Doğan Duru - "Epoch"

"Kalbime Mikrofon Tutsalar"


Sıkı gruptur Redd. Senelerdir bir kere bile “Redd çok bozdu,” cümlesini kurdurmamıştır misal. Türkiyeli bir “rock” grubu için hiç az şey değildir bu. Hem müzikal hem de dünya görüşü anlamında hammaddesini, yerini yurdunu, konumunu bildiğimiz, sol gösterip sağ vurmayacağına emin olduğumuz bir gruptur.




Doğan Duru, Redd grubunun bir üyesi, “front man”i, solisti, şarkı yazarı, bir anlamda çekirdeğidir. Haliyle Redd’in dili, lügati, üslubunda da Doğan Duru’nun rengi sabittir.


Durum böyleyken solo bir Doğan Duru albümü dinleyeni nasıl, nereden, niye, neyle tavlayabilirdi? Bir Redd albümüne benzeyerek mi, benzemeyerek mi? Bir grup üyesinin solo albümü, o grubun albümleriyle kıyaslanmalı mıydı? Peşi sıra o kaçınılmaz soru gelir miydi? “Yoksa Redd dağılıyor mu?” idi.


Sıradan bir dinleyici olarak solo albüm çıkaran bir grup üyesine dair bütün klişe soruları sorduktan sonra artık “Epoch”u dinleyebilirdik. Albüm de zaten tam zamanında piyasaya sürüldü. Pandemi esaretinin ilk günlerinde bir nevi “tam yerine denk geldi, manzara koydu.”


Hadi kıyaslayalım, kıyaslamazsam dilim, ya da kalemim, yok yok klavyem şişer. “Epoch” bir Redd albümü değil. Daha kişisel, daha içe dönük bir kere… Hani bir insanla bir arkadaş grubunun içinde sohbet muhabbet etmek başkadır da bir de iki kişi, birebir sohbet edince başka bir ahbaplık gelişir kendiliğinden. O iyi, öteki kötü gibisinden değil; ama farklıdır işte. Bu da öyle bir şey… Dinlerken Doğan’la birebir, yüz yüzesiniz bu kez… Albümdeki hem sözel hem de müzikal dil müsaade ediyor bu yakınlığa.


“Bakın ben aslında ne kadar zekiyim ve dahi müzikal vizyonum ne kadar uçsuz bucaksız da ah işte grubun mahalle baskısı yok mu…” gibi bireysel ego cilalaması değil bu. Hiç çekilmezdi öyle olsaydı. “Epoch” çok daha kendi halinde aksine. Hatta daha mütevazı.


“Daha kişisel” lafını da boşa kullanmadım. Dört parçada Berke Özgümüş’ün çaldığı davullar dışında albümün bütün ıdısı dıdısı, girdisi çıktısı Doğan Duru’nun elinden çıkmış, hani nasıl diyorlar İngilizcede; pekâlâ “self-made” bir albüm bu.


Albümde 10 şarkı ve bir de “demo” versiyon var. Hepsinin söz ve müziği Doğan Duru'ya ait. Açılışı yapan “Dut” zaten tekerlemeli tekrarıyla bir güzel dile yerleşiveriyor dakika bir gol bir. Bu parçaya Korona günlerinde hayranlardan ve eşten dosttan gelen videolarla bir klip çekildi. “Dut gibi dup dup dup durduğumuz, sanki dünya hiç dönmüyor”muş gibi hissettiğimiz bir zaman dilimi, tarihe bir de böyle yazılmış oldu ki şüphesiz bu maksatla yazılmamıştı bu şarkı.


Tabii gerisi o kadar kolay lokma değil. Bakın albümün basın bülteninde ne yazıyor: “Kelime oyunlarıyla güzel mecazların buluştuğu; zaman, mekân, beden ve ruh sıkışmasını kendine has tespitlerle ifade eden Duru, çocukluğundan bu yana içinde topladığı sesleri, kulağında ve kalbinde yer eden tınıları, bugüne kadar ulaşan hayallerini, akışı ve yalnızlığı ‘Epoch’ta anlatıyor.”


Meali şudur ki az biraz kafa yoracaksınız dinleyeceklerinize, kazmayı küreği alıp kazacaksınız bir zahmet; armut piş ağzıma düş yok öyle. Albümün sonunda “demo” versiyonu da yer alan “Renkli Reçete” böyle bir şarkı mesela. Öte yandan ne şahane ki bugünlerde tekrar moda olan ‘70’ler “synthesizer” seslerine zaafınız varsa ben gibi, 2 dakika 46’ncı saniyeden itibaren şarkının ismiyle maruf atmosferinden “ruhu kirli” bir şenlik çıkarabilmeniz de mümkün.


Sonrasında “Baştan Başlayamam”ı tek geçer ve yekten albümün en sevdiğim şarkısı ilan edebilirim hiç sofistike izahlara girmeden. Belki melodisine düşmüşümdür daha ilk dinleyişte ya da belki “baştan başlayamam” demek için belli bir yaş aralığının üzerine çıkmış olmak gerekiyordur da onu fark etmişimdir, bilemem.


“Şaman Dansı” dünyada sanatın bilinen en eski izlerindenmiş. Bir arınma, şifa ritüeli… Hayır hayır, albümdeki aynı adlı şarkı bir Şamanizm dersi vermiyor ama aslında yaşamda hiçbir şeyin yok olmadığına, kaybolmadığına, olsa olsa dönüştüğüne, değiştiğine dair kesik kesik cümleler kuruyor. Opera eğitimi ve geniş ses aralığının besleyip büyütmesi çok mümkün kontrollü kontrolsüzlüğe hiç kapılmamış Doğan Duru, bu şarkıda sesini nerede, ne dozda kullanırsa nasıl bir etki yaratabileceğini tamamen çözmüşlüğünün tokadını da bir kez daha atıyor kulağımıza kulağımıza.


İlhan İrem nahifliğindeki melodisi dramatik gitar tonları ve solosuyla yumuşacık görünüp “kalbime mikrofon tutsalar tüm şehir korkar” cümlesiyle aba altından sopa gösteren “romantik serseri” şarkı “Mikrofon”, dinleyiciyi kolay oltaya getirebilir belki ama “Vasathane” için aynı şeyi söylemek mümkün değil.


Başından beri gayet içsel içsel gidedururken albüm, Doğan Duru bu; şişede durduğu gibi durmuyor ve “Vasathane” ile dinleyeni “Ulan bu kime laf soktu yine şimdi?”ye getirip bırakıyor. Zaten “Explicit” damgasını da vurmuşlar nal gibi (hangi kelime için onu çözemedim.) Hani “vasathane”nin neresi olduğu malumumuz da şarkıda tasvir edildiği üzere “kendi ormanında değerli (bir) çiçek”ler, “çoka konan sinekler,” sonracıma “ata binen kelebekler” filan o kadar çok ama pek çok ki etrafta, hangi biri ne vakit “silinip” gider, o “silinmeleri” beklerken bizim ömrümüz çürür mü, çürümesin diye bu şarkıdan umut devşirebilir miyiz, o artık kişiye göre değişir. “Vasathane”nin neresinde durduğunuza bağlı biraz da tabii.


Ha bir de “lalalala” diye bitmez mi şarkı, ritmi fevkalade kıvrak iken üstelik… ‘70’lerde Şanar Yurdatapan kendi yazdığı lay lay lom pop şarkılarını yine yazdığı politik göndermeli şarkılarla trollerdi; tam o hesap.


“Ben Bir Oyuncaktım” için bir çeşit Pinokyo hikâyesi diyebilir miyiz? Yani en azından durup durup eskilere referans veren ben (bknz: bir önceki paragraf) rahatlıkla diyebilirim. Ama ne yapayım, şarkının yürüyüşü de melodik örgüsü de oralardan referans almış bir dokunaklılıkta (“tatlişlikte” yazacaktım; kendimi zor tuttum.)


Parçanın adı “Motel” ama “ucuz bir otel odası”nı çok somut, filmografik cümlelerle tasvir ediyor ilk cümlelerinde. Sonra kendini dünyadan ve tanrıdan gizleyip, kalbini elbise tarlasına gömüp, birbirini yutan ve ismini unutanların metaforik dünyasına dalıyor. Dumanı tüten gitarlar, yerinde sayan ritim ve Doğan Duru’nun kafa sesi ile kumlu bir otoban kenarı öğleden sonrası gibi bir şarkı “Motel”.


Albümde başından sonuna süregiden bir elektronik – akustik paslaşması var. Biri bir diğerinin bileğini bükmeden kardeş kardeş geçiniyorlar; yeri geliyor “önce siz buyurun” filan yapıyorlar. Misal “Mavra” çoğunluk elektronik seslerle yürüyor ama koy getir senfoni orkestrasını, yaylılar filan çalsın cayır cayır, öyle de bir şarkı.


“Saykodelik Kader” ise yine şimdiki zamanda anlatılan bir şarkı. Doğan Duru’nun hikâye anlatıcılığı ağırlıklı olarak şimdiki zamanda (yapıyorum, ediyorum, geliyorum, gidiyorum) ve şimdiki geçmiş zamanda (yapıyordum, ediyordum, geliyordum, gidiyordum) yaşıyor zaten. Dahası, tesadüf mü bilmem ama bu şarkıda da tıpkı “Mavra” gibi Duru’nun klasik müzik birikiminden izler var. Bakmayın soloda klasik “rock” temalarına bağlamasına, nakaratı bir opera korosuna versen coşturur; öyle geniş bir armoni.


Albüm “Renkli Reçete”nin “Ev Demo”su ile kapanıyor. Hooop kaseti çevirip baştan dinleme isteği oracıkta zuhur ediyor. Zira tam olarak bir albümde olması gereken en önemli şey var bu albümde. Yarattığı bir dünya, bir iklim, bir atmosfer var. Oradan çıkmak istemedikçe içinde kalmanın tek yolu bir daha dinlemek. Başa sarmak, pikabın kolunu plağın başına getirmek, kasetin arkasını çevirmek ya da “replay”e basmak, artık her neyse… Bak yine eskiye referans vermiş gibi oldum iyi mi? Mesele eski yeni meselesi değil aslında. Benzetmek gibi olmasın ama ben hikâye de sevmem çok; roman severim. Sevdiğim bir dünyanın, iklimin, atmosferin içinde uzun uzun kalmalar severim. Hah işte, “Epoch”u bir roman gibi düşünün; çevirin çevirin okuyun.


Albüm kapağındaki görsel, yazar, müzisyen, yönetmen ve ressam Mehmet Güreli (hani şu “Kimse Bilmez” şarkısı 85487 kere filan “cover”lanmış kişi)’nin elinden çıkmış ve bütünü pek de güzel tamamlamış. Umarım ve dilerim ki kapağı da dâhil olmak üzere bu albüm dijitalde kalmasın, basılı bir şekilde de edinilebilsin. Sevdiğimiz müzik eserleri için şimdilerde en yeni moda temennimiz bu.


Sözün özü “Mikrofon” şarkısındaki önerme aslında. “Kalbime mikrofon tutsalar,” demiş ya Doğan hani… Tutmuşlar işte. Daha doğrusu Doğan kendi kalbine mikrofon tutmuş, çıkan sesleri de bir güzel kaydetmiş. Artık korkar mısınız, ne yaparsınız, orası sizin bileceğiniz iş.  

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder