(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sadece şöhretinin, popülerliğinin, soyadının arkasına sığınmamış, yaptığı işi başından bu yana çok ciddiye alarak müziğe çok emek harcamış bir yıldız Nazan Şoray. Gazino dünyasının kendine has kuralları içinde yetişip sonra ‘90’lar müziğinin bambaşka düzenine ayak uydurmak, oradan 2010’lu yıllara uzanıp kendini güncelleyebilmek, güne ayak uydurabilmek de başka türlü olacak şey değil. İşte yine yepyeni bir şarkı, güncel bir “sound” ile pırıl pırıl bir Nazan Şoray var karşımızda. Şoray’ın yeni teklisi “Steril Sevda”, geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı.
Teklide söz ve müziği Selahattin Erhan’a ait “Steril Sevda” adlı şarkının iki farklı versiyonu var. İkinci versiyonda Nazan Şoray’a Yunan pop yıldızı Stergios eşlik ediyor ve şarkıyı Türkçe-Yunanca bir düet olarak dinliyoruz. İlk versiyonda ise Nazan Şoray şarkıyı solo olarak seslendiriyor. Düzenlemeler Erdem Kınay tarafından yapılmış. (Şarkılarda duymaya pek de alışık olmadığımız “steril” kelimesinin şarkının içindeki anlamının yanı sıra şarkının bestecisi ve söz yazarı Selahattin Erhan’ın doktor olmasından kaynaklı saklı bir esprisi de var bu arada.)
Tam da yaz üzeri kulüplerin, plajların, radyoların “playlist”lerine rahatlıkla girebilecek, hareketli ritmi ve eğlenceli melodisi, gelip geçici, gündelik aşklara inat “steril sevda” arayanların diline slogan olacak sözleriyle bu şarkı Nazan Şoray’ın kendine has ses rengiyle de kulaklara yer edecek gibi görünüyor. Teklinin kapağından şarkının klibine dek her zamanki titizliğinin izlerini taşıyan bu yeni çalışmasıyla Nazan Şoray, yine nokta atışı yapıyor.
(17 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2004 yılında yayımlanan Gülay albümü “Adı Yok” için şu cümleleri kurmuşum: “Rahatlıkla yurt dışına da pazarlanabilecek bir etnik müzik albümü aslında bu. Gülay vardığı noktada artık bu tarzın üzerine gitmeli ve böylesi çalışmalara imza atmalı.”
Albümlerini yurt dışına pazarlama konusunda bildiğim kadarıyla bir çabası olmadı ama o albümün üzerine 2010 yılında “Aşkname” gibi bir nefis bir albüm daha koyarak, bu konuda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi Gülay. (Tabii arada 2006 yılında yayımlanan ve onun sesinden türkü dinlemeyi sevenleri memnun edecek “Dalgalar” albümü de var.)
Beş yılı aşkın bir aradan sonra piyasaya sürülen yeni albümünde ise Gülay bir kez daha, daha önce söylenmiş şarkılardan oluşan bir repertuvarla çıkıyor karşımıza. Geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlanan albüm “Gri Şarkılar” adını taşıyor.
Herkesten değil ama Gülay’dan bildik şarkıları dinlemek asla can sıkıcı değil; aksine heyecan verici. Zira diğer albümlerinden de aşina olduğumuz üzere Gülay en eskitilmiş şarkıyı bile yeni kılmayı, kendine has ve farklı hale getirmeyi başarıyor. Hem çok iyi müzisyenlerle çalışarak, çok iyi düzenlemeler ve icralarla sağlıyor bunu, hem de şahsına münhasır şarkı söyleme stili ve o stilde doğru tınlayacak şarkıları seçebilmesiyle.
Bakın mesela albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Mucize”ye. Ajda Pekkan gibi niteliği tartışılmaz bir yorumcudan, Müslüm Gürses gibi karakteristik bir sesten ve de şarkının asıl sahibi, yazanı ve haliyle de duygusunu en iyi bileni Tuna Kiremitçi’den sonra Gülay, kelimenin tam anlamıyla yeni bir “Mucize” yaratmış ve şarkı asıl şimdi söylediklerini anlatabilir hale gelmiş gibi. Bir başka örnek daha vereyim: Hadi koyun Özcan Deniz’i bir kenara, Nükhet Duru gibi üzerine asla gül koklamayacağım bir şarkı anlatıcısından sonra kim söylese dinleyebilirdim “Beni Affet”i? Ya da söylene söylene sahiden suyu çıkarılmış “Kimse Bilmez” bir kez daha dokunabilir miydi kalbe?
Hüsnü Arkan’ın “Kadınımsın, ecemsin, yarınımsın, nazımsın…” gibi “erkek ağzı” kelimeler barındıran “Senin Gibi”si, Ortaçgil’in ismi Ege olan kızına yazdığı “adı denizden gelen kızım” cümlesinden anlaşılan “Kızıma”sı gibi asıl sahibinin kimliğini açık eden şarkıları da albüme almış Gülay. Bu bir cesaret. Buna karşın şahsen benim bir “cover” albüm için kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek Keremcem şarkısı “Son Bir Kez” ile Burak Aydos şarkısı “Beni Verme Ellere”yi repertuvara almak da bir başka cesaret. Alpay’dan bu yana her nedense kimsenin yeniden seslendirmediği “Yanımda Kal”ı bu albümde görmek ise benim için sürprizin büyüğü oldu. Bir şarkının nasıl baştan ayağa yeniden yaratılabileceğinin en “baba” örneklerinden biri olabilir “Yanımda Kal”ın bu düzenlemesi ve yorumu.
Cemali’nin artık klasikleşmiş “Duymak İstiyorum”u, İlhan Şeşen’in yine epeyce dilde dolaşmış “Sensiz Olmaz”ı, Grup Merdiven’in “Hasretler Ayrılıklarla Başlar”ı ise albümdeki diğer şarkılar.
Albümün düzenlemelerine Hüseyin Cebişçi, Gökhan Varol, Cihangir Aslan ve Evren Arkman imza atmış. Tamamen akustik düzenlemeler ve kayıt, albümü başından sonuna iyi bir ses düzeninin olduğu bir salonda, canlı bir konser izlermişçesine dinlemenizi sağlıyor.
Çok farklı iklimlerde müzisyenlerin şarkılarından derlenmiş bu seçkide, o farklılığı kendi ortak paydasında bir bütünlüğe ulaştıran rengin gri olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, albümün adını “Gri Şarkılar” koymuş Gülay. Kerem Yılmaz tarafından çekilmiş fotoğraflar ve Berkcan Okar’ın kartonet tasarımı da bu temayı bütünlüyor. Renkbilimciler gri rengi için iyi şeyler söylemezler ama bu albüme bundan daha yakışan bir başka isim bulunabilir miydi onu bilmiyorum.
Gülay’ı ve albüme emek veren tüm müzisyenleri tebrik etmek lazım. Hem müzikal niteliği yüksek, hem de kişilikli ve kalıcı bir işe imza attıkları için.
(10 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
‘70’lerden bu yana sayısız oyuncu şarkıcılığa soyunmuş, gazino sahnesine çıkmış, albüm yapmışken ve de sayısız Sezen Aksu şarkısı defalarca ama defalarca yeniden söylenmiş iken ne yalan söyleyeyim, “Bergüzar Korel, Sezen Aksu şarkılarından oluşan bir albüm yapıyor” haberi benim açımdan çok da heyecan verici değildi. İşin içinde Aykut Gürel olduğunu duyunca da şaşırdım ve açıkçası pek de konduramadım. Bir gece vakti posta kutuma düşen albümü dinlemeye başlayınca ise tam anlamıyla ters köşeye yattım.
Geçtiğimiz günlerde İrem Records etiketiyle piyasaya sürülen “Aykut Gürel Presents Bergüzar Korel” adlı albüm, Sezen Aksu’nun 1977-2008 yılları arası, yani 30 yıllık bir zaman diliminde yazdığı şarkılar arasından seçilmiş 12 şarkı ile oluşturulmuş evet ama bu şarkılar bildiğimiz hallerinden oldukça farklı bir formda, bir biçimde çıkıyor karşımıza. 2006 yılında bir albüm dolusu Sezen Aksu şarkısı tamamen Batılı bir bakış açısıyla düzenlenmiş bir biçimde ve İngilizce sözlerle Kanadalı şarkıcı Karine Hannah tarafından seslendirilmişti. Yakın zamanda ise İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın Aksu bestelerinden oluşan konserine şahit olduk, konserin albümünü dinledik. Ağırlıklı olarak alaturka tınılar taşısa da Aksu şarkılarının evrensel müzikal formalara aktarılabilirliği konusunda iyi kötü bir fikrimiz vardı. Söz konusu şarkıların caz kalıplarında çalınıp söylendiğini duymak ise bu albüme nasip oldu.
Bu şarkıları caz formunda düzenlemek neresinden baksanız tek başına bir iddia. Ve projenin fikir babası Aykut Gürel, albümde birlikte çalıştığı Cem Tuncer, Ediz Hafızoğlu, Siney Yılmaz ve de Volkan Topaloğlu ile birlikte bu iddiayı üstleniyor haliyle. Gelin görün ki albümün baş aktristi Bergüzar Korel, son derece iddiasız bir biçimde adım atıyor şarkıcılık macerasına. Bırakın bir caz vokali, bir şarkıcı olduğu iddiasına bile kalkışmadan, alabildiğine sade, duru ve sakin bir biçimde ses veriyor şarkılara.
Caz dediysem de öyle atışmalı emprovizasyonlar, enstrümanistlerin virtüözitelerini sergilediği uzun uzun sololar, karmaşık akor düzenleri, çoklu ritimler filan gelmesin hemen aklınıza. Tam tabiriyle “smoothjazz” bir albüm bu. Kolay dinlenilebilir, gündelik hayatın herhangi bir diliminde, mesela gece saatlerinde, belki bir kadeh bir şey içip sevdiklerinizle sohbete koyulmuşken, bir akşamüstü kulağınızda kulaklık, şehrin caddelerini turlarken ya da kumsalda şezlonga uzanmış kitap okurken size eşlik edebilir bir albüm. Tam da bu niyetle yola çıkılmış zaten ve sonuç amacı karşılamış.
Bu pencereden baktığınızda düzenlemeler ve icralar şahane. Bergüzar Korel pürüzsüz, çapaksız bir solist olarak projeyi bütünlüyor. Elbette bu acılı, ağrılı, hatta kimisi kanlı bu şarkılar çok başka bir biçimde de (sözgelimi Korhan Futacı ve Kara Orkestra’nın “Ben Sana Vurgunum” şarkısına yaptığı gibi) düzenlenebilir, söylenebilirdi. Elbette Bergüzar Korel’in temiz şarkı söyleme çabası içerisindeyken oyunculuğunu büsbütün unutmak yerine şarkı sözlerinin ruh halini sesine yansıttığını duymak işe başka bir ruh katabilirdi (misal “hani büklüm büklüm boynunda, hani paramparça ruhunda” cümleleri bu kadar mütebessim dökülmezdi ağzından o vakit.) Çünkü proje ne kadar “easy listening” olsa da, şarkıların kimi öyle değil; özellikle de sözler bakımdan. Yani işin o noktasında (belki sadece şarkı sözleriyle bencileyin patetik bir ilişkisi olanların umursayacağı) bir çelişki var ki bu çelişki dediğim şey, “İzmir’in Kızları”, “Kaçın Kurası” gibi kimi şarkılarda zerre kadar söz konusu değil; tam tersine solistin pozitif tınısı bir avantaja dönüşüyor.
Kaldı ki Bergüzar Korel’den bir Billie Holiday, Bir Nina Simone acı sosu beklemek de snopluk olur. Şimdilik ses rengi ve kalitesini, derli toplu şarkı söyleme biçimini ve bunların da ötesinde bu projede yer alma cesaretini önemsemek lazım. Üzerine daha fazla konuşmak için, müzikte bundan sonra yapacaklarını beklemek durumundayız. (İlla acı sos sevenler de Muazzez Abacı’nın yine tamamı Sezen Aksu şarkılarından oluşacak albümünü beklemek durumunda.)
Alkışın büyüğü ise cesaretin büyüğünü gösteren Aykut Gürel’e aslında. Popüler piyasasının içinde bilenmiş bir müzisyenin şimdi aynı piyasaya böylesi bir alternatif öneri sunması, hele ki bu zamanda, hiç de hafife alınacak bir şey değil.
Müzikal niteliği yüksek, kapağından kartonet tasarımına dek incelikli, özenli, usta işi ve sıra dışı bu albümün benzer yeni albümlere, farklı denemelere, cesur başka işlere kapı açması ise bırakın müzik yazarlığını bir tarafa, bir dinleyici olarak benim en büyük dileğim.
(2 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2005 yılında piyasaya çıkan ilk albümü “50/50” ile tanıştığımız Redd, o zaman bu zaman hep iyi albümler yapmakla kalmadı, her albümde müziğinin üzerine bir şeyler katarak ilerledi. 2012’de yayımlanan “Hayat Kaçık Bir Uykudur”, grubun başından beri değişmemiş kadrosunun son albümü oldu. Biraz da kavgalı gürültülü bir süreçten sonra Redd yoluna üç kişi olarak devam etme kararı aldı ve Doğan ve Güneş Duru kardeşler ile Berke Özgümüş’ten oluşan bu kadronun yayımladığı ilk albüm, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. “Mükemmel Boşluk” adı verilmiş albüm, Pasaj Müzik etiketi taşıyor.
Redd’in en önemli özelliği, bizim memlekette her nedense çok da dert edilmeyen “albüm bütünlüğü” meselesini en başından bu yana sürdürebiliyor olması. Her albüm hem müzikal içerik, hem de “sound” olarak bir başka iklim, bir başka doku, bir başka atmosfer taşıyor. “Şu albümdeki şarkıyı bu albüme de koysak fark etmezdi,” diyemiyorsunuz mesela. Bu, Türkiye şartlarında müzik yapan bir grup için altı kalın kalın çizilmesi gereken bir kifayet. Bakın Ekşi Sözlük’te bibidubabidu “nickname”li kullanıcının şu cümlelerine: “Bu adamlar şarkı, yapmıyor, albüm yapmıyor; bu adamlar yeni dünyalar yaratıyorlar içine girmemiz için. Her bir şarkı, her bir albüm ayrı dünyalar. Kendimi Redd'in yarattığı paralel evrende yaşıyorken buluyorum çokça.”
Grubun eksilmesinden sonra müziğinin de eksilmesi muhtemeldi elbette. Nitekim üzerine çok fazla yazılıp çizilen “Mükemmel Boşluk” albümü ile ilgili okuduğum yorumların büyük kısmı bu albümün diğer Redd albümlerinden farkını buna bağlıyor. Oysa grubun 2005’ten bu yana yaptıklarına baktığınızda, bu değişimi grubun eksilmesinden bağımsız bir doğal sürecin sonucu olarak görmek de mümkün ki aslında “Hayat Kaçık Bir Uykudur” albümü bunun sinyallerini ziyadesiyle veriyordu.
Bir kere her şeyden önce en ince detayına kadar düşünülmüş, hiçbir ânı “bu da böyle oluversin,” diye geçiştirilmemiş, tabiri caizse oya gibi işlenmiş bir albüm bu. Teknik açıdan handiyse kusursuz ve dünyadaki emsallerini aratmayacak kalibrede. Doğan Duru az bulunur nitelikte bir solist ve şarkı yazarı; bunu teyit etmek için bırakın bugüne dek yazdığı ve söylediği şarkıları bir kenara, sadece “Kanıyorduk”u dinlemek bile yeterli (özellikle de Duru’nun adeta kendi kafa sesiyle düet yaptığı nakarat kısmı her babayiğidin harcı değil.)
Bazı şarkı sözleri, alışageldiğimiz Redd şarkılarına kıyasla daha “light” dursa da, albüm başından sonuna distopik bir atmosferde ilerliyor. “Bugün Herkes Ölsün İstedim”, “Sextronot”, “Boşlukta Dans” bu atmosferin en yoğun hissedildiği şarkılar. Ona keza albümün kapak tasarımı ve çıkış şarkısı olan “Aşk Virüs”ün klibi de öyle (grubun sosyal medyada ilk paylaştığı kapak tasarımı bence daha çarpıcıydı bu arada.) Elektronik öğelerin ağır bastığı düzenlemeler, bu distopik, fütüristik atmosferin baş tetikçisi kuşkusuz.
“Aşk Virüs” ve “Kalpsiz Romantik”, ortalama dinleyiciye daha yakın durabilecek şarkılar. Bir önceki albümün bence paha biçilmezi “Beni Sevdi Benden Çok” un bu albümdeki karşılığı “Hâlâ Seni Çok Özlüyorum” olabilir. Rahatlıkla bir senfoni orkestrasınca çalınabilecek nitelikte bir şarkı bu.
Öte yandan şarkılar her kadar aşk temasını odak almış gibi gözükse de, ince göndermelerle bezeli. Misal Kafka etkisi sadece “Kafakafka” adlı şarkıda kendini göstermiyor, bütün albüme sızıyor (ki bu şarkı albümdeki en belirgin politik göndermeli şarkı ayrıca.) “Sextronot”daki “Space Oddity” göndermesi ve “Bugün Herkes Ölsün İstedim”de apansız karşımıza çıkan Laurie Anderson’ın sesi ise küçük sürprizler yapıyor dinleyene.
Yılın en iyi albümleri listesine şimdiden dâhil edilebilir “Mükemmel Boşluk”. Çıta bu kadar yükselmişken listeye başka neler koyabileceğimizi ise açıkçası merak ediyorum.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.