"Nostalji kafası" değil, bir dönem sahiden müzik adına çok başka işler yapıldı bu memlekette. Onları bilmeden, keşfetmeden, dinlemeden ne kadar ahkâm kesilse hep bir cehalet payı kalıyor. Ve ne yazık ki bugün Türkiye'de çok sayıda dinleyici, müzik üzerine kalem oynatan kişi ve dahi müzisyen bu cehalet payından nasibini alıyor. Neyse ki tek tük de olsa o dönemin ruhuna vakıf işler de yapılıyor bugünün müzik piyasasında. Bu yazının konusu tam da böylesi üç albüm işte. Nilüfer'in o meşhur albümünün adına bir göndermeyle, buyurun yeniden yetmişlere!
HAKAN KÜÇÜKÇINAR – “AŞK MERDİVENLERİ”
Hakan Küçükçınar Ankara kökenli bir müzisyen. Ankara’dan hep iyi müzisyenler çıktığını söylerler ya, Küçükçınar bir röportajında bu durumu şu cümlelerle özetlemiş: “Sıkıntılı mekânlardan daha derin adamlar ve sanatçılar çıkar. Çünkü yoksunluk yaratıcılığı kışkırtan bir şeydir.” Nitekim o da üniversiteyi Siyasal Bilgiler Fakültesinde okumasına, sonrasında mali müşavir olarak çalışmaya başlamasına rağmen çocukluğundan beri başucunda tuttuğu müziği hiç ihmal etmemiş. İlkokulda bağlama çalarak başladığı müzik yolculuğu, lisede bas gitarla devam etmiş. Önceleri ünlü şairlerin şiirlerini besteleyerek giriştiği şarkı yazarlığı serüveni ise zamanla kendi sözlerini yazmaya doğru yönlendirmiş onu. 1993’de hem bas gitar çaldığı hem de bazı şarkılarına imza attığı Çekirdek adlı grup “Siste Yürümek” adlı albümü yayımlamış.
Çekirdek’in dağılmasından sonra Trip adlı bir grup kuran ve bu grupla Ankara barlarında epeyce ün yapan Küçükçınar, Trip’le çalmaya devam ederken bir yandan da Çekirdek grubundan bir arkadaşı ile birlikte Ortanca adlı grubu kurmuş. Bir de albüm kaydetmişler ama o günün şartlarında albümü piyasaya sürememişler. 2007 yılında bu defa Kendinden Prensli At adlı bir grup kuran ve halen bu grupla Ankara’da sahneye çıkmaya devam eden Hakan Küçükçınar’ın ilk solo albümü “Aşk Merdivenleri” geçtiğimiz aylarda piyasaya çıktı.
Küçükçınar müzikte ilk ilhamını Paul Simon, John Lennon, Bob Dylan ve Leonard Cohen gibi şarkı yazarlarından aldığını, Beatles’dan çok etkilendiğini, Türkiye’de ise Bülent Ortaçgil, Fikret Kızılok ve Mazhar Alanson’u ‘üç büyükler’ olarak kabul ettiğini söylüyor. Bunu bilmiyor olsanız bile, şarkılarını dinlerken hissetmeniz mümkün. Çünkü “Aşk Merdivenleri” tam da bu adı geçen müzisyenlerin her biri birer imza haline gelmiş müzikal tavırlarının bir ortalaması gibi. Belki bir parça Barış Manço, bir parça Erkin Koray da ekleyebilirsiniz bu karışıma.
Albümde 10 şarkı var ve tamamının söz, müzik ve düzenlemeleri Hakan Küçükçınar’a ait. Küçükçınar 1993 yılından bu yana yazdığı şarkılarından bir seçki yapmış bu albüm için. Eskilerin yanında birkaç yeni şarkı eklerken, eskileri de elden geçirmiş, revize etmiş.
Başından sonuna müzikal bütünlüğünü koruyan bir albüm bu. Gürültü patırtı yapmadan, sakin sakin sözünü söyleyen şarkılar, eski zamanlardan çıkıp gelmiş gibi tınlayan gitar tonları, akordeon, mızıka ve çellonun kattığı lirik renkler ve yormayan davul yürüyüşleriyle çalınıyor. Hakan Küçükçınar belli ki düzenlemeleri yaparken enstrüman cambazlıklarının şarkıların önüne/üzerine çıkmasını istememiş. Böylece şarkıların naif yapılarını korumuş ve iyi de olmuş. Yer yer “yahu şu davul biraz daha sert vursa, şu elektro gitarın sesi biraz daha duyulsa,” diyesiniz geliyor, bu zamanın müziğine alışmış kulağınızın isyanıyla ama bu albümü farklı kılan tam da bu zaten.
Albümde ilk klip şarkısı olarak “Kördüğüm” seçildi. Daha sert bir “sound”la sıkı bir “rock” etkisi yaratabilecek bu şarkının ardından muhtemelen ticari bir düşünceyle ikinci klip “Mavi Yaz Akşamlarımız”a çekildi. Gitar çalmayı yeni öğrenmiş herhangi birinin zorlanmadan yapabileceği bir beste “Mavi Yaz Akşamlarımız” ve aslına bakarsanız albümdeki en zayıf halka. Deniz, kumsal ve ateş kenarında söylenen şarkılar bizim kuşağın (ve dolayısıyla da Hakan Küçükçınar’ın) gençlik günlerinde kaldı ne çare. Oysa albümde özellikle Ortaçgil’e yakın duran “Kaybettiklerim”, “Her Şey Seninle Anlamlı” gibi şarkıların daha etkili olduğu söylenebilir. Mesela “Her Şey Yolunda” albümü lanse etmek için çok daha doğru bir tercih olabilirmiş ki bence albümdeki en dikkat çekici şarkı. Mazhar-Fuat-Özkan seviyorsanız “İnanmadım”, Erkin Koray ve Barış Manço’nun ilk dönemlerine hayransanız “Dolunayda” ve “Rüzgârlı Yollar”, ille de Fikret Kızılok derseniz de “Aşk Merdivenleri”ni beğenme ihtimaliniz yüksek.
Her ne kadar deneyimli bir müzisyen olsa da ilk albümünü yayımlamış biri için iddialı yakıştırmalar yaptığımı düşünenler için yazının bir yerlerinde geçen “ortalama” kelimesinin altını çizmek isterim. Evet, tüm bu esintiler iyi hoş ama elbette asılları kadar değil. Saydığım tüm müzisyenler kendilerine ait çok belirgin nitelikleri, karakteristikleri olan isimler. Hakan Küçükçınar’ın farklılığını ve kendine ait/özel karakteristiğini ise şimdilik sadece onlardan ilham alarak iki bin onlu yıllar müzik piyasasının genel geçerine kafa tutan tarzı olarak yorumlayabilmek mümkün. Bu tavrın ve tarzın üzerine yeni ve farklı bir şeyler koydukça (ki bu yetkinlikle koymaması mümkün değil) onu daha iyi tanıyabileceğimizi düşünüyorum. Elimizdeki albüm bunun sinyallerini açık bir biçimde veriyor zaten.
Albümün Özgür Atamer ve Tarkan Coşan tarafından hazırlanan açık mavi tonlardaki kartonet tasarımının üzerinizde yarattığı ferahlık duygusunu dinlediğiniz şarkılar da pekiştirecek ve depresif şarkıların gereğinden fazla prim yaptığı bu günlerde bu albüm yüreğinize su serpecek. (Kartonetle ilgili bir not daha: Ben o kartonetin iç sayfalarında, o merdivenin başında Hakan Küçükçınar’ı görmeyi bekledim ve bırakın bu mizanseni bir yana, kartonette bir tek fotoğrafının dahi kullanılmamış olmasının, bunun bir ilk albüm olması gerekçesiyle, iyi bir fikir olduğunu düşünmedim.)
FLÖRT – “ANADOLU BEAT”
Bilenler bilir, Flört’ün orijini ‘90’larda tanış olduğumuz Kim Bunlar grubudur. 1998 yılında yayımlanan ilk albüm “Reyhan/Ara Barı” tamamı bildik türkülerin grup müziğine uyarlanmış versiyonlarından oluşuyordu. O dönem Ayna grubunun kazandığı popülerliğin de etkisiyle ‘70’li yıllar Anadolu popuna kaba bir geri dönüş geçer akçe olmuş, kendi müziğini yapabilmek için kapı kapı dolaşan grup, albüm yapabilmek için kendine ancak böyle bir çıkış yolu bulmuştu. Anlaşma imzaladıkları Prestij Müzik hesabına bir albüm daha yaptılar ve firmanın batmasından sonra Flört adıyla yollarına devam ettiler.
O günden bugüne çeşitli kadro değişiklikleri yaşayan ve bir süredir Ozan Kotra, Çağatay Kehribar ve Hakan ‘Timsah’ Çağlar’dan oluşan Flört, dördüncü albümü “Anadolu Beat” i geçtiğimiz aylarda yayımladı .
Flört adıyla yapılan 2001 çıkışlı ilk albümden bu yana yükselen bir grafik çizen grubun, bu albümde artık tam anlamıyla olgunluk dönemine geçtiği açıkça görülüyor. Bugünün müziğinde olsa olsa bir “konsept albüm”, bir “proje” olarak dinleyiciyle buluşabilecek, handiyse marjinal bir iş, Flört’ün elinde başka hiçbir grupta/solistte durmayacağı kadar olağan duruyor. Çünkü her albümde bizi buna biraz daha alıştırırken, bir yandan da peşinde koştukları müzikal tavrı bir öykünmeden ya da göndermeden öteye götürerek sahiplendiler, adeta bir elbise gibi üzerlerine giydiler.
Hiç Flört dinlememişler şimdi haklı olarak nedir bu müzikal tavır diye düşünüyor olabilirler. Şöyle açıklanabilir: Flört’ün şarkılarında, dünyada ’60 ve ‘70’ler Beatles ve türevleri gruplarının, Türkiye’de Altın Mikrofon yarışmalarına katılan altmışlı yıllar orkestralarının, ’70 ve ‘80’ler Barış Mançolarının, Mazhar-Fuat-Özkanlarının ve diğer dönemdaşlarının izleri var. Sadece şarkılardan hissedilen izler değil bunlar; şarkıların düzenlemeleri, çalınışları, kaydedilişleri, grup elemanlarının görünüşleri, klipler, kliplerdeki danslar, albüm kapak tasarımı… Her detayıyla dinleyeni başka bir zaman dilimine götüren bir grup Flört. Ve bunu bir renk, bir hoşluk ya da bir imaj çalışması olarak değil, can-ı gönülden, severek ve isteyerek ve en önemlisi de bilerek yapıyor.
Tamamı grup elemanlarına ait 11 şarkıdan oluşan “Anadolu Beat” adlı bu yeni albüm, yukarıda bahsi geçen dönemleri yaşamışlar kadar, o dönemlerin müziğine yetişememişler için de ilgi çekici. Bundan önceki albüm gibi bunu da tamamen analog teknikle kaydeden grubun bu albümü bir de plak formatında basıldı ki, Türkiye’de seksen sonu doksan başından bu yana albümlerde analog teknik kullanılmadığı düşünülürse, “Anadolu Beat”in ‘80’lerden bu yana basılan ilk analog plak olduğu rahatlıkla söylenebilir. Dijital yöntemlerle sıkıştırılmamış sesin eşsiz ses kalitesini deneyimlemek için bile albümün plak kopyası satın alınabilir. Nitekim ben de yıllar sonra ilk kez bir albümü CD yerine plak olarak satın aldım sadece. Hatta bu yazıyı da albümü plaktan dinleyerek yazıyorum.
’70 ve ‘80’lerin tek kanallı TRT günlerine neşeli bir selam çakan “Dün TRT’de İzledim” albümde ilk klip çekilen şarkı oldu. Henüz müzik videolarının emekleme dönemini yaşadığı, şarkıların görüntülere kurban edilmediği yıllara göndermelerle dolu ikinci klip ise albümün en ferah, en iç açıcı şarkılarından biri olan “Biz” için çekildi.
Saykodelik “rock” sularında gezinen “Lan Oğlum Böyle Olmaz”, o yılların safdil duyarlılıklarına, “çiçek çocukları”na göz kırpan göz kırpan “Sevgiye Doğru”, “Minik Kuş”, “Sevgili Gönül” ve “Yine de Seni Seviyorum” , tuhaf bir şekilde genellikle şehirli gençlerin elinde büyümüş Anadolu popun tam orta yerinden çıkıp gelmiş gibi duran köy/kırsal güzellemesi “Ne Güzel”, çok eğlenceli “Suzan Yüzünden” ve sözünü sadece 57 saniyede söyleyen çok romantik “Suskun”… Her biri o yıllardan bu yıllara dinlediklerimizin yarattığı kulak kirliliğini temizlemeye yarayacak şarkılar. Çok basit, naif, yalansız, dolansız, entrikasız, çiçeğin, böceğin, pencereye konan kuşun, kelebeğin, kırın, bayırın, denize açılmanın hayatlarımıza renk katabildiği, neşeli günlerin şarkıları bunlar.
Albüm kartoneti, kapak fotoğrafı, grup elemanlarının saç ve sakal modelleri, kostümleri de bu bütünü en olması gerektiği şekilde tamamlıyor ve tüm bunların da etkisiyle grubun müziği bir deney/deneme gibi durmuyor. Sahiden öyleler adeta. 30 yıl öncesine aitler.
Flört’ü ve müziğini en iyi şekilde albüm kartoneti için Güven Erkin Erkal’ın yazdığı yazıdan yaptığım bu alıntı tanımlayacak sanırım: “Kısa bir sürede bir üst modelle yenilememiz üzere tasarlanmış arabalarımız, telefonlarımız, bilgisayarlarımız var. Tüketirken tükeniyoruz… Nasıl yaşıyorsak müziği de öyle dinliyor ve kaydediyoruz. Durmadan indiriyoruz. Flört bu gidişe yaptığı işi ve üslubuyla “Hop!” demiş bulunuyor.”
Çok kolay gibi gözüken çok zor bir işin üstesinden hakkıyla gelen Flört, ilgiyi hak ediyor. Mutlaka dinleyin.
REPLİKAS – “BİZ BURADA YOK İKEN”
Replikas’ın geçtiğimiz Nisan ayında piyasaya çıkan “Biz Burada Yok İken” albümünü de arşivinizde yukarıda bahsi geçen iki albümle birlikte saklayabilirsiniz. Zira bu albümde de ’60 ve ‘70’lerin Anadolu pop hitleri, Replikas üst başlığıyla bir araya getirilmiş.
Evveliyatı daha eskiye dayansa da ilk albümü “Köledoyuran”ı 2000 yılında yayımlayan Replikas zaten bildik bileli müziğinde o dönemi temel izlek olarak alıyordu. ’60 ve ‘70’lerin yenilikçi, ayrıksı ve deneysel işlerinin 2000’lerde izini süren Replikas, bu defa doğrudan doğruya o işlerin (tabiri caizse) ‘babalarına’ bir saygı selamı göndermeyi tercih etti.
Albümde 11 şarkı var. Cem Karaca’dan Barış Manço’ya, Haramiler’den Erkin Koray’a, türün belkemiğini oluşturan isimlerin Anadolu popa attıkları silinmez imzalardan örnekler bunlar. Kimisi türkü, kimisi türkü formunda beste düzenlemeleri. Kimisinde orijinal düzenlemeye birebir sadık kalınmış, kimisinde işin içine Replikas’ın dokunuşları da girmiş.
Şarkıların orijinal versiyonları hiç dinlemediyseniz şayet, bu şahane geçmişin küçük de olsa bir bölümünü aydınlattığı için, bir dönem talihsiz bir şekilde Haluk Levent ve Kıraç’ın adıyla anılmaya başlanan Anadolu popun aslında nasıl derin ve zengin bir derya deniz olduğuna aymanız an meselesi. Yok eğer eski versiyonları biliyorsanız, bu defa ister istemez kıyaslamaya başlıyorsunuz.
İşte o noktada bütün o iyi icraya, yakalanan parlak “sound”a rağmen bir şeyin yolunda gitmediği hissediliyor. O da o şarkıların asıl söyleyenlerinin çok tipik ve çok baskın sesleri, şarkıcılıkları. Bir Cem Karaca’nın, bir Ersen’in, bir Mazhar Alanson’un sesi hep eksik kalıyor. Yani şarkıların resim sanatı deyimiyle birer reprodüksiyon olarak kabul edilebilecek Replikas versiyonlarında, kullanılan fırça aynı olsa da, resim aynı tadı vermiyor. Elbette eldeki malzemeyle ne yapılsa aşılamayacak bir handikap bu. Belki bu projeyi benzer bir şekilde, ama daha önce düzenlenmemiş türküler/türkü formunda bestelerle ele almak işe başka bir boyut katabilirdi.
Buna karşın o müthiş denemelerin, bugün dahi üzerine çıkılamamış düzenlemelerin ehil ellerde yeniden yorumlanışına şahit olmak hiç de az şey değil. Albüm kartonetinde müzik yazarı Murat Meriç’in her bir şarkı için yazdığı yorumlar dinleyiciyi hem bu konuda bilgilendiriyor, hem de şarkıların orijinal versiyonlarının hikâyelerini dillendiriyor. Bu notların altına orijinal 45’lik kapaklarının konulmuş olması da çok yerinde.
Yazıları okurken şarkılara kapılıp gitmek, gerçek Anadolu popun kapısından içeri girip, bir süreliğine o dünyada dolaşmak mümkün. Replikas’ın dinlenilmesi ve sindirilmesi neresinden baksanız zor müziğiyle tanışmak için kolay bir vesile de olabilir bu albüm. En azından denemeye değer.
ARALIK 2012
(12 Kasım 2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
1990 yılında profesyonel müzik yaşantısına başlayan 1996 ve ’97 yıllarında Eurovision şarkı yarışması Türkiye finallerinde ikincilik kazanan ve 2000 yılında yarışmada Türkiye’yi temsil eden Pınar Ayhan nihayet ilk albümüyle karşımızda. Baha Müzik etiketiyle piyasaya sürülen “Duyuyor musun?” adlı bu albümde altı şarkı ve iki de farklı versiyon var.
Eurovision’un yanı sıra zaman zaman solist, zaman zaman da sunucu olarak yer aldığı televizyon programlarından da tanıdığımız Pınar Ayhan yıllardır müzik piyasasının içinde olmasına karşın oyunu kuralına göre oynamayan, ağır ve emin adımlarla ilerlemeyi tercih edenlerden. Şayet aksini düşünseydi bugüne dek hem çok sayıda albüm yapmış, hem de ciddi bir popülerlik yakalamış olabilirdi.
Albümde kendi söz ve bestelerinin yanı sıra, eşi Sühan Ayhan’ın da besteleri var. Bir şarkının sözlerini Ferhat Göçer yazmış, bir şarkı ise bir Celal Güzelses türküsünü olan “Bahçada Yeşil Çınar”ın yeni yorumu. Düzenlemelerde ise Ogün Dalka, Gökhan Över, Ali Tolga Demirtaş, Mete Artun ce Serhat Demirtaş’ın imzaları var. Halen Ankara’da yaşayan Pınar Ayhan, albümü de Ankaralı müzisyenlerle birlikte kotarmış ve adeta İstanbul müzik piyasasına ve bu piyasanın müzikal kriterlerine, bağlayıcı kurallarına kafa tutmuş. İyi de yapmış; zira nicedir pop piyasasında böylesi sıraya girmeyen işlere pek rastlanmıyor.
Latin esintilerinin Anadolu ritimlerine karıştığı, İspanyol gitarların caz akorlarıyla buluştuğu renkli bir müzik yelpazesinin içinden ayırt edilebilir ses rengi, notaların içini eksiksiz dolduran parlak tınısı ve düzgün şarkıcılık tekniğiyle ses veriyor Pınar Ayhan. Albümü başından sonuna dinleyip bitirdiğinizde bir kadife dokunuşu kalıyor kulaklarınızda; bağırıp çağırmıyor, ellerinizi havaya kaldırmaya zorlamıyor, dilinize yapışmak için taklalar atmıyor. Ve belki de bu yüzden bugüne değil de bir başka zamana aitmiş gibi duruyor. Bu bir avantaj da olabilir, (bugünün şartlarında) ne çare dezavantaj da.
Pınar Ayhan gibi kendi yağıyla kavrulan müzisyenlerin albümlerini ne zor şartlar altında bitirebildiklerini iyi bilmiyor olsaydım, bu zengin müzikal altyapıda keşke canlı davul kayıtları kullanılmış olsaydı diye düşünebilirdim. Bir de ben olsaydım, Türkiye’yi Eurovision şarkı yarışmasında temsil etmiş en iddiasız ama en güzel şarkılardan biri olan “Yorgunum Anla”yı, albümdeki bu çok farklı düzenlemesinin yanı sıra, orijinal haliyle; o sıcak ve kıvrak Latin düzenlemesiyle de kullanmayı tercih ederdim.
Bu çekinceler bir yana, Pınar Ayhan gibi bir ismin uzun yıllar sonra bile olsa bir albümle sesini ve müziğini çok daha fazla sayıda insana ulaştırabilmesi sevindirici. Umarım bu ilk albüm, bundan sonra uzun bir ara vermeksizin üretilecek nice yeni albümün habercisi olur.
KASIM 2012
(5 Kasım 2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Diğer müzik türlerinin aksine, caz müziğinde dünya çapında adını duyurmuş çok sayıda Türk müzisyen var. 11 yaşında konservatuar eğitimi almaya başlayan, eğitimini Hollanda’da devam ettiren ve caz müziğinde sadece icracı olarak değil, öğretim görevlisi olarak da kariyer edinen doçent unvanlı Baki Duyarlar da bunlardan biri.
Aynı adı taşıdığı, alaturka müzik bestekârı babasının ününü tamamen farklı bir müzik türünde sürdürüyor olmasına karşın, caz kompozisyonlarına Türk müziğinin izlerini sürmekten kaçınmayan bir müzisyen Baki Duyarlar. Nitekim yakın bir tarihte piyasaya çıkan son albümü “Kemenjazz”da da Derya Türkan’ın kemençesi eşliğinde, daha önce denenmemiş yeni bir müzikal form deniyor.
Baki Duyarlar ve Derya Türkan’ın yanı sıra Cem Aksel, Erdal Akyol, Dilek Türkan, Şenova Ülker ve Azize’nin de katkıda bulunduğu “Kemanjazz” sadece bir albüm adı değil; Türk caz müziğinin ya da Türk sanat ve halk müziğinin caz kalıplarındaki düzenlemeleriyle geliştirilmiş formun ötesinde bir işin, tek başına dünya caz literatürüne geçecek bir yeni bir denemenin de adı gibi (sanırım caz kelimesinin Türkçe imlası yerine “jazz”in tercih edilmesi de bundan.)
Yedisi Baki Duyarlar’a, biri Derya Türkan’a ait sekiz eserin yer aldığı bu albümde Duyarlar ilk kez sözlü eserlere de yer vermiş. Baki Duyarlar bu projenin oluşmasında Derya Türkan’ın kemençesinin ve bu enstrümanda geliştirdiği olağanüstü tekniğin ilham kaynağı olduğunu gizlemiyor. Özellikle albümün açılışında sözsüz versiyonuyla yer alan “Aşk Tanrısına” adlı bestede Derya Türkan’ın yaptığı kemençe taksiminin üzerine Azize tarafından yazılan sözlerle sözlü bir esere dönüşmesinin Duyarlar’ı bir müzisyen olarak çok heyecanlandırdığı albüm kartoneti için kaleme aldığı yazıdan da anlaşılabiliyor (nitekim bunun dünyada bir ilk olduğundan bahsediyor.)
Baki Duyarlar’ın yine Ada Müzik etiketiyle yayımlanmış önceki iki albümü (“Overseas” ve “Colors”) ile aynı görsel konseptte buluşturulmuş Hayalgücü Tanıtım imzalı nefis kapak kompozisyonu ile dinleyiciye sunulan bu albüm caz severlere her bakımdan yeni ve farklı bir müzikal yolculuğun kapılarını açıyor.
“Kemanjazz” hem başucunuza koyabileceğiniz, hem de arşivinizde uzun yıllar saklayabileceğiniz kıymetli bir albüm.
KASIM 2012
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
"BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK" Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum, o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. ...
-
Bugünlerde sinirlerimiz çok bozuk. Haksız da sayılmayız. Evinize hırsız girse, bir de suçüstü yakalandığı halde evden çıkmamak, çalmaya dev...
-
TARKAN - "KUANTUM 51" Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzak durduğu, "rap"çilerle filan iş birliği...
-
(1984'ten Bugüne) Sezen Aksu'nun yeni albümünün piyasaya çıktığı bugünlerde, Türk popunun efsane albümlerinden "Sen Ağlama&q...
-
“Aman sakın ha şarkılarınızı noterden tasdikletmeden filanca kişiye dinletmeyin!”
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...