ZEYNEP BASTIK NE DEMİŞ?
Zeynep Bastık Sober dergisine verdiği röportajda şöyle
demiş:
“’Cover’ şarkılar söylemem ve kendi şarkılarım yokmuş gibi
davranılması çok büyük bir linç konusuydu benim için.”
2014 ve 2017 yıllarında vasat iki şarkı yayınlanmış, adı
sanı bilinmeyen bir genç kızken, 2018’de “cover” videolar yayınlamaya başladı
ve ne hikmetse birdenbire izlenme sayılarında 50 milyonlar, 100 milyonlar
havada uçuşmaya başladı. 2018-2019 yıllarında sosyal medyada ve ekşi sözlük
gibi çeşitli internet platformlarında “Zeynep Bastık şöyle şahane, böyle
mükemmel,” türevi yorumların ardı arkası kesilmedi. Hatta o yorumlarda “Zeynep
Bastık bugünün Sezen Aksu’sudur” bile dendi!
Müzik sektöründe dirsek çürüten herkes bilir ki böyle şeyler
durduk yerde olmaz. Zeynep Bastık son derece planlı, programlı, hesaplı ve
kitaplı bir şekilde, bir proje olarak yaratıldı ve piyasada bir “star” olduğu
algısının oluşturulabilmesi için ne gerekiyorsa yapıldı.
İlk Harbiye konserlerinde biletlerin “sold out” olduğu ve
merdiven biletlerinin satışa çıktığını Biletix, Instagram hesabından duyurdu.
Biletix ne öncesinde ne de sonrasında başka bir şarkıcı için hiç böyle bir
duyuru yapmadı. Keşke ekran görüntüsünü alsaydım ama almamışım zamanında.
Benzer bir şekilde Spotify Instagram hesabında sadece bir
hafta-10 gün içerisinde dört kez Zeynep Bastık paylaşıldığını biliyorum ki şimdilerde
bakın, Spotify’ın bir tek şarkıcıyı parlatmak gibi bir politikası hiç yok,
aksine o hesaptan mümkün olduğunca dengeli paylaşımlar yapılıyor.
Gelin görün ki Bastık’ın kerameti kendinden menkul bir
biçimde “star”lığa oynadığı o dönemde, yani 2017-2020 arasında yayınlanmış (ki
ben de dayanamayıp “Zeynep Bastık Bilmem Kimin Veliahdı” başlıklı bir yazı
yazmıştım o günlerde) “cover” olmayan beş solo ve iki düet şarkısı vardı
sadece.
Elbette benzeri planlar, yoktan
yere bir “star” yaratma projeleri müziğin endüstrileştiği ülkelerde yıllardır
yapılıyor, yapılmakta (Taylor Swift örneğinde olduğu üzere) ve ticari bir ürünü
pazarlama maksadıyla yapıldığı düşünülürse, kendi içerisinde (doğru ya da yanlış) bir mantığı olduğu da söylenebilir. Şahsi düşüncem Zeynep Bastık meselesinde
dozun bir hayli kaçmış olması, etik değerlerin aşılması. Üstüne üstlük ticaret
mantığında bile kabul edilemeyecek bir biçimde tüketicinin yanıltılması ve
haksız rekabet ortamının yaratılması.
Yani kimse kimseyi ve kendini
kandırmasın. Meselenin “cover” meselesi olmadığını herkes biliyor. Zeynep
Bastık zamanında onun için yaratılan illüzyona zaman içerisinde kendi de
inanmaya başlamış olabilir ama işin aslı öyle değil.
EDİS NE DEMİŞ?
Edis, Instagram hesabında Galatasaray şampiyonluk
kutlamasındaki şovundan görseller paylaşırken şöyle demiş:
“Bam bam bam.”
Alıntı yaptığı şarkısı “Çok Çok” 2017 yılında yayınlanmıştı.
Hâlâ Edis’in en sevilen şarkılarından biri. Galatasaray şampiyonluk
kutlamasında, 19 Mayıs kutlamasında, 30 Ağustos kutlamasında, hepsinde hâlâ bu
şarkıya da yer veriyor. Ne yalan söyleyeyim ben de nerede duysam hâlâ eşlik
ediyorum. Yanı sıra “Yalan”a, “Dudak”a, “Benim Ol”a da.
Norm Ender “Konu Kilit” adlı şarkısında “Yeni bir Tarkan
olamıyor mı Edis Görgülü?” dediğinde oradaki ironiyi herkes işine geldiği gibi
anladı. Edis bile. Olay Tarkan'a benzemek değildi oysa. Biz bir kesim,
müzikle fazladan haşır neşir dinleyici, Edis’in yeni Tarkan olma
potansiyelinden sevinçle bahsederken kastettiğimiz şey Tarkan tavrı, tarzı ya
da müziği değildi. Ülkede yediden yetmişe herkese hitap edebilen, herkesin
sevgisini kazanmış, evin hem uslu oğlu hem haylaz çocuğu, hem masum hem gönül
çelen, hem arzulanan hem şefkat gösterilen biri olabilecek şeytan
tüyüne sahip olmasıydı. Bu tarifte az insan gelip geçmişti. Bahsettiğim
vasıflar sebebiyle yeni Türkan Şoray da diyebilirdik Edis’e ama yaptığı iş
itibariyle Tarkan daha doğru bir örnekti.
Ve fakat o Tarkan olmama iddiası mıdır, ya da başarının
getirdiği göz kamaşması, "en iyisini ben bilirim"cilik midir nedir bilinmez ama Edis herkesin sevebileceği,
şarkılarını her yaş skalasından insanın dinleyebileceği ve tüm ülkenin isminde
uzlaşabileceği biri olmaktan inatla, bile isteye uzaklaştı. Son şarkısı
“Ayyaş”ı ilk yayınlandığı gün bir kez dinledim ve kapattım ben mesela. O
şarkıda bana, benim yaş skalama hitap eden hiçbir şey yoktu. Ondan öncesinde
yaptığı son şarkılarda da hep bir “hiphop”çı olma, o kitleyi yakalama, Sefoların,
Tefoların, Mefoların yanında saf tutma gayreti bana hep üzücü geldi. Kitlesini
neden daraltmaya çalıştığını hâlâ anlayabilmiş değilim. Edis’in bugün kitlesel
konserlerde, büyük alanlarda sahneye çıkabilmesini o “bam bam bam”lara, "dudak"lara, "benim ol"lara borçlu
olduğunu fark edeceği ve şu “Tarkan olmama” kompleksinden sıyrılacağı günü
sabırla bekliyorum.
Semicenk, bir kulüp programında “playback” yaptığı için
tepki gösteren seyircisine şöyle demiş:
“Satın aldığın bilette öyle bir bilgi var mıydı? Orkestrayla
gelecek, canlı söyleyecek filan… Böyle bir bilgi var mıydı? Ama bak buranın
konseptinin farkında olman lazım buraya gelirken. Burası ‘club’ değil mi? Yani
ben de emir eriyim anlayacağın ablacığım. Bunu bana yapmayacaksın tamam mı? Ben
de emir eriyim. Ben de müziğe dün başlamadım çok şükür, yirmi yıldır
uğraşıyorum. Yirmi yıldır bu işe emek veriyorum. Elbette elimden gelenin en
iyisini bana sunulan şartlarda sizlere sunmayı çok isterim. Elimden gelen bu şu
anda. Kusura bakma, özür dilerim.”
Yani önce bir atar yapmış, sonra kendini çaresiz göstermeyi
denemiş, üstüne bir miktar “yılların tecrübesi”ni konuşturup adeta küfre benzeyen bir
özürle olayı kendince tatlıya bağlamış.
Şimdi öncelikle meseleyi bir açıklığa kavuşturalım: Özellikle
kulüp, “beach” gibi doğru düzgün sahnesi, ses tesisatı olmayan ya da kalabalık
bir müzisyen ve teknik ekibi ağırlayacak, o ekibin kaşesini verecek gücü ya da
niyeti olmayan işletmelerde, mekanlarda “playback” yapılması yıllardır
normalleşmiş bir yöntem.
Zaten öylesi ortamlarda genellikle kimsenin şarkıcının
performansıyla ilgilendiği yok. Çoğunluk şarkılara eşlik etmek, şarkılar
eşliğinde dans etmek ve de şarkıcıyı görmek, “oradaydım” demek için orada.
Dolayısıyla “playback” yapılmış yapılmamış pek de dert edilmiyor. Şarkıcının
kaşesi bölünmüyor, mekân için de ekonomik oluyor vesaire. Alan memnun, satan
memnun. Zaten Semicenk de bunu açık etmiş konuşmasında. Ne diyor: “Buranın
konseptinin farkında olman lazım buraya gelirken.” Aslında şunu da ekleyebilirdi.
“Bir giriş parası verip bütün gece bir birayla duruyorsun. Ne yapacaktık, sana
senfoni orkestrası mı getirtecektik?”
Ekonomik ve teknik gerekçeleri duruma göre anlaşılabilir
bulsam bile şu soruyu sormadan edemiyorum: Şarkıcının altyapı üzerine canlı
söylemesini engelleyen nedir? Alırsın stüdyonda altyapının bir çıktısını,
sahnede onun üzerine söylersin en kötü ihtimalle. Zaten artık büyük büyük
konserlerde bile orkestralar çoğu kez altyapı üzerine çalıyor. Bu da
normalleşti. Hatta sahne için hazırlanan altyapılarda şarkıcının vokaline de
destek atılıyor kimi kez. Bu da bir sır değil. Ama bunu bile yapmıyorsan,
aklıma ister istemez kötü ihtimaller geliyor.
Bir: Şarkıcı stüdyoda auto-tune’la, üst üste kaydettiği
vokallerle yarattığı, sahnede sahiden canlı söylediğinde de orkestraya sırtını dayayarak cilaladığı illüzyonun bozulmasını istemiyor.
İki: Şarkıcı “Zaten kulüpten üç kuruş para alıyoruz. Bu
sayede de sürümden kazanıp her gece başka bir şehirde, başka bir kulüpte
sahneye çıkıyoruz. Onda da canlı söyleyip kendimi perişan mı edeyim? Nasılsa
parayı suretim kazanıyor, sesim değil,” şeklinde düşünüyor.
Yoksa biz bilmez miyiz 25 yaşındaki Semicenk’in 20 yıldır
müzikle uğraştığını. Zamanının arabesk şarkılarından aldığın esini bugünün
hazır satılan elektronik sesleriyle birleştirip daha önce yapılmamış bir şey
yaptığını iddia etmek ve aslını fersah fersah aratan bir Müslüm Gürses
taklidiyle memleketin en çok dinlenen şarkılarına imza atmak için en az 20 yıl
gerekir. Buna konservatuarda aldığın eğitim de dahildir. Memleketteki ortalama
müzik dinleyicisinin bir yumuşak karnı vardır. Ezilmiş, yıkılmış, boynu bükük, mahzun
ve çaresiz, bağrı yanık, bıçkın delikanlının şarkıları hep tutar. Bu bir gün
Orhan olur, öbür gün Ferdi… Sonra Müslüm olur, Mahzun olur, Hakan olur, Bilal
olur, Cenk olur… Böyle uzar gider.
Bunca yıldır bu işi yapıyorum. Emin olduğum bir şey var: Bir
müzik yazarı, radyo programcısı, belgeselci ya da röportaj yapan bir insan (neyse ne) olarak bir
şarkıcıya bir sebeple ulaşma çabanızda geçtiğiniz yollar, konuştuğunuz kişiler
(kendisi ya da ekibinden birileri, basın danışmanı, şusu busu) ve kat ettiğiniz
mesafeye harcadığınız zaman o şarkıcı hakkında her şeyden daha çok fikir sahibi
olmanızı sağlıyor. Kendini nerede ve nasıl gördüğü, yaptığı işe nasıl bir bakış
açısıyla yaklaştığı ve neyi ne kadar yönetebildiği kabak gibi açığa çıkıyor. Ve
öylesi süreçlerde uzaktan olumsuz fikir sahibi olduklarım, sonrasında bir
şekilde beni haklı çıkarıyor. Semicenk’in son birkaç yılda şarkılarıyla
yakaladığı ivme ve gördüğü ilgi neticesinde kendini “star” olarak kabul
ettiğinin, öyle gördüğünün nicedir farkındaydım. Ama işte ülkenin 50 yıllık
gazetesini röportaj için sıraya sokan bir “star”ın vasat kulüplerde “playback”e
talim etmesi, (kendi tabiriyle) emir eri olmasına da üzülmedim desem yalan olur.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder