(20 Ekim 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sahnede yerine göre “performer” yerine göre “entertainer” olabilen, adeta sahne için yaratılmış bir şarkıcı Zeliha Sunal. O kalibrede az şarkıcı albümlere, stüdyo kayıtlarına sığdırabilir performansını. Nükhet Duru da öyledir mesela. Ne yapsa milyonlar satan albümleri olmamıştır hiç. Onu illa ki sahnede izlemek gerekir.
Zeliha Sunal’da da biraz bu durum var. Bugüne dek bir dolu albüm, şarkı yaptı ama işin o tarafında sahnedeki gücünü tam anlamıyla gösteremedi. Çünkü sahne üzerinde iki-üç saat boyunca, geniş bir repertuvar, şov ve performansla yaratılan o etkiyi iki-üç dakikalık bir şarkıyla, tek bir türle, tek bir stille kısıtlamak, sınırlamak neresinden baksanız zor. Bundandır ki albümleri milyonlar satmasa da yıllardır sahne için en çok talep gören isimlerin başında gelir Zeliha Sunal.
Sunal’ın yeni teklisi “Geçti”, geçtiğimiz günlerde TMC etiketiyle yayımlandı. Sirel’in söz ve müziğine imza attığı şarkının düzenlemesi Murat Yeter tarafından yapılmış.
Şarkı sözleri kırık, buruk, can acıtıcı bir hikâye anlatıyor aslına bakarsanız. Ama tuhaf bir şekilde üzmüyor dinleyeni. Hani üç cümle daha devam etse, “geçerse geçsin, bunun daha yarını var,” diyecekmiş gibi. Bunda düzenlemenin payı büyük. Çok ağdalı, çok ağır, tabiri caizse “damar”dan girmek yerine, tam ters köşeden yürümüş Murat Yeter düzenlemeyi yaparken. Onun artık alamet-i farikası haline gelmiş vurmalı ve nefesli sazlarla yarattığı kompozisyon, Zeliha Sunal’ın tam dozunda yorumuyla birleşince ortaya “Akdenizli” bir şarkı çıkmış. Şarkının klibinin nefis bir Akdeniz-Ege atmosferinde çekilmiş olması boşuna değil.
Zeliha Sunal diskografisinin en parlak işlerinden biri olabilir bu şarkı. Hem sesine çok yakışmış, hem de kıdemine, müzik piyasasındaki duruşuna.
(20 Ekim 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Dört başı mamur bir şarkıcı, bir müzisyen Aliye Mutlu. Dans eğitimi, Türk müziği eğitimi ve de opera – şan eğitimi üzerine bir dolu deneyim; reklam müzikleri, film ve dizi şarkıları, oyunculuk… Birinden birinde ya kendisine ya da sesine denk gelmişsinizdir mutlaka. Yanı sıra 2011 yılında yayımlanmış ilk teklisi “Aşk Kokusu”, peşi sıra gelen “Bir Düş Kurdum” adlı albüm ve 2015’te de “Emrivaki” adlı teklisiyle popüler müzik kulvarında da varlık gösterdi Aliye Mutlu.
İnternette şöyle bir gezindiğimde, Mutlu’nun Battlefield 1 adlı bilgisayar oyunu sayesinde yakın geçmişte hem yurt içi hem de yurt dışında epeyce popülerlik kazandığını gördüm. Bilgisayar oyunlarıyla hiç ilgim olmadığı için anlamakta zorlandım önce. Sonra gördüm ki bu oyunda Mutlu’nun seslendirdiği Makedonca bir şarkı kullanılmış. Aslında bundan kendisinin de sonradan haberi olmuş zira Hollandalı bir firmanın ses kütüphanesine bıraktığı kayıtlardan biriymiş bu ve ticari kullanıma açık bu kayıt, oyunu üreten firma tarafından tercih edilmiş.
Aliye Mutlu Bulgaristan doğumlu. Bundandır ki Balkan gırtlağını kullandığı şarkılar sesinde çok farklı, çok etkileyici tınlıyor. Nitekim Battlefield oyununda kullanılan “Zajdi Zajdi” de dinleyenin tüylerini diken diken eden türden bir ağıt.
Aliye Mutlu’nun geçtiğimiz günlerde TMC etiketiyle yayımlanan yeni teklisi “Kaktüs” ise bir pop şarkısı ve popun kendi matematiği doğrultusunda yazılmış, seslendirilmiş bir şarkı. Buna karşın Mutlu, müzikal becerisiyle bu şarkıyı da sıradan pop şarkılarından farklı bir yere taşımış.
Öncelikle Aysuda Ülkü Zeren’in sitemkâr ama “atarlı” değil, kızgın ama “çemkirmeyen” şarkı sözleri… Sonrasında akılda kalıcı ama pop şarkılarının yegane döngü ve tartımlarından çok farklı bir melodik yapı… Üstüne temiz bir şarkıcılık ve şarkının sonlarına doğru karşımıza çıkan doğaçlama ses oyunu.
Popüler piyasanın içinden bir yerden ses verirken bunu ucuza kaçmadan yapabilmek de mümkün. Aliye Mutlu “Kaktüs”le en çok bunu gösteriyor.
(20 Ekim 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
2012 yılında O Ses Türkiye’nin ikinci sezonunda yarışmacı olarak boy gösterdiğinde henüz 17 yaşında bir lise öğrencisiymiş Uğur Etiler. İlk performansında sesi ve şarkı söyleme biçimiyle Murat Boz ve Hadise’nin ilgisini çekmeyi ve Murat Boz’un ekibine girmeyi başarmış.
O ilk gecede hayatına müzikle devam etmek istediğini söyleyen Uğur Etiler, aradan geçen beş yılın sonunda ilk teklisiyle, profesyonel bir şarkıcı olarak çıktı karşımıza. Garaj Müzik etiketiyle yayımlanan “Yaktım Gemileri” adlı şarkının söz ve müziği Uğur Etiler’e ait, düzenleme ise Birkan Şener ve Gökçe Turan imzası taşıyor.
Halen konservatuar öğrencisi olan Etiler, Fazıl Say’ın kurduğu Nazım Hikmet Korosu’nun da bir üyesiymiş ve hatta (gelen basın bülteninden anladığım kadarıyla) bu yüzden Fazıl Say, sosyal medyada paylaştığı bir iki övgü cümlesiyle bu ilk şarkının “PR”ına küçük bir katkıda bulunmuş.
Daha “ergen” denebilecek yaşta kurduğu hayalleri milyonlarca insanın izlediği bir televizyon şovunda anlatmış ve sonrasında gerçekleştirebilmiş olması mutluluk verici. O ilk görüntülerini izleyip sonra bir de bugün geldiği noktaya bakınca ben oturduğum yerde sevinç duydum. Buraya kadar her şey şahane. Kaldı ki Uğur Etiler hiç müzik eğitimi yokken dahi, o acemi haliyle bile çok doğru düzgün şarkı söylüyor imiş. Bugün geçen zamanın üzerine kattıklarıyla da birlikte yine gayet iyi şarkı söylüyor. Ancak “Yaktım Gemileri” onun bu vasfını aman aman gösterebileceği bir şarkı değil.
Buram buram ‘90’lar kokan, ‘90’ların “ciklet” şarkılarını andıran bir şarkı “Yaktım Gemileri”. Öyle ki “Gözünü seveyim,”dediği yerde “seni gidi fındıkkıran,” diye devam etmesini bekliyorsunuz. Buna karşın düzenleme tam da bugünlerin “sound”undan izler taşıyor. Belli ki Uğur Etiler, hayranı olduğunu söylediği Gökhan Türkmen’den ziyade Murat Boz’un yolundan gitmeyi tercih etmiş bu ilk teklisinde. Öyle olunca da onu emsallerinden ayıracak, dikkat çekecek, ilgi uyandıracak bir fark, bir çeşni yaratamamış. Müzik bu kadar hızlı pazarlanıyorken fark yaratmak giderek zorlaşıyor belki ama bir o kadar da zorunlu hale geliyor. Buna kafa yormak lazım.
(20 Ekim 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sesi güzel, aralığı geniş, tınısı farklı olmak, sesini iyi kullanmakla “iyi şarkı söylemek” aynı şey değil. Bunu bin kere yazsam yeri. Özellikle son dönemde alternatif müzikte tanış olduğumuz gencecik çocukları övgüye boğarken bu cümleyi de araya sıkıştırmak lazım zira.
Ben Sena Şener’i dinleyemiyorum. Başından beri sesini çok sevdim, sesinin en sakin şarkıda bile yırtıcı tınısını, sesini kullanma biçimini, karakteristik vurgularını çok sevdim. Ama ya diksiyon? Bütün sesli harfleri kulağa batacak kadar bozuk. Özellikle de “e” ve “a” harflerini telaffuzu. Sosyal medya hesaplarında hakkında yazılan bilgilere baktığım zaman bir yurt dışı macerası göremedim. Şayet yoksa gerçekten, bu diksiyon sorununun da bir mazereti yok demektir. Artık “amatör” olarak da adlandıramayacağımıza göre, Sena Şener’in benzersiz ve çok parlak bir şarkıcı olma yolundaki bu handikabı bir an önce bertaraf etmesi gerekmez mi?
Bunu bir kenara koyalım… Sena Şener, bundan yaklaşık iki sene önce internet üzerinden adını duyuran genç isimlerden biri. Önce amatör video ve ses kayıtları, ardından Sofar ve B!P performansları ve 2016 başlarında Mahmut Orhan’la birlikte kaydettiği “Feel”le gelen tanınırlık. İlk profesyonel anlaşma ve Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya çıkan ilk tekli “Bak Bana” ise 2016 sonuna tekabül ediyor. Sonrasında “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesinde Kiremitçi ile birlikte seslendirdiği “Birden Geldin Aklıma” Şener’in tanınırlığına biraz daha ivme kazandırdı. 2017 Mayıs ayında ikinci teklisi “Ona”yı yayımlayan Sena Şener’in geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan üçüncü teklisi ise “Sevmemeliyiz” adını taşıyor.
Daha önceki iki şarkısı gibi bu şarkının da söz, müzik ve düzenlemesi Sena Şener’e ait. Her şeyden önce çok etkileyici, çok çarpıcı, ilk dinleyişte iz bırakan şarkılardan. Sena Şener’in söylediği her şarkı sesinin duyulduğu ilk anda dinleyiciyi kavrayıp içine alabiliyor; bu da çok ender bulunan bir şarkıcılık mucizesi ki bu şarkıda da aynı şey oluyor. Şarkının melodik yapısı pekâlâ “blues” ama düzenleme yerli kulaklara daha yatkın bir yerden ilerliyor.
İlk paragraflarda bahsettiğim çekince üzerine çalışır ve “Sena Şener müthiş yaaa”cıların yarattığı “oyuncak zaferlere” itibar etmezse (ki o yaşta bunun kolay olmadığını kabul ediyorum), Sena Şener’in yakın geleceğin en parlak yıldızlarından biri olması an meselesi. “Söylemişti,” dersiniz.
(2 Ekim 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Müziğe o kadar uzun süre ara verdi ki bir nesil onu sadece tiyatro oyuncusu olarak tanıdı, bildi; aynı zamanda şarkıcı da olduğunu ancak eski plaklara meraklı olanlar keşfedebildi. Hatta, çok iyi hatırlıyorum, 2005 yılında eski şarkılarının yeniden basıldığı “En İyileriyle Işıl Yücesoy” albümü çıktığında yapılan tanıtım gecesinde “Kızım bu gece beni ilk kez sahnede şarkıcı olarak seyrediyor,” diyerek herkesi duygulandırmıştı. Şarkı söylemeyi, sahnede şarkıcı olarak da var olmayı çok sevdiğini o gece görmüş, sonrasında da defalarca buna şahit olmuştum.
2016 yılında yepyeni bir albümle şarkıcılığa geri döndü Işıl Yücesoy. Zamanı geri sardı, kaldığı yerden devam etti. Onun şarkı söylemesinin hem dinleyiciye hem de müziğe nasıl bir kazanç olduğunu bir iyice anlayıverdik o sıra. Ve geçtiğimiz günlerde bu defa iki şarkıdan oluşan bir tekliyle çıktı karşımıza. Ossi Müzik etiketiyle yayımlanan tekli “Hayat Herkese Aynı” adını taşıyor.
Tekliye adını veren şarkının söz yazarı ve bestecisi Sadettin Dayıoğlu. Yücesoy’un albümünün açılış şarkısı “Ben Daha Büyümedim” de ona aitti ve o şarkı tek başına Dayıoğlu’nun nasıl yetkin bir şarkı yazarı olduğunu gösteriyordu. Nitekim bu şarkı da şüphe götürmüyor; Sadettin Dayıoğlu kalemi, üslubu, duygusu ve felsefesiyle her bakımdan çok sağlam şarkılar yazıyor. Bunun kadar önemlisi de yazdığı şarkı şarkıcısına cuk oturuyor. Tıpkı “Hayat Herkese Aynı”da olduğu gibi.
Şarkıyı duyduğum ilk anda tüylerim diken diken oldu ve ne zaman dinlesem yine aynı şey oluyor. Yaş almış, yaşamış, görmüş, duymuş, hissetmiş olmanın bütün olgunluğuyla her kelimenin hakkını veren, her cümlenin ne demek istediğini dinleyene iliklerine kadar hissettiren yorumuyla Işıl Yücesoy adeta devleşiyor. Sesinin zaten çok etkileyici rengi ve tınısı, oyunculuk gücü ve şarkıcılık performansıyla birleşip daha bugünden klasik kabul edilebilecek bir şarkıya dönüşüyor.
Teklinin diğer şarkısı (B yüzü mü demeliyim?) ise “Neden?” adını taşıyor. Sözleri Sacit Şerbetçi’ye ait şarkının bestesini Işıl Yücesoy yapmış. Düzenleme ise diğer şarkının da düzenlemesini yapan Tansel Doğanay’a ait. “Neden?” de tıpkı “Hayat Herkese Aynı” gibi melodisi güçlü, sözleri dokunaklı bir şarkı.
Ne var ki iki şarkı yetmiyor. “Daha fazlası olsa keşke,” diyorsunuz. Tadına bayıldığınız bir yiyecekten biraz daha, biraz daha yemek istersiniz, kendinizi alamazsınız ya. Bir bakarsınız bitmiş, tabak boş. İşte iki şarkıdan öyle kalıveriyorsunuz.
Dünyada örneği çok, bizde ise neredeyse yoktur. Bazı şarkıcılar müziğin güncel eğilimlerinin, dönemsel değişimlerinin dışındadırlar. Popülerlik üstüdürler artık; başka bir yerdedirler. İtalya’da Mina öyledir mesela. Amerika’da Barbra Streisand öyledir. Kimse onların pop müzik piyasasındaki gençlerle aşık atmasını beklemez. Bir yerden sonra yaptıkları her albüm prestij albümüdür, klasiktir. Bir tek rahmetli Ayten Alpman yakalayabilmişti Türkiye’de bunu, ne yazık ki devamını getiremedi.
Işıl Yücesoy şarkı söylesin. Hep söylesin, daha çok söylesin. Bu tekliyle de bir kez daha anlıyoruz ki bizim ona çok ama çok ihtiyacımız var.
(11 Eylül 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Türküler siyasidir. En hoppası, eğlencelisi bile öyledir; bir derdi vardır her türkünün çünkü. Gelin görün ki türküler siyasetler üstüdür de aynı zamanda. Bu coğrafyada yerleşmiş, yaşamış, kimi hüküm sürmüş, kimi sürülmüş, öteki azınlık, beriki çoğunluk olmuş, bazen de yok olup gitmiş dilleri, dinleri, gelenekleri, adetleri, ırkları, toplulukları, kavimleri kayıttan şarttan, önyargıdan, ayrımcılıktan azade yaşar türkülerde. Ve sevilir. Ve benimsenir. Kardeş Türküler tabiri bir grup adı ya da bir proje olmanın çok ötesindedir bu yüzden. Türküler gerçekten “kardeş”tir.
Bir halay bir Egeliyi coşturabilir, bir bozlak bir Karadenizliyi nasıl üzerse. Bir Güneydoğu Anadolulu horon tepebilir, bir Çukurovalı nasıl 9/8’lik bir havayla göbek atabilirse. Kaba bir özettir bu ama doğrudur. Bu hep böyle olagelmiştir bin yıldır. İşte bizim Kardeş Türküler de yıllarca resmi ideoloji tarafından sterilize edilmeye, tektipleştirilmeye çalışılmış bu kardeşliğin gayri resmi tarihini belgeliyor her bir albümüyle. Kardeş Türkülerin yeni albümü “Yol”, geçtiğimiz günlerde Kalan Müzik etiketiyle piyasaya çıktı.
İlk kez 1993 yılında Boğaziçi Üniversitesi Folklör Kulübü tarafından hazırlanan bir konser çalışması olarak hayata geçen Kardeş Türküler projesi, 1997 yılında bir albümle geniş kitlelere ulaştı. O albümün ardından ikisi film müziği olmak üzere altı albüm daha yayımlayan ve hem yurt içi hem de yurt dışında sayısız konser veren, ödüller kazanan ve çok sayıda dayanışma projesine de imza atan topluluk, yeni albümünde de türkülerin kardeşliğini anlatmaya devam ediyor.
Albümde 13 türkü var bu türküler yine Kafkasya’dan Balkanlara, Mezopotamya’dan Anadolu’ya dek uzanan kadim coğrafyadan derlenmiş. Kimileri yazanı belli besteler, kimileri ise geleneksel. Hem düzenlemeler hem de icralar çok kalabalık bir ekibin elinden çıktığı için burada tek tek sıralamak mümkün değil ama bilenler bilir, Kardeş Türküler başından beri ülke müziğinin görüp göreceği en kolektif işlerden biridir ve bu bile tek başına hem çok zor, hem de bir o kadar değerlidir.
Albüm Cem Karaca’nın yazdığı ve ilk kez 1974 yılında plağa okuduğu “Beyaz Atlı” ile başlıyor. Feryal Öney’in bir çığlık, bir çığ, bir çağlayan, bir kasırga (ne derseniz deyiniz) etkisiyle çınlayan sesi ve gürül gürül akan düzenleme daha albümün ilk dakikalarında yakalıyor dinleyeni. Arkası geliyor sonra. Kürtçe “Halâle”, Çerkesçe “Kayderi Ğogum”, Ermenice “Hanene”, Bir Çerkeş Türküsü “Kalk Gidelim”, şarkıları Türkiye’de de çok sevilmiş Lübnanlı müzisyen Rahbani’nin “Ala Del’una”sı ile bizim meşhur “Evlerinde Lambaları Yanıyor” türküsünün müthiş bileşimi albümün ilk yarısını tamamlayan türküler.
Alevi dedesi Ali Murtaza’dan “Eşrefoğlu Al Haberi”, Söğüt’ten “Bir İncecik Duman Tüter”, Karadeniz Rumcası ile Aitents’ Eparapetanen, Boşnakça “Mito Bekrijo”, Kürtçe “Sebahul Xeyr”, Zazaca “Gulê” ardı ardına geliyor ve Kilis türküsü “Karanfil Deste” gider ile de albüm kapanıyor.
Tabii her Kardeş Türküler albümünde ya da konserinde olduğu gibi yine seçilen türküleri arka arkaya dinlerken ne bölge, yöre kalıyor, ne dil, ne din, ne de başka bir sınır, köşe. İnsan olmanın ortak hissinde, hüznünde, sevincinde, insanın yine insanla, kimi zaman da doğayla, hayatla verdiği sınavın derininde bir yerlerde gülerek, ağlayarak buluşuyoruz yine. Bu hayat bilgisini heybesine doldurmuş muazzam müzikal zenginliğin bugünün kayıt ve icra imkânlarıyla çalınmış, söylenmiş ve bir albüm kadarına sığdırılmış müthiş lezzetiyle.
Ortak değerlerimizin sistematik olarak aşındırıldığı, ortak hafızamızın bir plan dâhilinde silinmeye çalışıldığı, tarihin yalanla yeniden yazıldığı bir zamanda, dinlemek ve edinmenin ötesinde, sahip çıkılması gereken bir albüm “Yol”.
(6 Eylül 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Her yıl neredeyse bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar az sayıda alaturka albüm yayımlanıyor artık. Bu ülkede doğmuş herkesin daha bebekliğinden itibaren ninnilerle, ezanlarla kulağına çalınan o makamlar, nağmeler ucuz pop şarkılarında çarçur edilirken nerede çalınsa mest olduğumuz, eşlik etmekten kendimizi alamadığımız, hep ama hep sevdiğimiz alaturka müziğin bu denli gündem dışı kalması üzücü. Neyse ki Aylin Şengün Taşçı gibi birkaç “son nefer” var.
Aylin Şengün Taşçı, bir hayli yüklü müzik geçmişini albümlere taşımaya başladığından bu yana her bir albümünde farklı bir konseptle alaturkanın seçkin eserlerini dinleyiciye sundu. Kâh ‘80’lerin popüler alaturka şarkılarını seslendirdi, kâh klasik dönem eserleri. Yeri geldi yeni nesil alaturka bestecilerinin eserlerine yer verdi albümlerinde, yeri geldi Nazım Hikmet ve Yahya Kemal şiirlerinden bestelenmiş şarkılardan oluşan bir albüm yaptı. Taşçı’nın yeni albümü “Git”, geçtiğimiz günlerde Taşçı Yapım etiketiyle piyasaya sunuldu.
Bu albümde gramofonların pirinç borularından yayılan taş plak çıtırtıları, lambalı radyoların kısa dalga yayınlarından evlerimize ulaşan emisyonlar, pilli pikaplarda dönen 45’lik plaklar, yazlık sinemalarda izlediğimiz siyah beyaz Yeşilçam filmleri var. Şarkıların bir kısmı gerçekten o dönemlerden, bir kısmı ise yeni ama toplamda albümün bıraktığı hissiyat tam olarak bu. Seçilen şarkılar, düzenlemeler, icralar ve yorum şimdilerde neredeyse unutayazdığımız o harikulade zamanlara geri döndürüyor dinleyeni.
Musikimizin popüler üç makamı üzerine inşa edilmiş bu albüm: Nihavend, hicaz ve rast (ki hicaz benim de en sevdiğim makamdır.) Seçilen şarkıların bir kısmı günümüz bestekârlarının, bir kısmı ise geçmiş dönem ustalarının eserleri.
Türk müziğinin ilk sözlü Türkçe tangosu olarak kayıtlara geçen ve ilk kez Seyyan Hanım tarafından taş plağa okunan “Mazi” tangosu, birçok Yeşilçam filminde fon müziği olarak kullanılmış Erol Sayan bestesi “Geçsin Günler Haftalar”, Dramalı Hasan’ın işveli Rast şarkısı “Kalbim Seni Özler”, Radife Erten’in Nihavend şarkısı “Sevgili İstanbul” ve albümün açılışında yer alan bir başka tango “Sen Benim Güneşimdin”, tam da yukarıdaki paragrafta bahis geçen hissiyatın içinden geçen şarkılar. Ama yeni eserler de onlardan aşağı kalmıyor. Mesela Dilek Yüzlüer’in bestesi olan ve albüme adını da veren “Git”, pekala bir başka Seyyan Hanım plağı olabilirmiş, şayet o dönemde bestelenseymiş. Ya da Hüseyin Balkancı imzalı “Siyah Beyaz Sevdalar”, siyah beyaz bir filmde filmin başrol kadın oyuncusunun gazinoda şarkıcı olduğu zaman (ki mutlaka olurlardı, malum) allı pullu tuvaletiyle sahnede söyleyeceği şarkılardan biri olabilirmiş.
Tabii bu çizginin yakalanmasında şarkı seçimi kadar önemli iki husus daha var. Birincisi Aylin Şengün Taşçı’nın su gibi berrak, temiz ve iç ferahlatan yorumu, bir diğeri ise albümün müzik yönetmenliğini üstlenen Dilek Yüzlüer’in şarkıları konsept çerçevesinde çok doğru bir biçimde işlemesi.
Başından sonuna telaşsız, gürültüsüz patırtısız, sakin ama bir o kadar hisli ve içli, dokunaklı, günümüz müziğinin hengâmesi içerisinde kulakları dinlendirmek, hatta temizlemek için dinlenebilecek bir albüm bu. Mutlaka arşivlere girmeli zira sadece geçmişe ve bugüne değil, geleceğe de bir iz bırakacak, bir belge olacaktır. Umarım imkânlar elverir ve bu albümü günün birinde plak olarak da raflarda görmek mümkün olur. Böyle bir albümün plağı basılmayacak da hangi albümün basılacak?
(29 Ağustos 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bir arkadaşım geçenlerde şahane bir şey söyledi: “İnsanlar seni ilk nasıl tanımışlarsa onların gözünde öyle kalıyorsun. Sen başka bir yere gelsen de seni hâlâ orada sanıyorlar, orada görüyorlar. Tıpkı çocuğunun senin gözünde hep bebek kalması gibi,” dedi. Şahsi tanışıklıklar, ahbaplıklar ve dostluklarsa söz konusu olan, sahiden de böyle bu. Ama o ahbaplıklar bir mesafe dâhilindeyse ve senin o kişiye uzaktan da bakabilme şansın varsa işin rengi değişiyor.
Mabel Matiz benim için öyle. İlk albümünü çok sevmiş, uzun uzun yazmış, sonra tanışmış, ahbap olmuştum. O günlerde iyi niyetli, hevesli, bir yandan kendinden emin ama bir yandan da henüz önündeki yolun onu nereye getireceğini tam olarak kestiremeyen bir genç adamdı Mabel. Benim için bir Mavi Işıklar konseri sonrası bir kafede ortak arkadaşlarımızla birlikte oturup sohbet ettiğimiz, Beyoğlu’ndaki küçücük bir mekânda albüm sonrası ilk konser heyecanına şahitlik ettiğimiz ya da ikinci albümünü ilk kez dinlemek üzere Erekli Stüdyosunun o uhrevi atmosferinde bir araya geldiğimiz Mabel’dir Mabel Matiz. Sonra ben onun büyüdüğünü gördüm. Bir yerlerde karşılaşmak dışında bir araya geldiğimiz hiç olmadı yıllar içerisinde; belki iyi de oldu. Belki çok yakından bu kadar net göremezdim.
Mabel’in yeni teklisi “Ya Bu İşler Ne?” geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Ve ben onun ne kadar “büyüdüğünü” bir kez daha görmüş oldum.
Başından beri hep kendine ait bir tavrı, tarzı, sözü, melodisi, dili vardı Mabel’in. Ne çare ki bunun fark edilmesi için “Sultan Süleyman”ı söylemesi, “Aşk Yok Olmaktır”a klip çekmesi gerekiyormuş. Geniş kitleler bu “cover”lar sayesinde Mabel’e aşina oldu, gerisi çorap söküğü gibi geldi. Ama Mabel bu süreçte hep üzerine bir şeyler koyarak ilerledi. Daha doğru şarkı söylemeye, sesini daha doğru kullanmaya başladı, müziğine yeni renkler, sesler kattı ve her bakımdan gözle görülür biçimde daha cesur davranacak bir konfor alanı yarattı kendine. Bu şarkı ve klip de bunun ispatı.
Önceki albümlerine kıyasla, özellikle şarkının düzenlemesi bakımından ileriye doğru gitmiş, yeni sulara yelken açmış “Ya Bu İşler Ne?” ile Mabel. Yüzünü doğrudan popa dönmeden, popun renkli ve şatafatlı tarafını kendi müziğine yedirmiş. Bunu klibi ve görselliğiyle de vurgulamış diye de düşünebilirsiniz, bu klip ve görsellikle kendini artık çok daha net ifade edebilecek güce erişmiş diye de. Nitekim klip yönetmenliğine ortak olması da buna işaret.
Önümüzdeki süreçte gelecek yeni albümün de habercisi bu şarkı. Ve o albümün tarzının, biçiminin. Bu da işi daha heyecan verici, merak uyandırıcı kılıyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.