Zerrin Özer

JANİS JOPLİN KILIKLI HİPPİ KIZDAN, AĞIR RÜKÜŞ ARABESK YILDIZLIĞINA...

ZERRİN ÖZER’DEN MED-CEZİR MANZARALARI


Zerrrin Özer adı basında ilk kez 1975 yılında, “TRT’yi karıştıran amatör ses” başlığıyla yer aldı. O günlerde televizyonda Cumartesi günleri öğleden sonraları yayınlanan “Hafta Sonu” programının içinde “Modern Folk ile Birlikte Söyler misiniz?” adında bir köşe yayınlanmaya başlamıştı. Bu köşede daha önce elemeden geçen amatör sesler, dönemin popüler topluluğu Modern Folk Üçlüsü eşliğinde ekrana çıkıp şarkı söyleme şansını yakalıyorlardı. Programın ilk bölümünde Kuddusi adını taşıyan “ama” bir genç ekrana çıkarılmış ve halk tarafından büyük ilgi görmüştü. Ancak ertesi hafta merakla beklenen programın ikinci bölümü yayınlanmadı. Bir sonraki hafta yayınlandığında ise Modern Folk Üçlüsü’nün ekrana çıkardığı ses Zerrin Özer’di.




Sonradan öğrenildi ki, bu bir haftalık rötarın sebebi de Zerrin Özer imiş. Henüz onyedi yaşındaki bu genç kız, program öncesinde Ankara’da yapılan elemelerde jüri üyeleri, TRT’den Ünlen Demiralp ve Necla Erol ve Modern Folk Üçlüsü’nden Doğan Canku’nun karşısında o günlerin çok ama çok popüler Eurovision şarkısı “Seninle Bir Dakika”yı söylemişti. Bu şarkıyla programa katılmaya hak kazanan Zerrin, çekimlerde de aynı şarkıyı söyledi. Ancak TRT yetkilileri bandı izleyince “Bu kız Eurovision temsilcimizden daha iyi söylüyor, bunu yayınlayamayız,” diyecek ve programın o bölümü bu yüzden yayından kaldırılacaktı. Tekrar yapılan çekimlerde söz konusu şarkının yerine Zerrin, Nilüfer’in sesinden meşhur olan “Göreceksin Kendini” adlı şarkıyı söylemek zorunda kalmıştı.


Zerrin’i milyonlarca televizyon izleyicisiyle tanıştıran bu program 19 Nisan 1975 Cumartesi günü yayınlandı. “Göreceksin Kendini” ve “Memleketim” şarkılarında gösterdiği üstün performans ekran başındaki herkesi derinden etkilemişti. O yılların popüler şarkıcısı Tülay’ın kız kardeşi olduğunu daha sonra öğreneceğimiz Zerrin hakkında Doğan Canku’nun gazetelere verdiği demeç şöyleydi : “Yarının dev sanatçısıdır Zerrin. Yaşı küçük ama büyük bir kabiliyet. Kısa bir müzik eğitiminden sonra Zerrin karşımıza ünlü bir ses olarak çıkabilir.”


Nitekim bu ilk ekran deneyimi Zerrin Özer’e şöhretin kapılarını kısa yoldan açacaktı. Doğan Canku’nun bahsettiği o kısa müzik eğitimini aldı mı almadı mı bilinmez ama, ilk plağını doldurmak üzere stüdyoya girmesi için çok fazla zaman geçmesine gerek kalmadı. Takvimler 1976’yı gösterdiğinde Zerrin’in “Yalvarırım / Bizler Ve Sizler” 45’liği piyasadaydı.



Uzun, siyah saçları, yuvarlak tel çerçeveli gözlükleri, kollarında dirseklerine dek uzayan bilezikleri ve rengarenk kostümleriyle tipik bir yetmişli yıllar genç kızıydı Zerrin. Ne sesi ne görüntüsü ablasına benziyordu. Söylediği şarkılar da öyle. Zaten sıkı bir Janis Joplin hayranıydı. Görüntüsüyle benzemeye çalıştığı kadar, şarkı söyleme tekniğiyle de ondan izler taşıyordu. 45’likte yer alan iki şarkıdan biri de yine Janis Joplin’in “Move Over”ına  Zerrin’in yazdığı Türkçe sözlerle oluşturulmuştu. Plak piyasasında hüküm süren aranjman çılgınlığının doruğa çıktığı o günlerde, onca şuursuz neşeli, sade suya tirit şarkı ve şarkıcı arasında 17 yaşındaki bir genç kız “Ne biçim dünya böyle, haykırmak istiyorum, biz gençlerini anlayan varsa, çıksın ortaya!” diyordu, yaşından hiç beklenmeyecek olağanüstü güçte bir sesle. Pek duyan olmadı zahir. Plağın A yüzünde yer alan “Yalvarırım”, ekranda ve radyoda bir süreliğine Zerrin’in adından söz ettirdiyse de, arkası gelmedi.


Asıl patlama 1979 yılında yaşanacak ve bir tek şarkıyla Zerrin Özer ismi hafızlara bir daha silinmemek üzere yazılacaktı. Bu şarkı ne enteresandır ki bir Orhan Gencebay şarkısıydı. Zerrin ilk 45’liğini Kent Plak hesabına yapmıştı. Bu firma, ablası Tülay’a ardı ardına yaptığı plaklarla zirve yolunu açmıştı. Çok basit bir formül geliştirilmiş, ancak bileşim mükemmel tutturulmuştu. Bir ucu artık yavaş yavaş tavsamaya başlayan Anadolu pop akımına, bir ucu ise yeni yeni palazlanmaya başlayan arabesk müziğe dayanan bu sentezde, doğru seçilmiş şarkılar, Esin Engin’in usta işi aranjmanları ve Tülay’ın muazzam yorumuyla bir araya getirilmiş ve her biri çok satan bir dizi plak ortaya çıkmıştı.

Muhtemelen ticari anlamda başarı kazanamayan ilk 45’liğinden sonra Kent Plak, Zerrin için de benzeri bir formülü uygulamaya karar vermişti ve böylece Zerrin Özer, Janis Joplin’den Orhan Gencebay’a alabildiğine hızlı bir geçiş yapmıştı. Gelin görün ki firmanın hesabı tuttu ve Esin Engin’in günün modası disko ritmine mükemmel bir şekilde adapte ettiği “Gönül”, Zerrin Özer’in yorumuyla kısa sürede bir “hit” haline geldi.


Zerrin’i bir anda herkesin tanıdığı bir isim haline getiren “Gönül”, o yıllarda gün geçtikçe daha az sayıda basılmaya başlanan 45’lik plak formatının son örneklerinden biri olacaktı. Yanı sıra aynı şarkı, pop müzikte disko-arabesk akımının da başlangıcı oldu ve ardı ardına bir dolu benzer deneme yapıldı ancak bu denemelerin bir tanesi bile “Gönül”ün ulaştığı başarının yanından geçemedi.


Zerrin Özer’in ikinci ve son 45’liği olan bu plak, fazla zaman geçmeden bir 33’lükle taçlandırıldı ve “Seni Seviyorum” adı verilmiş ilk albüm, Türk popunun çıkmaza girmek üzere olduğu o günlerde yapılmış ender sayıdaki katıksız pop albümünden biri olarak vitrinlerde yerini aldı. Kapağından şarkı dizimine dek her ayrıntısına son derece özen gösterilmiş, emek verilmiş bir albümdü bu. Sadece “Gönül” ün ticari başarısına sığınılmamış, o yıllarda Hurşit Yenigün ve Baha Boduroğlu ekolleriyle iki koldan yol bulan “Disko-Alaturka” akımına uysun diye “Samanyolu”nun disko versiyonu da albüme dahil edilmiş, üstüne de Melih Kibar ve Çiğdem Talu ikilisinin her bedene göre elbise biçmekteki emsalsiz mahareti tuz biber edilmişti. İkilinin yıllar boyu sevilecek, dinlenecek ve söylenecek klasik şarkılarından biri olacak “Seni Seviyorum” ve Türk popunun sessiz, sakin ve iddiasız isimlerinden Turgay Merih’in imzasını taşıyan “Hekimden Sorma”, bu ilk albümün en büyük kozları oldu ve Zerrin uzunca bir süre televizyonda bu iki şarkıyla boy gösterdi.


Yine bu albümde Muzaffer Uludağ ve Garo Mafyan’ın da birer besteleri yer alıyordu. Düzenlemelerde ise Esin Engin’in yanısıra Doruk Onatkut ve yine Garo Mafyan’ın imzaları vardı. Zerrin için son derece akıllıca bir repertuar yapılmış, pırıl pırıl yorumu ve tertemiz sesiyle gencecik yaşında adeta devleşen bir şarkıcı yaratılmıştı. Artık yolu açılmıştı. Ablası Tülay Özer’in şöhreti seksenli yıllarla beraber eski ihtişamını yitirirken, Zerrin zirveye doğru hızlı adımlarla ilerlemeye başlamıştı bile.

İkinci albüm de ilkini aratmayacak bir prodüksiyon olarak çıktı dinleyici karşısına. Biraz daha büyüyüp serpilmiş, artık yirmili yaşlarını yaşamaya başlamış bu gencecik kız, Türk popuna eşi benzeri bir daha kolay kolay yapılamayacak bir albüm daha hediye ediyordu. İlk albümle aynı yıl içerisinde (1980) piyasaya çıkan bu ikinci albüm, “Sevgiler” adını taşıyordu ve adeta ilk albümün devamı gibiydi.


Düzenlemelerde yine Esin Engin ve Doruk Onatkut imzası vardı. Melih Kibar, Çiğdem Talu ve Muzaffer Uludağ birer şarkılarıyla bu albümde de vardı. Yanı sıra en az onlar kadar etkili şarkılarıyla bir başka önemli isim, Bora Ayanoğlu da vardı ve Bora Ayanoğlu sessiz sedasız ortaya çıkarıverdiği onlarca hit şarkısının en güzelleriyle Zerrin Özer’in ikinci albümünü adeta bir şölene dönüştürmüştü. 

Yıllar boyunca en büyük Zerrin hitlerinden biri olacak “O Yaz” başta olmak üzere “Gurur Duyarım”, “Her Şey Seninle Güzel”, “Yalan”, “İmkansız” ve “Her Sonbahar” adlı şarkıların her biri başlı başına birer hit, hatta birer klasik oldu. Yine bu albümde yer alan “Çalacak Aşk Dolu Şarkılar”, “Solgun Güller” ve “Ayrılıklar Unutulmaz” ise çok fazla göz önüne çıkmamalarına rağmen bu albümün bir klasiğe dönüşmesinde en az diğer şarkılar kadar pay sahibi oldular. Ne var ki TRT denetimi bu albüme çok kolay geçit vermeyecekti. Az önceki cümlede bahsi geçen üç şarkı başta olmak üzere pek çok şarkı denetimden geçmeyecek, “Her Sonbahar”ın sözleri değiştirildikten, “O Yaz” yeniden ve albümdekinden farklı okunduktan sonra “okey” alabilecekti.

Buraya kadar her şey iyi hoştu. Zerrin Özer ismi artık yeni nesil pop şarkıcılarının en başında zikrediliyordu, şöhret gani ganiydi. Amma ve lakin ülkede pop para etmez olmuştu. Şarkıcıların yegane para kazanabileceği yer gazinolardı ve sokağa çıkma yasaklarıyla evine kapanan orta halli ailelerden boşalan yeri bir zamandır el değiştiren sermaye gruplarının sonradan görme zenginleri doldurmuştu tıka basa. Zevkleri ve istekleri de en az kendileri kadar rüküş bu yeni müşteriler, sahnede ne söylendiğiyle değil, ne sergilendiğiyle ilgiliydiler ziyadesiyle. Bu yüzdendir ki sadece bir iki plak doldurmuş, hatta zahmet edip onu bile doldurmamış onca isim gazinolarda “full” çekiyordu. Belki repertuarları değil ama yırtmaçları alabildiğine genişti çünkü. Yok eğer ben çıkar şarkımı söylerim, oramı buramı da göstermem derseniz bari en azından iki arabesk okumalıydınız ki çalıştığınız gazinoda itibarınız olsun. Öyle “O Yaz”la “Bu Yaz”la olacak gibi değildi bu iş. Hele Janis Joplin gözlükleri ve bilezikleriyle hiç olmazdı. Bu yüce gerçeğin ayırdına en önce kim vardı, Zerrin mi, çevresinde ona akıl verenler mi bilinmez ama Zerrin Özer’in muhteşem değişimi işte tam da böylesi bir ahval ve şeraitte başladı.

Önce basından aldık haberi. Sarıya boyanmış saçları, mavi lensli yeni gözleri ve dallı güllü elbiseleriyle Zerrin Özer, sevenlerine yeni halini sergiliyor ve soruyordu : “Hangi Zerrin daha güzel?” Ne cevap verilebilirdi ki böyle bir soruya? “Doğal olan,” desek ne yazardı? Çıkmak üzere olan yeni albüm de değişimden nasibini almıştı oysa. Bu albümde hem arabesk hem pop vardı. Zerrin’in bundan sonra ne söylemesi gerektiğine dinleyicileri karar verecekti. Oysa “Bir bilene soralım, aşkı kim icat etti?” cümlesi bile tek başına Zerrin’e gazinoların kapısını ardına kadar açacak “kitch”likteydi. Sarı saçlar, mavi gözler de cabası. Nitekim öyle de oldu. Devam eden yıllar ama yıllar boyunca Zerrin, gazinoların aranılan isimlerinden biri olmayı başaracaktı.

1981 yılı Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finalinden Zerrin Özer’in adı şöyle bir gelip geçti ve bu, Özer’in tüm kariyeri boyunca görüp göreceğimiz tek Eurovision macerası oldu. O günlerde Zerrin, menajerliğini yapması için Ali Kocatepe’yle anlaşmış, Ali Kocatepe ise ilk iş olarak onu Eurovision Şarkı Yarışması’na sokmaya karar vermişti.

Kocatepe o yıl iki şarkısıyla birden finale kalmıştı. TRT’ye gönderilen ilk bantlarda Sezen Aksu ve Doğan Canku tarafından seslendirilen “Dönme Dolap”, finalin favori şarkılarından biriydi. TRT yönetimi o yıl yapılan şartname gereği tüm şarkıcılara açık çağrıda bulunmuş, “gelin istediğiniz şarkıyı söyleyin, sonra biz kimin neyi söyleyeceğini seçelim,” demişti. Sezen Aksu yarışmaya katılmayacağını açıklayıp da “Dönme Dolap” Modern Folk Üçlüsü’ne kalınca, Ali Kocatepe grubun yanına bir kadın vokal aramaya koyulmuş ve Zerrin’le MFÜ bileşimi böyle husule getirilmişti. Öyle iddialı bir ekip olmuşlardı ki finalist diğer şarkılara bir dolu talipli çıkarken, “Dönme Dolap” jürinin karşısına bir tek versiyonla (MFÜ & Zerrin Özer yorumuyla) çıktı ve bu ekip rakipsiz olarak final gecesi sahneye çıkmayı garantiledi. 

Ancak sonrasında ne olduysa oldu ve Zerrin’in Kocatepe’yle arası açıldı. Karşılıklı ithamlarla gelişen bir dizi basın toplantısında Zerrin Özer ağlaya ağlaya Eurovision’dan çekildiğini açıklıyordu. Yarışmadan çekilmekle, yıllar önce TRT’nin amatör şarkıcı seçmelerine katıldığında tanıştığı ve birlikte resim bile çektirdiği Ayşegül Aldinç isimli genç bir kızcağıza şöhretin kapılarını açacağını bilmeden elbette. 


“...Ve Zerrin Özer” adını taşıyan üçüncü albüm, hatırı sayılır bir satış grafiği çizmişti. Zerrin’in arabesk şarkılarda ne denli muvaffak olduğu konusunda herkes hem fikirdi. Zaten  bugünün şarkılarıyla kıyaslandığında o şarkıların aslında ne derece arabesk olduğu tartışılır artık. Ben hala dinlemekten çok zevk alıyorum, o yıllarda da bıkmadan dinlediğimi hatırlıyorum. Benim avuntum şuydu ki kaçarı yok arabesk dinlenecekse, en azından muazzam bir sesten ve düzgün bir Türkçeyle söylenmiş haliyle dinlemek pekala tercih edilebilirdi. Zerrin Özer her haliyle başından beri gittiği yolun tam tersi istikametinde hızla ilerliyordu. Belki de daha önce hiç Zerrin Özer dinlememiş bir kesim “Dert Pınarı”yla “Tövbe İsyanıma”yla kahırlanırken, Zerrin televizyonlarda “İki Sevgi Bir Kalpte” yle boy gösteriyor, velhasıl-ı kelam, seksenler tüm alaca bulacasıyla yaşanmaya devam ediyordu.

Ne var ki bu yarı yarıya pop-arabesk albümün hemen akabinde sapına kadar arabesk bir albümle arz-ı endam etmekte gecikmeyecek ve “Gelecek misin?” adını taşıyan bu albümle de Zerrin Özer, popun o günlerde sakin ve kazançsız sularından zamanında anla şanla fora ettiği yelkenlerini apar topar toplayarak çekip gidecekti. Yazının bundan sonrasında okuyacağınız üzere bir daha da kolay kolay geri dönemeyecekti zaten.


“Gelecek misin?” albümü şöyle böyle değil, hani o yıllarda “ağdalı” (bu yıllarda ne denir, “dark” mı acep?) dedikleri türden bir arabesk albümdü. Bir önceki albümde işin arabesk kısmı Hurşit Yenigün’e emanet edilmiş, Yenigün de onca cıvıl cıvıl albümün yaratıcısı değilmişçesine alabildiğine, ağır okkalı düzenlemeleriyle arabeskin hakkını adamakıllı vermişti. Bu albümde de hakeza öyleydi. Zerrin’in şarkıcılığına diyecek yoktu doğrusu. Olağanüstü sesini kimi kez fısır fısır, kimi kez olanca kudretiyle ama her defasında tüyler ürperten, yürek yakan bir yorumla şarkılara bahşediyor, çok sıradan şarkılar bile Zerrin’in yüzü suyu hürmetine dinlenebilir hale geliyordu. Nitekim Zerrin kariyerinin en az bilinen ve bir tek hit bile çıkaramamış tek albümü olarak müzik tarihindeki yerini alacaktı “Gelecek misin?”. Takvimler 1982 yılını gösteriyordu.

Zerrin artık sadece şarkılarıyla değil, özel hayatıyla da gündem konusuydu. O yıllarda anlamaya başlayacaktık Zerrin’in hezeyanlı, gel gitli ruh halini. Özel hayatının tüm kariyerini ne denli alt üst edeceğine hep birlikte şahit olacaktık. Her şeyden çok duygularıyla hareket edecek, bu yüzden bazen yapılmayacak mantık hataları yapacak ve ağır bedeller ödeyecekti. Bir yandan hızla kilo almaktaydı. Sahne üzerinde ve ekranda ve resimlerde ve her daim, mümkün olduğunca albenili olmanın olmazsa olmaz kuralları vardı o yıllarda. Kilo almak, şişman olmak demek neredeyse kariyerine nokta koymak demekti (Bknz: Belgin Doruk). Zerrin kadar biz de bunu böyle sanıyorduk. Az buz bir sıkıntı değildi o yaşlarda şöhret basamaklarını hızla tırmanmış bir genç kadın için bu durum.


1984 yılında bu defa “Mutluluklar Dilerim” adlı bir albümle karşımıza çıktığında, yine bir önceki albümün yolundan gittiğini görecektik hep birlikte. Daha önce Nesrin Sipahi ve Banu tarafından da plak yapılan “Mutluluklar Dilerim”, hakikaten çok etkileyici bir şarkıydı ve Zerrin’in sesine de çok yakışmıştı ama bu albümden çıkan asıl hit bir başka şarkı oldu.

Albüm, plakların artık satmaz olduğu günlere denk gelmiş ve ilgi görmemişti. Ne var ki Kent Plak bu albümü yıllar boyunca kaset olarak defalarca yeniden bastı, CD devri başlayınca bir de disk olarak piyasaya sürdü ve adeta unutmadı, unutturmadı. Dolayısıyla çok sık olmayacak bir şey oldu ve bu albümde Zerrin bile farkına varmamışken “Son Mektup” adlı Hakkı Bulut bestesi durduk yerde bir fenomen haline geldi.

Yazının burasında bir virgül atıp, Zerrin Özer’in halen piyasada bulunmayan ilk dört 33’lüğünün bugünlere ulaştırılabilmesi için EMI Müzik’in kulağını bükmek isterim. Biliyoruz ki o dönemlerde Kent Plak etiketiyle yayınlanan tüm plakların yayın hakları ve “master” kayıtları şu anda EMI Müzik Türkiye’nin elinde. Ve istenirse, Zerrin Özer’in bu ilk albümleri, tıpkı Odeon’un Nilüfer’e yaptığı türden bir seri tıpkıbasımla yayınlanabilir. Başta Zerrin Özer olmak üzere, EMI Müzik Türkiye yetkililerinin bu düşünceyi hayata geçirmeye niyet etmeleri en büyük temennimiz, diyor ve kaldığımız yerden devam ediyoruz.

Zerrin Özer artık kendisine yöneltilen ihanet suçlamalarından sıkılmıştı. Ancak hala bağlı bulunduğu firmanın kolay pes edesi yoktu. Kent Plak ve Zerrin Özer’in gırtlak gırtlağa geldiği o günlerde sadece kaset formatında bir albüm daha sürüldü piyasaya. “Evcilik Oyunu” adını taşıyan bu albümü o günlerde kasetçi vitrinlerde sıklıkla gördüğümü hatırlıyorum, hatta kapak resminin “Mutluluklar Dilerim” albümünün arka kapağında yer alan Zerrin resmi olduğunu da biliyorum ama o derece sıkılmış olmalıyım ki arabesk Zerrin Özer’den, ben bile satın almamışım o kaseti. Sonrasında da bulunmaz oldu zaten.


Zerrin feryat figan, bu albümün, önceki albümlere konulmamış deneme kaydı şarkılarla oluşturulduğunu ve yasal olmadığını iddia ediyor ve Kent Plak’a verip veriştiriyordu. İşin doğrusu neydi hiç bilemedik. En fenası hala ben de bilmiyorum “Evcilik Oyunu”nun içinde neler, hangi şarkılar vardı. Bildiğim tek şey bu kasetin, Zerrin Özer ve Kent Plak birlikteliğinin son mamulü olduğu. Sonrasında Zerrin Özer, firmasından nihayet ayrıldığını ve popa geri döndüğünü müjdeledi sevenlerine. Yıl 1985’ti.

Sevdiğim şarkıcıların kariyerlerine sahip çıkma, müdahil olma hakkını kendimde görüşüm ne kadar eskiye dayanıyormuş varın siz hesap edin artık ki ben o günlerde oturup Zerrin’e bir mektup yazmıştım. Hiçbir zaman gönderilmeyen o mektup “Tatlı Zerrin Abla,” diye başlıyor (ne utanç verici değil mi?) ve arabesk söylediği için kendinden utanması gerektiği bile söyleyecek kadar cüretkar bir üslupla devam ediyordu (asıl utanması gereken ben değilmişim yani). Aman da ne kadar sevinmiştim popa döneceği için. Ve ne kadar emindim tüm memleketin bu haberle bayram ettiğine.

Ettiler mi etmediler mi bilinmez ama eğer ettilerse de eminim ki onlar da benim gibi kelimenin tam anlamıyla tepe sersemi olmuşlardır Zerrin Özer’in yeni albümünü ellerine aldıkları zaman. Durum hakikaten “absürd” ötesiydi. Albümün adı “Kırmızı”ydı. Hakikaten kıpkırmızı bir kapakta, sarı tiftik saçları, kocaman vatkalı kırmızı tuniği, ten rengi kadın çorabını cömertçe sergilediği çıplak bacaklarının ayak bileği nahiyesini süsleyen kırmızı konçlarıyla poz vermiş bir Zerrin Özer vardı. “Kırmızı” yazısının hemen altında ise iki satır Arapça yazı duruyordu!


“Kırmızı”, şarkıcının Fono Müzik’le yapacağı üç albümün ilkiydi. O yıllarda ülkede, özellikle İstanbul’da acayip bir Arap turist çılgınlığı yaşanıyordu. Bildiğimiz turist tanımına hiç uymayan bu sonradan görme zengin misafirler alabildiğine cömert para harcıyor, üstelik de en mutena semtlerde evler kiralayıp aylarca kalarak her türlü esnafın iştahını kabartıyorlardı. Muhtemelen buradan yola çıkılmış ve (artık kimin fikri bilinmez) Zerrin’in albümüne iki de Arapça şarkı konulmuştu. Popa döneceğini müjdeleyen Zerrin, yeni albümünde iki Arapça şarkı seslendiriyordu! Şarkılar neler miydi peki? O yılların çok popüler iki türküsünün Arapça versiyonları; “Dom Dom Kurşunu” ve “Emine”!

Sevilesi bir çok şarkı da vardı bu albümde. Yaşar Güvenir’in “Ben Buyum İşte”si, hiç bir zaman çok popüler olmadı ama ilk iki Zerrin albümünün tadını veren bu şarkı, benim ve pop söyleyen Zerrin’i tercih eden herkesin sessiz sedasız hiti oldu. “Seninle Başım Dertte”nin ve “Bir Gülü Sevdim”in, Esin Engin düzenlemelerine rağmen dönemin korkunç “sound”una yenik düşmüş versiyonlarını da  eskinin “disko-arabesk”leri arasına zorla da olsa koyabilirdiniz belki.

O günlerde çok tutmuş “Sen Ağlama” nın kıyılarında gezinen “Ağlamayacaksın” ve Ülkü Aker’in son dönem Arap aranjmanları da hiç fena değildi doğrusu. Zerrin Özer popa dönememişti belki ama zaten pop da eski pop değildi artık. Ya da pop ona dönmüştü dersek sanırım yanlış olmaz.


Fono Müzik, 1987 yılında işi biraz daha sıkı tutarak bu defa Atilla Özdemiroğlu ve Zerrin Özer'i bir araya getirdi. Atilla Özdemiroğlu, “Dayanamıyorum” adı verilecek yeni Zerrin albümü için, “Firuze”yle birlikte inşa etmeye başladığı yeni dönem neo-arabesk besteciliğinin ve her şarkıya senfonik bir tat veren olağanüstü ustalıklı aranjörlüğünün bütün hünerini dökecekti ortaya.

Bu kez Arapça şarkı yoktu belki ama Arap saçı bir albüm vardı karşımızda. Tam da o yıllarda doruğa çıkmış taverna müziğinin en “baba” örnekleri “Sevmeli”, “Gönlümün Sultanısın”, “Benimsin” gibi piyasa teamülü şarkıların arasına “Havada Bulut Yok” un gelmiş geçmiş en muhteşem versiyonlarından biri konulmuş, Bora Ayanoğlu’nun enfes bestesi “Penceresi Önünde” ve dahası unutulmaz Ayten Alpman klasiği “Ben Böyleyim” de bu aşurenin en nadide parçaları olarak albümde yerini almıştı.

Banu’nun o yıllarda ilk kez düzenlenen Altın Güvercin şarkı yarışmasında seslendirdiği “Bırakma Beni” diye bir şarkısı vardı. Nasıl bir adam olacak çocukmuşum ki bu şarkıyı ilk duyduğumda Zerrin’e yakıştırmış, “Ah ne müthiş söylerdi bunu,” diye hayıflanmıştım. Sonrasında duydum ki Zerrin hakikaten bu şarkıyı Banu’dan istemiş, (artık buna nasıl bir parapsikolojik kulp takmalı bilemem; enerji, sinerji?) ne var ki Banu her nedense bu şarkıyı değil de bir başka bestesini vermeyi yeğlemişti. İyi ki de yeğlemişti çünkü bu sayede bu albüm, bir başka unutulmaz Zerrin Özer klasiğini barındıracak, “Bırak Ellerimi” gibi olağanüstü bir şarkı böylece dinleyici önüne çıkacaktı.
Bahis konusu yarışmada Zerrin’in, henüz kimselerin tanımadığı bir müzisyen olan Harun Kolçak’la düet yaparak söylediği “Dansa Çağrı” ise tüm Zerrin Özer diskografisinin en genç, en deli dolu şarkısı olmasına rağmen albümlerine giremeyecek ve  arşivlerde unutulup gidecekti.

Bunca her telden çalan havasına rağmen “Dayanamıyorum”, sevilen ve beğenilen bir Zerrin Özer albümü oldu. Bilirsiniz ki vefakar halkımız bağrına şöyle sahici sahici bastıysa birini, kolay kolay bırakası olmaz. Zerrin’in de durumu buydu şüphesiz. Sesinin o kadar seveni vardı ki, en kötü şarkıyı söylese, dinleyeni hazırdı.

“Dayanamıyorum” albümünün en önemli özelliği hiç kuşkusuz Zerrin Özer’in plak formatında yayınlanan son albümü olmasıydı.

Zerrin Özer’in Fono Plakla yaptığı üçüncü ve son albüm 1988 yılında piyasaya çıktı. Uzun zaman sonra Zerrin’in pop müziğe en yakın duran albümüydü bu. “Dünya Tatlısı” adı verilmiş albümde bu defa aranjör olarak Garo Mafyan’la çalışılmıştı ve Garo Mafyan o yıllarda çok moda olan neo-alaturka şarkıların aranjörü olarak piyasada iyi iş yapıyordu. O günlerde Emel Sayın’lar, Zeki Müren’ler, Muazzez Abacı’lar çok satan ve çok tutan albümlerini hep Garo Mafyan’a emanet etmişlerdi. Nitekim Zerrin’in yeni albümü de dönemin çok satan birkaç pop albümünden biri olarak vitrinlerde yerini alacaktı.


Özer’in  uzunca bir dönem birlikte çalıştığı Grup Lokomotif ‘in elemanlarından Erbil Savaş’ın bestesi “Dünya Tatlısı” hem albümün adı hem de hit şarkısı olarak dillere düştü. Ofra Haza’nın o yıllarda ortalığı kasıp kavuran “Im Nın Alu” adlı şarkısının (ki yakın bir tarihte İzel tarafından “Şak” adıyla yeniden söylendi) Aysel Gürel sözleriyle Türkçe versiyonu “Hani Yeminin” de albümün kozlarından biriydi.

O günlerde Nilüfer’e verdiği şarkılarla Türk popunun yeniden soluk almaya başlamasının öncülerinden olan Kayahan’ın “Yoksun Sen” adlı şarkısı ve yine bir başka duayenin, Barış Manço’nun “Unutamadım”ı (her ne kadar Manço’dan izinsiz seslendirildiyse de), albüme ağırlığını koyan şarkılar oldu. Özkan Turgay bestesi “Bu Yaz”, Uğur Başar bestesi “Sat Gitsin” ve Fikret Şeneş’in yabancı bir şarkıya yazdığı Türkçe sözlerle albümde yer alan “Ağlayamıyorum” adlı şarkısı ise Zerrin’in arabeskten bütün bütüne kopmaya niyeti olmadığının göstergeleriydi. Zerrin bu albümle birlikte ilk kez Fikret Şeneş’le çalışıyor ve Şeneş kariyerinin olgunluk döneminde birbirinden güzel üç şarkıyla tekrar karşımıza çıkıyordu. Her ne kadar albüm kapağında Şeneş’in sözlerin yazdığı üç şarkının bestecisi olarak Nermin Güleş ismi görünüyorsa da böyle bir ismin aslında var olmadığı ve her üç şarkının da aslında birer aranjman olduğu sonradan ortaya çıkacaktı.

Zerrin Özer bu albümün kapağında sarı röfleli uzun saçlarıyla poz vermişti. Bu, o günlerde her iki şarkıcıdan birinde görülen saç modeli Zerrin’e öyle yakıştı ve herkes tarafından o kadar benimsendi ki, bir daha da uzun yıllar değişmedi. Öyle ki Bostancı Gösteri Merkezi’nde doksanlı yılların hemen başında izlediğim bir Zerrin Özer konserinde onu sahnede kısa sarı bir perukla görünce konserin ilk yarısı boyunca sahnede Muazzez Abacı var zannetmiştim (Abacı’nın o günlerdeki saç modeline çok benziyordu peruğu hakikaten). Bereket konserin ikinci yarısında kendi saçlarıyla sahneye çıktı da sahnedekinin hakiki Zerrin olduğunu anladık.  

1990 yılında Zerrin Özer “İşte Ben” diyerek çıkacaktı karşımıza. Bu defa kimsenin etkisinde kalmamış, albüm kapağında da ifade ettiği üzere, 12 senedir sürdürdüğü plak ve kaset çalışmaları içerisinde “en çok severek, inanarak ve duyarak seçtiği” şarkılardan oluşan bir yapıt sunmuştu dinleyicilerine. Öyle ki albüme sadece yorumcu olarak değil, Seda Akay’la birlikte prodüktör olarak da imza atmıştı bu kez. Üstelik yıllar sonra ilk kez bir de şarkı sözü yazmıştı bu albüm için.


Yine Fikret Şeneş’in Türkçe söz yazdığı iki şarkı, bir  Tülay Özer bestesi, bir Uğur Başar, bir Garo Mafyan bestesi ve Seda Akay, Aysel Gürel sözleriyle yabancı besteler vardı bu albümde. Henüz besteleri birer ikişer duyulmaya başlamış Şehrazat da bu albümdeki yer alan iki şarkısıyla bestecilikteki iddiasını ortaya koyuyordu. Düzenlemelerin büyük çoğunluğu Garo Mafyan tarafından yapılmış, henüz vazgeçilememiş elektronik davul, bu albümde de kulak tırmalayan çıstaklarıyla baş rolü oynamıştı. Dinledikçe sevilen bu albüm, olabildiğince pop bir çizgide seyretmesine rağmen kadere bakınız ki en çok, Burhan Çaçan tarafından da seslendirilmiş “Kar Tanesi”yle adından söz ettirecekti.

O günlerde cesur adımlar atma arzusuyla yola çıkan ve bu uğurda hakikaten cüretkar bir tavırla Hümeyra’ya olağanüstü güzel iki albüm yapan Sarp Müzik, Zerrin Özer’in bu albümünü çok az sayıda bastı. Bu yüzden, ne yazık ki “İşte Ben” adlı albümü bugünlerde piyasada bulma şansı pek yok (albümün Almanya’da yayınlanmış CD baskısını yıllar sonra bulduğumda, içinde “Onun Sesi” adını taşıyan ve kaset baskısında olmayan bir şarkı bulmak beni hem çok şaşırtmış, hem de çok sevindirmişti).

Doksanlar gelip çatmış, pop yeniden soluk alıp verir olmuştur artık. Bir tekerleme furyasıdır başlar. Devir “Hadi yine iyisin”ler, “Aboneyim abone”ler devridir. Ve bu devrin mimarlarından Garo Mafyan halihazırda Zerrin’in elinin altındadır. Bir çoğu Aysel Gürel imzalı onca tekerleme şarkı arasından Zerrin’in payına “Otuzbeşe Bakla” düşer. “Baklaaaaaa baklaaaaaaa” vokalleriyle başlayan ve kendince bir mesaj kaygısı da taşımaktan imtina etmeyen bu enteresan şarkı, Zerrin Özer’in 1991 yılı albümü “Sevildiğini Bil”in açılış şarkısı olur.

Albümün kapak fotoğraflarında, deri kostümü, sade makyajı ve afili saç modeliyle de seksenlerin o ağır rüküşlüğünü üzerinden atmış gibidir Zerrin,. Müziği gibi görüntüsü de daha gençtir artık. Benimse her şeye rağmen ve hala Zerrin’den müthiş bir pop şarkıcısı çıkabileceğine olan inancım o kadar yerli yerindedir ki, bu değişime sevinmekten bir hal olurum o günlerde.


1991 tarihli “Sevildiğini Bil” isimli albüm, aynı adı taşıyan şarkının yanı sıra, “Olamazdım Senle” ve “Yangınım” gibi birkaç Garo Mafyan hiti sayesinde ilgi gördü. O günlerde henüz camiada emekleme dönemini yaşayan Mustafa Sandal “Böyle de Bir Huyu Var” adlı şarkısıyla albüme adını yazdıracak ve yine bestecilikte gittikçe ağırlığını hissettirmeye başlayacak olan Şehrazat, bu albümde bir kez daha karşımıza çıkacaktı. Ancak tüm bunlara rağmen bu albümden çıkan en büyük “hit”, bir “cover” şarkı oldu. Bir dönem Neşe Karaböcek’ten Zeki Müren’e, Nesrin Sipahi’den Erol Büyükburç’a, hemen hemen söylemeyen kimsenin kalmadığı “Artık Sevmeyeceğim”, bu yeni ritmik versiyonuyla Zerrin Özer’in sesinden çok sevildi ve yıllar sonra tekrar dillere düştü.

“Sevildiğini Bil”, aynı zamanda Zerrin Özer’in yeni plak firması “Tempa&Foneks” ten çıkardığı ilk albüm olacak ve peşinden gelecek iki albüm de aynı firma tarafından piyasaya sürülecekti. Nitekim üzerinden çok zaman geçmeden Zerrin Özer, bir önceki albümüne çok benzeyen bir kapak kompozisyonuna rağmen, çok başka bir muhteviyat taşıyan yeni albümüyle tekrar karşımıza çıktı. Bu kez “Olay Olay” diyordu Zerrin, “asıl olay bu, gerisi hikaye !”


Sezen Aksu-Onno Tunç işbirliği Türk popunun gelmiş geçmiş en büyük “hit”lerinden birini “Hadi Bakalım”ı çıkarmış, kısa süre sonra bu kez Nilüfer yine Onno Tunç’la “Şov Yapma” gibi bir büyük “hit”e imza atmıştı. Ortada hem ticari başarısı hem de müzikalitesi çok yüksek işler vardı ve Onno Tunç’un bu marifeti adı geçen her iki şarkıcımızın da yetmişlerden bu yana süregelen kariyerlerini doksanlar boyunca da sürdürebilmesinin yolunu açacaktı. O halde bu defa adres Onno Tunç’tu. Kimbilir ne müthiş bir albüm bekliyordu bu kez Zerrin Özer hayranlarını. Turna nihayet gözünden vurulacak gibiydi. Onno Tunç varsa boş yoktu.

Bu ve buna benzer heveslerle piyasaya sürülen “Olay Olay”, ne yazık ki büyük bir hezimete dönüşecekti çok geçmeden. Sebebini kimse bilmedi. Her şey mükemmeldi. Ama albüm bir türlü tat vermiyordu. Her ne kadar Zerrin, bu albümünün kariyerinin en önemli çalışmalarından biri olduğunu hala söylese de, kabul etmeli ki “Olay Olay” ne satış başarısı yakalayabildi ne de “hit” bir şarkı çıkarabildi.

Bir albümün satmasında ya da satmamasında bin türlü etken vardır malum. Başta zamanlama olmak üzere, tanıtım, dağıtım, vesaire gibi bir dolu yan faktör, kimi zaman ürünün kendisinden bile daha önemli olur. Müzik tarihi böylesi yan faktörlerin olumsuzluğuna kurban olmuş nice yitik albümle doludur. “Olay Olay” pekala böylesi bir yitik albüm sayılabilir. Nitekim, Zerrin Özer kariyerinin en güzel şarkılarından biri olan “Uzak Diye Bir Yer Yok” da albümün şanssızlığının kurbanı oldu ve pek fazla bilinmeyen bir Zerrin şarkısı olarak kaldı.

Zerrin, 1993 yılında ablası Tülay Özer’in yıllar sonra yayınladığı “Olmalı Olacak” adlı yeni albümüne yine Seda Akay’la birlikte prodüktör olarak imza atacak, aynı albümün iki şarkısında da sesiyle ablasına eşlik edecekti. Böylece iki kardeş, ilk kez bir albümde birlikte şarkı söylüyorlardı. 1994 yılında ise bu defa kariyerinin ilk yıllarında çok önemli bir yer tutan Bora Ayanoğlu’nun yıllar sonra yayınladığı “Aklım Sende” adını taşıyan yeni albümüne destek verdi ve albüme adını veren şarkıyı Bora Ayanoğlu’yla birlikte seslendirdi.


Ne var ki “Olay Olay”ın başarısızlığı, onu kariyerinin bundan sonrası için ciddi kararlar almaya sevk etmişti. Annesinin hastalığı ve ölümüyle gelen acıları kolay kolay atlatamayacak, bir de yaşadığı bu hezimet, çok küçük yaşlardan beri camianın içinde verdiği mücadelenin getirdiği yorgunlukla birleşince, bir anda büyük bir kırgınlığa ve hatta küskünlüğe dönüşecekti.

O günlerde hangi televizyon programına çıksa ağlayan, gözyaşlarına boğulan bir Zerrin Özer gördü ekran karşısındakiler. Zaten başından beri duygusallığı ve kırılganlığı nedeniyle çok yıpranmış, çok kez hata yapmış ve bu durum kimi kez ismine de zarar vermişti. Genç kızlık günlerinden çıkıp gelen bir talihsiz hikaye, o günlerde geçirmekte olduğu hastalığa konulan yanlış teşhis sonucu kullandığı ilaçların zaten başından beri başının dertte olduğu şişmanlık sorununu had safhaya çıkarması, üstüne üstlük bir de bu büyük umutlar beslenen albümün başarısızlığı, ciddi bir buhrana sokmuştu Zerrin’i. Bir gün yine gözyaşları içerisinde hem müziği bıraktığını hem de Türkiye’den ayrılıp Almanya’ya yerleşeceğini açıkladı.  

Aslında çok genç yaşta camianın tam içine düşmüş bir çok star, özellikle kırklı yaşların kapısına geldiğinde benzeri kaçışlar yaşamışlardı, yaşamaktaydılar. Belki Zerrin'inki de böylesi bir kaçıştı. Oysa herkes çok iyi biliyorduk ki bu geçici bir dönemdi ve Zerrin de tıpkı diğerleri gibi eninde sonunda ait olduğu yere, sahneye ve müziğe geri dönecekti. Nitekim öyle de oldu.

Takvimler 1996 yılını gösteriyordu. Yakın çevresinin ve hala bağlı bulunduğu plak firmasının ve bizim bilmediğimiz kim bilir daha kimlerin yoğun ikna çabaları sonucu ismiyle aynı adı taşıyan bir albümle Zerrin Özer tekrar karşımızdaydı. “Hey benim paşa gönlüm, yılları çürüttün mü, bunca zaman sonunda kendini büyüttün mü?” diye soruyordu Zerrin. Bu oldukça manidar şarkı, sanki kendisiyle ve geçmişiyle bir hesaplaşmaydı. Üstelik sözü geçen şarkı için klip çekileceği gün kim var kim yok sete gelmiş, Nilüfer’den Sezen Aksu’ya, VJ Bülent’ten Kerim Tekin’e herkes bu muhteşem dönüşü için Zerrin’den desteğini esirgememişti. Esirgememişti esirgememesine de bu dönüş de beklenen başarıyı getirmeyecekti. Birbirinden güzel şarkılar barındıran bu albümde kimya yine tutmamış gibiydi. Yine de “Paşa Gönlüm”, yapışkan melodisiyle ve “cafcaflı” klipiyle en azından yeni nesil gençliğe Zerrin’i sevdiren şarkı oldu.


Dönemin yükselen yapım firması Prestij Müzik’ti. E Zerrin’in de Tempa & Foneks’le sözleşmesi bittiğine göre, gidilecek adres belliydi. Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz, Küçük Ceylan, Seda Sayan, Adnan Şenses’ten sonra Prestij Müzik’in portföyüne Zerrin Özer de katılmış oluyordu.

Pastanın büyük dilimini kerameti kendinden menkul yöntemlerle kapmış, temelsiz yükselmiş gökdelen misali devasa bir garabete dönüşmüş bu acayip firma, hiçbir masraftan kaçınmayacaktı Zerrin için. Zerrin yeni albümüne yine çok güveniyor ve inanıyordu. Bu defa en umutsuz bendim galiba. Arabeskten yeni yeni başını almış Zerrin’in Prestij gibi bir firmayla münasebeti nasıl bir meyve verebilirdi ki en fazla? Kabul etmeliyim ki ben bile yanıldım. “Zerrin Özer ‘97”, gümüşi renkli kapağıyla vitrinlerde yerini aldığı zaman, ortada dönemin şartlarına göre gayet eli yüzü düzgün, derli toplu bir albüm ve en azından yolunu bulmuş bir Zerrin Özer vardı.


Töre karşıtı klipiyle dikkatleri üzerine çeken “İftira”, ve hem popüler müziğin klasiklerinden hem de gelmiş geçmiş en önemli Zerrin Özer hitlerinden biri haline gelecek “Kıyamam”, iki Şehrazat bestesi olarak albümün ağır toplarıydı. Ünlü “Laggera”nın  Türkçe “cover”ı olan “Sana Yazdım”, Zerrin’in hastalığı boyunca annesinin kulağına fısıldadığı CemAli şarkısı “Şimdi Hayallardesin” le albüm akıp giderken, bu kadarıyla da yetinilmemiş, yetmişli yılların Tülay hitlerinden “Falcı” ve “Aramızda Bir Şey Yokken”, yanı sıra Bora Ayanoğlu’nun unutulmaz “Kırık Aynalar”ıyla Zerrin belli ki bu defa işi sıkı tutmuştu. Nitekim bu çalışma, Zerrin diskografisinin kalburüstü çalışmalarından biri olarak müzik tarihine geçti.    

Bu albümün ardından üç yıllık bir ara daha verdi. Bu defa o günlerin ayrıcalıklı işlerine imza atmış, yeni ve cesur bir müzik firmasıyla anlaşmış, Kiss Müzik saflarına geçmişti. Bu firma hesabına yapacağı ilk şey, başından o güne dek, geride bıraktığı yirmibeş yıla şöyle bir dönüp bakmak olacaktı. O günlerde Nükhet Duru, Ajda Pekkan ve Nilüfer, yani popun parlaklıklarını hiç yitirmemiş yıldızları, birer “best of” albümle çıkmışlardı dinleyici karşısına. Her bir albüm hem söz konusu yıldızların sıkı takipçilerini mest etmiş, hem de yeni nesilden yeni hayranlar kazanmalarına vesile olmuştu. Sıra şimdi Zerrin’deydi.


“Bir Zerrin Özer Arşivi” adı verilmiş “best of” albüm, 2000 yılında yayınlandı. Bu albümde Zerrin, eski şarkılarını yeni düzenlemelerle yeniden seslendiriyor, kapağından, klipine dek bir bütün olarak yirmibeş yıllık kariyerinin izini sürüyordu. Ne var ki bir takım sorunlar nedeniyle eksiksiz bir “best of” olamamıştı bu. Bundan mıdır bilinmez, yıllar boyu sessiz sedasız bir hit olmuş “Son Mektup” üzerine oynandı bütün kozlar.

Müzik dünyasının çok ama çok erken ve çok talihsiz bir ölümle yitirdiği Kerim Tekin, Zerrin’in en kötü günlerinde yanında yer almış, öldüğü güne dek sıkı dostlarından biri olmuştu. Bu yüzden onun “Kar Beyaz “ şarkısını almıştı bu albüme Zerrin. Şarkı, teknoloji marifetiyle Zerrin ve Kerim Tekim düetine dönüştürülmüş, teknik olarak çok parlak olmasa da, dinleyen herkesin yüreğini dağlamıştı.

Bu albümün hemen ardından bu defa, 1988 yılında yayınlanan Zerrin Özer albümüne adını veren “Dünya Tatlısı” adlı şarkı, orijinal versiyon ve dört farklı “remix” le birlikte “single CD” formatında yayınlandı. Zerrin Özer’in imzalı birer resminin de konulduğu bu az sayıda basılmış özel “single”, bugün bile çok yaygınlaşmamış olan “single” formatının ikibinlerin hemen başında yayınlanmış birkaç örneğinden biri oldu.


O günlerde televizyonlarda yayınlanan bir yarışma programı ve bir dizi, yılların tiyatro oyuncusu Kenan Işık’ı şöhret etmekte idi. Kenan Işık’ın bu şöhretten istifadeyle doldurduğu şiir albümünde Zerrin Özer iki şarkıya sesini verecek ve muazzam yorumuyla yine göz dolduracaktı.


Takvimler 2002 yılını gösteriyordu. Popüler müzik denilen şey, doksanlar boyunca sürüp giden karmaşadan biraz da olsa kurtulmuş, sapla saman birbirinden ayrılmaya başlamıştı. Piyasada hala derme çatma işler yapılıyor ve bir çoğu matah şeylermiş gibi allanıp pullanıp dinleyici önüne çıkarılıyorsa da, artık eskisi kadar arsız değildi dinleyici. Yavaş yavaş, kalburüstü işler ön plana çıkıyor, doksanlar boyunca neredeyse bir tornadan çıkmış şarkı ve şarkıcılara epeyce prim vermiş dinleyici artık alternatif işleri, kişilikli ve özgün çalışmaları, samimi ve dürüst şarkıları ve şarkıcıları daha çok önemsiyordu.

Daha önceleri Türkiye’de sadece sınırlı sayıda insaın ilgisini çeken “rock”, “punk”, “ska” gibi müzik türleri, popüler müzikte başka başka kulvarların açılmasına neden olurken, arabesk müzik artık “blues”la eşdeğer bulunur olacaktı. Statükocu otoriterler nedeniyle yıllarboyunca “Türk Hafif Müziği”, “Türkçe Sözlü Hafif Müzik”, “Türk Sanat Müziği”, “Türk Halk Müziği” gibi birbirinden kesin ve net çizgilerle ayrılmış, ya da ayrılmaya çalışılmış bütün o türler artık tamamen iç içe geçmiş ve kaynaşmıştı. Müslüm Gürses, rahatlıkla bir Teoman şarkısı söyleyebiliyor, “rock” festivallerinde en gözde “rock” gruplarının seslendirdiği arabesk şarkılarla kumsallar çınlıyordu. Milenyum, hayatımıza sıkı bir giriş yapmış, internet, cep telefonu filan derken, dünyanın kapıları, bir daha hiç kapanmamak üzere önümüzde açılmıştı. Bu yeni alemde, müziğe yıllarını vermişlerin işi belki daha kolay, belki de çok daha zordu artık.

Nefis bir Zerrin Özer resminin süslediği albenili kapağı ve içinde 2 CD, 21 hit şarkı olduğunu gösteren etiketiyle “Ben” adı verilmiş albüm müzik market vitrinlerini süslemeye başladığında, yıl 2002 idi. Doğrusu ya, bir Zerrin Özer takipçisini oldukça heyecanlandırabilecek bir albümdü bu. Nitekim elime alır almaz, içinde yer alan 21 şarkının, Zerrin’in Fono Müzik hesabına yaptığı üç albümden devşirildiğini fark etmiştim. Ne var ki albümü dinlemeye başladığım zaman şaşkınlığa uğrayacaktım.


Evet, yanılmamıştım, şarkılar sahiden “Kırmızı”, “Dayanamıyorum” ve “Dünya Tatlısı” albümlerinden seçilmişti seçilmesine ama acayip bir şey yapılmış ve tüm orijinal kayıtların üzerine bir takım yeni sesler eklenmişti. Şarkıların orijinal icraları yerli yerinde dururken, üzerlerine sonradan monte edilmiş enstrüman sesleri alabildiğine kulak tırmalıyordu. Üstelik bu iş o kadar ilkel bir şekilde yapılmıştı ki, bazı şarkılarda Zerrin’in sesi duyulmayacak kadar geriden geliyordu.

Bu ikinci kat makyajın, şarkıların orijinal düzenlemeleri üzerine yapılmış olmasına rağmen, albümde aranjör sıfatıyla Önder Keskinkılıç imzasının yer alması da ayrıca enteresandı. “Bu bir şaka olmalı,” diye düşünürken, albüm kapağında Zerrin Özer imzalı bir yazıyla karşılaşmak daha da şaşırtmıştı beni. Böyle bir albüm Zerrin’in bilgisi ve onayı dahilinde piyasaya sürülmüş olabilir miydi sahiden ? Nitekim işin rengi sonradan anlaşıldı ve bu albümün hem Zerrin Özer, hem de Fono Müzik’in bilgisi ve izni olmaksızın yayınlandığı ortaya çıktı.

Zerrin Özer takipçileri için bu üç albümün birer tıpkı basım olarak CD formatında yayınlanması olağanüstü heyecan verici bir proje olabilirdi. Ondan da geçtik, bu albüm sonradan eklenen o sesler olmaksızın yayınlansaydı, bu bile eşi bulunmaz kıymette bir hediye olurdu. Oysa hangi akla hizmetse böylesi bir kandırmacaya girişilmiş, o şarkılara sanki yeni kaydedilmiş havası verilmek istenmişti. Buna rağmen, kanan kandı ve albüm, bu garabet haline rağmen epeyce ilgi gördü.

Ve nihayet 2003 gelip çattığında, ilk defa kendi firması hesabına bir albüm yayınlayarak çıktı karşımıza Zerrin Özer. Erken yitirdiği bir başka can yoldaşının, Anuş Bakış’ın adını verdiği Anuş Plak etiketli ilk albüm “Ölürüm Ben Sana” adını taşıyacaktı. Ne var ki yıllar sonra nihayet kendi gönlünce bir albüm yapacak olmanın heyecanıyla kotardığı bu çalışma,  bekleneni vermekten bir hayli uzaktı. İkibinlerle birlikte az önce yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım yeni bir dönemecin eşiğine gelen ülke müzik dinleyicisi, artık içinde orijinallik barındırmayan işlere pek de yüz vermiyordu. Nitekim Zerrin’in bütün heyecanına ve ümidine rağmen bu albüm, tüm kariyeri içerisinde, vasat çizgide duran çalışmalardan biri olacaktı.


Sonrasında onu Pop-Star yarışmasının jüri üyesi olarak izleyecektik ekranlarda. Bu yarışma bir süre büyük bir fenomene dönüşüp nefesleri kesse de, müzik adına pek de dişe dokunur bir kazanca dönüşmeyecekti belki ama Zerrin Özer’in kişisel tarihinde çok önemli bir dönüşümün başlangıç noktası olacaktı. Yarışma süresince aylar boyu en doğal, en gerçek haliyle izleyici karşısına çıka çıka, o artık kanıksadığımız ve hatta sıkıldığımız melankolik, sürekli gözyaşları döken, buhranlar içerisindeki kadının yerini alabildiğine güler yüzlü, neşeli ve eğlenceli bir kadın alacaktı. 

Bu yüzünün fark edilmeye başlamasını coşkuyla karşılayan Zerrin de adeta kendi kendini iyileştirecek, eskiden boğazına kadar siyah kostümler ve kara gözlükler ardına saklanırken, rengarenk, cıvıl cıvıl ve hatta biraz da dekolte kılıklarla seyirci karşısına çıkıp attığı şen kahkahalarla herkesi şaşırtacaktı. Onu zaten sevenleri çok memnun eden bu değişim, ona yeni hayranlar da kazandırmıştı. O günlerde ekranın en popüler simalarından biri haline gelen Zerrin, ardına aldığı bu rüzgardan sonra yine sessizliğe gömülmeyi tercih etti. Oysa tam da zamanıydı yeni bir albümün. Herkes soluklarını tutmuş bunu bekliyordu. Zerrin ise bu defa acele etmemeye kararlıydı.

Şimdilerde çok farklı bir albümün çalışmaları içerisinde olduğuna dair haberler geliyor kulağıma. Sürprizi bozmamak için ben de bir şey söylemeyeceğim. Ancak en verimli, en olgun dönemini yaşayan bu büyük sesin bu noktadan sonra yapacağı her şey için nefesini tutmuş bekleyen epeyce kalabalık bir kitle var, orası kesin.

Yetmişlerin Janis Joplin kılıklı hippi kızı, seksenlerin ağır rüküş arabesk yıldızı, doksanları med-cezirlerle geçirse de ikibinlere de demir atmayı bildi. Ne dersek diyelim, memleketin görüp göreceği en eşsiz seslerinden, en büyük yorumcularından biri Zerrin Özer. Bunu herkes kabul ediyor. Otuz yılı bulmuş kariyerine bu kadar çok albüm sığdırmış olması, sevsek de sevmesek de bir şekilde hayatımıza eşlik etmiş onca şarkıya sesiyle imza atmış olması az şey değil. Muhakkak ki daha yapacak çok şeyi var.

Kim bilir belki de söyleyebileceği en güzel şarkıları henüz söylememiştir. Kim bilir belki bir gün, tıpkı seksenlerdeki gibi kendini paralamadan, çoktan kabul ettiğimiz sesinin rüştünü ispata çabalamadan, olanca içtenliği ve yalınlığıyla çıkar karşımıza. Çıkar ve çalar yine o aşk dolu şarkılar... Koşuştuğumuz bahçeler, şarkı söylediğimiz mehtaplı geceler, bir pınarın kenarında açan solgun güller, her sonbahar birer birer düşen yapraklar, dört bir yanı yemyeşil, huzur dolu, görkemli bir dünya ve sevmekten gurur duyduğumuz sevgililer geri gelir. Belki de gelmez...

Neyse, gelmezse de mesele değil. Eski plaklar ne güne duruyor Allah aşkınıza ?

ARALIK 2004- MART 2005

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder