çıkmıyor heyecanına kapılıp; şarkıdaki kadını sahnede yaşıyor. Konser boyunca zaman zaman yapacak bunu. Seyirciye, kameralara, kendine oynamayacak, bazen de şarkıya oynayacak sadece; şarkı olacak. Bunu Nükhet Duru dışında pek az kimsede, o da zaman zaman görmüşümdür. Etkilenmedim desem yalan olur.


Sahnede 7 kişilik bir orkestra ve 6 kişilik bir yaylı grubu var. Hazır altyapı yok, “half-playback” yok; çok genç ama çok yetenekli müzisyenlerden kurulu orkestranın tamamen organik müziği ve Göksel’in tertemiz sesi var başından sonuna dek. Ses renginin kendine has kırılganlığı, naif şarkı söyleme biçimi sizi yanıltmasın, basbayağı teknik kullanarak ve gayet iyi şarkı söylüyor Göksel sahnede. Yer yer emprovizasyonlar yapıyor, albümlerinde yapmadığı türden oyunlarla şarkılarına farklı lezzetler katıyor. Orkestra elemanlarının yeteneğine dair kanaatim ise konser boyunca iyi çalmalarından değil sadece, bir çoğunun birden fazla enstrüman çalarak, yedi kişilik orkestrayı 14 hatta 21 kişilik orkestraya çıkarmalarından.


“Sen Orda Yoksun”un ardından hiç konuşmadan ardı ardına “Aşkın Yalanmış” ve “Acıyor”u söyledi Göksel. Hoş geldiniz faslına ondan sonra girdi. Albüm kariyerinde enikonu 18 seneyi geride bıraktığını söyleyip sözü ilk albümündeki şarkılardan biri olan “Sabır”a bağladı. Seyirci çoktan onunla birlikte söylemeye başlamıştı bile. O da sık sık mikrofonunu seyirciye doğru uzatmaktan geri kalmadı.


Son albümden “Açık Yara” ve hemen ardından da bir önceki albümden “Gidemiyorum” vardı sırada. Bu şarkı esnasında Göksel’in “Işıklarınızı yakar mısınız bana?” çağrısına bütün Açık Hava hiç vakit kaybetmeden cevap verdi ve koca tiyatro bir anda ateş böcekleri basmış gibi oldu. Eskiden biz çakmak yakardık konserlerin böyle duygusal anlarında. Genellikle de elimizi yakardık uzun süre yanık kalan beşinci kalite “çakar çakmaz yanan” çakmaklarımız ısındığı için. O da konserden kalan bir anı olur, acısı çok sürmez, geçerdi. Şimdi cep telefonlarının flaşları aynı işi görüyor ve bu da demektir ki teknoloji romantizmi öldüremiyor.


“Gidemiyorum”un ardından gecenin ilk nostalji sekansı başladı ve “Gülmek İçin Yaratılmış”ın ilk notaları duyuldu saksafondan. Ardı sıra Göksel sahnenin bir köşesine konulmuş otrişleri boynuna dolarken “Sevil de Sevme” başladı. Ve bu nostaljik dakikalar “Dudaklarında Arzu” ve “Başıma Gelenler”le devam etti.


Göksel gibi daha ziyade depresif, hüznü bol şarkılarla hafızalara yer etmiş şarkıcılar için konserlerde bir denge kurmak zordur. Neyse ki bu konserde başından sonuna o denge iyi kurulmuştu. Yavaş ve hareketli şarkıların dağılımı temponun düşmesine hemen hiç mahal vermedi konser boyunca. Mesela “Başıma Gelenler”in yüksek enerjisi, ardından gelen “Gittiğinde”nin hüznünü dengeledi. 


Ama asıl denge esprisi bundan sonra geldi. Çünkü Göksel “Depresyondayım”ı birlikte söylemek için sahneye iki seyirci çağırdı. Gelen iki seyirciden biri Göksel’in son albüm kapak fotoğraflarını çeken ve protokol sıralarında oturan Aytekin Yalçınkaya idi ama olsundu. O, ismiyle müsemma depresif şarkıyı, sahnedeki şarkıcıdan gayri iki seyircinin söyleme çabaları sayesinde gülerek dinledik. 


Meğerse Göksel bu şarkının yıllardır üzerine yapışıp kalmasından ve “depresyondaki kız” diye hatırlanmaktan duyduğu rahatsızlığı böyle bertaraf ediyor, konserlerinde bu şarkıyı illa ki sahneye çıkardığı birileriyle söylüyormuş. Bunu anlattıktan sonra “Ben depresyonda değilim,” dedi gülerek. “Yalnız olabilirim belki ama depresyonda değilim!”


Ardından özellikle pes sesleriyle bir şarkıcıyı sahnede gayet zorlayabilecek “Yalnız Kuş”un üstesinden hakkıyla geldi Göksel ve ilk yarı “Uzaktan”la gayet neşeli bir biçimde sona erdi.


Anlamaya çalıştım. Ne dansçılar vardı sahnede, ne acayip kostümler, ne “led” ekran, ne özel dekorlar… Yine de kapılmış gitmiştik işte Göksel’e ve şarkılarına. Öbür türlüsüne de amennaydı ama böyle de olabiliyordu konser dediğin işte. Bazen şarkıcının kendisi ve şarkılarıyla yarattığı enerji, başka hiçbir takviyeye gerek duymadan alıp götürebiliyordu.


İkinci yarı için perde açıldığında sahnede sadece beş parça alaturka saz vardı. Demek ki şimdi sıra, Göksel’i sosyal medyada ipucunu verdiği alaturka sekansındaydı. Aslına bakarsanız popçuların alaturka sevdasından yeterince irrite olduk yıllardır ama söz konusu Göksel olunca başka bir şey oldu. Sahneye pelerinli kostümüyle bir çıkış çıktı ve “Duydum ki Unutmuşsun”un ilk cümlelerine bir başladı ki biz doğrudan bir Yeşilçam filminin içine ışınlanıverdik. Nasıl ışınlanmayalım? Göksel o dakika bildiğin Türkan Şoray. Hani Yeşilçam filmlerinde o şahane kostümleriyle salına salına şarkılar söyleyen, dudakları titrerken gözleri işve saçan, edalı, havalı, bir içim su Türkan Şoray… Hâl ve tavır olarak tam da öyle… Hem çekingen, ürkek, neredeyse sosyofobik ama bir o kadar da kendine baktıran, hayran bıraktıran…


Galiba Göksel için konserin en zor kısmı buydu. Zira ilk yarıda ne yapsa o heyecanını atamamış, zaman zaman doğrudan hissettirmişti. Şimdiyse rahatlamış görünüyordu. Nitekim ikinci yarı bu rahatlıkla devam edecekti. “Duydum ki Unutmuşsun”un ardından “Elbet Bir Gün Buluşacağız” geldi ve yine nihavend makamından “İçin İçin Yanıyor”la sona erdi alaturka faslı. Tam o coşmuştuk bu son şarkıda oysa. Tadında bıraktı, uzatmadı. Keman virtüözü İlyas Tetik’in aynen bir gazino atmosferinde, assolistin peşinde dolanan kemancılar gibi ayakta durduğu, Göksel’inse kablolu mikrofonla söyleyerek bu resmi tamamladığı alaturka kısmından sonra sazlar sahneden ayrılırken Göksel kuyruklu piyanonun yanına gitmiş, “Kurşuni Renkler”i söylemeye hazırlanıyordu.


“Çok şanslıydım ben, yolum hep iyi müzisyenlerle kesişti,” diyerek şarkının bestecisi Onno Tunç’a bir selam gönderdi öncesinde. Bu şarkıyı tam 30 yıl önce, Şan Tiyatro’sunda, Sezen Aksu’dan ilk kez dinlediğim gece geldi aklıma. Yayınlanmamış bir şarkıydı, daha önce duymamış ama hemen hafızama kazımıştım. Sonra konserin video kaseti çıkınca, hemen bu şarkıyı kaydetmiştim kasete, teybi televizyonun hoparlörüne yanaştırarak. 85’ten 97’ye, yani Göksel’in ilk albümünün çıkışına dek bu şarkı, o kaydıyla başucu şarkılarımdan biri olmuştu. Göksel söyleyince de yakıştıramamıştım. O kadar gençti ki… Şarkının bir orta yaş ve üstü durumu vardı oysa. O da konserde söylemeden önce bunu itiraf etti zaten. Aradan geçen yıllardan sonra, sesinde gerçek anlamını bulmuş gibiydi “Kurşuni Renkler”.


Konser, “Karar Verdim” ve “Aşk Kahrolsun”la devam etti. Ve sonra son albümden ilk albüme geri gittik bir kez daha. “Uzun Uzun Yollar” vardı çünkü sırada. Bu şarkı nefis bir saksafon soloyla renklenirken Göksel kulise doğru süzüldü. Şarkı bittikten sonra da gelmedi. Onun yerine konserin başından beri bateri çalmakta olan Can Güngör oturduğu yerden kalktı ve sahne önüne geldi.


Bilmeyenler için hatırlatmakta fayda var; Can Güngör, sadece bir baterist değil, birçok albümde aranjörlük ve prodüktörlük yapmış bir müzisyen. Mabel Matiz’in son albümündeki şahane düzenlemeler de onun elinden çıkmıştı. 2015 Şubat ayında ilk solo albümünü “Silik Düşler”i yayımlayan Can Güngör’ün, 2014 yılında 45’lik plak formatında yayımlanmış bir de teklisi var. Albüm ve tekli Olmadı Kaçarız etiketiyle yayımlanmıştı. Olmadı Kaçarız bağımsız bir firma olduğu için genel dağıtım ağında albümlerini bulmak her zaman mümkün olmuyor ancak hem tekli hem de albüm dijital platformlardan, bağımsız plak dükkânlarından ve Olmadı Kaçarız’ın resmi internet sitesinden satılıyor. Henüz dinlemediyseniz, dinlenilecekler/satın alınacaklar listesine almanızı öneririm.


Can Güngör, gitarıyla albüme adını veren “Silik Düşler”i seslendirdi ve şarkının sonlarına doğru kulisten kostüm değiştirmiş olarak geri dönen Göksel de ona eşlik etti. Can Güngör yerine geçtikten sonra ise Göksel konsere “Rüzgâr”la devam etti. Ardından sürpriz bir şekilde “Ah Bir Ataş Ver”in ilk notaları duyuldu. Epeyce düşük metronomla çalınan bu türkü, herhangi bir Ege türküsünün dinleyiciye kolayca geçen coşkusundan biraz uzak kaldı haliyle. Ama Ege’ye boşuna uzanmamıştık. Bu türkünün hemen ardından “Denize Bıraksam” geldi ve konserin en fazla reaksiyon alan şarkılarından biri oldu.


Sanırım bu reaksiyonun da verdiği cesaretle bu şarkıyı söylerken seyircilerin arasına indi Göksel. Gelin görün ki ne üzerine atlayan oldu ne de fotoğraf çektirmek için onu çekiştiren. Zaten konser boyunca hep çok ama çok edepli duran, Göksel ne derse yapan seyirci, o sahneden indiğinde de edebini bozmadı, taşkınlık yapmadı. Buradan çıkardığım sonuç şu oldu: Bana seyircini söyle, sana nasıl bir şarkıcı olduğunu söyleyeyim (ya da tam tersi.)


Hazır buzuki çalmaya başlamışken, arkasını getirmemek olmazdı. Göksel de öyle yaptı ve “Senden Başka”yla Ege turuna devam etti. Haliyle yeni bir nostaljik sekansta başlamış oldu. Önce “Olmaz Olsun”la coştuk, ardından “Hasretinle Yandı Gönlüm”le bir kez daha telefon flaşlarını yaktık. Ardından da kaçınılmaz olarak “Günün Birinde” geldi.


Tam da bu şarkı sırasında not almışım ama aslında konser boyunca çok kez oldu. Göksel sık sık sahnenin sağ ve sol üst kenarlarında duran ve kameraların tespit ettiği görüntüleri yayınlayan “led” ekranlara göz attı. Kendine bakıyordu haliyle, ayna niyetine. Bunu Ajda yapar hep. Ondan sonra ilk kez Göksel de gördüm.


“Günün Birinde”nin sonuna doğru Göksel bir kez daha sahneden kulise girdi. Orkestra şarkıyı bitirdi, sonra oryantal bir parça çaldı ve sonra “Bi’ Seni Konuşurum”un ilk notalarıyla Göksel kostüm değiştirmiş olarak tekrar sahnede belirdi. Ama ne belirmek! Bu kez oryantal dans yapan, oryantal kostümlü bir Göksel vardı karşımızda. İşte konserin en eğlenceli dakikaları da burada yaşandı.


Küçük bir kız çocuğu getirin gözünüzün önüne. Annesiyle beraber komşunun kabul gününe gitmiş. Komşular bunu gaza getirmiş, bu da başlamış oynamaya. Aynı öyle bir yüz ifadesi, öyle bir coşku, neşe. Bir yandan kıvrak figürler yapıyor, bir yandan maharetini sergilemenin coşkusuyla gözlerinin içi gülüyor ama öbür yandan kendisiyle ve yaptığıyla da dalga geçiyor sanki. Elbette Prenses Banu gibi dans etmiyor ama o kadar eğleniyor ki… Biz de eğleniyoruz. O dakika Göksel’in artık depresyonda olmadığına kesinkes inanıyorum. Sahneye çıkıp yanaklarını sıkasım geliyor dahası. Galiba herkes benim gibi düşünüyor ki tezahürat gırla gidiyor. Hele ki şarkının “Bi’ seni konuşurum,” kısımlarında bir bacak atışı var ki… Görmelere seza!


Konser bu şahane şovla sona erdi ama alkış kıyamet sonucu Göksel bir kez daha sahneye çıktı. “Dansöz kıyafetimle geldim,” dedi gülerek. Gitarını boynuna astı ve “Benden Geçti Aşk”ı hem çalıp hem söyledi. Ve sonrasında konser, “Uzaktan”ın tekrar seslendirmesiyle bu sefer gerçekten bitti.


Bu sezon Harbiye Açık Hava’da seçtiğim birkaç konseri izledim ve doğrusunu söylemek gerekirse galiba en çok keyif aldığım konser bu oldu. Her şeyden önce samimiyet vardı çünkü. Duygusu, hüznü, eğlencesi tam dozunda, üstelik müzikal açıdan da tatmin edici bir konserdi. Göksel’i zaten severdim ama bu kez başka bir gözle gördüm, başka bir kulakla dinledim ve galiba bundan kelli sıkı “fan”ı oldum. Nerede sahneye çıksa giderim artık, kaçırmam yani.   

AĞUSTOS 2015

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder