Yeter ki Müzik Olsun
  • Seninle Üç Dakika
  • _Giriş
  • _1975
  • _1976
  • _1977
  • _1978
  • _1979
  • _1980
  • _1981
  • Röportajlar
  • Konser Yazıları
  • _2019 Konserleri
  • _2018 Konserleri
  • _2017 Konserleri
  • _2015 Konserleri
  • _2016 Konserleri
  • _2014 Konserleri
  • Günün Şarkısı
  • Albüm / Şarkı Eleştirileri
  • Güncel
  • Yıldızlar
  • Klasikler
  • Ses Dergisi
  • Günlükler
  • _Eurovision 2011 Günlüğü
  • _Eurovision 2010 Günlüğü
  • _Nasıl TV Programı Yaptık?
“BENİM İÇİN ÜZÜLME”

“Sevgim yaşamaz hiç
Bağlamak bana düşer
Bir ömür harap oldu
Ağlamak bana düşer

Bundan sonra adını
Kırk yılda bir anarım
Sende kaybettiğimi
Başkasında ararım
Benim için üzülme”

“Benim İçin Üzülme”
Söz – Müzik: Ali Tekintüre
(“Acıların Kadını” albümünden)



2
Share
“BENİ… BENİ… BİHTER’İNİ!”


“Benim ölmemi istiyor musun? Beni kaybetmeyi göze alabiliyor musun? Beni… Beni… Bihter’ini!”


0
Share
SILA ÇIĞLIK ÇIĞLIĞA


Sıla’nın “Joker” albümüyle hem kendi kariyerinde, hem de günümüz popüler müziğinin seyrinde çıtayı ciddi bir biçimde yükselttiğini yazmıştım bundan bir süre önce. Bir ‘ara albüm’ projesi olmanın çok ötesinde bir işti ve daha uzun bir süre tadı çıkarılabilirdi. Bundandır ki yeni albümünün hazırlıklarını tamamladığını öğrendiğimde, biraz erken davrandığını düşünmüştüm. Neden acele edildiğini ise yeni albümü dinlemeye başlayınca anladım.

Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Vaveyla”, adının taşıdığı çığlığı içinde saklayan bir albüm. Sanki yüksek bir yardan, ucu görünmeyen bir uçuruma doğru atıyor çığlığını Sıla. Önce yok olup gidiyor sesi, sonra dalga dalga, yankılanarak geri dönüyor. “Ne oluyor burada?” diye dönüp baktırmıyor belki ilk anda ama sonrasında yankılar peşinize takılıyor ve kolay kolay da bırakmıyor. İşin sırrı da burada zaten; iddiasız ama aslında çok iddialı, sessiz, sakin ama aslında çığlık çığlığa bir Sıla var bu albümde. Tıpkı “Joker”de olduğu gibi.


Belli ki Sıla, “Joker”de ekibiyle birlikte yakaladığı sinerjiyi bu defa yeni şarkılarla sürdürmek istemiş. Nitekim bu yeni albüm tamamen aynı konseptle ortaya çıkarılmış. Aynı ekip (senfonik yaylılar hariç), aynı akustik düzenlemeler, aynı süssüz, makyajsız, dolgusuz, yalın müzik kaygısı.

Geçenlerde “Vaveyla”yı yakın dinleme (müzik yazarı kulağıyla dinleme) seanslarımdan birinde her nasılsa müzikçalarımın şarkıları rastgele karıştırma özelliğini açık bırakmışım. Albümden bir şarkının hemen arkasından “Vur Kadehi Ustam” çalmaya başladı ve ben ancak birkaç dakika sonra farkına varıp gayri ihtiyari, “Nasıl yani, Sıla bu şarkıyı yeni albümünde bir daha mı söylemiş?” diye düşündüm. “Joker” ve “Vaveyla”nın birbirine çok yakın tınıları beni bile faka bastırdı anlayacağınız.


Bu anlamda “Vaveyla”, “Joker”in bir devamı, hatta ikinci diski gibi. Bunun altını yermek maksadıyla mı çizip duruyorum?.. Elbette hayır. Tam tersine, popüler müziğin tam orta yerinde at koşturmakta olan bir şarkıcının “Joker” gibi bir albümle aldığı riski, eski şarkılarının yeni düzenlemeleri koruyucu kalkanından çıkarıp, bu defa yeni şarkılarıyla tekrar göze almasını neresinden baksanız cesurca buluyorum. Bu pencereden baktığımda ise doksanlarda Nazan Öncel’in “Göç”ü neyse, iki bin onlarda Sıla’nın “Vaveyla”sının o olabileceğini düşünüyorum. Aradaki fark Nazan Öncel’in o albümü beklenmedik bir şekilde önümüze koyuvermesiydi; Sıla ise “Joker”le bizi buna hazırlamıştı.

Tabii bütün bu saydıklarım, albümün popüler müziğin seyri içerisindeki duruşuyla, müzikal yapısı, düzenlemeleri ve icrasıyla ilgili övgüler. Başka bir açıdan bakarsak da “Vaveyla” kendi başına bir başyapıt olma fırsatının kıyısından dönmüş bir albüm olarak da tanımlanabilir.


Bu çentiği atma sebebim şudur ki; albümde bugüne dek Sıla albümlerinden alışık olduğumuz tarzda, ilk dinleyişte alıp götüren, çok çarpıcı, çok vurucu bir şarkı yok. Daha dikkat çekiciler, daha etkililer var elbette ama ortalama şarkılarla başa baş sayıda. Sanki “Joker”in devamını getirme kaygısı ve peşi sıra gelen altyapıya, “sound”a, kayıtların niteliğine (yani ince işçiliğe) konsantre olma telaşı esnasında, asıl hammadde (yani şarkıların çıplak haldeki gücü) gözden kaçırılmış gibi. Bu durum albüme müzikal tercihinden çok daha büyük bir risk yüklüyor.

Albüm “Çocuk”la müthiş bir açılış yapıyor. Özellikle ritmin ve senfonik yaylıların yükseldiği bölümün damakta bıraktığı müzikal tat, albüme dair beklentiyi bir hayli yükseltiyor. Ne ki ardından gelen “Her Şey Yolunda” o etkiyi devam ettiremiyor. Aynı şekilde “Açık Deniz”in de alışageldiğimiz yaratıcı ve farklı Sıla şarkıları çizgisine çıkamadığını görüyoruz.


Ancak ilk üç şarkının çok açık fark ettirdiği bir şey var ki, o da Sıla’nın şarkıcılık mahareti. Özellikle bu tip akustik, az enstrümanlı, az gürültülü kayıtlarda soliste daha çok iş düştüğü kaçınılmaz bir gerçek. Sıla bu işin üstesinden bileğinin hakkıyla geliyor. Ne kadarı Sıla’nın entonasyon başarısı, ne kadarı kayıt masasının başında oturan Arzu Alsan’ın el çabukluğu marifeti bilmiyorum ama solistin kelime aralarındaki derin nefes alışlarını hemen hiç duymuyoruz bu albümde (Mesela Candan Erçetin’in herhangi bir albümünü nefeslerini duyarak dinlemeye başlayın, iki şarkı sonra kapatmak isteyeceksiniz.) Bir de şarkıların ruh halini ve duygusunu hiç yitirmeden, doğru vurgular ve baskılarla, doğru prozodi ve teknikle söylüyor Sıla ki bu da artık giderek daha az bulunur bir nitelik haline geldi şarkıcılarda. Evet yer yer sertleşiyor, dayılanıyor, zaman zaman da teatralleşiyor belki ama bütün bunlar başından beri Sıla vokalinin alamet-i farikaları zaten. Olmazlarsa da olmaz gibi.

Albümün adındaki çığlığı en çok “İmkânsız”ı dinlerken duyuyorsunuz. Düzenlemede senfonik yanı vurgulanan şarkı, pekâlâ daha yüksek sesli elektrogitarları, hatta daha sert bir davulu bile kaldırabilirmiş. Albümün çıkış şarkısı olan “İmkânsız”, kolay algılanabilecek bir şarkı değil, hatta klipte de altı çizildiği üzere depresif yanıyla genel geçer pop kategorisinde dinlenilmesi zor da bir şarkı ama albümün iyi şarkılarından biri olduğu da bir gerçek. Ardından gelen “Panik Atak” ise hareketli ve sloganlı olsun diye yapılmış gibi duran, ne ki Sıla’nın bu türde daha önce yaptığı işleri mumla aratan bir şarkı.


“Hâlâ” tipik bir Sıla şarkısı. Albümde öne çıkması muhtemel işlerden biri. Aynı şekilde peşi sıra gelen “Esaret” de kolay algılanabilecek bir şarkı. Şarkıda geçen “Bu öğretilen cehaletin vebali esaret” cümlesini bireysel de alabilirsiniz, toplumsal da. Bana bugün bu ülkede yaşadıklarımızın beş kelimelik bir özeti gibi geldi mesela. Sıla’nın şarkı sözü yazarlığından şüpheye düştüğüm hiç olmadı gerçi. Nitekim Türkçeyi ne denli iyi kullandığına dair birçok iz var bu albümde de. Bu şarkı da onlardan biri.

“Çok Sevdiğimden” albümde belki de kulağı en kolay yakalayan şarkı. Bir dinleyişte mırıldanmaya başlıyorsunuz. Bana soracak olsalar, ikinci klip bu şarkıya çekilmeli derdim. Ardından gelen “Leylâ” ise çok basit bir melodi üzerine “açılsın, saçılsın, kaçırsın” nakaratıyla vasat sularda yüzen bir şarkı. Düzenlemede gitarın ‘muzır’ eşliği eğlenceli, hepsi o kadar.


Diğer şarkılardaki senfonik havanın aksine “Issız Ada”, alaturka keman girişiyle başlıyor ve alaturka bir ritimle de devam ediyor. Sıla şarkılarının alaturkayla yakın teması malum. Bu albümde bundan özellikle kaçınılmış belki ama bir taneden de bir şey olmaz diye düşünülmüş olmalı.

Daha önce Linet tarafından seslendirilen “Aslan Gibi” ise bu albümün en eğlenceli şarkısı olmuş. Bestesi Sezen Aksu’ya, sözleri Sıla’ya ait bu şarkıyı Linet söylediğinde, özellikle her “dipçik gibi sağlam duracaksın ayakta” dediğinde irkildiğimi, oturduğum yerde ister istemez doğrulduğumu, Linet’in hırsından ve (kime ve niyeyse artık) öfkesinden ürktüğümü hatırlıyorum. Neyse ki Sıla ve ekibi şarkıyı cümbür cemaat, kahkahalı, esprili ve alkışlı bir şekilde, bir nevi makaraya sararak söylemişler. Çok da iyi olmuş. Hem şarkı ruhunu bulmuş, hem de albümün kurşuni renkli atmosferinde bir şarkılık gün ışığı sızmış içeriye. Tabii konsept itibarıyla bu düzenlemeyi “Joker” albümüne konmamış da burada değerlendirilmiş gibi düşünmekten de kendini alamıyor insan.

Albümün sonunda “Açık Deniz”in “(K)açık Deniz” ve “Esaret”in “(C)esaret” adı verilmiş farklı düzenlemeleri var. Burak Erkul ve Arzu Alsan tarafından yapılan bu düzenlemeler, söz konusu şarkıları farklı bir kulakla dinlemenin, onlardan farklı tatlar almanın yolunu açıyor dinleyene. Seksenler elektronik müziğinin ve yetmişler disko müziğinin izlerini taşıyan bu iki düzenleme bence çok da gerekli değilmiş aslında ama meraklısını memnun edebilir.


Albümün ruh haline uygun olarak siyah beyaz fotoğraflar ve minimalist bir tasarımla sunulan kapak kompozisyonu gayet güzel. Fotoğrafları çeken Elif Çakırlar ve Barış Aras ile kartonet tasarımını yapan Gözde Mutluer son derece yerli yerinde işler çıkarmışlar. Tıpkı albüme emek veren tüm müzisyenler, kayıtları yapan teknisyenler ve bizzat Sıla’nın kendisi gibi.

Sıla’nın bundan sonra bir başka yöne doğru yine beklenmedik bir adım atarak bizi şaşırtacağını düşünüyor ya da umuyorum diyelim. Onda ve ekibinde bu cesaret ve müzikal birikim var. Ne ki bundan sonra ne yaparsa yapsın, aslolanın şarkı olduğunu da gözden kaçırmaması gerekiyor. Özellikle beste konusunda kendisini tekrarlamaya başlar ve (“Çocuk” şarkısından alıntıyla) “özü kaybederse” hayal kırıklığımız büyük olacak zira. Dileriz bize bunu yaşatmaz. Çünkü bu albüm bir kez daha gösteriyor ki Sıla, iki bin onlu yılların kurak pop müzik çölünde bulunmaz bir vaha gibi. Umarım hep öyle kalır.         

EKİM 2012       
0
Share
“SEN ONUNLA HÂLÂ GÖRÜŞÜYOR MUSUN?”

“Boğulsam dertten çileden
Ümit eksilmez içimden
Korkmuyorum hiç ölümden
Yaşamaktan korkmuyorum
Bir Allah’tan korkuyorum

Sevgi dolu bir kalbim var
Sevilmezse derdim artar
Utansın o vefasız yar
Ben sevmekten korkmuyorum”

“Korkmuyorum”
Söz: Ali Tekintüre
Müzik: Mehmet Aslan
(“Yıllar Affetmez” albümünden)



1
Share
TEMAS – “BANA BİR YALAN SÖYLE”


2006’da yılında Tolga Yükseloğlu ve Savaş Ateşoğlu tarafından temelleri atılan Temas, Altuğ Özgün ve Murat Kanlı’nın katılmasıyla birlikte kendi şarkılarını yazmak ve çalmak üzere yola çıkmış bir grup. 2009 yılında “Hayata Dokun” adlı ilk albüm piyasaya çıktıktan kısa bir süre sonra solist değiştirmek zorunda kaldılar ve şu anki solistleri Alper Fıratlı gruba o günlerde katıldı. Temas kurulana kadar farklı gruplarda çalan ve sahne tecrübesi kazanan grup elemanlarının ortak noktası ise her birinin müzikten bağımsız işlerde çalışıyor olmaları. Halen iş hayatları ve müziği bir arada sürdürürken, bunun zamansızlık gibi ciddi bir sıkıntı yaratmasının dışında ekonomik olarak onlara sağladığı özgürlüğün müziklerine olumlu yönde katkı sağladığını düşünüyorlar.


0
Share
ÖMÜRLÜK ŞARKILAR


(Milliyet Sanat dergisi Ekim 2012 sayısında yayımlanmıştır.)

Bitti bitiyor, çıktı çıkıyor derken nihayet yılın ‘merakla beklenen’ klişesini en çok hak eden albümü, 32 şarkıcıdan 33 Orhan Gencebay yorumuyla, kulakları şenlendirmek üzere piyasada. Nicedir tane hesabı   albüm satan Unkapanı’dan bu kez kamyonla sevkiyat yapılıyor olması albümün yapımcısı tarafından Twitter’da fotoğraflanarak duyuruldu ve pahalı pastanelerin havalı çikolata kutularına benzeyen altın yaldızlı “Bir Ömür Orhan Gencebay” paketi müzik marketlerin baş köşelerine yerleşti.

‘Paket’ tabir ettim zira çift diskten oluşan albümün kallavi bir kitapçık da içeren kartoneti, piyasa muadillerine enine boyuna fark atıyor. Kitapçıkta Orhan Gencebay albüme emeği geçen herkesin tek tek ‘berhudar’ olmasını diliyor, sonra albüme emeği geçenler de duydukları onur ve mutluluğu, bu defa Orhan Baba’nın ‘berhudar’ olması temennileriyle dile getiriyorlar. Baba’nın 32 şarkıcıya tek tek teşekkürü ile 32 şarkıcının tek tek cevabı (aslında 31 çünkü Candan Erçetin o bildik serinkanlılığıyla yine susmayı tercih etmiş) eğer hepsini okumaya azmettiyseniz, havadan bir yarım saatinizi alıyor. Gerisi ise şarkıcıların illüstrasyon haline getirilmiş fotoğrafları ve şarkı sözleri, künyeleri… Gönül bir biyografi, bir diskografi, şarkıların ilk yayın tarihleri filan da olsun ister miydi?.. İsterdi elbet; ama yok.


Zarfı bırakıp mazrufa bakar isek şayet, epeyce şenlikli bir albümün sizi beklediğini söyleyebilirim. Arabeskçisinden türkücüsüne, popçusundan ‘rock’çısına bütün mahalle toplanmış, herkes karınca kararınca bir şeyler yapmış. Albüm birçok açıdan müzik tarihine not düşülecek şahanelikler içeriyor. Bir kere bildik bileli Ajda, Sezen, Nilüfer, Nükhet ve yoncanın beşinci yaprağı Zerrin’i bir araya getirebilen tek albüm Zülfü Livaneli’nin 35. Yıl albümüydü ki o da aslında bir konser kaydıydı. Bugüne dek yapılanlar içinde bu kadar kalabalık kadrolu ve bol şarkılı tek saygı albümü ise Ortaçgil’e aitti ama onda da büyük yüzdeyle alternatif isimler yer alıyordu ve haliyle ana akımı bu kadar göbeğinden yakalamıyordu. Oysa bu albümde her dönemde yeri sabitlenmişlerin yanı sıra Akalın, Ceceli, Yener, Ortaç ve illa ki Tarkan gibi bugünün çok satarları da vazife başında. Kadro öyle böyle değil yani. Bir  nevi asri zamanın fuar gazinosu gibi.


Taksilerde, dolmuş ve minibüslerde 45’lik plakların, kartuş kasetlerin çalındığı, en çok da Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur şarkılarının söz konusu toplu taşıma araçlarının şoför mahallinden ‘ful stereo’ yankılandığı o yılları hatırlıyor olmasam, o dönemde arabesk müziğe neden ‘minibüs müziği’ dendiğini anlayamayabilirdim bugün. TRT Denetleme Kurulu’na göre ise ‘yoz müzik’ti arabesk. Ya taşrada ya da kentlerin taşradan göç edenlere mesken olan eteklerinde, gecekondularında dinlenilir, klasikçisinden halk müzikçisine, ortak paydaları müzikte statüko olan bir kesim tarafından asla itibar görmezdi. Yıllarca da görmedi. Görmedi de ne oldu?.. Memleketin Kurtuluş Savaşından bu yana gördüğü belki de tek halk hareketi olarak arabesk, sadece bir müzik türü değil, bir yaşam biçimi, bir üslup, bir tarz, hatta abartmak gerekirse, bir ekol olarak aldı yürüdü. Sonra arkasından bir dönem yılbaşından yılbaşına televizyonlara çıkarılan, şarkıları ancak Polis Radyosunda çalınan arabesk müzik icracılarına iade-i itibar yapıldı, suyunu çıkarmak pahasına arabeske sahip çıkıldı.


Oysa Gencebay arabesk tabirine başından beri karşı çıkar, müziğini ‘serbest çalışma’ diye tanımlamayı tercih ederdi. Çünkü arabesk kelimesinin çağrıştırdığı Arap etkisinin tersine, halk müziği, alaturka ve dahi klasik batı müziğinin bir bileşeniydi üstadın peşinde koştuğu. O bizden birkaç fersah öndeydi, biz anlamadığımız o bileşime bir kılıf uydurma gayretindeydik. Nihayetinde uzlaştık ve Gencebay şarkılarının tam da bu albümle tescillendiği gibi ‘bir ömürlük’ olduğu gerçeğine, müzikoloğundan sokaktaki adamına dek herkes kanaat getirdi. Çalarken de, söylerken de, dinlerken de kimse saklamak/utanıp sıkılmak gereği duymuyor artık. Hep beraber severken bu şarkıları, bir de fena halde fark ediyoruz ki aslında başından beri, hep sevmişiz.

Tabii bu açıdan baktığınız zaman da bu albüm riskleriyle de beraber çıkıyor önümüze. Mesela Mustafa Sandal’dan bir Gencebay şarkısı dinlemek ister miyim sahiden, buna gerek duyar mıyım diye soruyorum ister istemez kendime. Ya da Volkan Konak’ın asla edebi ve şiirsel değil, olsa olsa Karadeniz şivesiyle şirin şiirlerinden birini daha dinlemek ister miyim bir Gencebay şarkısının orta yerinde bilmiyorum. “Kaderimin Oyunu”yla dans etmeye hazır mıyım acaba?.. Ya da Rafet El Roman’ın yirmi senedir düzeltemediği Türkçe telaffuzuyla en sevmelere layık Gencebay şarkılarından birine getirdiği ‘sesli harfleri sorunlu’ yorumuna?..


Bunlar ve benzeri birçok soru işaretini cebinize koyup, epeyce de mesai harcayarak bu upuzun albümü başından sonuna dinlediğinizde ise Tarkan’a, Yıldız Tilbe’ye, Duman’a, Manga’ya, Athena’ya ve elbette Nükhet’e, Ajda’ya bir daha, bir daha kulak kabartmak istemeniz çok muhtemel. İzel, Kutsi, Özcan Deniz, Şevval Sam, Yaşar ve Deniz Seki de peşlerinden gelebilir. Sibel Can ve Ebru Gündeş türün içinde yoğrulmuş iki solist olarak yeni bir şey vaat etmiyorlar. Nilüfer, Sezen ve Zerrin ise stüdyoya yorgun girmiş gibiler. Berkay belli ki ‘yapımcının sanatçısı’ kontenjanından albüme girmiş. İyi de olmuş zira yapımcının bir de aranjör-şarkıcısı var ki, ola ki o da albümde yer alsaydı, biz doğrudan sözün bittiği yere toslayabilirdik.   

Kartonetteki şarkı künyelerinde vokalistlerin adları yazılmamış. Ben mesela Demet Akalın’a vokal yapanı merak ettim en çok. Keşke yazılsaydı. Emre Aydın’ın son şarkılarından sonra “Bir Teselli Ver”de, Seksendört’ün bütün şarkılarından sonra “Dokunma”da da aynı derecede başarılı olduklarını söyleyebilmek mümkün. “Hayat Devam Ediyor” Emel Sayın için doğru şarkı değilmiş gibi duruyor. 


Zara ve Yıldız Usmanova ise gayet hakkını veriyorlar söylediklerini şarkıların ama gözler (daha doğrusu kulaklar) ister istemez bu tür kolektif albümlerin gediklilerini, mesela bir Ferhat Göçer’i, bir Yavuz Bingöl’ü de aramıyor değil. Olsalar bir türlü, olmasalar bir türlü, onu da benim kulağı yorgun dinleyici hezeyanlarıma verin. ‘Gedikli’ demişken, ister misiniz bu albümün konserinde Ömür Gedik sahneye çıkıp Orhan Gencebay taklidi yapsın?.. Düşük ihtimal; zira Gencebay’ın sahnede canlı şarkı söylememe gibi bir de prensibi var ki gazinolar zamanında önüne serilen servet değerinde tekliflere dahi düşünmeksizin hayır demiş, sadece bu prensibiyle bile ülke (hatta belki de dünya) müzik tarihinde eşsiz benzersiz bir yer edinmiş bir müzisyen Orhan Baba.

Her iki diskin sonunda da yer alan “Batsın Bu Dünya”nın koro icrası, albümün ‘bis’i olarak değerlendirilebilir. Sahiden bir konser olursa/olabilse sözgelimi, bu şarkının yeri tam da orası. Yalnız naçizane şunu söylemek isterim ki sevgili Orhan Baba; biz bu şarkıya hep bu dünyanın sahiden batmasını istediğimiz efkârlı anlarda bağır çağır eşlik ediyoruz. Yani o ‘barış için, insanlık için, kardeşlik için’ kısmında saklı hidayete hâlâ erebildiğimiz söylenemez. Ötesi fevkalade, o ayrı.

EYLÜL 2012
0
Share
“İKİ GÖZÜM KÖR OLDU! BANA BUNU NEDEN YAPTIN?..”

“Bu aşk beni del’ eyledi
Bir kötüye kul eyledi
Şu dünyanın dertlerine
Bu gönlümü yol eyledi
…
Bu aşk beni öldürecek
Ocağımı söndürecek
Biliyorum en sonunda
Dilden dile düşürecek”

“Giden Gençliğim (Bu Aşk Beni Del’ Eyledi)”
Söz –Müzik : Selami Şahin
 (“Son Ağlayışım” ve “Giden Gençliğim” albümlerinden)



3
Share
EUROVISION ŞARKI YARIŞMASI 
2. ÖZEL DANIŞMA KURULU TOPLANTISINDAN İZLENİMLER


Mesut Cemil henüz yayımlanmamış Eurovision kitabımı yazmaya koyulduğum günlerde sıklıkla karşıma çıkan isimlerden biriydi. 1963 yılında vefat eden alaturka müziğin çok önemli icracısı, akademisyeni ve eğitmeni ve dahi Ankara Radyosunda klasik koronun kurucusu Mesut Cemil’in Eurovision’la elbette bir ilgisi olamazdı. İlgisi olan İstanbul Radyosunda adının verildiği stüdyoydu. Seksenlerde birçok yarışmanın startının verildiği, finallerle ilgili toplantıların yapıldığı yerdi orası. Ve 2012 yılının ılık bir Kasım sabahında, yine Eurovision konulu bir toplantı için katılımcı olarak İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosunda bulunmanın benim için böyle heyecan verici bir tarafı da vardı.


3
Share
Daha Yeni Kayıtlar Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda


Photo Profile

Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci

1999 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.

Daha Fazla



Takip Et

  • Instagram
  • YouTube
  • Twitter
  • Facebook

Bu Hafta Çok Okunanlar

  • Kızım Seni "Peri Masalı"na Vereyim mi?
    Bir nesil onu “Baba” ya da daha yaygın bilinen adıyla “İstemiyorum Baba” ile tanıdı ama bizim nesil çok daha önce tanımıştı aslında. Henüz “...
  • Günün Şarkısı 21 Mart 2019
    Hakan Peker – “Bir Efsane” ‘70’lerden itibaren TRT televizyonunun eğlence programlarında illa ki bir dans grubu olurdu. En meşhur...
  • Portre: KÖFN ve Salman Tin
    Şortları ve beyaz çorapları ve şapkalarıyla iki genç adam Yoğurtçu Parkı’nın basketbol sahasında çalarmış ve söylermiş gibi yapıyorlar. Klib...
  • Bu Yazının Sahibi Benim!
    “Aman sakın ha şarkılarınızı noterden tasdikletmeden filanca kişiye dinletmeyin!”
  • "Senin Bana Borcun Var"
    Seher Çelik – “Hayat” Bayılıyorum Şehrazat’a… Müdanasız tavrına, dobralığına, lafını tak tak söylemesine, kafası kızdığında karşısındaki bab...

Arşivden

  • Suna Yıldızoğlu Röportajı
    Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
  • Neden Gittin Toplantıya?
    “Sapla saman hiç bu kadar birbirine karışmamıştı,” yazdım geçen gün Twitter’a. Sahiden öyle. İnsan ne düşüneceğini, neye inanacağını şaşıra...
  • Acıların Kadını Bergen
    Burada okuyacağınız bir yazı dizisidir. Bergen'in Acıların Kadını Bergen adıyla kitap haline getirilmiş hayat hikayesi ise bir belgesel...
  • İzlediklerim Ocak 2012
    ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
  • Oya Bora Röportajı
    "Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
Copyright © 2019 Yeter ki Müzik Olsun

Created with by Beauty Templates | Distributed by Gooyaabi Templates