Sıla - "Mürekkep"

ARAFTA BİR DİSKO KRALİÇESİ


(Milliyet Sanat dergisi Haziran 2016 sayısında yayımlanmıştır.)

“O münferit  benimdir, haksız da değilimdir…”

“Cemali sözüyle, hissi celaliyle…”

“Göster hadisene sual ettim, maharetini aşk hayal ettim…”

Hayır, dersimiz Divan şiiri değil; yukarıdaki cümleler de Nedim’den, Nefi’den ya da Nabi’den mısralar değil. Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan en yeni Sıla albümünün şarkı sözlerinden alıntılar bunlar.




Arada kalmıştı bizim kuşak. Ortaokulda, lisede “mecburiyet” desek mesela, öğretmenin biri çıkıp “Ne gerek var Arapçadan gelmiş kelime kullanmaya, onun öz Türkçe köklerden türetilmişi var,” diye bizi azarlar, bir başka öğretmense “gereklilik” dediğimiz için veryansın ederdi “Bu uydurma kelimeleri nereden öğreniyorsunuz?” diye. Ben şahsen babamın kütüphanesindeki ‘60’lı, ‘70’li yıllarda basılmış kitapları okuyarak edindiğim kelime dağarcığım nedeniyle eski kelimelerle haşır neşir idim. Haberlere “ajans” dendiğini de bilirdim, yatılı okula “leyli mektep” dendiğini de. Peki ya Sıla? 1980 doğumluymuş. Bizim kuşaktan sayılmaz. Bu kelimelere, tabirlere aşina olmadığı halde sadece şarkılarında kullanmak için özellikle arayıp bulduğu söylenebilir mi o halde? Onu Sıla’ya sormak lâzım. Bana soracak olursanız, öyle bile yapıyorsa, iyi yapıyor derim. Türkçe pop müziğin otuz beş kelimelik lisanına her katkı kabulümdür (yar, ten, beden, yürek, ateş… bakın beşini saydım bile.) Kaldı ki her evde Osmanlıca sözlük olmasa bile Google Hazretleri denilen bir bilge var elimizin altında artık. Açar bakarız en kötü ihtimalle (“olasılıkla” mı demeliydim?)


2007 yılında yayınlanmış ilk albümünden itibaren sayarsak, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürülen “Mürekkep” isimli yeni albüm, Sıla’nın yedinci albümü. On bir yeni şarkı ve bir farklı versiyondan mürekkep (oluşmuş) bir albüm bu. Sıla en başından bu yana olduğu gibi yine sadece şarkıcı değil, şarkı yazarı olarak da çıkıyor karşımıza. Yine başından beri alışık olduğumuz Sıla terminolojisine yukarıda bahsi geçen yeni (ya da eski) sözcükleri de katarak ve yüzünü biraz daha alaturkaya dönerek.


Albümün prodüktörleri de olan Sıla ve Efe Bahadır, şarkıları da yine birlikte yazmışlar; daha doğrusu sözlerin tamamını Sıla yazar, bestelerin bazılarını Efe Bahadır yaparken, kimi bestelere de ortak imza atmışlar. Bu ortaklığa bir şarkıda Fatih Ahıskalı da dâhil olmuş. Bir şarkının bestesi ise tamamen Ahıskalı’nın elinden çıkmış. Bir de Türkçe sözlerini Sıla’nın yazdığı Arnavut şarkısı var ki o şarkı albüm çıkmadan önce servis edilen ve ilk klip şarkısı da olan “Afitap”. Zaten “Afitap” tek başına albümün bütün seyri konusunda yeterince ipucu vermişti ilk dinlediğimizde. Bakmayın Sıla’nın Afitap’a “Az şekerli bir kahve yap,” diye buyurduğuna… Belli ki efkârlanılmış, yenilmiş, içilmiş ve hatta demlenilmiş çoktan. Otuzların ortasını bulmuş arkadaşların buluştuğu masada birbirine vurulan kadehler çınlıyor zira albüm boyunca; “Afitap”dan önce ve sonra da. Sıla içini döküyor, kimi zaman işi espriye vuruyor, latifeler (şakalar) yapıyor, kimi zaman içinde birikmiş “engerekten çok” zehri akıtıyor, kimi zaman can dostuna dert yanıyor.


“Lacivert” adı verilmiş kısa bir enstrümantal “intro” ile açılıyor albüm. Bu aslında hemen ardından gelecek olan “Ziyan” şarkısının laciverdi. İskender Paydaş’ın senfonik düzenlemesi ve koro vokalleriyle tüyler ürperten, çok etkili bir şarkı “Ziyan”. Ona keza, peşi sıra gelen “Can Dostum” da bu defa Ozan Bayraşa’nın düzenlemesi ve Prag Filarmoni Orkestrası’nın eşliğiyle ikinci bir senfonik pop şarkısı olarak albümde yerini alıyor. Bu yüksek tansiyon ardı ardına üç eğlenceli şarkıyla, “Engerek”, “Afitap” ve “Müstehcen”le ritmini buluyor sonra. “Engerek” ve “Afitap” birbirini tamamlayan, birbirinin içinden çıkmış gibi duran şarkılar. Bana kalsa albümün çıkış şarkısı olarak çapkın sözlü, muzip melodili “Müstehcen”i seçerdim ama bu zamanda “Müstehcen” isimli bir şarkının (sadece adından dolayı, içeriğinden bağımsız olarak) radyo ve televizyonlarda yayınlanıp yayınlanmayacağının garantisi yok tabii.


Albümün ikinci yarısı alışık olduğumuz Sıla tarzına daha yakın. Ritim yürüyüşü ve ud sesiyle bir parça Sezen Aksu’nun “Tutuklu”sunun yakınlarından geçen “Yan Benimle”, onun bir devamı gibi ilerleyen “Bırak”, yukarıda bahsi geçen masada kadehlerin en çok tokuşturulduğu iki şarkı olabilir ki o noktadan sonra “Münferit”le “koy ver dünyanın yükünü hep mi biz çekeceğiz” durumuna gelmek kaçınılmaz.  “Kurşun”la Sıla romantizminin dibine vururken, “Günaydın Sevgilim”le albümün başındaki senfonik havayı bir kez daha solumak mümkün. Albümün son noktasını ise “Engerek”in Bedük tarafından yapılmış “remix”i koyuyor. Bütünüyle akustik bir albümün her ihtimale karşı elektronik bir “remix”le kapanması kuşkusuz ticari bir tercih ki bir önceki albümünde de aynı formülü kullanmıştı Sıla.


Buraya kadar her şey iyi, hoş. “Mürekkep”, Sıla’nın en iyi albümlerinden biri olarak müzik tarihine geçebilir. Şarkıların tek tek pazarlandığı, albümlerin de bu mantıkla kotarıldığı bir dönemde başından sonuna müzikal bir bütünlüğü, bir hikâyesi, şöyle ya da böyle bir iklimi olan bir albüm yapmış olması da Sıla’yı alkışlamak için tek başına sebep olabilir. Yalnız iki mesele var ki tartışmaya çok açık. Birincisi Sıla’nın şarkı söyleme biçimindeki efelenme hallerini iyiden iyiye abartmış olması. Bu “külhan” tavrı yerine göre sevmiştik evet ama her şarkıda aynı dominant ve hatta kimi zaman agresif şarkı söyleme biçimi, kelimelerin üzerine bu denli ağır vurgularla basmak bir yerden sonra dinleyiciye gerginlik hissi olarak geri dönüyor. İkinci mesele ise Sıla’nın bu albümle büründüğü “disko kraliçesi” imajı ile şarkıların ruhu arasındaki doku uyuşmazlığı. Bu müzikal formun tam karşılığı ancak Yedi Kocalı Hürmüz kostümleri mi olabilirdi onu bilmiyorum ama klipte ve albüm görselinde gördüğümüz Sıla’nın bu şarkıları yazan ve söyleyen Sıla’ya benzemediğini söyleyebilirim hiç çekinmeden.



Divan şiiri, alaturka filan demişken sözü Ergüder Yoldaş’a bağlamamak olmaz. Yakın zamanda kaybettiğimiz bu deha müzisyenin divan şiirinden ve de Attila İlhan şiirlerinden alaturka makamlarla bestelediği ama batı müziği normlarında düzenlediği şarkılara dönüp bir bakmakta fayda var. Bugün hâlâ yolunu, yönünü arayan Türk pop müziğine neredeyse 35 yıl önce sunulmuş çok ciddi bir öneridir o şarkılar çünkü. Belki Sıla’ya da başka bir ilham verir, hep birlikte yürür, “Sadabad”e gideriz bir sonraki albümde.    

MAYIS 2016

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder