Multitap’ın geçtiğimiz yılın Ekim ayında piyasaya çıkan “Özel Birisin”, “Mutluyum” adlı şarkıya çekilen kliple tekrar gündemde. 2010’da yayımlanan ilk albüm “Takım Oyunu”ndan dört şarkıya klip çekilmişti. Bu albüm ise neredeyse gündemden düşecekken, ikinci kliple tekrar yükseliyor.
Memleketin müzisyen tayfasına sorsanız, herkesin bayıldığı, dinlemelere doyamadığı, ama iş icraya gelince benim diyenin gözünün yemediği müzik türleridir “blues”, “soul” ve “funk”. Başka türlü bir şarkıcılık tekniği, enstrüman virtüözlüğü, az biraz bir caz tuşesi, emprovizasyon yeteneği ve daha fazlasını gerektirir çünkü bu birbirine yakın akraba müzik türleri. Bundan olsa gerek, Türkiye’de bu türlerin icracıları parmakla sayılacak kadar az olmuştur hep.
Gazinolardan, gece kulüplerinden, diskoteklerden ve restoranlardan farklıdır tavernalar… Tavernaya gelenler, birbirleriyle, müzikle ve sahneye çıkan sanatçıyla iç içedirler… Yemeğiyle, içkisiyle, coşkusuyla geceler bir başka güzellikte yaşanır… Boğazın kıyılarına serpiştirilmiş tavernalarda yıllardan beri çalışan ve adı “Boğaz Çocuğu”na çıkan Hayko, bakın o gecelerle ilgili ne söylüyor: “Asıl önemli olan, işçisinden köylüsüne, memurundan sanatçısına, hatta milletvekiline kadar her kişinin gelmesi ve beraberce eğlenmesidir. Herkes bir an için de olsa mesleğinin sorunlarını, işlerini unutarak şarkı söyler, müzik dinler, güler ve oynar…”
Yukarıdaki satırlar 1979 yılına ait bir Hey dergisinden. O günlerin taverna eğlencelerini ve Hayko’nun yaptığı işi o kadar güzel anlatıyor ki bu paragraf, ben başka cümleler kurmaya kalksam bu kadar doğru olmayabilirdi. O yüzden olduğu gibi alıntıladım.
Seksenli yılların piyanist şantörlü Tarabya tavernaları, doksanlı yılların Etiler-Ataköy hattında genç popçuların fır döndüğü barları ve iki binlerin “dj” marifetiyle eğlenilen “club”ları ortalarda yokken, eğlence hayatı demek, gazinolar ve gece kulüpleri demekken, tavernalar ciddi birer alternatifti bu sektörde. Küçüktüler, samimiydiler, sıcaktılar… Alıntı yaptığım paragrafta nasıl anlatılıyorsa, aynen öyleydiler.
İşte o başka türlü tavernaların başka türlü eğlendiren şarkıcıları arasında en ‘kral’ıydı Hayko. O yüzden “Tavernalar Kralı”na çıkacaktı adı. Ona bu unvanın yakıştırılması boşuna değildi. Her telden, her dilden şarkılarla onu dinlemeye gelenleri gece boyu yerinde oturtmaz, coşturur, eğlendirirdi. Bir tebessüm kalırdı evlerine dönerken insanların yüzünde. Bu pek az şarkıcıya nasip olmuş bir yetenek, bir marifetti.
Hayık Aram Tataryan, 1945 yılında dünyaya gözlerini İstanbul’da açtı. İlk sahne deneyimini 1964 yılında yaşadı. 1968 yılından sonra ise Maksim Gazinoları başta olmak üzere, Lunapark, Bebek Belediye, Taksim Belediye, Belvü gibi dönemin en önemli gazinolarının yanı sıra Altın Balık Restoran, Gastonyalı Toma’nın Yeri, Yurdaer Doğulu’nun Dingo’nun Ahırı Gazinosu, Oflu İsmail’in Yeniköy Alabalık Gazinosu gibi ‘taverna’ tabir edilen eğlenceli yerlerinde programlar yaptı.
Hayko’nun sahnelerde kazandığı başarıyı plak dünyasında pekiştiren şarkı, Ermenilerin adeta bir marş gibi ezbere bilinen ve söylenen “Sude Sude” adlı şarkısı oldu. Yetmişlerin başında şarkıyı Zührap Büyük’ün yazdığı Türkçe sözlerle “Her Şey Yalan” olarak plak yaptı. Bu plak, sonrasında yayımlanacak sayısız Hayko 45’liğinin habercisiydi aslında. Plakları da en az sahnesi kadar eğlenceliydi ve bu yüzden de çok beğeniliyordu. Hem sahnede, hem de plaklarında ona yıllar boyunca Kupa Dörtlüsü eşlik etti, plaklarında Türkçe şarkı sözlerine büyük çoğunlukla Zührap Büyük imza attı.
Daha sonra Ülkü Aker’in yazdığı sözlerle “Mavi Boncuk” olarak Kamuran Akkor’un sesinden meşhur olacak ve Emel Sayın’ın aynı adlı filmiyle yıllar boyu unutulmayacak şarkıyı Türkçe olarak ilk söyleyen Hayko’ydu. Sözlerini yine Zührap Büyük’ün yazdığı “Nazlısın”, TRT denetiminden geçmeyince,yeterinde duyulmadan bir köşede kaldı.
Hayko’nun bir başka ilki ise sahnede ilk kez tef kullanan şarkıcı olmasıydı. Eğlence hayatının bugün dahi olmazsa olmazlarından biri olarak kabul edilen tef modasını başlatan da oydu. Kendine has kostümleri, bol paçalı dar pantolonları, fırfırlı kollu, geniş yakalı gömlekleriyle elinde tefi ve hep gülen yüzüyle kazındı bir kuşağın hafızasına.
Türk popunun plaklarda kalmış tarihini 2005’ten bu yana gün ışığına çıkarmaya devam eden Ossi Müzik, bu albümle de diskografisinin tamamı arşivlerde gömülü bir yıldızın daha şarkılarını bugüne taşıyor. Zührap Büyük ve bir şarkıda da Çiğdem Talu’nun sözleriyle Türkçe’ye kazandırılmış altmış ve yetmişler usulü taverna şarkılarının on altı tanesi ve dört de Ermenice şarkı ile Hayko kariyerinin belki az ama hakikaten öz bir seçkisi bu. Yazıda bahsi geçen “Sude Sude”nin orijinal ve Türkçe versiyonlarının yanı sıra Mavi Boncuk’un ilk versiyonu “Nazlısın” ve tek kanallı siyah beyaz televizyon günlerinde Hayko’yu sık sık ekranda söylerken izlediğimiz “Sor Bana” da cabası. Bilenlere o günleri hatırlatmak, bilmeyenlere yeni ve farklı bir müzikal tat yaşatmak için...
Bu şarkıları dinlerken Hayko’nun o eğlencesi, neşesi bol, güler yüzlü ve samimi dünyasına bir albüm boyunca konuk olacaksınız. Henüz seksenlerin acısı, hüznü, gözyaşı değmemiş, yolunu altmış ve yetmişlerin aydınlığından, eğlencesinden, renginden almış tavernaların, müzikli sahil restoranlarının ve ışıltılı, şaşaalı gazinoların duvarlarında yıllar boyu çınlamış, o şen şakrak ses… Hayko… Tavernalar Kralı!
Gülşah Tütüncü müzik piyasasında uzun zamandır bilinen bir isimdi zaten. Ancak dinleyiciye adını ezber ettirmesi, popüler isimlere verdiği besteler sayesinde oldu. Yoksa hem solo olarak sayısız konserde ve albümde kemanı ve sesiyle birçok şarkıcı ve orkestraya eşlik etmiş, hem de kendi grubu Şahmaran’la çok kez sahneye çıkmışlığı vardı.
Harun Kolçak son stüdyo albümü “Müzisyen”i 2006’da yayımlamış, 2007 yılında ise “Aşk Beni Hep Değiştirecek” adlı şarkının “single”ı ile bir görünüp kaybolmuştu. O vakit bu vakit beklenen yeni albüm, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. “Yeniden Doğuyorum” adı verilmiş bu albümün adı kuşkusuz sadece albümdeki bir şarkının adı olmasından öte bir anlam da taşıyor. Annesini kaybettikten kısa bir süre sonra bu defa hastalığı nedeniyle sıkıntılı günler geçiren Harun Kolçak için bu albüm gerçek anlamda bir yeniden doğuş.
Üstelik bu kadar da değil. Albümü ilk dinlediğimde Harun Kolçak’ın müzikal anlamda da yeniden doğduğunu düşündüm ben. Zaten dinleyen herkes de aşağı yukarı aynı şeyi söylüyor. 1991 yılında piyasaya çıkan ve kıyametler koparan ilk albümü “Beni Affet” ve o rüzgârı devam ettiren 1993 yapımı “En Büyük Aşk” sonrasında benzer etkide bir albüm gelmedi Harun Kolçak cephesinden. Ya da sonraki albümler beklentilerimizi karşılamadı diyelim. Tabii bunda, o albümlerin yayımlandığı dönemin ve o dönemde müzik piyasasının gidişatının yan etkileri de yadsınamaz. Ancak bu defa doğru albüm, doğru zamanlamayla piyasaya çıkmış gibi görünüyor. Harun Kolçak sahiden yeniden doğuyor.
Albümde daha önce Emel’in seslendirdiği “Vurgun” ve Aşkın Nur Yengi’den dinlediğimiz “Biliyorum” bu defa sahibinin sesinden çıkıyor karşımıza. “Vurgun” Emel Müftüoğlu’nun 1992 yılı albümü “Faka Bastın”da yer almış ve o dönemde de epey ses getirmişti. “Biliyorum” ise Aşkın Nur Yengi’nin 1999 yılı basımı “Aşk Kazası” albümünün pek dikkat çekmeyen şarkılarından biri olarak bir köşede kalmıştı. Şimdi her iki şarkı da, hiç eskimemiş, hiç eksilmemiş, aksine üzerlerinden zaman geçtikçe değer kazanmış olarak, Harun Kolçak’ın sesinde yeniden doğuyor. Tufan Taş’ın “Vurgun” düzenlemesindeki “intro”ya özellikle dikkat.
Fatih Erdemci’nin bir doksanlı yıllar klasiğine dönüşmüş “Ben Ölmeden Önce”si albümün yeniden söylenmiş bir diğer şarkısı. Bu şarkı ilk kez 1998 yılında Raks Müzik’in genç yeteneklere fırsat vermek maksadıyla hazırladığı “Dokuzda Dokuz” adlı karma albümde yer almıştı. Fatih Erdemci’nin 1999 yılında piyasaya çıkan “Yaşamak Zor” adlı albümünde de kullanılan şarkıyı 2010 yılında bu defa “Stil Zengini” adlı albümünde Pamela Spence, Fatih Erdemci’yle birlikte söyledi. Şarkının Harun Kolçak versiyonunda ise vokalde yine Fatih Erdemci var.
“Ben Ölmeden Önce” dinleyicisinin çok sahiplendiği ve bu nedenle de dokunulmaz saydığı bir şarkı oldu yıllar içinde. Bundandır ki Pamela versiyonu daha ziyade olumsuz tepki almıştı. Düzenlemesini Mert Ekren’in yaptığı Harun Kolçak versiyonunda ise her şey yerli yerinde gözüküyor. Orijinali aratmadığı gibi, çok fanatik değilseniz, yeni bir tat almanız da mümkün.
İlk kez Aysel Gürel’e saygı albümü “Çınar 1”de dinlediğimiz “Öyle Bir Gece”yi (orada adı “Bir Gece” idi) bu albümde tekrar değerlendirmiş Harun Kolçak. İskender Paydaş’ın düzenlemesini yaptığı bu şarkı, 2008 yılı kaydıyla aynen bu albüme de konulmuş. Birçok sebepten dolayı ne yapsam sevemediğim o albümde çok da dikkatimi çekmeyen “Öyle Bir Gece”nin bu albümün bütünlüğü içerisinde değerini bulduğunu söyleyebilirim.
Geride kalan altı şarkının altısını da ilk kez dinliyoruz. Bestesi Garo Mafyan’a, sözleri Harun Kolçak’a ait olan ve albüme adını vermekle kalmayıp açılışı da yapan “Yeniden Doğuyorum”, sakinliği, duruluğu ve bir o kadar da içtenliği ile daha ilk dinleyişte sizi yakalayan şarkılardan.
Albümün etkileyici şarkılarından biri olan “Kaybetmem”de ise, Kolçak adeta bunca yaşadığı sıkıntının tortusunu şarkılamış gibi. “Çok yalnız kaldım, çok da ağladım, kimsesiz de kalınıyor, hayat böyle sınıyor bizleri, buna da değiyor,” diyen adamın samimiyetinden kuşku duymak mümkün değil.
“Vazgeçilmez” tam da şarkıya adını veren o kelimede Mirkelam’ın “Unutulmaz”ının bu kadar yakınından geçmese, albümdeki diğer şarkılardan hiç de eksik kalmayacakmış ama bu, çok eminim ki art niyetsiz benzerlik her dinleyişimde kulağıma takıldığından mıdır nedir, ben ısınamadım şarkıya. “Art niyetsiz” dedim zira Harun Kolçak çapında bir müzisyenin adını böyle bir iddiayla anmak neresinden baksanız ayıp olur.
Söz ve müziği Mert Ekren’e ait olan ve albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Bahanem Yok”, buram buram Harun Kolçak kokan bir şarkı. Özellikle şarkının A kısmında Harun Kolçak’ın insanın burun kemiğini sızlatan sesiyle, şarkıda bahsi geçen sabahın beşinde, sabah ezanlarının o saba makamındaki yürek yakıcılığını hissetmemek mümkün değil. Çıkış için ve de klip için çok doğru bir seçim olmuş çünkü bu şarkıdaki Harun Kolçak “Müptelayım Sana”daki, “Beni Affet”deki Harun Kolçak’ın ta kendisi. Yine kendi felsefesi ve derinliğiyle hem iddiasız, sakin, hem de vurucu bir şarkı olan “Anladım”, albümün tadına tat katanlardan. “Aşık Oluyorsun” ise Harun Kolçak’ın muzip yanını açığa vuran, eğlenceli bir şarkı. Bu kadar yeniyi bu kadar eskiye benzetmek abesle iştigal sayılmazsa şayet, bu şarkıda, “Gir Kanıma”daki bonus kafalı, deri ceketli, hafif tombik, şirin adam doksanlardan çıkıp gelmiş de, aynı rengârenk ışıkların önünde, aynı gayretkeşlikle hem dans ediyor, hem de söylüyor duygusuna kapıldım. Bu kötü bir şey olmasa gerek. En azından o neşe, o enerji var bu şarkıda.
Yeri gelmişken… Neredeyse “yanık” denebilecek ses tonuna, tınısına ve özellikle ağır şarkılarda insanın suratına tokadı çarpan, yerine göre daha da ağır etki bırakan şarkıcılık tekniğine ve bu meyanda bir dolu da şarkısı olmasına rağmen, Harun Kolçak popüler müziğimizin romantik prensleri arasında aday adayı bile olmadı yıllardır. Çünkü onun duruşu, yaşam tarzı, hayata bakışı ve bize yansıyan yüzü melankolik bir adamdan çok, çocuk kalpli, belki biraz komik, neşeli, yer yer gelgitli, yer yer mutedil dalgalı, ama en çok da muzip bir adama benziyordu. Zaten kendi dans etme stiliyle dalgasını geçebilecek kaç romantik prens vardı?. O hiç star tozlarına bulanmış kadife perdelerini çekmedi onunla aramıza; biz de bizim mahalleden sayıp sevdik bu yüzden.
Fatih Demir tarafından çekilen albüm fotoğraflarına, tıpkı albüm gibi sade bir çizgi taşıyan, Bimilim Tasarım Ofisi imzalı kartonet tasarımına diyecek söz yok. Hatta özellikle kapak kompozisyonunun (yazı fontları hariç) çok başarılı olduğunu söyleyebilmek de mümkün. Ama aynı şeyi kartonetin baskı kalitesi için söyleyebilmek imkânsız. Basan matbaanın adı (belki de bu yüzden) yazmıyor ama, son derece özensiz, çalakalem bir baskı yapılmış, çok kötü kesilmiş, yapıştırılmış ve bu kartonet Harun Kolçak’a da, Esen Müzik’e de hiç yakışmamış. Umarım bir sonraki baskıda (şayet olursa tabii) bu hata düzeltilir.
Erkin Koray, Rıza Silahlıpoda, Erol Pekcan, Aydın Esen, Neşet Ruacan ve en nihayetinde Onno Tunç ve Sezen Aksu gibi büyük isimlerin rahle-i tedrisinden geçmiş, şarkı söylemeye başlamadan önce uzun yıllar bas gitar çalmış, orkestra terbiyesiyle, enstrümanist disipliniyle yetişmiş bir bir müzisyenin Türkiye şartlarında, bugünün popüler müzik piyasasında ayakta kalabilmek, var olabilmek ama bu arada da kendini doğru ifade edebileceği müziği yapabilmek adına varıyla yoğuyla ortaya çıkardığı bir albüm bu.
Kuşkusuz gönül ister ki Harun Kolçak müzisyen potansiyelini ve altyapısını daha fazla gösterebileceği, daha cesur, daha yol açıcı, yön verici işlere imza atsın. Ama biliyor ve görüyoruz ki bu zamanda böyle imzaları atacak gücü, sırtını sağlama almadan kazanmak imkânsız. Sırtını sağlama alanların da böyle dertleri kalmıyor ki o da ayrı mevzu.
Yine de bu şartlarda yapılabilecek en doğru işi yapmış Harun Kolçak. Büyük iddialara girmemiş, ters taklalar, parendeler atmamış. Yine samimi, sadece samimi olmayı tercih etmiş. İyi de olmuş. Her biri başka popüler besteciden alınmış şarkılar, en pahalı stüdyo müzisyenleri, en havalı aranjörlerle kotarılmış karman çorman, çok sazlı, çok sesli, kalabalık ve gürültülü onca albümden sonra bir soluklandık, biraz temiz hava aldık. Hatta ben “oh” bile dedim dinlerken. Daha ne olsun?
“Yeni bir Halil Sezaimiz oldu,” dersem çok mu abartmış olurum bilmiyorum. Elbette Halil Sezai ve Mehmet Erdem’in müzikleri arasında dağlar kadar fark var. Aralarındaki benzerlik sadece yarattıkları etki açısından konuşulabilir.
Bu ara ortalıkta bir doksanlar modası var ya, şimdi durduk yerde ‘doksanlı yıllar Türkiye’de popüler müziğin kırılma noktasıdır diye bir tespit yapsam, birçok genç şarkıcıyı bağrımıza bastığımız, üretkenliğin had safhaya çıktığı, iyi kötü sayısız albümün yayımlandığı o yılları hatırlayıp bana hak verirsiniz muhakkak. Ama benim ‘kırılma noktası’ndan kastım o değil aslına bakarsanız. Doksanlar bir yandan popüler müziği yeşertti, şenlendirdi ama bir yandan da hançerledi, böğrüne bıçak sapladı ve uzun yıllar iyileşmeyecek kadar ağır yaraladı. Nasıl mı?.. Bakın şöyle…
Canım alaturka çektiğinde ilk seçeceğim albüm olur mu? Olmaz elbet. Ama Sertab’ın bunca yıldır gönlünden geçeni yapacak, söyleyecek kadar kredi biriktirmiş olduğunu da kabul etmek gerekir. Kaldı ki Farsça bir kelime olan Sertab’ın Türkçe anlamı ‘inatçı’ iken, onu hangimiz durdurabilirdik ki?
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.