27 Ekim 1980 Pazartesi günü, şarkıcılar hangi şarkıları seslendirmek istediklerini
TRT yönetimine bildirdiler. Aynı gün Eurovision Düzenleme Kurulu’ndan İzzet Öz,
bestecileri de yanına alarak bir basın toplantısı yaptı ve hangi şarkıcının
hangi şarkıları seçtiğini kamuoyuna açıkladı. Geçen sürede kimi şarkıcılar karar değiştirmiş, verilen firelerden sonra 24 isimden geriye sadece 14 isim kalmıştı.
Bir nesil onu “Baba” ya da daha yaygın bilinen adıyla “İstemiyorum
Baba” ile tanıdı ama bizim nesil çok daha önce tanımıştı aslında. Henüz “Kızım
seni Edi’ye vereyim mi, kızım seni Büdü’ye vereyim mi?” diye onu darlayan tuhaf
adamlar yoktu. Özel televizyonlar, radyolar, “Top 10” listeleri, reyting
rekorları kıran eğlenceli yarışma programları yoktu. Ağır başlı siyah beyaz
televizyonun ağır kanlı sunucuları alabildiğine düzgün diksiyonlarıyla kibar
kibar anons ederdi sıradaki sanatçıyı: “Sevgili seyircilerimiz, şimdi genç bir
sanatçımız var sırada. Sözleri Tülay Aktulga’ya, bestesi Ertuğrul Çayıroğlu’na
ait bir şarkı seslendirecek bizler için. Dilerseniz kendisini buraya davet
edelim ve şarkısının ismini bize kendisi anons etsin. Alkışlarınızla: Rüya
Ersavcı!”
Sertab’a çok söylemişler. Demişler ki “Bu yeni düzende öyle
albümle malbümle bu iş olmuyor. Dijital platformlar şarkıları listelere tek tek
alıyor, pazarlama tek şarkı üzerinden gidiyor.” Demişler ama dinletememişler.
Böyle anlattı bu yaz Açık Hava’da izlediğim konserinde Sertab.
2020 kötü geldi, kötü gidiyor. 2021’de neler olur bilmiyoruz
ama iyimser olmak için sebepler bulmaya çalışıyoruz işte. 2020 bize yeni bir
Nur Yoldaş albümü getirdi mesela; geçmişten bugüne, bu ülkede yapılan müzikle
biraz ilgiliyseniz, bundan kocaman bir sevinç çıkarmak pekâlâ mümkün.
Nur Yoldaş, ‘70’lerde Nur Belda olarak başladığı müzik
yolculuğunu, Ergüder Yoldaş’la evlendikten sonra Yoldaş soyadıyla devam
ettirdi. Çiftin ilk dönem yaptıkları “İşler ve Günler”, “Berlin Berlin”, “Boş
Beşik” ve “İlyada” gibi son derece ilerici ve deneysel şarkıları ‘80’lerin
hemen başında “Sultan-ı Yegâh” fırtınasına giden yolu açtı. İki albüm süren Nur
Yoldaş – Ergüder Yoldaş ortaklığı, Türk pop müziğinin aslında ne olması ve
nasıl olması gerektiğine dair, müzik geçmişimizde bugün dahi üstüne
çıkılamamış, benzeri yapılamamış örnekler bıraktı.
‘90’larda “Sakine” adlı üçüncü albümünü piyasaya çıkaran,
sonrasında sahneye devam etse de albüm yapmayan Nur Yoldaş, geçtiğimiz yıllarda
oğlu Tunç Devrim Yoldaş’ın imzasını taşıyan “Sahiden”, “Bir Gamlı Hazan” ve “Masal”
adlı şarkıları yayımlamış, böylece yıllar sonra yeni şarkılarla dinleyici
karşısına çıkmıştı. Bu şarkılardan “Masal”, 2018 yılında Amerika’da Hollywood
Songwriting Competition adlı yarışmanın “world music” kategorisinde birincilik
ödülü kazanmış, bu haber o günlerde basında yer bulmuştu.
Nur Yoldaş, son derece iyi bir şarkıcı olması bir yana, bir
entelektüeldir aynı zamanda. Dünyayı, olan biteni, sanatı, tarihi bilir,
yakından takip eder. Bu derece mütevazı olması da bundandır. Onun yerinde bir
başkası olsaydı, “Sultan-ı Yegah”ın başarısıyla kazandığı şöhreti ve
popülerliği sürdürmek için piyasanın koşullarına ayak uydurabilir ve bugün
olduğundan çok daha varlıklı, şatafatlı bir hayat sürebilirdi. O ise göz önünde
olmamayı göze alarak korudu ismini. Yıllar sonra geri döndüğünde hâlâ aynı
sağlam yerde duruyor olmasını şüphesiz buna borçlu.
Nur Yoldaş’ın Arpej Müzik etiketiyle yayımlanan yeni albümü
“İz Bırakanlar” beş şarkıdan oluşuyor. Beş şarkının beşi de Türkçe “rock” ve
alternatif müziğin yakın geçmişinden bildiğimiz şarkılar. Emre Aydın’dan “Hoşça
Kal”, Cem Adrian’dan “Ben Seni Çok Sevdim”, mor ve ötesi’nden “Araf”, Şebnem
Ferhat’tan “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” ve Özlem Tekin’den “Aşk Her Şeyi
Affeder mi?”
Neresinden baksanız riskli bir iş. Neden? Çünkü “rock”
camiası, müzisyeninden dinleyicisine (“rock” müziğin felsefesine tamamen zıt
bir biçimde) tutucudur. Kolay kolay dışarı kız vermez. Bir şarkının küçücük
dokunuşlarla “rock”tan alaturkaya, poptan arabeske evrilebileceği gerçeği de
nedense hiç dile getirilmez. Haliyle riskin büyüğü şarkıların “rock”
kategorisinden seçilmiş olması.
İkinci risk ise yakın bir zamanda bir vesileyle yazdığım
“cover” meselesi. Bugün artık müzik piyasasında tutunmaya çalışmanın en kolay
yolu “cover” yapmak ve bu yüzden de suyu çıkarılmış vaziyette. Oysa “cover” yapmak
içinde iddia barındıran bir teşebbüs. Şarkıya yeni bir şey katabilecek, eski
halini aratmayacak bir öneriniz varsa ne âlâ; ötesi ticaret. Şarkıcı olarak
yeni bir şey katabilmek için de bir şarkıcıdan fazlası, bir yorumcu olmanız
gerekiyor her şeyden önce. Tabii söz konusu Nur Yoldaş olunca bu kaygı
kendiliğinden bitiyor ve tam tersine “cover” şarkı nasıl söylenir dersi
başlıyor. Bu paragrafı da “coverperest” genç arkadaşların gözüne sokmak için
yazdım nitekim.
Hepsi sevdiğimiz şarkılar, hepsi şarkıcılarının sesinden
kulaklarımıza yer etmiş şarkılar ve üstelik henüz ilk versiyonları unutulacak
kadar eski de değiller. Buna karşın Nur Yoldaş sesi ve şarkıcılığı ile
şarkıların üstüne çıkıyor; daha önce ondan duymaya alışık olmadığımız bir müzik
türünün içinde son derece kendinden emin bir biçimde, kendi izlerini sürerek
geziyor.
Düzenlemeler de “rock” formunun dışına çıkmamakla birlikte,
şarkıları senfonik tınılarla besleyip, klasiğin sınırlarında dolaştırarak Nur
Yoldaş’a yol veriyor. Zaten bu projedeki bir başka risk de düzenlemeler
olabilir, şarkılar kulağa büsbütün yabancı gelebilir, tatsız kaçabilirdi. Yakın
geçmişten birkaç “rock” şarkısının caz versiyonlarını hatırlıyorum mesela, kötü
birer örnek olarak. Öyle olmamış neyse ki. Düzenlemelere kimlerin imza attığını
da not düşeyim bu arada: “Hoşça Kal” Koray Üsgülen, “Ben Seni Çok Sevdim” Tolga
Şanlı, “Araf” ve “Aşk Her Şeyi Affeder mi?” Deniz Beydilli, “Artık Kısa
Cümleler Kuruyorum” ise Cengiz Tural, Deniz Beydilli,Koray Üsgülen ve Tolga
Şanlı tarafından düzenlenmiş.
Albümde en çok ilk klip şarkısı olarak da seçilen “Ben Seni
Çok Sevdim”den etkilendim. Zaten çok sevdiğim ama Nükhet Duru’nun sesinden daha
da çok sevdiğim bu şarkıyı, Duru’dan bir başkasının bu kadar etkileyici bir
biçimde söyleyebileceğine açıkçası hiç ihtimal vermezdim.
Beş şarkı arasında doğru seçim olmadığını düşündüğüm tek
şarkı ise “Aşk Her Şeyi Affeder mi?” oldu. Şarkının gezindiği ses aralığı, Nur
Yoldaş’ın ses aralığını daraltmış, zorlamış hissine kapıldım. Bir de hep
tersini savunurum ama, bu defa Yoldaş’ın sesinin mikste biraz daha aşağıda
kalması daha parlak bir sonuç verebilirmiş gibi geldi bana. Özellikle de “Hoşça
Kal”da.
Albümün alt başlığı “Vol.1”; yani belli ki arkası gelecek.
Gelen ne olur, yine “rock” yöresinden mi seçilir şarkılar, yoksa başka bir
sürpriz mi çıkar karşımıza, bunu yakın gelecekte göreceğiz ama devamının
gelecek olması zaten tek başına şahane bir haber.
İyi ki Nur Yoldaş var. İyi ki Tunç Devrim Yoldaş, annesinin
kaldığı yerden, aynı sağlam yerden devam etmesi için yanında. İyi ki ülkenin
görüp göreceği en muazzam müzisyenlerden birinin gölgesi üzerlerinde, mirası
ellerinde.
Cem Belevi, ilk
albümü “Bilmezsin”le sektöre giriş yaptığında takvimler 2013 yılını
gösteriyordu. O zamanın pop müzik anlayışı, dinleyicinin bir pop müzik
şarkıcısından beklentileri çok başkaydı. 2020’ye gelene kadar çok şey değişti.
Oradan buraya gelirken kimisi yolda kaldı, yokuşu çıkamadı, kimisi değişimi
görmezden gelerek yola devam etmeye çalıştı, kimisi de yanlış vitese taktı.
Belevi ise sürece uyum sağlayıp, frene ve gaza doğru zamanda basanlardan oldu.
Çoğunlukla kendi yazdığı şarkılarla, kariyerini kendi kendine yönlendirirken
aynı kulvardaki dönemdaşları gibi paniğe kapılmadı, o panikle olmayacak işler
yapmadı.
Misal, çoğunlukla
tebessüm ederek, bazen saçımı başımı yolarak dinlediğim, izlediğim kimi
popçuların “rap”, “trap,” hiphop” denemeleri var. Ya taklit, ya yanlama, ya
olmamışlık, özentilik, ya komik duruma düşme… Oysa 2020 içinde piyasaya çıkan
ve Belevi’nin Tetik’le işbirliği yaptığı “Adaleti Yok” teklisini dinlediğimde
ne güldüm ne de saçımı başımı yoldum. Doğru bir isimle, doğru bir şarkıyla,
doğru bir bileşimdi çünkü.
Yine yıl içerisinde
yayımlanan “Kaç Kere Sever İnsan” ile “Farkında mısın?” ve “Bundan Sonra”nın
akustik versiyonları da hem günü yakalayan hem de klasik pop anlayışının
izlerini süren şarkılardı. Malum, artık hiçbir şarkı kolay kolay büyük
patlamalar yapmıyor. Acil “hit” telaşına düşmek yerine bir stil, bir tavır
çerçevesinde dişe dokunur işlerle ilerlemek lazım. Bu anlamda Cem Belevi’yi
başarılı buluyorum.
Cem Belevi’nin
geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Leyla & Mecnun” adlı yeni şarkısı da bu
başarıyı perçinliyor. Ritmi, düzenlemesi, melodik yapısı, dili tamamen bugünün
pop anlayışında ama bir yanıyla da Belevi’nin çizgisinin bir uzantısı gibi.
Akıllıca, ticari bir iş ama avam değil.
Şarkının sözlerini
Cem Belevi yazmış, beste ise Belevi ve Asil Gök’ün ortak imzasını taşıyor.
Düzenlemeyi Asil Gök ve Görkem Öker birlikte yapmışlar. Asil Gök imzası, doğal
olarak beraberinde Derya Uluğ ismini de getirmiş ve uzun zamandır yeni bir
şarkısını duymadığımız Uluğ, “Leyla & Mecnun”un bir kublesine ses vermiş. Şarkının
yayımlandığı gece Derya Uluğ ve Cem Belevi’nin birlikte açtıkları canlı yayına
şöyle bir göz attım ve birlikte başka müzikal ortaklıklara da imza
atabileceklerini, atmaları gerektiğini düşündüm. En azından o uyumu, kafa
denkliğini hissettim.
Açıkçası bu tarz
şarkılara ayılıp bayıldığımı söyleyemem (eski kafalıyım malum) ama popun güncel
eğilimlerini de görmüyor değilim. O çerçeveden bakınca da Cem Belevi konumunda
(yani eski ve yeni nesil pop arasında kalmış) bir genç müzisyen için “Leyla
& Mecnun”un ne kadar doğru çatılmış bir şarkı olduğu ortada. Ne yalan
söyleyeyim, benim bile dilime dolandı, aklıma takıldı bir zamandır.
Orhan Gencebay’ın
“Leyla ile Mecnun” filmi için yaptığı şarkılardan birinde erkekler korosu
“Leylaaaa” der, kızlar korosu “Mecnuuuun” diye cevap verir. Bu böyle birkaç kez
tekrarlanır. Sene 1983’tür. E şimdi olmuş 2020, genç adam herhalde “Mecnun’u
arama beni de oyalama, sende de Leyla yok,” diyecek. “Leylaaaaa” diye çöllere
düşen Mecnun, “Mecnuuuun” diye inleyen Leyla mı kaldı?
7 Nisan 1980’de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yedi yıllık
görev süresini doldurarak köşkten ayrılacak, yerine Cumhuriyet Senatosu başkanı
İhsan Sabri Çağlayangil vekalet etmeye başlayacaktı.
Yetenekli ya da yeteneksiz, eğitimli ya da eğitimsiz,
becerikli ya da beceriksiz herkes oyuncu ya da şarkıcı olabilir, oluyor. Olamaz
diye bir yasa da yok. Velakin bir de “ışık” diye bir şey var. Karizma desen
değil, güzellik, yakışıklılık ya da sesi şahanelik de değil. Işık işte. Isı
veren, sıcak bir ışık, enerji. O ışık ki gözle görülür, o sıcaklık ki arada
kameralar, ekranlar, perdeler, monitörler olsa bile izleyene ulaşır. Bunun
eğitimi, yeteneği, şusu busu yok. Bu başka bir şey.
Demet Evgar tartışmasız çok yetenekli ve iyi bir oyuncu, o
ayrı ama ekranda, onu perdede, her nerede görsek bize geçen sıcaklığın sebebi
tek başına bunlar değil. Yukarıda bahsettiğim o ışık var onda. Formüle
edilemeyecek, kitaplardan öğrenilemeyecek, isteseniz de para verip edinilemeyecek
bir şey bu. Aksini düşünen elbette vardır ama ben böyle düşünüyorum en azından.
Onu, kendi döneminden meslektaşları arasında ayrı bir yere koyuyorum.
Oyuncu şarkı söyler mi?
Sormak bile ayıp. Söylemelidir zaten. Mesleğinin bir
parçasıdır. Belki şarkıcı gibi söylemez de oyuncu gibi söyler ama söyler. Demet
Evgar da söylüyordu, biliyorduk. Multitap’ın “Bu Şarkıyı Dinliyorsan” adlı
şarkısındaki konukluğu, Fikret Kızılok’un “Fark Etmeden”ini solo olarak
seslendirdiği video, “Aile Arasında” filmi için Ayta Sözeri ile birlikte
söylediği “Yanayım Yanayım” ve oyuncuların şarkı söylediği bilumum
etkinliklerdeki canlı performansları ilk aklıma gelenler. Haliyle Evgar’ın bir
tekli yayımladığı haberi şaşırtıcı değil belki ama merak uyandırıcıydı. Hele ki
haberin devamında söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait yeni bir şarkıyı, Aykut Gürel
prodüktörlüğünde kaydettiğini öğrenince.
İrem Records etiketiyle yayımlanan şarkının adı “Nanay”.
Sezen Aksu’nun hınzır ve esprili cümlelerinin arasına çaktırmadan hayat bilgisi
sıkıştırdığı çok şarkısı vardır ya hani; işte bu da onlardan biri. Türkülerden
aşina olduğumuz “nanay canım nanay, nanay gülüm nanay” kısmı işin oltası.
Hikâye başka aslında. Hikâye gayet teatral. Demet Evgar da oynuyor zaten.
Söylerken oynuyor. Oynarken söylüyor. Şarkının eğlenceli ve kadın dayanışması
mesajlı klibinde de mimik ve jestlerini büyük büyük kullanarak bunun altını
çiziyor; şarkıyı, şarkıdaki kadını ete kemiğe büründürüyor. Bu haliyle bir
yandan şarkıcılık taslamıyor ama bir yandan da vurguları, nüansları, şarkının
yapısı itibarıyla dar ses aralığında sesini kullanma biçimiyle benim diyen
şarkıcıyı aratmıyor.
Böyle bakınca, bu şarkının Aykut Gürel’in daha önce Bergüzar
Korel ve Gökçe Bahadır’la yaptığı albümlerden farklı bir proje olduğunu daha
net görüyorsunuz. Orada söz konusu isimler o projelerin birer parçasıydılar ama
burada proje bizzat Demet Evgar’ın kendisi gibi bir durum var. Şarkının sıfır
kilometre olması, Murat Acar tarafından yapılmış düzenlemenin güncel “sound”un
içinden geçmesi de bunun göstergeleri zaten.
Özetle, Demet Evgar şarkıcılık yolunda ilk adımı
doğru yerden atmış görünüyor. Devam ederse şayet, umarım bu minvalde devam
eder.
Bayılıyorum Şehrazat’a… Müdanasız tavrına, dobralığına,
lafını tak tak söylemesine, kafası kızdığında karşısındaki babası olsa
tanımamasına. Tabii en çok da şarkı yazarlığına… Türk pop tarihinde hem çok
sayıda dönem “hit”ine hem de uzun soluklu, klasik, büyük şarkılara imza
atabilmiş sayılı besteciden biridir. “Kıyamam”, “Hesap Ver”, “Sürgün”,
“Bahçede”, “Su Gibi”… Hangi birini sayayım?..
Herkes yazsın, söylesin bir şeyler tabii, çok ses, çok renk
olsun amenna. Bu işler iki “beat” otuz sekiz başıbozuk cümleyle yapılabilir
hale geldiğinden beri “hıdı hıdı dıdı dıdı” neler dinliyoruz. Bazen
ciddiyetsizlik ve anlamsızlıktan da eğlence çıkarır insan, ona da amenna ama
işte bir de gerçek müzik var. Sözü, müziği, düzenlemesiyle içi dolu, doygun,
yetkin, evrensel, şu veya bu zamana, akıma, modaya, güne sığmayacak şarkılar…
Yukarıdaki paragrafta “büyük şarkı” derken, verdiğim örneklerden de anlaşıldığı
üzere, tam da bunu kastediyordum.
Geçtiğimiz günlerde, adını ilk kez duyduğumuz bir genç
şarkıcının sesiyle bize ulaşan yeni Şehrazat şarkısı “Hayat” da o örnekler
arasına rahatlıkla koyulabileceklerden. ‘90’larda olsaydık zaten şimdiye
diğerlerinin arasında yerini almış olurdu ama bugünlerin çeri çöpü içinde ne
kadar kıymet verilir, onu bilmiyorum. Ne gam! Şehrazat yapmış yine yapacağını.
Seher Çelik’in seslendirdiği “Hayat”ın düzenlemesini Erhan
Bayrak yapmış ve Bayrak yine ustalığını konuşturup, şarkıyı nefis bir tango
zeminine oturtmuş. Çok daha klasik, senfonik bir düzenleme de pekâlâ kaldırırdı
şarkı ama genç bir şarkıcı için bu tercih çok daha doğru olmuş. Erhan Bayrak
ayrıca bu projeye prodüktör olarak da imza atmış, onu da söyleyeyim.
Seher Çelik
hakkında pek fazla bir şey bilmiyoruz. Basın bülteni bu konuda aydınlatıcı
olmaktan uzak. Çelik’in sosyal medya hesapları da bir ipucu vermiyor. Basın
bülteninde “Akademisyen, sanat yönetmeni, koro şefi, şancı, söz yazarı ve
besteci kimliklerinin içinde büyüttüğü yorumcu kimliğini, okumadaki ustalığı
ile tümüyle gözler önüne seriyor,” diye bahsediliyor Seher Çelik’ten ama
akademik uzmanlığı nedir, müzik geçmişi nicedir, Şehrazat’la yolu nasıl
kesişmiştir, o konular tamamen sır.
Bununla birlikte
evet, Seher Çelik cümlede saklı iddianın altında kalmamış ve bu zor şarkının
hakkını ziyadesiyle vermiş. Şarkının intervali doğrudan Nilüfer’in, bir
miktarda da Demet Sağıroğlu’nun sesini anımsattı bana ama Seher Çelik’in tınısı
ikisine de benzemiyor. Temiz entonasyonu, doğru vurguları, parlak ve açık bir
biçimde kullandığı sesiyle Çelik, bu ilk teklisinde kırk yıllık profesyonelleri
aratmıyor.
Şehrazat’a
bayıldığımı size söylemiş miydim? Neyse… Bir daha söyleyeyim. “Hayat! Benim
sana değil, senin bana borcun var,” gibi bir şarkı cümlesini her babayiğit
kuramaz. Biraz yaşamak, biriktirmek, biraz tekâmül etmek, sırra ermek lazım.
Nihayetinde bunu da ancak “şu dünyaya bir türlü sığmayanlar” bilir.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.