Azerbaycan'da ikinci gecemiz. Türkiye'yle arasında iki saat fark olduğu için, Cuma günü biz geldiğimizde burada akşam olmuştu. Hava aydınlıktı ve bir hayli sıcaktı. Şehirde İstanbul'un herhangi bir cuma akşamını aratmayacak keyifte yoğun kıvam bir trafik vardı. Otele gittik, tekrar çıktık, Cyristal Hall'u bulduk, akreditasyonlarımızı aldık filan derken hava karardı.
Konservatuarda klasik müzik eğitimi alırken gönül verdiği caz müziğini, Arjantin tangolarını ve Latin şarkılarını çalışabilmek için piyano odasının kapısına bir arkadaşını gözcü olarak koyar Metin Ersoy. Yasaktır çünkü. Oysa o, konservatuar sınavına girdiğinde operacı olmaya niyeti olmadığını başından söylemiştir. Okul devam ederken gizli gizli sahneye çıkar ve istediği müziği yapar.
Kore savaşına Türkiye’nin asker gönderdiği yıllarda askerlik görevini Kore ve Japonya’da, Amerikan birliklerinde yapar. Bu sayede dönemin dünyaca ünlü müzisyenleri ve sinema oyuncularıyla tanışır. Herkes aynı şeyi söyler ona. Metin Ersoy o günlerde kalipso müziğinin tüm dünyada tanınmasını sağlayan Amerikalışarkıcı, besteci ve oyuncu Harry Belafonte’nin adeta ikizi gibidir. Bu fiziksel benzerliğin farkına varması, onun Türkiye’nin “kalipso kralı” olmasına kadar gidecek yolun başlangıcı olur.
Kalipso müziği Karayip adalarının halk müziğidir. Adaların yaşayan nüfusun kökenleri itibarıyla Afrika ve Avrupa etkileri taşıyan bu müzik türü fıkır fıkır, hareketli ve eğlenceli yapısıyla dünyaca dinlenen ve sevilen bir müzik türü olmuştur. Türkiye’de ise henüz popüler müzik henüz yeni yeni yerini bulmaktadır. Metin Ersoy kalipso müziğinin Türkiye’deki temsilcisi olmaya karar vermiştir bir kere. Bu müziğin incelikleri ve kalipso şarkılarının “broken English” tabir edilen bozuk aksanlı İngilizcesi üzerine yıllarca çalışır.
Kalipso müziği doğası gereği denizin, güneşin, sıcağın müziğidir. Sahnelerde bu müziği icra ederek dikkat çeken Metin Ersoy giydiği kostümlerle de fark yaratır. Havai gömlekler, fırfırlı kollar, geniş paçalı, kocaman tokalı kalın kemerler ve renkli pantolonlarla o günlerin Türkiye’sinde alışılmadık bir erkek şarkıcı görüntüsüyle sahnelerde boy gösterir. Kalipso ruhunu izleyenlere sadece müziğiyle değil, kostümleriyle de yaşatır.
O günlerde bütün erkek şarkıcıların takım elbiseyle katıldığı televizyon programlarına onun göğsü bağrı açık, desenli ve renkli gömleklerle katılması önceleri TRT katında sorun yaratsa da, Metin Ersoy hem sahnede hem de ekranda, yaptığı müziğin bir gerekliliği olan kostümlerini zamanla herkese kabul ettirecektir.
İlk plağı 1961 yılında yayımlanır. 1970 yılında piyasaya çıkan “İki Kalp Bir Olunca/Vakit Yok Gemi Kalkıyor Artık” 45’liği ise onun ülke çağında tanınmasını sağlar. Ersoy’un Karayip adalarında dinleyip Türkiye’ye getirdiği ve Ali Öke’nin “Zaman Uçuyor” adlı şiirini üzerine uyarlayarak Türkçe bir şarkıya dönüştürdüğü “Vakit Yok Gemi Kalkıyor Artık” kariyeri boyunca daha bir çok şarkı seslendirecek ve sevdirecek olmasına karşın, Metin Ersoy denilince ilk akla gelen, “imza şarkısı” olacaktır.
Yıllar boyunca adının başında anılacak unvanını da sahnede birlikte çalıştığı İlham Gencer koyar. Metin Ersoy Türkiye’nin ilk ve tek “kalipso kralı”dır.
Sahne programlarıyla o kadar meşguldür ki, 45’lik plak furyasında birçok şarkıcı iki ayda bir plak doldururken Metin Ersoy 1961-1975 yılları arasında sadece yedi plak yayımlar. Zaten Metin Ersoy’u yalnızca plaktan dinlemek onu sahnede izleyenlere asla yetmez. Çünkü o sadece iyi bir müzisyen, usta bir şarkıcı değil, aynı zamanda az bulunur bir sahne yıldızı, bir dansçı, bir şovmendir ve sahne performansı dillere destandır.
Aynı şarkıyı her sahneye çıkışında başka türlü söyler, kendine özgü doğaçlamalar yapar; böylece seyircinin ilgisini hep üzerinde tutar. O yıllarda verdiği bir röportajda bu durumu şöyle açıklayacaktır: “Kalipsoda papağan gibi şarkı söylenmez. Şarkı ile oynayabilirsiniz. Halka irtibat kurabilirsiniz. Onda caz ruhu vardır. Üstelik ritim olarak da bünyemize uygun bir türdür.”
Metin Ersoy’un ilk albümü “20. Sanat Yılı” adıyla 1978 yılında piyasaya sürülür. Daha önce 45’liklerinde yer alan yayımlanmış şarkılarının yanı sıra hem sahnede hem de televizyon programlarında seslendirdiği ve dünyada Harry Belafonte’nin sesinden tanınıp sevilmiş “Matilda”, “Day-O”, “Mama Look A Bobo”, “Love Love Alone” gibi orijinal dilinde kalipso şarkıları da vardır.
Bu albümde yer alan ve söz ve müziği kendisine ait olan “Mahzun Kraliçeler” şarkısında şöhret ve para sahibi olmalarına karşın mutlu olamadıklarını düşündüğü üç popüler kadının ortak hikâyesi olarak yazar. Türkan Şoray, Fatma Girik ve İran Şahının kendisine çocuk veremediği için saraydan sürgüne gönderilen ikinci karısı Prenses Süreyya’dır bu üç kadın. Yine kendisinin yazdığı “Türkiye” adlı şarkıda ise ülkesine olan sevgisini dile getirir.
Seksenli yıllarda sadece kaset formatında piyasaya sürülen “Mavi Yolculuk”, Metin Ersoy’un yayımlanan son çalışması olur. Sözü ve müziği geçtiğimiz yıllarda kaybettiğimiz Talat Kurter'e ait olan ve Kurter'in bir Nasrettin Hoca fıkrasını müziğe uyarlayarak parlak müzik zekasını ve muzip yanını ortaya koyduğu “Filler” şarkısı ilk kez bu albümde yer alır.
Müzik yaşantısına başladığı ilk günden beri hiç ara vermeden sahnelerde şarkı söylemeye devam eden Ersoy için sahnede olmak nefes almak gibidir. Nitekim takvimler iki bin onlu yılları gösterirken de, onun izinden giderek müzisyenliği seçen oğlu Emir Ersoy’la birlikte sahnede nefes almaya devam edecektir.
Türk popunun geçmişinde benzersiz bir sayfayı daha aralayan bu albümde Metin Ersoy’un iki albümünden seçilmiş şarkıların yanı sıra üç tane de 1972-1974 yılları arasında kaydedilmiş ve daha önce yayımlanmamış konser kayıtları var. Dijital ortamda hiçbir kaydı bulunmayan Metin Ersoy’un bu çok kıymetli ve eşsiz kayıtlarını CD formatında bir albümde dinleyebilmek, Ossi Müzik’in müzikseverlere değeri paha biçilemez bir hediyesi kuşkusuz.
Bütün zamane kralları, şöyle bir kenara çekilin şimdi. Bu kral bildiğiniz krallara benzemez çünkü. Bu kral “kalipso kralı”. Bu kral Metin Ersoy!
Bakmayın siz sektörün krizlerden kriz beğendiğine. Bunca sıkıntıya rağmen kimse albüm yapmaktan geri kalmıyor. Hele ki şu bahar aylarında gerçek bir bombardımana tutulduk. Ben kendi adıma hangi birini dinleyeceğimi şaşırmış durumdayım. İnternette konulan tek şarkılar mı istersiniz, gün aşırı yayımlanan yeni albümler mi, “single”lar, “maxi-single”lar mı. Bir de piyasaya çıkalı bir zaman geçmiş olmasına karşın yeni kliplerle tazelenen albümler var. Ortalık şenlik kıyamet.
Sibel Tüzün’ün 2010 yılının Eylül ayında piyasaya çıkan ve 5 şarkıdan oluşan “Saten” isimli mini albümünün dördüncü klibi geçtiğimiz günlerde müzik televizyonlara ve internete servis edildi.
Sibel Tüzün doksanların o bereketli günlerinde kendini bir ağaca bağlamak suretiyle “Bağlamaz beni, beni bağlamaz” şarkısını söyleyerek yer etmişti hafızamıza. Hamam sefalı “Kaçın Kurası” ve döşünde gül dövmeli “Anca Beraber Kanca Beraber” tuzu biberi oldu. Çok iyi bir şarkıcıydı, güzel bir kadındı ve pop mahallesinde bu iki niteliği bir arada taşıyan sayılı kadın şarkıcıdan biriydi. Yani starlık yolu çok açık, hatta apaçıktı.
Ne ki o, bu piyasanın “al gülüm ver gülüm”lerine, “gelene ağam de gidene paşam”larına filan ayak uyduracak evsafta değildi, hiç olmamıştı. Doğru bildiği neyse, içinden ne geçiyorsa, onu yapmaktı niyeti. Bedeli starlığa giden yolu terk etmek olsa bile. Nitekim bir an tereddüt etmedi ve o seksi kadın popçu, bir anda dövmeli, dazlak bir “rock”çıya dönüştü.
Neresinden baksanız erkendi oysa. Daha “rock” müziğin yer altından çıkmasına ve yurt sathında kabul görmesine biraz zaman vardı. Tüm dünyada böyledir. Sanatçı aklına eseni, canının istediğini yapar. Bazen kazanır, bazen kaybeder, bazen yükselir, bazen duraklar. Ama risk alacak gücü ve cesareti vardır. Onu sıradan insanlardan ayıran budur en çok. Sibel Tüzün’ün kendince sonuna kadar haklı ve doğru bu değişimi, kariyerinde aynı etkiyi yaratmadı. Birkaç yıl böyle geçti. Sonra “Kırmızı” adlı albümüyle popa geri döndü.
Dedim ya, bir takım tutmuş formüllerin, taktiklerin peşinden giden biri olmadı hiç. Olsaydı popa geri döndüğünde, her kimse o devrin en gözde bestecileri, toplardı üç beş beste, iki de laf atardı gözüne kestirdiği kim varsa rakibe niyetine. O Okan senin, bu Beyaz benim, şu magazin hepimizin derken kaldığı yerden devam ederdi. Ama Sibel’di bu. Yine bildiğini okudu. Kendi bestelerini yaptı. O ara piyasada ne oluyor ne bitiyormuş aldırmadan, kendi müziğiyle yoluna devam etti.
Uzun bir aradan sonra yayımlanan “Saten” ile de bu yolda yürümeye devam edeceğini ilan eder gibiydi Sibel. Beş şarkılık albümün üç şarkısı kendi bestesiydi yine. Bir Ajda Pekkan “cover”ı ve bir de Zeynep Talu – Burak Erkul şarkısıyla yine kendi içerisinde bir müzikal bütünlüğü olan, günün moda ritimlerine, şarkı sözlerine ve bir örnek melodik yapılarına yüz vermeden, hırssız, öfkesiz, kavgasız, gürültüsüz bir iş çıkarmıştı ortaya. Haliyle satış rekorları kırmadı ama ben gibi sevenlerini yeterince memnun etti.
Bir yanım “keşke Sibel biraz daha iddialı olsaydı,” diyor yıllardır. Bir yanım da cazdan “rock”a, aryadan popa her teknikle, hem de duygusunu yitirmeden, tekniğini gözümüze (ya da kulağımıza) sokmadan şarkı söyleyebilen bir şarkıcının bundan daha fazla bir iddiaya ihtiyaç duymasına gerek olmadığını kakıyor kafama. Hele ki “Saten”de sesini daha aşağı perdelerde kullanarak yarattığı o kadife etkisine müptela olduktan sonra.
Altmışlı yılların, günümüz müzikal anlayışına neredeyse taban tabana zıt bir şarkısını sanki bugün bestelenmiş kadar kulağa yakın kılmak, prozodi cinayeti Türkçe sözleri yerli yerine oturtup şarkıyı doğru söylemek, Mahmutpaşa gibi haftanın her günü, sabahtan akşama insan kalabalığının hiç eksilmediği bir muhitte klip çekmek filan albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Erkekleri Tanıyın”ı yeterince dikkate değer kılıyordu aslına bakarsanız. Ama “Sana Anlatmam Lazım” ve özellikle son dönemde Türk popunda yazılmış en etkileyici yavaş şarkılardan biri olan “Maalesef” de ondan aşağı kalmıyordu. Nitekim her şarkının da klip çekilmek suretiyle altı çizildi. Klip çekilmeyen şarkıların (çöpe demek istemiyorum) güme gittiği bir dönemden geçiyoruz zira. Artık klipsiz şarkılara pek kulak kabartan olmuyor.
“Çok”, ismiyle müsemma, “çok” bir şarkı. Çok eğlenceli, çok hafif, çok yazlık, çok ferah, çok tekrarlı… Tam da bu havada bir klip yakıştırılmış zaten şarkıya. Altı farklı kadın var klipte. Altısını da Sibel oynuyor. Assolist, sosyetik güzel, çılgın gençlik, mazbut gençlik, iş kadını ve siyah saçlı, siyah kostümlü “femme-fatale” şeklinde açıklanabilir bu altı kadının şablonları. Her birinde saçı, kostümü kadar, beden dili, yüz ifadesi de değişiyor Sibel’in. Basbayağı oynuyor ve belli ki çok eğleniyor. Haliyle biz de eğleniyoruz izlerken. BORA DURAN - "BİR HARMANIM BU AKŞAM"
İzmirli bir müzisyen olan ve İzmir’de konservatuar eğitimi alırken bir yandan da sahne deneyimi kazanan Bora Duran, İstanbul’a geldikten sonra önce Vedat Sakman’la birlikte çalışmış, ardından da gerek stüdyolarda, gerek sahnede çeşitli isimler ve ekiplerle birlikte epeyce dirsek çürütmüş. BKM’de Deniz Erdoğan’la birlikte “Çok Güzel Hareketler Bunlar” adlı televizyon programını müziklemiş, uzun süre Ezginin Günlüğü’ne albümlerinde ve sahnede eşlik etmiş, aranjör Yıldıray Gürgen’le birlikte çalışıp stüdyo müzisyenliği yapmış.
Bu dönemde “Gül Senin Tenin” adlı bestesini Mahsun Kırmızıgül’e vermiş ve bu şarkı Kırmızıgül’ün 2006 tarihli “Dinle” adlı albümünde yer almış.
Bora Duran’ın ilk albümü 2009 yılının son günlerinde Audiology Müzik etiketiyle yayımlanmıştı. Bütün söz ve müzikleri kendisine ait olan dokuz şarkılık bu albüm, piyasaya çıktığı günlerde çok fazla ses getirmedi. Ve Duran, albüm yayımlamış bir müzisyen olmasına karşın, işin mutfağında çalışmaya, orkestralarda çalmaya, başka müzisyenlere eşlik etmeye devam etti.
Ancak ne olduysa 2011 yılının Mayıs ayında oldu ve Bora Duran, daha önce Mahsun Kırmızıgül’ün seslendirdiği şarkısını bu defa kendisi seslendirip, internetten yayımlayınca kıyamet koptu. Şarkının bu versiyonu ve Bora Duran’ın yorumu çok sevildi ve bu altı yıllık şarkı yeniden, hem de öncekinden çok daha fazla popüler oldu.
Bu yılın Ocak ayında ise bir baktık ki Bora Duran’ın “Her Sabah” albümü yeni bir kapakla ve bu defa Pasaj Müzik etiketiyle yeniden basılmış. Önceki baskıdaki dokuz şarkının yanına iki de şarkı ilave edilmiş. Bu iki şarkının biri “Gül Senin Tenin”di haliyle. Diğeri ise bir Fikret Kızılok klasiği “Bir Harmanım Bu Akşam”.
“Bir Harmanım Bu Akşam”ın klibi geçtiğimiz günlerde televizyonlarda gösterilmeye başlandı. Bu şarkı geçtiğimiz günlerde yayımlanan Mehmet Erdem albümünde de yer alıyor. Orada caza yakın duran bir düzenleme yapılmış iken, burada daha “rock” bir “sound” söz konusu. Şarkı o kadar etkili bir şarkı ki, o mu iyi olmuş bu mu deseniz cevap vermekte zorlanabilirim. İkisinin de tadı ayrı ve ikisi de iyi.
Bora Duran’ın albümündeki diğer dokuz şarkı aynı güçte değil. Ancak bir “single” yapmaktansa, bu iki şarkıyı daha önce pek dikkat edilmemiş şarkılarla birlikte yeniden piyasaya sürmek de akıllıca olmuş. “Bir Harmanım Bu Akşam”, “Gül Senin Tenin”le kazanılmış kitleyi ziyadesiyle memnun edecektir. Sonrası Allah kerim. MAYIS 2012
Şaka maka az bir zaman kaldı. Şu ana kadar size sadece şarkıları ve şarkıcıları tanıtmakla yetindim, genel olarak yorum yapmadım. Elbette yakından takip edip, sık sık da dinleyince bazılarını daha çok seviyor insan ama yarışmada oylar genellikle şarkıları ilk kez o gece dinleyecek olanlardan geldiği için çok sıkı takip etmek her zaman çok doğru tahminler yapmak anlamına gelemeyebiliyor. Hele bir Bakü’ye gidip oradaki havayı soluyalım, provaları filan izleyelim bakalım. 18 Mayıs’tan itibaren olay mahallinden bildirmeye başlayacağım. Ama önce final gecesinin şarkılarını da tanıtayım.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.