Bu Hande Nimet Nimet!

Hande Yener - "Carpe Diem"


Müziğin geldiği yer çok a-acayip. Geldi mi yoksa gitti mi, o da tartışılır. Şarkı/albüm servis edilen platformlarda vitrine çıkarılan her şey şarkı mı, bunlar şarkıysa müzik ne, müzik buysa Bhrams kim, Albinoni kim filan gibi kafamda deli sorular dönenip duruyor nicedir. Bir besteci, bir bestecinin bulduğu bir melodi, bir armoni, bir nezaketli ince söz ve o nezaketli ince sözü söyleyecek şarkıcı olmadan da “şarkı” yapabilmenin ve satabilmenin, böylece maliyeti alabildiğine düşürmenin yolunu buldu global müzik piyasası. Bir dönem elektronik dans müziği ambalajına sarıp sattılar bu ucuz malı, şimdilerde “hip hop” ambalajıyla satıyorlar. Oysa her iki müzik türünün de kendi içinde artistik ve teknik dinamikleri, iyi kötü bir felsefeleri vardı. Hâlâ var ama artık pek az bir kısmında.



Türkiye’de bu yeni sürüm “hip hop” çok ama pek çok sevildi. Belki de “sevdirildi” demeliyim. Çünkü şöhret olmak ve öyle 15 dakikalığına filan değil; alabildiğine şöhret kalmak, daha doğrusu paraya tahvil edilebilen bir tanınırlık kazanmak isteyen kuşağı Instagram, YouTube, Tik Tok filan kesmiyordu. Neden “müzisyen” de olmasındı? Bunun için bir bilgisayar, birkaç paket program ve biraz da çalakalem laf öbeği yeterdi.


Yetti de nitekim. Geldi “Mary Jane”ler, gitti “Nimet”ler. Dijital müzik platformları elbette bu (şarkı demeye dilim varmıyor) “şey”leri destekleyecek, memlekette evvel ezel bunlar dinleniyormuş gibi gösterecekti. Ne de olsa ticaret denilen şey, ucuz malı allayıp pullayıp değerli diye satmak, böylece gerçekten değerli olanı da değersizleştirmek becerisi değil miydi? Memleket topyekün “Dedim götür beni aya,” dinlerken, “Bir yemin ettim ki dönemem,’ demek için 50.000 dolar verilir miydi? Verilse, kimse dinler miydi?


Belki buna alışmamız lazım. Belki hayatın yeni formu bu. Belki de artık daha az bilgi, daha az beceri, daha az emekle üretilen, daha amatör, daha kısa ömürlü ve hatta süresi de daha kısa şeyler daha değerli. Hatta belki filan değil; kesin öyle. Bu saatten sonra biz ne desek ne söylesek “boomer” duracağız. Gelin görün ki, “boomer”lar da vardır.


Bildiğim kadarıyla ülkemiz yasalarında henüz pop müzik dinlemek için 14-18 yaş aralığında olma zorunluluğu da. Dolayısıyla pop müzik yapmak için de 14-18 yaş aralığına hitap etme zorunluluğu yok. Ecnebiler buna “adult pop” da diyorlar. Gayet seksi bir isim bence.


2000’ler popunun şanlı bayrağını dalgalandırarak “teenage”, “adult” demeden gönülleri fethetmiş, peşi sıra gözünü karartıp kendi trendini yaratmaya cesaret etmiş bir ikon Hande Yener. İkon gibi ikon. Öyle ya; müziğini tutarsızlık pahasına evirip çevirmek onda, yaptığıyla ettiğiyle, dediğiyle demediğiyle konuşulmak onda, saçını yirmi yılda otuz beş ayrı renk ve model yapıp sürreal kostümler, imajlar ve kliplerle beyin yakmak onda. Bir müzik ikonundan daha ne bekleyebiliriz ki? Tabii ki Madonna’yla kıyasladığınızda çakma durur. Türk müzik sektörünü Amerikan müzik endüstrisiyle kıyaslandığınızda ne kadar benziyorlarsa, Hande Yener de Madonna’ya o kadar benzeyebilir. Orasını geçelim.


Severiz, sevmeyiz, beğeniriz, beğenmeyiz, eleştiririz, göklere çıkarırız. E biz de ne yapalım? Elimizde bu var. En azından yan gelip yatmadı. Cin de kovalasa, kuş da uçursa, yetmedi üstünü kremayla sıvasa bile denedi. Çok yanıldı ama çok da denedi. Yerinde saymak değil belki ama biraz istikrar hiç fena olmayabilirdi. Olmadı. Kimisi de öyledir. Her yaptığını çok beğenir. Gözü kör, kulağı sağır olur yaptığını beğenirken. Hâlâ da beğeniyor olmalı ki en son izlediğim devlet garantili konserinde, kaynına kız istemeye giden edepli yenge kostümüyle, “yalanların aktığı bir yerde susamak” istediğini söylüyordu (ki sahiden de o sebepten bir susama isteği için biçilmiş kaftandı içinde bulunduğu yer ve durum.)


Neyse… “Konumuz o değil”e gelene kadar yine bir araba laf ettim. Hande Yener’in 20’nci yılına özel, özene bezene hazırladığı, hazırlamalara ve bu yüzden de ertelemelere doyamadığı yeni albümü “Carpe Diem”, bir süre önce Poll Production etiketiyle piyasaya çıktı. Daha da çıkmasaydı, “Spotify Top 50 müziği”nden içimizin çıkması an meselesiydi. Bize de bir değişiklik oldu. Şarkı söyleyen bir ses duyduk en azından.


Bak konuya neresinden girdim şimdi… Hande Yener’in ilk yıllarında pek sevdiğim ses rengi ve şarkı söyleme biçiminin zaman içerisinde evrilmesi, daha doğrusu devrilmesinden pek rahatsız olduğumu, bu konuda Hande’yi fırsatını buldukça cümlelerimle dövdüğümü bilen bilir. Neyse ki Hande bir süredir bu duruma aydı. Biz baymadan o aydı ve az önce bahsi geçen konserinde de görüldüğü üzere eski sesini ve şarkı söyleme biçimini kaybetmediğini biz naçiz dinleyicilerine gösterdi (ki o konser de pek güzel “mix”lenmişti; canlı söylemesine rağmen adeta “playback” yapar gibiydi ama şimdi onun konumuzla bir alakası yok.)


Diyeceğim o ki, “Carpe Diem”de, her şeyden önce sesinin rengini ve tınısını şöyle doğru dürüst dinletebilen bir Hande Yener var. Ara ara, “bu gece yaşananların en uzuuuuuunu” derken yaptığı gibi bilgisayarla üretilmiş metro anonslarının yanlış vurgularına kendini kaptırsa da (ki Sinan Akçıl’la çalışıp da bu kötü alışkanlığı edinmeyen kimse yok sanırım), neredeyse 10 yıl sonra kendi sesine ve şarkı söyleme biçimine bu kadar yaklaşmış olması sevindirici. Albümü dinlemeye başladığımda, daha ilk şarkıda bunu fark ettim ve derin bir oh çektim.


Berksan ve Mişa ortaklığından çıkmış “Aşk Sandım”, albüme “cool” bir açılış yapıyor. Ben bu ‘80’ler “synthesizer sound”unun 2020’lere uyarlanmış halini pek seviyorum. Yakın dönemde buradan yürüyen çok sayıda genç müzisyen var. Hande de trendi doğru bir yerden yakalayarak 20’nci yılına bugünün tam içinden bir adım atarak giriyor. Şarkının sonlarına doğru duyduğumuz gitar solo da nefis.


Yine aynı ikilinin yazdığı “Bulut”, robotik yapısı ve sofistike sözleriyle, “Apayrı” ekolünden izler taşıyan bir şarkı. En yakın rakibi, bir televizyonun sabah programında sevenlerini Flash TV estetiğine doyurmaya azmetmişken, Hande çıtayı yukarı çakarak devam ediyor albüme. Nitekim peşi sıra gelen “Senden Çok”, daha ilk saniyelerinde dinleyeni içine çeken “riff”i ve “groove”uyla aynı etkiyi sürdürüyor. “Senden Çok” bir Berksan şarkısı ama Misha’nın bütün albüme hâkim olmuş müzikal anlayışının şarkıyı bir hayli parlattığı da bir gerçek.


Albümde Hande Yener’in Altan Çetin dönemine yakın duran şarkılar da var. Fikri Karayel’in elinden çıkmış “Aşk Elinde” bu türden bir şarkı. Doğrusu, yaptığı birçok işi çok beğendiğimiz Fikri Karayel’in albümün bütünü üzerine çıkamayan, yeni bir önerme getirmeyen bu şarkısı bir parça hayal kırıklığı yaratıyor. Kaldı ki “aşk şöyle yapıyor böyle ediyor, öyle uçuyor böyle kaçıyor” türevi şarkı sözlerinden de bir miktar sıkılmış olabiliriz.


Bu şarkı sözü meselesi albümün yumuşak karnı, yeri gelmişken söyleyeyim. Albüm hakkında yazılan çizilenlerden de gördüğüm kadarıyla bu konuda dertlenen bir tek ben değilim. Şimdi yine kıyaslamak gibi olmasın ama, geçenlerde Madonna’nın gelmiş geçmiş bütün kliplerini içeren DVD’lerini izleyesim geldi. Madonna’yı elbette politik bir yerde konumlandıramayız. Sonuçta politik her söz, her tavır onun için amaç değil; müziğini ve imajını satmak için bir amaç. Bununla birlikte kadının her klibinde, her şarkısında az ya da çok bir dünya görüşü, bir fikir, subliminal ya da değil, bir mesaj var. Hadi onlardan geçtim, bir söylenmemiş söz, bir slogan, dile pelesenk olacak bir cümle olsun. “Carpe Diem”in bu tarafı, albümün iddialı adına rağmen epey zayıf. Aynı mevzularda sıkışıp kalmış gibi.


Misal, hemen sıradaki şarkı, “Başka Dudaklar”da, “boza boza kesin kuralları, öpüyorum başka dudakları” gibi sert iki cümleyi öncesi ve sonrasındaki cümlelerle destekleyemiyor Berksan. Sanki o iki cümleyi önce bulmuş da kalan satırları çalakalem yazmış gibi.


“Başka Dudaklar”, 2000’lerde “Dance eJay” programı kullanılarak yapılmış “remix”ler gibi tınlayan düzenlemesiyle modernle demode arasında bir yerlerden ses veren bir şarkı ve albümün bütünü içerisinde “sound”uyla biraz ayrıksı duruyor.

Buna karşın peşi sıra gelen ve Mete Özgencil’le Devrim Karaoğlu’nun elinden çıkmış “Boşuna”, ritim yürüyüşüyle bugüne selam çakıp, eski Hande şarkılarının tadını veriyor. Albümdeki iki yavaş şarkıdan biri bu.


Evveliyatı epey eskiye dayansa da son dönemde pek bir moda olan “reggaeton” memleketimizde de çok sevildi, malum. Nasıl sevilmesin? Bildiğin bizim halay havası aslında; bir davul zurnası eksik. Buyurun “Carpe Diem”e. Beyaz Show devam ediyor olsaydı, Beyaz’ın Hande’yi konuk ettiğinde, şaka olsun torba dolsun diye bu şarkıyı davul zurnayla çaldırması yüzde yüz ihtimaldi. Öyle bir şey “Carpe Diem”. Sevmemek, bir dinleyişte hafızaya alıp, nerede duysak eşlik etmemek, omuz oynatıp diz kırmamak imkânsız gibi. Yapışkan, kışkırtıcı, sinir bozucu ve eğlenceli. Hayır, adı “Carpe Diem” olunca da ne bileyim, insan daha serin bir şarkı bekliyor. Alakası yok.


Oradan tekrar “Apayrı” dönemine el uzatan “Melekler Şeytanlar”a geliyoruz. Bu stil Hande’nin üzerinde çok iyi duruyor. Bunun bir tık fazlası da bir tık azı da avam kaçıyor. Daha önce denedi, hep beraber gördük sonuçlarını.


Daha genç kuşak Hande’nin kariyerinde “Apayrı”yı mihenk taşı alır; ben “Aşk Kadın Ruhunda Anlamıyor”u alırım. “Apayrı” bir kırılma noktasıdır, farklıdır. “AKRA” ise o dönem popunun tam orta yerinden ses vererek o türde ve tarzda yapılabilecek en iyi şarkıları çıkarmış, bir bakıma noktayı koymuştur. Zaten Hande istese de (bakkal, çakkal ya da ne derseniz ne deyin adına) o türde, o albümün üzerine çıkamazdı. Doğru yerde ve zamanda rotayı değiştirdi.


Yine Berksan ve Mişa ortaklığıyla yazılmış melodisi ve sözleriyle sanki “AKRA”dan çıkıp gelmiş gibi tınlayan “Kaç”ı bu albümde ayrı bir yere koydum bu yüzden. Sevdim, bağrıma bastım, öptüm, kokladım. Hiç inkâr etmedim, popun eğlencesini severim. Benim olayım bu. “Kaç”ı da bu bakımdan pek sevdim.


Söz ve müziğini Berksan’ın yazdığı “Yolcu”, albümün diğer yavaş şarkısı. Batılı, hoş bir balad. Biraz karanlık, depresif ama müzikal tadı yüksek bir kapanış yapıyor albüme. Bir kere daha "oh be" diyorsunuz Hande’nin şarkı söyleyişini duydukça. Allah bir daha “Kraliçe”ler, “Kış Kış”lar filan yaşatmasın ne Hande’ye ne de bize. Âmin.


Şimdi yazının başında söylediklerimi buraya bağlayacak olursak; Memlekette epeydir ihmal edilen, neredeyse yok farz edilen “adult pop” hedef kitlesini, üstelik de zamanında bu kulvarlarda at koşturmuş çok sayıda müzisyen “trap”lere, “rap”lere teslim olmuş, Feride Hilal Akınlara, Irmak Arıcılara, Bilal Sonseslere, olmadı Ezhellere, Eypiolara, Murdalara filan yanlamışken, Hande’nin neredeyse tek başına kucaklaması yabana atılmayacak kadar kıymetli. Hadi gençlerin de anlayacağı dilden söyleyeyim (bu kadar uzun cümleyi okumaya üşenmiştir onlar şimdi): “Bu Hande nimet nimet!”


Tabii müzik sektörünün çarkları eskisi gibi dönmüyor artık. Dijital platformlar albüm sevmiyor mesela. Satış yok; sayısal parametreler, algoritmalar var. Aptal dijital zekâ belirliyor neyi sevip neyi sevmeyeceğimizi. İsteseniz de o döngüden çıkamıyorsunuz. Haliyle bu albümün şarkılarını “Spotify Top 50”de görmek mümkün değil. Ne gam!


“Teenage”ler gece gündüz “hip hop” dinliyor olabilir ama biz orta yaş ve üstü gece gündüz Zeki Müren, Müzeyyen Senar dinlemiyoruz; bize hitap eden pop müziği de pekâlâ dinliyoruz. Dedim ya, “boomer”lar vardır. Pop müzik de vardır (Bknz: “Carpe Diem”) ve hep var olmaya devam edecektir. Beğenmeyenler yallah Kaliforniya’ya; “hip hop”ın hası orada!

EKİM 2020

Yavuz Hakan Tok

2 yorum:

  1. Çok iyi tespitler. CD baskısını da aldım. Baştan sona akıyor albüm. Part II yi de geciktirmeden yayınlasa iyi olur. 20. Yıl bitiyor neredeyse.

    YanıtlaSil
  2. Melekler & Şeytanlar, Aşk Sandım ve Bulut benim ilk 3'ümde... Carpe Diem’in devam albümü çıktığında, bu iki albümdeki şarkılara kesinlikle ama kesinlikle bir remix albümü gelmeli. Şarkıların farklı versiyonlarını dinlemek için şimdiden sabırsızlanıyorum. Yazı için elinize sağlık. (Ben de şöyle bir şey yazmıştım: http://kafadergi.blogspot.com/2020/10/hande-yener-ve-evrene-yolladigi-mesajlar.html)

    YanıtlaSil