Yeter ki Müzik Olsun
  • Seninle Üç Dakika
  • _Giriş
  • _1975
  • _1976
  • _1977
  • _1978
  • _1979
  • _1980
  • _1981
  • Röportajlar
  • Konser Yazıları
  • _2019 Konserleri
  • _2018 Konserleri
  • _2017 Konserleri
  • _2015 Konserleri
  • _2016 Konserleri
  • _2014 Konserleri
  • Günün Şarkısı
  • Albüm / Şarkı Eleştirileri
  • Güncel
  • Yıldızlar
  • Klasikler
  • Ses Dergisi
  • Günlükler
  • _Eurovision 2011 Günlüğü
  • _Eurovision 2010 Günlüğü
  • _Nasıl TV Programı Yaptık?


Aralık ayı geldi. Müzikte 2022 yılının en iyileri, en popülerleri ve en çok satanları bugün yarın listelenmeye başlanır. Bu listelerin hepsinde yer alacağı tartışma götürmez bir şarkı var: “Bir Tek Ben Anlarım”. KÖFN’ün bu şarkısı şüphesiz yılın en büyük hitlerinden biri oldu. Salman Tin ve Bilge Kaan Etil’den kurulu KÖFN, 2018 yılının ocak ayında “Bul Beni” teklisiyle sektöre adım atmıştı. O zamandan bu zamana yayınlanan yirmi ikinci KÖFN şarkısı olan “Bir Tek Ben Anlarım”, ikilinin geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. KÖFN’le müzik yolculuğunu konuşmak üzere, plak şirketleri Hypers’ın ofisinde bir araya geldik.


Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz. 

0
Share

CEYLAN ERTEM – “ÇAREM BENİM”


Ceylan Ertem “cover” yapılmadık şarkı bırakmamaya ant içmiş gibi. Bu yıl başından beri sadece iki yeni şarkısı var, onun dışında yaptığı her şey “cover”. Bergen albümü, Yeni Türkü albümü, Haluk Levent’le üç şarkı/türkü, yaklaşık beş hafta önce çıkmış, YouTube programlarından devşirme 17 şarkılık bir “cover-düet” albümü derken şimdi de “Nilüfer’in “Çarem Benim”i geldi.


Söz ve müziği Şehrazat’a ait, Nilüfer’in 1992 çıkışlı “Yine Yeni Yeniden” albümünde yer alan bir şarkıydı. Bildiğim kadarıyla o zamandan bu zamana da hiç yeniden seslendirilmedi. Güzel seçim, ona lafım yok. Cenk Erdoğan’ın düzenlemesi de çok güzel; şarkıyı bambaşka bir yere getirip bırakmış ama orijinal düzenlemeyi yapan Onno Tunç’a da saygıda kusur etmemiş.


Ceylan Ertem’in kendine has bir şarkı söyleme biçimi var, herkesin malumu. Söylediği şarkıyla hem sevişir hem de savaşır gibi. Ne var ki her şarkıda kulağa hoş gelmeyebiliyor bu durum. Misal bu şarkıda karşısındakine “Sen eller gibi olamazsın, sevgi doludur yüreğin,” diyen bir kadın var ama bunu öyle bir tonlama, vurgu ve baskıyla söylüyor ki adamı oracıkta boğuvereceği hissine kapılıyorsunuz. Bu his “Yüzüme vurma, vurma yüzüme,” kısımlarında kreşendo yapıyor ve “Çarem benim,” güzellemesi boşa düşüyor. Hani şarkının “çarem benim” kısımlarını “Allah’ın cezası” diye değiştirse, hiç yadırgamayabiliriz, o derece.


Ceylan stüdyoda şarkı söylerken ben de orada olsam, sürekli “Ceylan biraz sakin, Ceylan biraz daha yumuşak, Ceylan gevşe, Ceylan bak yine öfkelendin, Ceylan daha az ‘vibrato’ lütfen!” diye söylenir, ha bire keserdim kaydı muhtemelen. O vakit Ceylan beni de oracıkta boğuvermek ister miydi, onu bilemiyorum.

SONER HAN – “AFFETTİM ONU”


Soner Han, bundan 4-5 yıl kadar önce YouTube’da Umut Kaan Çakır’la birlikte yaptığı “cover” videolarla adını duyurmuştu. Sonra Halil Sezai onlara profesyonel bir prodüksiyon yaptı ve 2019 yılında yayımlanan “Boş Ver” teklisi böyle çıktı piyasaya.

O günlerde tekli hakkında yazmış ve şöyle demişim: “Gayet olgun ve profesyonel bir iş. Çocuklar gayet düzgün şarkı söylüyor, şarkı gayet güzel, düzenleme ona keza. Ayakları yere sağlam basan bir iş, sıkı bir profesyonel başlangıç olmuş. Umarım böyle devam ederler.”


Onlar ikili olarak devam etmemişler ama Soner 2020 yılında altı şarkıdan oluşan bir mini albümle solo olarak devam etmiş. Ben kaçırmışım o ara. Yine 2020 yılında yayımlanan, Tuğkan tarafından seslendirilen ve o dönemde bir hayli ilgi gören “Kusura Bakma” adlı şarkının söz ve müziğinin Soner’e ait olduğu da fark etmemişim. Soner’i ya da şimdi kullandığı asıyla Soner Han’ı geçtiğimiz hafta yayımlanan yeni teklisiyle yakaladım. Şarkıyı dinler dinlemez “Aaa ne güzelmiş, kim bu çocuk?” dedim ve o zaman fark ettim.


2020’de yayımlanan mini albümden ve peşi sıra gelen “Kusura Bakma” başarısından sonra Soner aynı yıl bir tekli daha yayımlamış, 2021’de de üç tekliyle devam etmiş. 2022’yi “Kusura Bakma”yı bir de kendisi seslendirerek açmış, ardından “Sevda” ve “Sana Giden Bulutlar” teklileri gelmiş. Geçtiğimiz hafta yayımlanan “Affettim Onu”, Soner’in 2022’de yayımlanan dördüncü teklisi.


İlk izlenimim neyse, hâlâ o. Henüz yaşı çok genç olmasına rağmen yazdığı şarkılar son derece olgun. Bu zamanda zor bulunan cinsten melodik, dokunaklı, temiz şarkılar bunlar. Soner şarkı yazarı olarak adeta ‘90’lardan çıkıp gelmiş gibi. Şarkıcı olarak da öyle aslına bakarsanız. Düzgün diksiyonla, kelimeleri eğip bükmeden, sesini burnuna hapsetmeden, açık, net ve anlaşılabilir bir biçimde şarkı söylüyor. Üstelik şarkılarının düzenlemelerini de kendi yapıyor ve yaptığı işe her bakımdan özen gösterdiği dinlerken kendini belli ediyor.


Bu “rap, trap, hip hop” toz dumanı arasında dikkat çeker mi bilmem ama uzun vadede muhakkak kendine bir yer edinecek, adından daha fazla söz ettirecektir. Özellikle bu son şarkı, “Affettim Onu” bunun sinyallerini belirgin bir biçimde veriyor. Mutlaka dinleyin.

YONCA EVCİMİK – “VURULA VURULA”


Yonca Evcimik’in “Günaha Davet” albümü 1998 yılında yayımlandığı zaman hiç sevmemiştim. Albümde bir tek “Vurula Vurula” vardı dinleyebildiğim, gerisine bir türlü ısınamamıştım. En çok da çıkış şarkısı “Tatlı Kaçık”tan nefret etmiştim. Çok kişi benimle aynı fikirde olsa gerek ki albüm yayımlandığı dönemde satışı kötü olmuş, ucuzluk raflarına düşmüştü.


“Abone” bombasının ardı sıra gelen “Kendine Gel”, müzikal nitelik olarak “Abone”yi sollamış ve sonrasında “Yonca Evcimik ‘94” çıtayı daha da yukarı çıkarmıştı. Bu albümlerde dans edip şarkı söyleyen, saçı, başı, kostümü, tavrı ve tarzıyla farklı imajları çok iyi taşıyan, hep sempatik, biraz çocuksu, Batılı pop-starlar ayarında bir Yonca vardı. “Günaha Davet” albümüyle bu çizginin dışına çıkmak istemişti Yonca. Kendince haklı olabilirdi. Zira Türkçe popta çocuksu, tekerlemeli şarkıların da modası geçmeye başlamıştı. Nitekim ‘99’da İzel “Bir Küçük Aşk” albümüyle (ve Altan çetin marifetiyle) popta elektronik dans müziği akımı modasını başlatacaktı. “Günaha Davet” de bir öncüydü (tabii Kıvanch. K’nın da marifetiyle) ama biz anlamamıştık. Belki de biraz erken bir albüm olmuştu.


Nitekim geçtiğimiz yıllarda Yonca “Günaha Davet” şarkısını yeniden seslendirerek bugünlere taşıdı. Şimdiyse aynı albümde benim en sevdiğim şarkı olan, söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait “Vurula Vurula”yı tekrar hatırlatıyor.


Yeni düzenlemeyi Alper Atakan yapmış ama şarkının orijinaline de sadık kalmış. Yeni ritim ve “sound” anlayışı kendini hissettiriyorsa da öyle baştan ayağa değişik bir versiyon dinlemiyoruz. En çok yadırgadığım şey Yonca’nın sesinin gereğinden fazla ön planda olması oldu. Solistler genelde “mix-mastering” aşamasında bunu dayatırlar ama Yonca da eşsiz, benzersiz bir ses, harikulade bir yorumcu değil sonuçta. Bunca yıldır bunun farkında olsa gerek. Onu Yonca yapan tek başına sesi olmadı hiçbir zaman. İmajı, dansı, doğru seçilmiş ve düzenlenmiş şarkıları, zekâsı… Bunlara okey ama ben olsam sesimin bu kadar ön planda olmasını tercih etmezdim. YouTube yorumlarına baktım; “Eski versiyon daha iyiydi”, diyenler çok. Bence onlara böyle hissettiren en çok bu.


Bir de klibin ritmiyle şarkının ritmi birbirini neredeyse hiç tutmuyor. Bir tamperaman sorunu var. Hani ritim kaçıran şarkıcıyı dinlemekte zorlanırsınız ya, hah işte ben de o misal, klibi izlemekte zorlandım. Peki ya zamanında şahane klipler yapmış, bu konuda da öncü olmuş Yonca’nın 2022 model “Vurula Vurula” klibindeki Gülben Ergen tripleri nedir Allah aşkına? Yakışmış mı hiç?

EGE KÜLSOY – “SKTRN”


Ege Külsoy’un yeni şarkısının ismini doğru telaffuz edebilmeniz için her sessiz harften sonra bir “i” harfi getirmeniz lazım. Sonuç malum. Önce alelade, çalakalem bir “rap” şarkısı sandım, ismi görünce. Dinleyeyim bakayım da Twitter’da filan giydiririm şarkının adına diye düşündüm. Dinlemeye başlayınca küfrü savuran genç adama sonuna kadar hak verdim. Yani ben aynı durumda olsam, ben de aynı küfrü sarf ederdim. Ne bir eksik ne bir fazla. Şarkıdaki hikâye oraya götürüyor insanı çünkü. Orada söylenebilecek tek şey de o iki kelime. Öyle bir durumda, gündelik hayatta hiçbirimiz “Gider misiniz lütfen?” demeyiz. Doğrudan doğruya “SKTRN gidin!” deriz.   


Son dönem şarkılardaki küfür kıyamete dair çok şey yazdım bugüne dek. Küfür de dilin, dil kültürünün bir parçası. Hayatta nasıl varsa ve var olacaksa, şarkılarda da var olması çok doğal oysa. Ama bunu bir müzik türünün gerekliliği, olmazsa olmazı, tuzu biberi, tadı tuzu saymak kadar da saçma bir şey yok. Küfür kullanmanın bile bir adabı vardır. Yeri vardır, zamanı vardır. Bu şarkıda doğru yer ve zamana denk gelmiş. Beni hiç mi hiç rahatsız etmedi o yüzden.


Bununla ilgili bir başka şey daha söyleyeyim yeri gelmişken. Beatles’ın “Let It Be” şarkısına Türkçe sözler yazmak gerekse bir gün, “Let It Be” yerine ne koyarsınız hiç düşündünüz mü? Ben hiç tereddütsüz “SKTR Et!” koyarım. Çünkü o şarkıda anlatılanların verdiği mesaj ve o mesajın gündelik hayatımızdaki Türkçe karşılığı tam tamına o; “varsın olsun”, “akışına bırak” filan gibi züppe laflar değil.

Ege Külsoy genç bir müzisyen. 2021’de “Aşk Dedikleri” teklisiyle müziğini duyurmaya başlamış, aynı yıl bir de “Sorun Bende” teklisini ve “Deniz Sevenleri” adlı ilk albümünü yayımlamış. 2022’de önce “Gecenin Bir Vakti”, ardından “366” teklileri gelmiş. Külsoy’un geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni teklisi ise bu yazının konusu olan şarkı: “SKTRN”.


Külsoy’u bu şarkıya keşfettim ama iyi ki de öyle yapmışım çünkü daha önce keşfetseydim biraz heves kıracak şeyler yazabilirmişim. İlk işlerinde, özellikle de albümünde henüz daha yeterince pişmemiş, yolunu bulmamış, belli ki o vakte dek dinlediği çok şeyin etkisinden henüz çıkamamış bir genç müzisyen adayı var çünkü. Aslına bakarsanız şu ana kadar yaptığı işler içinde en dikkat çekici olanı bu şarkı gibi geldi bana. Bir yere oturuyor çünkü. Tavır olarak “old school rock”tan besleniyor, gitar tonları, vokal stili oralardan geliyor gibi… Ama dili genç, sözü bugüne ait. Meşhur “rock”çılarımızın hepsi yaşını başını aldı, hatta epeydir de saldı (kafiye olsun diye değil.)


Sektörün bu alandaki boşluğunda Ufuk Beydemir ve Batu Akdeniz gibi kendini gösterebilen, sıyrılabilen kaç kişi var ki birkaç yıldır? Ege Külsoy bu anlamda ciddi ciddi umut vaat ediyor. “SKTRN” gibi bir şarkıdan bu çıkarıma nasıl vardığımsa benim meslek sırrım olarak kalsın.   

0
Share

Sıla - "Şarkıcı"


Onu ilk tanıdığımızda Mardin’in sarı sıcak topraklarından tütüyordu sesi: “Can perperişan, eşim dostum uyansın!” İsmiyle aynı adı taşıyan dizinin Sezen Aksu tarafından yazılmış jenerik şarkısını söylüyordu. Biz dizinin töresiydi, ağasıydı, kanlısıydı oyalanadururken Sıla (dizideki Sıla değil, dizinin şarkısını söyleyen Sıla) geceleri dizi seyretmek yerine kulüp kulüp gezen tayfayı çok başka bir şarkıyla tavlamıştı bile: “Sözünden dönen namert çıksın, bizde böyle bundan sonra…” Hatta “biiip…üne güvenen şöyle gelsin,” de diyordu şarkının bir yerinde. Şarkı çok tuttu, o günlerde her yerde çalındı ama Sıla’nın asıl cevherinin ağır romantik şarkılarında saklı olduğu ilk albümünü dinledikçe ortaya çıktı.


İyi melodiler buluyor, oyuncaklı sözler yazıyor, pek de dramatik şarkı söylüyordu. Oradan da aldı yürüdü zaten. Çok sayıda “hit” şarkı yazdı, söyledi, albümleri iyi sattı, bir dönem Harbiye Açık Hava konserlerinin en çok iş yapan ismi oldu.

Sonra ne olduysa oldu ve Sıla’nın sallandığı bir dönem başladı. Aslında ne olduğu herkesin malumu. Ahmet Kural’la yaşadığı ilişkiyi nedense gözümüze soktuğu sosyal medya paylaşımları, bütün o “Biz bak ne kadar da âşığız, ne kadar da mutluyuz”ların ardından kavga, şiddet, öfke, suçlama, dava, mahkeme, içinde ne arasanız var bir hikâyenin kahramanı oluverdi Sıla. Derken Hazar Amani’yle pat diye yeni bir aşk hikayesi, yeni paylaşımlar ve ani bir evlilik… En az evlilik kadar ani bir boşanma… Derken yeniden bol gösterişli bir aşk daha…


Aşk da olur, kavga da olur, evlilik de boşanma da yeniden âşık olmak da… Bunlar herkesin hayatından gelip geçebilecek, doğal, insani durumlar. Ve fakat kahramanların her biri ünlü olunca ve her şey bu kadar göz önünde yaşanınca olan biten doğallıktan biraz uzaklaşıyor. Çoğu kere böylesi iniş çıkışlar, gelgitler, değişken duygu durumları şarkı yazanları beslediği kadar yazılan şarkıları dinleyenleri de heyecanlandırır, diri tutar. Ne çare bazen de tersi olur. Tekrara düşürür, inandırıcılığını kaybeder, can sıkar. Sıla böyle bir yere geldiği için söylemiyorum bunu. Sıla’nın aynı dönemde başından bu yana müziğinin neredeyse yarısı olmuş Efe Bahadır’la yollarını ayırması da kolay atlatılır bir sarsıntı değildi çünkü.


2016’da yayımlanan son albümü “Mürekkep”ten sonra 2017’de Mabel Matiz’le ortak yazdığı “Muhbir”, 2019’da üçer şarkılık “Acı” ve “Meşk” kısaçalarları, 2020’de “İnandım” teklisi ve 2021’de Yalın’la “Ver O Zaman Gömleklerimi”, “Rüyanda Görsen İnanma” teklilerini yayımlamış Sıla. Bütün bunların arasında “Muhbir” ve “Karanfil”in öne çıktığı söylenebilir. Koca bir beş yıl için az mı? Az gibi.     


Sıla’nın yeni albümü “Şarkıcı”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Sıla tekli şarkıcısı değil bir kere, o kesin. Bir albüm dolusu şarkı verecek ki bize içinden herkes kendi sevdiğini seçecek, bir şarkı bir diğerini tetikleyecek. Sıla’nın Osmanlıca dünyasında, kabadayı ikliminde, yazıyla kışıyla dört mevsimi geçireceğiz, bu arada “eşref saatine” de “eşek saatine” de denk geleceğiz ki hemhâl olalım. Yoksa her hafta çıkan onlarca şarkı arasında bir yerlerde sıkıştırılmış bir esinti tek başına yaprak kımıldatmaya yetmiyor, onu gördük.


Bu nedenle (baştaki şiiri saymazsak) 14 yeni şarkıdan oluşan bir albüm makul ve mantıklı. Peki bu albüm yaprak kımıldatır mı? Onu öngörmek çok zor. Zira artık hiçbir albüm, hiçbir şarkı büyük patlamalar yaparak gündeme düşmüyor. Düşse bile orada ömrü uzun olmuyor. Yani bir “…dan Sonra”, bir “Sevişmeden Uyumayalım”, bir “Acısa da Öldürmez”, “Alain Delon”, “Sâki”, “Zor Sevdiğimden” ve benzerlerinden herhangi birinin yarattığı gibi bir etki bekleyemeyiz artık yeni bir Sıla şarkısından. Müziğin ve müziğin pazarlama, yayılma, dinlenme biçimlerinin değişimiyle ilgili bir şey bu. Tabii Sıla’yla ilgili bir sebebi de var.


Kendi şarkılarını kendi yazan, kendi söyleyenlerin sıkıştığı bir yer eninde sonunda oluyor. Kayahan’ından İlhan İrem’ine, Özdemir Erdoğan’ından Yaşar’ına, Mirkelam’ına, Candan Erçetin’inine kadar sayısız örnek verilebilir. Kimi kendini tekrar etmeye başlıyor, kiminin şarkı yazmaya sebep güdüleri törpüleniyor zaman ve yaş ilerledikçe, kimi heyecanını kaybediyor. Bir de şu var ki, bunların hiçbiri olmasa, yine en az en parlak dönemindeki kadar etkili şarkılar yazsa da o arada dinleyici değişmiş oluyor. Sadık dinleyici fazla eski, yeni dinleyici fazla yeni kalıyor.


Bunun üstesinden gelmeyi en iyi Sezen Aksu başardı. Çünkü başından beri hiçbir zaman sadece kendi şarkılarını söyleme hatasına düşmedi. Başka bestecilerden, söz yazarlarından, yeni yeni aranjörlerden, genç müzisyenlerden sürekli beslendi. Bestelerini ise eski ve yeni farklı kuşaklardan, farklı türlerden şarkıcılara vererek şarkı yazarlığını taze tuttu, sürekli güncelledi. Böyle şeyler yazdığım, söylediğim zaman kimilerine Sezen güzellemesi gibi geliyor ama işin gerçeği bu.


Sıla’nın başından beri kendine ait bir dünyası var. Bu albüm de yine o tam tamına o dünyadan ses veriyor. Ne eksik ne fazla. Bir şarkıda diskoya gitse, öbür şarkıda tango yapsa, bir diğerinde Akdeniz’in tuzlu sularına ayaklarını soksa da fazla da uzaklaşmadan yine o bildik, tanıdık meyhanesine geri dönüyor, masasına çöküyor, rakısını yudumlayıp sigarasını tellendirmeye devam ediyor. Tıpkı önceki albümlerinde yaptığı gibi.


“Ben Sıla… Şarkıcı…” diyerek karşılıyor Sıla bizi albümün açılışında. Bir nevi “önce özetler” veriyor. Her ne kadar şarkıcılığını vurgular gibi yapsa da aslında dinleyeceğimiz şarkıları niye yazdığını, nasıl yazdığını anlatıyor. Bundan mı bilinmez, albüm çıkmadan bir hafta önce bu şiir servis edildi tekli olarak. Sıla’dan hevesle yeni bir şarkı bekleyenler şöyle bir kalakaldılar dinleyince.

Asıl görkemli açılışı ise şiirin (ya da sayıklamanın) peşi sıra gelen “Kalksın Uyuyanlar” yapıyor. Tertemiz, mis gibi bir Sıla şarkısı. Bu şarkı bundan yedi-sekiz sene önce bir Sıla albümünde yer alsaydı, dakika bir gol bir parlardı ama yukarıda bahsettiğim sebep nedeniyle şimdi ne kadar ses getirir bilemiyorum.


İlk klip şarkısı olarak seçilen “Velhasıl” bence doğru bir seçim olmamış. İlla hareketli bir şarkıyla çıkılacaksa yola, “Başgan” çok daha iyi olurmuş. Zira “Başgan” diliyle, ritmiyle, düzenlemesiyle çok daha genç ve akılda kalıcı bir şarkı. “Velhasıl” ise bırakın aklıda kalıcılığı, peşinden takılıp gidecek bir nakarattan bile yoksun. Sıla ve Umut Yaşar Sarıkaya’nın birlikte yazdığı şarkıdaki kelime cambazlığına diyecek yok. Her dönem günceli yakalamayı bilmiş sayılı aranjörden biri olan Gürsel Çelik’in kıvrak düzenlemesine de eyvallah. Ama şarkı bunlara rağmen iz bırakan türden değil.


Yine aynı üçlünün elinden çıkan “Sek”, Sıla’yı meyhanede sevenleri memnun edecektir muhakkak. Hemen ardından “Başgan”la eller havaya bir kulübe girip çıksak da çıkışta bizi “Ansızın”ın bilek kestiren ıstırabı bekliyor nasılsa. Şarkının bestesi Cem Adrian’a aitmiş, sözleri Sıla ve Cem Adrian’a. Düzenlemede ise hem Burak Erkul’un, hem Gürsel Çelik’in imzası var. Şarkının A kısımları bir Sezen Aksu bestesi olan “Tutunamadım”ın epey yakınlarından geçiyor. Aslında şarkı, sözüyle müziğiyle baştan aşağı Sezen Aksu şarkılarının çok yakınından geçiyor. Ama albümde söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait asıl şarkı biraz sonra gelecek. Ondan önceyse “Arz” var.


Sıla bu: Arz da eder, ilhak da eder, intikal de eder, binaenaleyh feraset de gösterir. Yeter ki Osmanlıcamız eksik kalmasın. Sıla’nın şarkılarında (bu şarkıda yaptığı gibi) kelimelerle zıpzıp topu gibi oynamasını seviyorum, o ayrı. “Arz” çok tipik, çok tanıdık bir Sıla şarkısı, o da ayrı.

Ve “Sen Ağla” isimli Sezen şarkısı da meyhanenin tam orta yerinde çınlatıyor Sıla’nın sesini. “Gülmedi bahtım gülmedi gitti”yle alaturkaya, “Koy bacım bir Müslüm Baba”yla arabeske selam çakarak üstelik. Bir şarkıda “bacım” kelimesini ya Seda Sayan ya da Sıla söylese yadırgamazdık ancak. Sezen nasıl biliyor işini.


“E biraz da Akdeniz havası almayalım mı?” derseniz, albümün en doğru yerindesiniz. Ardı ardına iki sıcak şarkı, “Yemyeşil” ve “Suskun”la o açığımızı da kapatıyoruz. ‘70’li yıllarda Erkin Koray-Orhan Gencebay iş birliğinin elinden çıkmış gibi duran “Metelik”le yine meyhaneye düşüyoruz sonra. Sözlerini Sıla’nın yazdığı, bestesini Sibel Gürsoy ve Cudi Genç’in, düzenlemesini Gürsel Çelik’in yaptığı “Öpücük ve Kurabiye”, albümün bütünü içinde en aykırı duran şarkı. Hem sözleri, hem müziği ve düzenlemesi hem de Sıla’nın şarkı söyleme biçimiyle gencecik, tazecik bir şarkı.


Kerem Türkaydın’ın bestesi, Sıla’nın sözleriyle “Mektup”, bir önceki şarkıyı söyleyen genç kızı kolundan tutup yine meyhaneye sokuyor, “Sen ‘ağır abla’sın, kendine gel!” deyip şamarı patlatıveriyor. Peşi sıra bir tango gelecek gerçi. Hem de bestesinde Sıla’nın yanında Efe Bahadır ismini de göreceğiz. “Altango”nun sözleri çok güzel güzel olmasına da tangonun kısır melodik ve ritmik yapısı belli zaten, sınırlarını ne kadar zorlayabilirsin ki?


Albüm Ege esintili, şiirli, kısacık, hoş bir parçayla,” Yolcudur Abbas”la kapanıyor. Bütünün içinde en sevdiklerimden biri oldu bu “şarkı” denemeyecek kadar kısa sürede başlayıp biten kapanış cümlesi. Bestesi de Gürsel Çelik’e aitmiş bu arada.

Yeni bir şey vaat etmiyor, farklı öneriler sunmuyor, yeni kuşak dinleyiciye ise hemen hiç pas vermiyor ama Sıla müziğini sevenleri, kemik kitlesini üzmeyecek bir albüm “Şarkıcı”. Gazinolar, ‘60’lı yılların nezih pavyonları, gece kulüpleri, diskotekler, ‘90’lı yılların gece ikiden sonra müzik yapılan barları filan hep birer birer tarihe tartıştı zaman içerisinde. Ve fakat meyhaneler hep vardı, hâlâ var. Sıla’nın konfor alanı, hatta garantisi de meyhanelerse demek, pek oralardan çıkası yok. En azından bu albüm onu gösteriyor. Satan memnun, o belli. Alanı bilemem, onu zaman gösterecek.

0
Share

 KÖFN - "Bir Tek ben Anlarım" 


Yakın zamana kadar popüler müzik dinleyicisi için öncelik şarkıcıdaydı. İyi bir şarkıcı, etkileyici bir ses her hâl ve şartta iş yapardı; kötü şarkıları bile dinletebilir, sevdirebilirdi. Evrilen teknoloji, değişen müzik dinleme alışkanlıklarımız her şeyi tepe takla ettiği gibi şarkıcı odaklı beğenilerimizi de tersine çevirdi. Şarkı odaklıyız artık. Şarkıcının kim olduğunu merak etmeyecek kadar da ileri gidebiliyoruz üstelik. Bir gecede meşhur olmak, şandan şöhretten sokakta yürüyememek, başının üzerinde ansızın “star” halesinin konduruluvermesi gibi şeyler hiç kolay değil artık.


Bu yüzden bana fikir soran genç müzisyenlere hep şunu tavsiye ediyorum: Çıkardığınız her şarkıyı, yaptığınız her albümü, çektiğiniz her klibi, çıktığınız her konseri milyonlar dinliyor / izliyormuş duygusuyla hareket edin. Varsın yüz kişi dinlesin, varsın kapıda kırk beş bilet satılsın. Günün birinde sahiden milyonlar dinlediğinde / izlediğinde hissedeceğiniz sorumluluk, o hem cesaret veren hem kemiren endişe ve bir sonraki işiniz için göstereceğiniz titizlik ve ciddiyet ne olacaksa, üçler beşler dinlediğinde / izlediğinde de o olsun. O olsun ki bir gün geriye dönüp baktığınızda yüzünüzü buruşturmayın, bir gün sizi keşfettiklerinde ve geriye dönüp baktıklarında yüzlerini buruşturmasınlar.


Daha önce de yazdım; Salman Tin son dönemin en iyi şarkı yazarlarından biri. Başından bu yana yayımladığı her şarkıyla bunu gösteriyordu. Hem solo şarkıları hem Bilge Kağan Etil’le KÖFN olarak kaydettiği şarkılar, iki farklı anlayışla, iki ayrı koldan Salman Tin müziğine dikkat çekti. 2018’den bu yana üst üste konulan işlerde tek boş yoktu ve haliyle günü gelince bir patlama kaçınılmazdı.


İşte geçtiğimiz mart ayında yayımlanan KÖFN şarkısı “Bi’ Tek Ben Anlarım” o patlamanın fitilini ateşledi. Şimdilerde hem KÖFN hem de Salman Tin şarkıları daha önce hiç olmadığı kadar revaçta. Ve evet, geriye dönüp 2018’den beri yapılmış şarkılara baktığımızda da yüzümüzü buruşturmuyoruz.


Salman Tin’in kendine has bir dili, bir söz cambazlığı, yerelden (dozunu abartmadan) beslenen bir melodi zenginliği var. Bilge Kağan Etil’in düzenlemelerindeki güncel ve modern “sound”, ucuzluğa kaçmadan sade, gösterişsiz ama ihtişamlı olabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. İkilinin başından beri video klip yönetmenliğini yapan Samet Eruzun ve Ümit Şahin’in kliplerde yarattıkları esprili ve absürd atmosferin süreklilik taşıması da zekice bir plan. (İlk kliplerden birinde benim bile tufaya düşüp “Bu çocuklar da kamera karşısında pek acemi,” yazmışlığım var.)


Şarkı çıkalı neredeyse üç ay olacak. Ne zaman, nerede kulağıma çalınsa, hangi “playlist”te karşıma çıksa, yandım Allah gün boyu düşmüyor dilimden. Yapışıp kalıyor. KÖFN konser videolarına bakıyorum. Cayır cayır tam tekmil eşlik ediyor herkes. O bir vakitler BPM sayan radyolar bile çala çala liste başı ettiler şarkıyı haftalardır. Fazla söze gerek yok; buna “hit” deniyor.


Bu arada yazmadan geçemeyeceğim. KÖFN’ün bağlı olduğu Hypers, belli ki bu şarkıyı Zeynep Bastık üzerinden “promote” etmeye çalışmış. Şarkı 18 Mart’ta yayımlanıyor, 19 Mart’ta Bastık’ın Bostancı Gösteri Merkezi konserine KÖFN konuk oluyor ve birlikte bu şarkıyı söylüyorlar. Sonra hooop 31 Mart’ta Bastık’ın YouTube kanalında bu şarkının yine birlikte söyledikleri akustik videosu yayınlanıyor. Sonuç? Bu yazının yazıldığı gün itibariyle KÖFN’ün videosu sekiz milyonu aşmışken, Bastık’ın kanalındaki video dört buçuk milyondaydı. Tweet bu kadar.

0
Share

Evdeki Saat - "Huzursuzluğun Meyvesi"


Müzik yapan da dinleyen de çok ama müzik okuyan pek kalmadı malum. Ona mukabil yazan da kalmadı gibi. Sosyal medya duyuruları, basın bültenleri cümleleri, Spotify kategorizasyonları ve Zorlu PSM ilanları arasında sıkıştık kaldık. Onlarla tanımlanıyor kimin nasıl müzik yaptığı, ne yaptığı. Haliyle onlar da tarafsız, analitik, eleştirel, geniş açılı, diyalektik bakış açıları sunmuyor okuyana.


“Üçüncü Yeniler” deniyor mesela. ‘70’lerden bu yana Türkiye’de üretilen müziğe şahit olmuş, öncesini de araştırıp öğrenerek hatmetmiş biriyim ya, ister istemez “E bunun ikincisi, birincisi neydi ki?” diye düşünüyorum. Şiirdeki “İkinci Yeni”nin bir uzantısı olarak kullanıldığını biliyorum bilmesine ama Edip Cansever’i, Turgut Uyar’ı, Cemal Süreya’yı, Muzaffer İlhan Erdost’u filan sarı sayfalı popüler “edebiyat” dergilerinin posterine, çıkartmasına, hatta çantasına dönüştürmüş zamanın ruhuna alışamamışım ki daha, ona alışayım.


Her dönem yaldızlı cümleler, havalı tabirlerle yeni yeni müzik türleri icat ediliyor. Her dönemin genç kuşağı böylece kendinden önceki kuşakların dinlediklerini dinlemiyor olmanın gönül rahatlığıyla süregelene kafa tutmanın, düzeni değiştirmenin ve kendi dilini icat etmenin o sadece ama sadece genç yaşlarda yaşanabilecek hazzına eriyor. Bütün tekamülün altında saklı tekerrürün farkına vardığındaysa zaten artık genç olmuyor. İstisnalar asla kaideyi bozmuyor. Eşyanın tabiatı hükmünü sürüyor.


Evet, özellikle Yüzyüzeyken Konuşuruz, Adamlar, Büyük Ev Ablukada gibi (bir dönem tuhaf isimli gruplar şeklinde kategorize edilen) grupların başı çektiği bir tayfanın şarkılarındaki alegori, ironi ve metafor sağanağının İkinci Yeni’yle benzeşen bir tarafı yok değil. Ama bir Üçüncü Yeni icat edeceksek şayet, Murathan Munganları, Küçük İskenderleri ve ardıllarını nereye koyacağız? Şarkı sözü şiiri nereye kadar, ne kadar ikame edebilir ki? Niye etsin ki? Devrini doldurmuş düşünceler, modası geçmiş endişeler mi yoksa bunlar? Kafam karışık.


Şöyle ya da böyle müziğin, özellikle de şarkı sözlerinin uzunca bir süre içinde boğuştuğu “aşk-ihanet-gözyaşı-drama-kin-intikam-nefret-atar-gider” sarmalından kurtulmamıza ve şöyle bir rahat nefes almamıza vesile oldukları için yukarıda saydıklarım ve benzeri genç gruplara, şarkı yazarlarına minnet borçluyuz. Gerçi aynı dönemde yükselen “rap” o sarmalın daha keskin ve küfür kıyametlisini musallat etti başımıza (incelikli ve zeki olanı, yani az birazı hariç) o ayrı mesele ama söz konusu grupların müziğini o yapay ve sevimsiz kategorizasyonların arasından çekip çıkarıp da dinlerseniz, içiniz epeyce ferahlıyor.


İşte Evdeki Saat de böylesi nefes aldıranlardan biri. Yakın dönemin yükselen değeri Evdeki Saat. Ta 2014’ten bugünlere dek gelen bir zaman aralığında, adını yavaş yavaş duyuran, yerini yavaş yavaş sağlamlaştırıp müziğini yavaş yavaş benimseten Evdeki Saat, şimdi geldiği yerde ziyadesiyle tanınır olmanın, ne yapsa dinlenir olmanın tadını çıkarıyor muhtemelen.


Kimi zaman grubun belkemiği kimi zamansa tek başına bizzat Evdeki Saat’in ta kendisi olmuş Eren Alıcı, daha öncesinde birtakım kayıtlar yapmış, bunları çeşitli mecralardan yayımlamış da ama Evdeki Saat ismiyle yayımlanan ilk kayıtlar 2014 yılına denk geliyor. 2014’ten 2017 Nisan’ında yayımlanan “Bizi Orada Arama” adlı ilk resmi albüme kadar gelen süreçte yapılmış kayıtlardan sadece “Eski ve Tozlar İçinde” adlı şarkı var Spotify’da. Geriye kalan 17 şarkıysa Evdeki Saat YouTube hesabından dinlenebiliyor.


Yani Evdeki Saat’in resmi macerası “Bizi Orada Arama” albümüyle başlıyor denebilir. Aslında müziğindeki evrim de tam olarak bu albümden sonra başlamış. O zamana dek “soft-rock” ya da “pop-rock” diyebileceğimiz türde, akustik kaydedilmiş şarkılar var Evdeki Saat diskografisinde. 2018 Ocak ayında yayımlanan ilk tekli “Yanlış Var”dan başlayarak Evdeki Saat’in müziği elektronik altyapılı “synth pop”a dönüşmüş.


“Rock” furyasının egemen olduğu dönemde müzisyen olmaya heves eden gençlerin büyük yüzdesi “rock”çı olmak üzere çıktı yola. Onlardan öncekiler popçu olmaya yeltenmişti, daha eskileri tavernacı, arabeskçi, türkücü vs… İnternet teknolojisi dünyayla birebir entegre etti ya bizi, artık özenilen kişiler doğrudan sınırların dışından. “Rock”çı olmak isteyenin örneği Teoman, Şebnem Ferah, Duman filan değil artık (sahi bir ara bütün genç “rock”çılar onlar gibi söylüyordu.) Türlü çeşitli ülkelerden türlü çeşitli alternatif gruplar ya da şarkıcılar, kimi zaman büyük kimi zamansa çok küçük isimlerin farklı müzik türleri ilham veriyor Türkiye’deki genç müzisyenlere.


Gelin görün ki yolumuz yine dönüp dolaşıp popla kesişiyor. “Pop bitmez. Kendisine alternatif üretilen türleri içine alır, yutar ve yoluna devam eder,” dediğimde “Olur mu öyle şey?” diyenler olmuştu. Bu benim kişisel öngörüm, kehanetim değildi oysa; hayatın doğal akışıydı. Nitekim yine şaşmadı. Alternatif sahnelerde müzik yapanların çoğu o yaldızlı cümlelerin, havalı tabirlerin bilet sattıran, link tıklatan cazibesinin gölgesinde bir dönemin pop müziğine göz kırpar oldular nicedir. Türkiye’de alternatif müzik denilen şey ‘80’lerde Depeche Mode, a-ha, Alpahaville ve hatta Modern Talking gibi bayıldığımız, kimisini hafife aldığımız grupların ve dahi ‘90’lar Türk popunun kaotik atmosferinin bir retrospektifine dönüştü.


Kötü bir şey mi bu? Bence değil. Bilakis ben kulağıma aşina geldiği için pek seviyorum “synth pop” tınılarını. Hele bir de birebir yurt dışındaki örnekleri “copy paste” edilmiyor, içinden ince ince yurttan sesler geçiriliyorsa bayılıyorum. Tıpkı Evdeki Saat’in yaptığı gibi.

Yerlileşememiş hiçbir müzik türü uzun vadede kalıcı olmaz, olmadı bu memlekette. Anadolu-“rock” boşuna türemedi. Seattle “sound”, Kadıköy “sound”a boşuna evrilmedi. Alaturka makamlar popa durduk yere girmedi. Rap boşuna arabeske bulanmadı. Say say bitmez.


Evdeki Saat 2018’de beş tekli, 2019’da dört tekliyle yoluna devam etmişti. Ancak onca kalabalık arasından öne çıkması, pandemi döneminde Bartu Küçükçağlayan ve Melikşah Altuntaş’ın “Mücbir Sebepler” adını verdikleri Instagram canlı yayın serisi sayesinde oldu. Her gece on binlerin izlediği o yayınlarda o günlerde yeni yayımlanmış “Uzunlar” şarkısının çalınması, Evdeki Saat’i daha önce hiç dinlememişlerin gözünü, daha doğrusu kulağını açtı. O şarkı değil de başka bir şarkı çalınsaydı ne olurdu onu bilmiyorum. Bir gün doğru iş, doğru yer ve doğru zamanla kesişir ve başarı hikayeleri genellikle böyle başlar. Burada da öyle bir şey oldu. Hesapsız, kitapsız, plansız ama doğru bir kesişme “Uzunlar”ı dillere düşürdü.   


Arzu etsin, amaç etsin, hedef kabul etsin ya da hiçbirini etmesin; “şan-şöhret-para” üçgeni üretenin hem başarı göstergesi hem de laneti oluyor eninde sonunda. Bin yıldır böyle bu. Tanınırlık, bilinirlik ve dinlenirlik, yapmak istediklerinizin daha fazlasını, daha cesurunu yapabilmek için bir konfor alanı yaratıyor üretene. Ve sizi her an içine çekmeye hazır tuzak da o konfor alanının tam orta yerinde duruyor:     

“Ya bundan sonra yapacaklarım bunun kadar ilgi görmezse? Ya yakaladığım ivmeyi sürdüremezsem? Ya 'Uzunlar' sönerse?”


O saatten sonra bu ve benzeri kaygıları hissetmeden yola devam edebilmek kolay değil. Çoğu zaman üreteni tökezleten de bu oluyor. Neyse ki Evdeki Saat “Uzunlar” eşiğini kazasız belasız atlayıp geçti. Daha “funky” tınılar içeren “Kötü Zamanlar” ve “Dibi Ne Kadar”la 2020’yi verimli kapattı, müziğinin çizgisi daha belirgin hale getirdi.  

2021’de yayımlanan “Hiç Uyanmasam” ve “Zaman Mekân”, melodik açıdan zengin, ritmik açıdan kulağı kolay yakalayan şarkılardı. Tabii ki tüm bu şarkıların hiçbiri bir “Uzunlar” sayısal başarısı getirmedi ama Evdeki Saat’i geriye de düşürmedi.


2022’yi ise gelecek yeni bir albümden teklilerle karşıladı Evdeki Saat. Önce “Sarmaşık”, sonra “Rüyadasın”, ardından “Sustum” teklileri ve nihayet “Huzursuzluğun Meyvesi” adı verilmiş albüm geçtiğimiz günlerde yayımlandı. Aslında “Selahattin Sarıkaya Şarkıları” projesinden bir parça olan “Adana Köprü Başı” ise aynı gün hem albümün bir parçası olarak hem de bağımsız bir tekli olarak listelere girdi. Yedi şarkılık albümün üç şarkısını önceden dinlemiş, bir “cover”ını da albümle eşzamanlı olarak karşılamış olduk böylece.


“Adana Köprü Başı” çok kişinin anonim türkü bildiği bir Selahattin Sarıkaya bestesi. Evdeki Saat’in bugüne dek yayımladığı işler arasında hiç “cover” yok; en azından resmi kayıtlarında yok. Bu anlamda zaten ters köşe bir iş. Şayet bir saygı albümü işi olmasaydı da akla gelir miydi bu şarkıyı “cover”lamak, ona emin değilim. Ve fakat acayip bir şey olmuş. 


İtiraf edeyim, bir zamanların Anadolu-popunu üzerine bugüne dair hiçbir şey koymadan karbon kopya taklit eden grupları hiç sevemedim. Misal herkesin ayılıp bayıldığı Altın Gün bana pek bir şey ifade etmiyor. Barış Mançoların, Moğolların, Cem Karacaların, Seldaların ve dönemdaşlarının o zamanın imkânsızlıkları içinde kanla başla yaptıkları kayıtlar taş gibi duruyor hâlâ. Zamanında zaten dinlemişim, şimdi de dinlerim. Barış Manço, Cem Karaca hayatta değil diye bu tür müziğin en büyük pazarı haline gelen yurt dışı festivallerinde onların müziğini çalacak gruplar icat etmenin bende bir karşılığı yok.


Fakat Evdeki Saat’in “Adana Köprü Başı”nı çok sevdiğimi söyleyebilirim. Evdeki Saat, türkü formundaki bu besteyi Anadolu-popun etinden sütünden bir şekilde istifade eden pek çok genç gruptan, müzisyenden daha zekice, daha yaratıcı, daha parlak bir biçimde kendine uyarlamış. Yeni bir şey. Heyecan verici.


Buradan mı yola çıkıldı bilmiyorum ama albümde bu türküden hemen önce dinlediğimiz “İyi Nöbetler” de ılgıt ılgıt Anadolu kokuyor. Hem de halk edebiyatı cümlelerinden şarkı sözü devşirmeden, günün ifade biçimiyle cümleler kurarak. Bence önemli bir ayrım bu. Bu arada daha ilk dinleyişte şarkının nakarat kısımlarında “Hadi hadi yandan,” diyesiniz geliyorsa da işin aslı o da otantik bir melodik kalıp, “Namus”un bestecisi Arto Tunçboyacıyan’ın özgün bestesi içinde Anadolu’ya gönderdiği bir selam. Sorun yok yani.


Şarkı sözlerinde kare kare fotoğraflar çeken “Böyle İyiyim”, sakin ve kırgın bir aşk şarkısı. Şarkıya klip çekilmesine hiç gerek yok. Klibi kendi içinde saklı çünkü. Bu arada bu şarkı da aslında 2018’de akustik bir kayıtla Evdeki Saat’in YouTube kanalında yayımlanmış.


Evrensel bir “sound”a yerel motiflerin iğne oyası gibi işlendiği “Sarmaşık”, buzuki ve bağlamanın ahbap renkleri, ‘70’ler stili vokalleri ve “funky” yürüyüşüyle dinleyeni çabuk kavrayan bir başka şarkı. Tekli olarak yayımlandığında da çok sevdiğim “Rüyadasın” ise albümdeki favorim. Hani Nükhet Duru “Uzunlar” çok popüler olunca aldı söyledi, “Uzunlar” ve Duru’yu aynı cümle içinde kullanmayı aklına bile getiremeyecekleri şaşırttı ya… Keşke Ajda da alsa “Rüyadasın”ı söylese diye geçirdim içimden ilk dinlediğimde. Öyle de buram buram Ajda “vibe”ı tüten bir şarkı.


‘80’leri bizzat yaşayıp görmüşlerin o yılları üç saniye anımsadığında kendiliğinden çalmaya başlayan şarkılar, döndü dolaştı bugünün müziğine ilham oldu dedim ya yukarılarda bir yerde. Tam olarak böyle demedim gerçi ama demeye getirdim. Hah işte mesela al Evdeki Saat’in “Eksildi İçimizden”ini ver Pet Shop Boys’a söylesin. Oralardan bir yerlerden çıkıp gelmiş bir “sound”, elektronik dans müziğinin o günlerden bugünlere eskimemiş, her dönem kendini yenileyerek tekrar etmiş ritimleri ve pekâlâ bir gitarla da çalınıp söylenebilecek, “basic” bir melodik yapıyı sürükleyen anlamlı şarkı sözleri.  


Bir Ekşi Sözlük yazarı albümün açılışında yer alan “Sustum”u Empire of The Sun’ın “We Are The People”ına benzetmiş. Benzemiyor dersem yalan olur. O benzerliği bir kenara koyar da şarkının sözlerine bir göz atarsak, albümün adının en çok bu şarkıda saklı olduğunu söyleyebiliriz.


‘70’lerin toplumcu söylemleri ‘80’lerde bireysel bunalımlara, ‘90’larda eğlenceye vurmuştu kendini. Yakın geçmişte hem gelişen teknolojilerin hem de üstüne tuz biber pandeminin bizi getirdiği ruh hali, yalnız olma, yalnız kalma halini korkulacak ve hüzünlü bir şey olmaktan çıkarıp bir tercihe dönüştürdü. Bir zamanların bireyciliğiyle bunun arasında kocaman bir fark var. Çünkü artık sosyal medya sayesinde yalnızken de kalabalıklara karışmak mümkün. Kimseyle yüz yüze gelmeden kavga edebilir, dövüşebilir, âşık olabilir, flört edebilir, uzun uzun fikir alışverişinde bulunabilir, birileriyle dost ya da düşman olabilir ve günün sonunda üstünüzü başınızı hiç kirletmemiş olarak yatağa gidebilirsiniz.


Bu durum şimdilik bir lüks gibi dursa da aslında yaşadığımız zamanda ülkenin içinden geçtiği koyu karanlıkla hem çok ilgili hem de çok ilgisiz olarak üzerimize çöken huzursuzluğun da asıl sebebi. Nitekim son dönemin genç şarkılarında sıklıkla bu huzursuzluğun izlerini sürebiliyorsunuz. “Sustum” böyle bir şarkı. Aslına bakarsanız “Huzursuzluğun Meyvesi” bütün dans ritimlerine, yüksek enerjisine rağmen böyle bir albüm.


Bu arada “Huzursuzluğun Meyvesi”, Twitter’da Cihat Akbel isimli kullanıcı tarafından atılan bir “tweet”e ithafen konulmuş bir isimmiş ve söz konusu “tweet” şöyleymiş: “Hiçbir zaman huzuru bulacağımı düşünmüyorum fakat artık bu huzursuzluk meyvesini vermeli.”

Albümdeki düzenlemelerde Eren Alıcı, Yüce Akın, Bahadır Kartal, Kaan Ceylani ve Kerem Demirayak’ın imzalarını görüyoruz. Kapak tasarımı ise Afterworks tarafından yapılmış.


Günün müzik pazarlama stratejistleri albüm yapmayı hiç ama hiç önermiyor. Dijital platformlar zaten albüm yapılmasın da sirkülasyon hızlansın diye müzisyenleri sıkboğaz ediyor. Türkiye’de müzik zaten hiçbir zaman gerçek anlamda bir sektöre dönüşmediği için bu yeni düzen en çok bizim müzisyenleri vuruyor. Yoksa müziğin bacasız sanayi olduğu ülkelerde hâlâ çatır çatır albüm yapılıyor. Sözün kısası albüm yapmadığı ya da albüm niyetine üçer beşer şarkılık işler yaptıkları için müzisyenlere kızmak haksızlık olur. Yine de bunca birikimin ardından yapılmış bu albümün en azından on şarkı olmasını isterdim kendi adıma. Bir “boomer”lık etmeden yazıyı bitirecek değildim herhalde.

0
Share
Önceki Kayıtlar Ana Sayfa

Hakkımda


Photo Profile

Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci

2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.

Daha Fazla



Takip Et

  • Instagram
  • YouTube
  • Twitter
  • Facebook

Bu Hafta Çok Okunanlar

  • Portre: KÖFN ve Salman Tin
    Şortları ve beyaz çorapları ve şapkalarıyla iki genç adam Yoğurtçu Parkı’nın basketbol sahasında çalarmış ve söylermiş gibi yapıyorlar. Klib...
  • KÖFN Röportajı
    Aralık ayı geldi. Müzikte 2022 yılının en iyileri, en popülerleri ve en çok satanları bugün yarın listelenmeye başlanır. Bu listelerin hepsi...
  • Bir Mendil Niye Kanar Sefo?
    Sefo & Capo - "Isabelle"  Kendime çok gülüyorum. Daha birkaç yıl öncesine kadar albümleri / şarkıları didiklediğim yazılarımda...
  • Sıla Meyhanede
    Sıla - "Şarkıcı" Onu ilk tanıdığımızda Mardin’in sarı sıcak topraklarından tütüyordu sesi: “Can perperişan, eşim dostum uyansın!” ...
  • "Sen Ağlama" Efsanesi
    (1984'ten Bugüne) Sezen Aksu'nun yeni albümünün piyasaya çıktığı bugünlerde, Türk popunun efsane albümlerinden "Sen Ağlama&q...

Arşivden

  • Suna Yıldızoğlu Röportajı
    Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
  • İzlediklerim Ocak 2012
    ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
  • Oya Bora Röportajı
    "Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
  • Dinlediklerim
    MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...
  • Açık Hava Dar Geldi!
    NÜKHET DURU & TİMUR SELÇUK “BİZİM ŞARKILARIMIZ” KONSERİ, HARBİYE AÇIK HAVA, 27 AĞUSTOS 2014 Bu başlığı atabilmek için tam otuz yıl bek...
Copyright © 2019 Yeter ki Müzik Olsun

Created with by Beauty Templates | Distributed by Gooyaabi Templates