Yeni Bir Yıl


Yıllar sonra ilk kez karlı bir yılbaşı gecesi geçirdi İstanbul. Burnumuzdan da getirdi haliyle. Trafik sarpa sardı, taksiler adam seçti, yayanın payına kara çamura bata çıka yürümeler düştü. Rezidanslar, gökdelenlerle dünya şehri olmuyor bir şehir. Konargöçer kavimlerden, obalardan, çadırlardan gelmiş bir toplumun bireylerinin şehir planlamacılığı denen şeyi iplememesinin, şehri yönetecekleri planları için değil, mensup oldukları partilerin taraftarlığı ile seçmelerinin doğal sonuçlarını İstanbul’da dibine kadar yaşıyor ve faturayı yine şehre kesiyoruz. Sokakta çevirip sorsan, on kişiden sekizi kaçıp gitmek istiyor şehirden. Sanki gidilecek yer bundan daha iyi olabilirmiş gibi. Yeni bir ülke bulamayız, başka bir şehir de bulamayız; Kavafis İstanbul’dan ilham alarak yazmış bunu. “Bu şehir arkandan gelecektir,” de demiş. Bu kadar açık ve net.


Neyse… Taksilerle ve karlı buzlu Tepebaşı merdivenleriyle cebelleşerek de olsa eve vardığımızda sabah olmak üzereydi. En azından başımızı sokacak bir evimiz vardı. Sokakta yaşayan her canın işi zordu o ayazda. İnsan olsun, hayvan olsun… O yüzden apartmanın kapısına paspası sıkıştırıp kapanmasını engelleyen bir komşuya (her kim ise artık) sahip olduğumuz için mutlu oldum gece gece. İçeri üç kedi sığınmıştı. Queen ise sıcacık evinde, yediği önünde yemediği arkasında girmişti yeni yıla. Bazıları şanslı doğuyordu işte böyle. Tıpkı insanlar gibi. Eski bir hayat bilgisini yeni yılın ilk saatlerinde böyle tazeledim.  


Televizyon kanallarında pek bir şey yoktu. Biz gençken yılbaşı geceleri televizyon başında en çok bu saatleri beklerdik oysa. Yabancı müzik bu saatlerde yayınlanırdı çünkü. Ne her yılbaşı televizyona çıkışı olay olan dansöz, ne Zeki Müren, ne de yılbaşından yılbaşına ekranda görünebilen Orhan Gencebay… Varsa yoksa CC Catch, Europe, Modern Talking bilmem ne… Gecenin bir yarısı olacak da bir saat, bir buçuk saat onları izleyeceğiz televizyonda.


Hakan Hepcan’ın NTV’deki yılbaşına özel şovunu tekrar gösteriyorlardı. Biraz ona baktım. Sefa Doğanay’ın Yıldız Tilbe ve Nur Yerlitaş taklitleri sinir bozucuydu. Söz konusu isimlerin taklitlerini Fehmi Dalsaldı’dan izlemeyi bin kere tercih ederim. Sadece sesi ile değil, jet ve mimikleriyle, tüm bedeniyle büründüğü kişiyi yaşayarak taklit edebilen bir adam Fehmi çünkü.


Hakan Hepcan’ın konuklarından biri de Simge’ydi. “Miş Miş”i canlı söyledi. İyi de söyledi. Trafiği çok karışık, canlı söylemesi zor bir şarkı ama hiç falso vermedi. Sinan Akçıl ise “1001 Gece” adlı şarkısını ilk kez seslendirdi ama tabii “playback” yaparak. Yine bir Justin Bieber kostümü ve saç modeliyle hedef kitlesini memnun etti muhtemelen. Zaten Twitter da bu yeni şarkının mükemmelliğinden, olağanüstülüğünden, bombalığından dem vuran “RT”lerden geçilmiyordu o vakitte hâlâ. Ne diyeyim, alan memnun satan memnun. Şarkı güzel yalnız. Yani en azından ilk dinleyişte öyle geldi kulağıma.




Başka bir kanalda Suzan Kardeş’in programının tekrarı vardı. Ona da Özge Fışkın konuktu. Suzan Kardeş’in benim diyen “talk-show”cudan daha iyi soru sorduğunu, konuğunu konuşturduğunu gördüm. Bir kez daha sevdim bu nevi şahsına münhasır kadını.


Sessiz ve sakin bir 1 Ocak öğleden sonrasına uyandık doğal olarak. Hem yılbaşı gecesi ertesi, okullar, iş yerleri tatil, hem de sokaklar kar beyaz. İnsanlar evlerine kapanmış, hava hiç olmadığı kadar temiz… Markete gittim geldim. Ot, Kafa, Bavul, Yumuşak G, Blue Jean ve Milliyet Sanat’ın yeni sayılarını aldım.


Blue Jean bu sayısıyla beraber format değiştirmiş. Neredeyse 30 yıldır “rock”çısından, “teenage-pop”çusuna yabancı müzik sevenleri pek memnun eden dergi artık bir müzik dergisi değil. Evet, format değişikliği mutlaka gerekliydi zira ‘80’lerde hadi bilemediniz ‘90’larda kalmış poster ve çıkartma geleneğini ısrarla sürdürmesinin bir anlamı yoktu. Ancak piyasada bu kadar kültür-sanat-politika yazıları dolu dergi var iken, onlarla aynı görsel formu benimsemek neyse de benzer içeriğe sahip olmak anlaşılır gibi değil. Müzik ekseninden ayrılmamalıydı bence.

Soner Arıca’nın yeni şarkısı “Saklı” da yeni yılın ilklerinden oldu. Şarkı da, klip de uzun zamandır görmeye, duymaya alıştığımızdan farklı bir Soner Arıca çıkarıyor karşımıza. İlk izlenimim bu oldu.


Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.



Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder