Evet, ihtisas jürisi kadar halk oyları da eşit oranda etkili
olacaktı. Bunun için bulunan yöntem, proje henüz bir öneri halindeyken
belirlenmişti. Televizyon yayınlarının seyredilebildiği şehir ve bölgelerde
evlere PTT yoluyla posta çekleri dağıtılacaktı. Her eve dörder adet dağıtılacak
bu çeklere, herkes televizyonda izlediği finalistler arasından birinciliğe
layık gördüğü finalistin adını yazacak ve en yakın postaneden 2,5 TL
karşılığında TRT’ye gönderecekti (bu rakam o günlerde bir ekmek parasına denk geliyordu.)
Bu yolla toplanan para TRT’ye gelir kaydedilecek, böylece yarışmaya bir
resmiyet kazandırılmış olacaktı.
Sabahattin Ali’nin kısacık yaşamından geriye kalan görece az
eserin ne çok kıymeti bilindi dünden bugüne. Eserleri şarkı oldu, film oldu,
tiyatro oyunu oldu ve hep gündemde kaldı. Pek az yazar, pek az şaire nasip
olmuş bir şey bu. 40 yılı aşkın süredir dillerden düşmeyen “Aldırma Gönül”
şarkısı ya da yıllarca çok satan kitaplar listelerinde ilk sıralardan inmeyen
“Kürk Mantolu Madonna” romanı bile tek başına yanına çok sayıda benzerini
koyamayacağımız örnekler.
6 Nisan 1974 gecesi Eurovision Şarkı Yarışması’nı televizyondan
naklen izlemiş ve ekran başında gördüğümüz organizasyonun büyüklüğü ve
kusursuzluğu nedeniyle bir kez daha çok heyecanlanmıştık. O gece “Waterloo”
adlı şarkısıyla İsveç’i temsil eden ABBA grubu birinci olmuştu.
CENK EREN – “ADALETİN
BU MU DÜNYA? (REPERTUVAR SELDA BAĞCAN ŞARKILARI)”
2019 yılı Türkiye’de popüler müziğin dibe vurduğu yıl olarak
geçecek müzik tarihine. “Popüler” derken kelime anlamını kastediyorum, “pop
müzik” tabir ettiğimiz müzik türünü değil. İki temel sorun vardı: Yaratıcılık
yoksunluğu (beste, şarkı sözü üretiminin tıkanması) ve şarkıcı yoksunluğu.
24 Mayıs 1956 Cumartesi gecesi, İsviçre’nin Lugano
kentindeki Teatro Kursaal’da gerçekleştirilen Grand Prix Eurovision yarışması, on
Avrupa ülkesinde canlı yayınla ekrana getiriliyordu. Yarışmada yedi ülke;
Hollanda, İsviçre, Belçika, Batı Almanya, Fransa, Lüksemburg ve İtalya, ikişer
şarkıyla yarışıyordu. Avusturya, Danimarka ve İngiltere son başvuru tarihine
yetişemedikleri için yarışmaya dâhil olamamışlardı ancak bu üç ülke televizyonu
da o gece yarışmayı naklen yayınlamakta idi.
Şöyle bir baktım da… İskender Paydaş en son 2016’da Su Soley’le
birlikte “Müebbet Hayalet” teklisini çıkarmış. Yani üç yıldır yeni bir şey
yapmamış, tabii başka albümlere / şarkılara yaptığı düzenlemeleri saymazsak.
Kendisi de orkestrasıyla birlikte sürekli sahnede olduğu için aranın bu kadar
açıldığı pek de göze görünmemiş demek ki.
İskender Paydaş’ın yeni teklisi “Kağızman”, geçtiğimiz
günlerde İskender Paydaş Prodüksiyon etiketiyle yayımlandı. Önce enstrümantal zannettim,
dinleyince bir solist olduğunu gördüm. O solist tabii ki İskender Paydaş değil;
orkestrasının solistlerinden biri olan Ozan Ünlü imiş ama nedense şarkının ve
video klibin künyesinde Ozan Ünlü’nün adı geçmiyor. Teklinin kapağında da İskender Paydaş tek başına poz vermiş.
“Kağızman”ı vakti zamanında Barış Manço da söyledi, Haluk
Levent de, envaı çeşit türkücü, şarkıcı da… Bin yıldır bildiğimiz bir türkü. (“Ama
yeni nesil bilmiyor,” filan demeyin artık içim şişti bu yeni neslin
cehaletinden, bunu da bilsinler bir zahmet artık.)
Türkünün zaten “rock”a, popa gelir bir tarafı var ki İskender
Paydaş da oradan yürümüş. Çakı gibi bir düzenlemeyle bu anonim türküyü adeta
şahlandırmış Paydaş. Sanki uzun zamandır fazla aşağı düşürdüğü çıtayı biraz
yükseltmek, müzisyen tarafının altını çizmek istemiş. Ozan Ünlü zaten iyi bir
şarkıcı olduğunu hem sahnede hem de yayımladığı solo işlerde kanıtlamış bir solist
ki bu düzenlemenin hakkını da sonuna kadar vermiş.
Belki oturduğunuz yerde “Açayım da bir ‘Kağızman’ dinleyeyim,”
demezsiniz ama bir İskender Paydaş konserinde türkünün bu haliyle bir hayli
yükselebilirsiniz. Zaten amaç da o olsa gerek. Yoksa insanın “Ne gerek vardı?”
diye sorası geliyor insanın. Bir albümde dolgu olabilirdi belki ama tekli
olarak yayımlamak da, ne bileyim…
Bugün 10 Kasım… Benim çocukluğumda 10 Kasımlar yas günleriydi.
Bayraklar törenle yarıya indirilir, radyo ve televizyonda ağırlaştırılmış yayın
yapılırdı. Hatta okulda o gün hiç gülmememiz, teneffüslerde oyun oynasak bile eğlenmememiz
gerekirmiş gibi gelirdi. Öyle hissederdik. Zamanla bu düşünce değişti, 10
Kasımlar bir yas günü değil, bir anma günü oldu. Doğrusu da buydu. Yas’a değil,
anmaya, hatırlamaya, anlamaya ihtiyacımız vardı çünkü.
Çok şarkıyla yad edilebilir Atatürk. O’nun sevdiği şarkılar
çalınır zaten sıklıkla. Adına yazılmış, O’nu anlatan çok şarkı da var. Ben
Seden Gürel’in “Uyan” şarkısını ayrı severim. Zira hesaplı kitaplı, hamasi,
büyük büyük laflar eden bir şarkı değildir. Aksine çok saf, çok naif, çok içten
bir hüznün, bir özlemin şarkısıdır. 1994 yılında yayımlanan ikinci Seden Gürel
albümü “Aklımı Çelme”nin çok göz önüne çıkmamış, gölgede kalmış şarkılarından
biridir. Zaten göz önüne çıksın diye albüme konulmadığı da bellidir.
Sözleri Zeynep Talu tarafından yazılan “Uyan”, Aykut Gürel
tarafından bestelenmiş ve düzenlenmiş. Şarkının iki farklı gayri resmi videosu
var YouTube’da ama her ikisinin de görüntü ve ses kaliteleri bir hayli kötü.
Neyse ki uzun süredir dijital platformlarda bulunamayan albüm bir süre önce
bulunur hale geldi. Ses kalitesi de iyi ama kapak görseli hatalı. Her nedense
bir sonraki Seden Gürel albümü “Muhtemelen”in kapağı ile servis edilmiş “Aklımı
Çelme” albümü. Şuraya orijinalini koyayım da belki zamanla düzeltirler.
“Uyan” bir çağrı… “O kadar çok şey var ki yarım kalan,”
diyor şarkının sözlerinde. Tabii şarkının 1994 yılında kaydedildiği
düşünülürse, fazla duygusal kalıyor bu cümle. Şimdi olsa “O kadar çok şey var
ki tahrip edilen, yıkılan, dökülen, parçalanan…” da denebilirdi.
Hakkında çok fazla bir bilgi bulamadığım, genç bir müzisyen Toprak
Özcan. Her hafta dijital platformlara bir dolu daha önce duymadığım ismin
şarkısı düşüyor ve hepsini listeme almama rağmen vakit ayırıp dinlediğimde çok
azı bende heyecan uyandırıyor. İlgimi çekenleri ise araştırıyorum haliyle. Haklarında
bilgi sahibi olmak istiyorum ama çoğu zaman bu mümkün olmuyor. Toprak Özcan’ı
araştırdığımda da aynı şey oldu. Bir Baba İndie’deki mülakat dışında hiçbir şey
yok. Müzik geçmişi, deneyimi nedir bilmiyorum. Bilseydim, size de aktarırdım.
Toprak Özcan daha önce grup müzisyeni imiş anladığım kadarıyla.
Bu yılın yaz aylarında ise kendi adı ile bir projeye soyunmuş ve ilk olarak
haziran ayında “Mutlu Şeylerin Şarkısı” adlı şarkıyı kendi hesabına yayımlamış.
Geçtiğimiz günlerde yine kendi hesabına yayımladığı “Deniz Kızı” ise Toprak
Özcan’ın ikinci teklisi.
İlk şarkısında olduğu gibi bu şarkıda da hem söz ve müziği
yazmış, hem düzenlemeyi yapmış, hem de bütün enstrümanları çalıp kaydetmiş
Toprak Özcan. Ben her iki şarkıyı da “self made ya da “home made” işler olarak
gayet iyi buldum. Özellikle yeni tekli “Deniz Kızı” Toprak Özcan için “umut
vaat eden” tabirini kullanabilmeyi gayet mümkün kılıyor. Hani tam olarak tarif
edemezsiniz ama bir ışık, bir renk görürsünüz, “buradan bir şey çıkar,”
dersiniz. İşte tam olarak o.
Çok orijinal, çok eşsiz, çok yeni değil belki duyduğunuz şey
ama çok orijinal, çok eşsiz ve çok yeni şeyler yapabilecek bir müzisyeni işaret
ediyor. Tabii iki şarkıdan bu çıkarımı yapmak fazla iyimserlik gibi gelebilir. Bekleyip
görmek lazım.
Bu arada “Deniz Kızı”nın bir de canlı akustik kaydının videosu
var. Onu da yazının sonuna iliştireyim.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.