Gülşah Tütüncü müzik piyasasında uzun zamandır bilinen bir isimdi zaten. Ancak dinleyiciye adını ezber ettirmesi, popüler isimlere verdiği besteler sayesinde oldu. Yoksa hem solo olarak sayısız konserde ve albümde kemanı ve sesiyle birçok şarkıcı ve orkestraya eşlik etmiş, hem de kendi grubu Şahmaran’la çok kez sahneye çıkmışlığı vardı.
Harun Kolçak son stüdyo albümü “Müzisyen”i 2006’da yayımlamış, 2007 yılında ise “Aşk Beni Hep Değiştirecek” adlı şarkının “single”ı ile bir görünüp kaybolmuştu. O vakit bu vakit beklenen yeni albüm, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. “Yeniden Doğuyorum” adı verilmiş bu albümün adı kuşkusuz sadece albümdeki bir şarkının adı olmasından öte bir anlam da taşıyor. Annesini kaybettikten kısa bir süre sonra bu defa hastalığı nedeniyle sıkıntılı günler geçiren Harun Kolçak için bu albüm gerçek anlamda bir yeniden doğuş.
Üstelik bu kadar da değil. Albümü ilk dinlediğimde Harun Kolçak’ın müzikal anlamda da yeniden doğduğunu düşündüm ben. Zaten dinleyen herkes de aşağı yukarı aynı şeyi söylüyor. 1991 yılında piyasaya çıkan ve kıyametler koparan ilk albümü “Beni Affet” ve o rüzgârı devam ettiren 1993 yapımı “En Büyük Aşk” sonrasında benzer etkide bir albüm gelmedi Harun Kolçak cephesinden. Ya da sonraki albümler beklentilerimizi karşılamadı diyelim. Tabii bunda, o albümlerin yayımlandığı dönemin ve o dönemde müzik piyasasının gidişatının yan etkileri de yadsınamaz. Ancak bu defa doğru albüm, doğru zamanlamayla piyasaya çıkmış gibi görünüyor. Harun Kolçak sahiden yeniden doğuyor.
Albümde daha önce Emel’in seslendirdiği “Vurgun” ve Aşkın Nur Yengi’den dinlediğimiz “Biliyorum” bu defa sahibinin sesinden çıkıyor karşımıza. “Vurgun” Emel Müftüoğlu’nun 1992 yılı albümü “Faka Bastın”da yer almış ve o dönemde de epey ses getirmişti. “Biliyorum” ise Aşkın Nur Yengi’nin 1999 yılı basımı “Aşk Kazası” albümünün pek dikkat çekmeyen şarkılarından biri olarak bir köşede kalmıştı. Şimdi her iki şarkı da, hiç eskimemiş, hiç eksilmemiş, aksine üzerlerinden zaman geçtikçe değer kazanmış olarak, Harun Kolçak’ın sesinde yeniden doğuyor. Tufan Taş’ın “Vurgun” düzenlemesindeki “intro”ya özellikle dikkat.
Fatih Erdemci’nin bir doksanlı yıllar klasiğine dönüşmüş “Ben Ölmeden Önce”si albümün yeniden söylenmiş bir diğer şarkısı. Bu şarkı ilk kez 1998 yılında Raks Müzik’in genç yeteneklere fırsat vermek maksadıyla hazırladığı “Dokuzda Dokuz” adlı karma albümde yer almıştı. Fatih Erdemci’nin 1999 yılında piyasaya çıkan “Yaşamak Zor” adlı albümünde de kullanılan şarkıyı 2010 yılında bu defa “Stil Zengini” adlı albümünde Pamela Spence, Fatih Erdemci’yle birlikte söyledi. Şarkının Harun Kolçak versiyonunda ise vokalde yine Fatih Erdemci var.
“Ben Ölmeden Önce” dinleyicisinin çok sahiplendiği ve bu nedenle de dokunulmaz saydığı bir şarkı oldu yıllar içinde. Bundandır ki Pamela versiyonu daha ziyade olumsuz tepki almıştı. Düzenlemesini Mert Ekren’in yaptığı Harun Kolçak versiyonunda ise her şey yerli yerinde gözüküyor. Orijinali aratmadığı gibi, çok fanatik değilseniz, yeni bir tat almanız da mümkün.
İlk kez Aysel Gürel’e saygı albümü “Çınar 1”de dinlediğimiz “Öyle Bir Gece”yi (orada adı “Bir Gece” idi) bu albümde tekrar değerlendirmiş Harun Kolçak. İskender Paydaş’ın düzenlemesini yaptığı bu şarkı, 2008 yılı kaydıyla aynen bu albüme de konulmuş. Birçok sebepten dolayı ne yapsam sevemediğim o albümde çok da dikkatimi çekmeyen “Öyle Bir Gece”nin bu albümün bütünlüğü içerisinde değerini bulduğunu söyleyebilirim.
Geride kalan altı şarkının altısını da ilk kez dinliyoruz. Bestesi Garo Mafyan’a, sözleri Harun Kolçak’a ait olan ve albüme adını vermekle kalmayıp açılışı da yapan “Yeniden Doğuyorum”, sakinliği, duruluğu ve bir o kadar da içtenliği ile daha ilk dinleyişte sizi yakalayan şarkılardan.
Albümün etkileyici şarkılarından biri olan “Kaybetmem”de ise, Kolçak adeta bunca yaşadığı sıkıntının tortusunu şarkılamış gibi. “Çok yalnız kaldım, çok da ağladım, kimsesiz de kalınıyor, hayat böyle sınıyor bizleri, buna da değiyor,” diyen adamın samimiyetinden kuşku duymak mümkün değil.
“Vazgeçilmez” tam da şarkıya adını veren o kelimede Mirkelam’ın “Unutulmaz”ının bu kadar yakınından geçmese, albümdeki diğer şarkılardan hiç de eksik kalmayacakmış ama bu, çok eminim ki art niyetsiz benzerlik her dinleyişimde kulağıma takıldığından mıdır nedir, ben ısınamadım şarkıya. “Art niyetsiz” dedim zira Harun Kolçak çapında bir müzisyenin adını böyle bir iddiayla anmak neresinden baksanız ayıp olur.
Söz ve müziği Mert Ekren’e ait olan ve albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Bahanem Yok”, buram buram Harun Kolçak kokan bir şarkı. Özellikle şarkının A kısmında Harun Kolçak’ın insanın burun kemiğini sızlatan sesiyle, şarkıda bahsi geçen sabahın beşinde, sabah ezanlarının o saba makamındaki yürek yakıcılığını hissetmemek mümkün değil. Çıkış için ve de klip için çok doğru bir seçim olmuş çünkü bu şarkıdaki Harun Kolçak “Müptelayım Sana”daki, “Beni Affet”deki Harun Kolçak’ın ta kendisi. Yine kendi felsefesi ve derinliğiyle hem iddiasız, sakin, hem de vurucu bir şarkı olan “Anladım”, albümün tadına tat katanlardan. “Aşık Oluyorsun” ise Harun Kolçak’ın muzip yanını açığa vuran, eğlenceli bir şarkı. Bu kadar yeniyi bu kadar eskiye benzetmek abesle iştigal sayılmazsa şayet, bu şarkıda, “Gir Kanıma”daki bonus kafalı, deri ceketli, hafif tombik, şirin adam doksanlardan çıkıp gelmiş de, aynı rengârenk ışıkların önünde, aynı gayretkeşlikle hem dans ediyor, hem de söylüyor duygusuna kapıldım. Bu kötü bir şey olmasa gerek. En azından o neşe, o enerji var bu şarkıda.
Yeri gelmişken… Neredeyse “yanık” denebilecek ses tonuna, tınısına ve özellikle ağır şarkılarda insanın suratına tokadı çarpan, yerine göre daha da ağır etki bırakan şarkıcılık tekniğine ve bu meyanda bir dolu da şarkısı olmasına rağmen, Harun Kolçak popüler müziğimizin romantik prensleri arasında aday adayı bile olmadı yıllardır. Çünkü onun duruşu, yaşam tarzı, hayata bakışı ve bize yansıyan yüzü melankolik bir adamdan çok, çocuk kalpli, belki biraz komik, neşeli, yer yer gelgitli, yer yer mutedil dalgalı, ama en çok da muzip bir adama benziyordu. Zaten kendi dans etme stiliyle dalgasını geçebilecek kaç romantik prens vardı?. O hiç star tozlarına bulanmış kadife perdelerini çekmedi onunla aramıza; biz de bizim mahalleden sayıp sevdik bu yüzden.
Fatih Demir tarafından çekilen albüm fotoğraflarına, tıpkı albüm gibi sade bir çizgi taşıyan, Bimilim Tasarım Ofisi imzalı kartonet tasarımına diyecek söz yok. Hatta özellikle kapak kompozisyonunun (yazı fontları hariç) çok başarılı olduğunu söyleyebilmek de mümkün. Ama aynı şeyi kartonetin baskı kalitesi için söyleyebilmek imkânsız. Basan matbaanın adı (belki de bu yüzden) yazmıyor ama, son derece özensiz, çalakalem bir baskı yapılmış, çok kötü kesilmiş, yapıştırılmış ve bu kartonet Harun Kolçak’a da, Esen Müzik’e de hiç yakışmamış. Umarım bir sonraki baskıda (şayet olursa tabii) bu hata düzeltilir.
Erkin Koray, Rıza Silahlıpoda, Erol Pekcan, Aydın Esen, Neşet Ruacan ve en nihayetinde Onno Tunç ve Sezen Aksu gibi büyük isimlerin rahle-i tedrisinden geçmiş, şarkı söylemeye başlamadan önce uzun yıllar bas gitar çalmış, orkestra terbiyesiyle, enstrümanist disipliniyle yetişmiş bir bir müzisyenin Türkiye şartlarında, bugünün popüler müzik piyasasında ayakta kalabilmek, var olabilmek ama bu arada da kendini doğru ifade edebileceği müziği yapabilmek adına varıyla yoğuyla ortaya çıkardığı bir albüm bu.
Kuşkusuz gönül ister ki Harun Kolçak müzisyen potansiyelini ve altyapısını daha fazla gösterebileceği, daha cesur, daha yol açıcı, yön verici işlere imza atsın. Ama biliyor ve görüyoruz ki bu zamanda böyle imzaları atacak gücü, sırtını sağlama almadan kazanmak imkânsız. Sırtını sağlama alanların da böyle dertleri kalmıyor ki o da ayrı mevzu.
Yine de bu şartlarda yapılabilecek en doğru işi yapmış Harun Kolçak. Büyük iddialara girmemiş, ters taklalar, parendeler atmamış. Yine samimi, sadece samimi olmayı tercih etmiş. İyi de olmuş. Her biri başka popüler besteciden alınmış şarkılar, en pahalı stüdyo müzisyenleri, en havalı aranjörlerle kotarılmış karman çorman, çok sazlı, çok sesli, kalabalık ve gürültülü onca albümden sonra bir soluklandık, biraz temiz hava aldık. Hatta ben “oh” bile dedim dinlerken. Daha ne olsun?
“Yeni bir Halil Sezaimiz oldu,” dersem çok mu abartmış olurum bilmiyorum. Elbette Halil Sezai ve Mehmet Erdem’in müzikleri arasında dağlar kadar fark var. Aralarındaki benzerlik sadece yarattıkları etki açısından konuşulabilir.
Bu ara ortalıkta bir doksanlar modası var ya, şimdi durduk yerde ‘doksanlı yıllar Türkiye’de popüler müziğin kırılma noktasıdır diye bir tespit yapsam, birçok genç şarkıcıyı bağrımıza bastığımız, üretkenliğin had safhaya çıktığı, iyi kötü sayısız albümün yayımlandığı o yılları hatırlayıp bana hak verirsiniz muhakkak. Ama benim ‘kırılma noktası’ndan kastım o değil aslına bakarsanız. Doksanlar bir yandan popüler müziği yeşertti, şenlendirdi ama bir yandan da hançerledi, böğrüne bıçak sapladı ve uzun yıllar iyileşmeyecek kadar ağır yaraladı. Nasıl mı?.. Bakın şöyle…
Canım alaturka çektiğinde ilk seçeceğim albüm olur mu? Olmaz elbet. Ama Sertab’ın bunca yıldır gönlünden geçeni yapacak, söyleyecek kadar kredi biriktirmiş olduğunu da kabul etmek gerekir. Kaldı ki Farsça bir kelime olan Sertab’ın Türkçe anlamı ‘inatçı’ iken, onu hangimiz durdurabilirdik ki?
“İzel artık adam gibi bir albüm yapsa da dinlesek,” diyen çok kişi vardı. Çünkü hem arayı çok açmıştı, hem de o uzun aradan sonra yaptığı “Jazznağme” adlı (neden caz değil de “jazz”, onu hiç bilemedik) albüm tam anlamıyla bir hayal kırıklığıydı. Kaldı ki ondan bir önceki “Işıklı Yol”un da İzel kariyerinin en zayıf halkası olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildi (biri de bendim mesela.)
Bir Eurovision heyecanı daha bitti. Yağmurlu ve puslu bir İstanbul öğleden sonrasında, günlüğün son sayfasını yazmak üzere bilgisayar başındayım. Basın merkezinde gereğinden fazla çalışan klimaların ve son gün 24 saat süren uykusuzluğun hediyesi soğuk algınlığım nedeniyle, ancak oturabildim bilgisayar başına.
Saat sabaha karşı beşe gelmek üzere. Biz oteldeki odamızdayız ve kulaklarımızda Eurovision şarkıları çınlıyor. Hayır bir mecaz filan değil; sahiden çınlıyor. Çünkü otelin bahçesinde OGAE’nin Eurovision partisi var ve bu saatte insanlar hâlâ Eurovision şarkılarıyla eğleniyorlar. Sanırım buradan döndükten sonra uzunca bir süre Eurovision şarkılarından ve hatta bizzat kendisinden uzak duracağım. Böyle de bir aşırı doz durumu oldu bu sene.
Geçen sene gezmeye tozmaya da zaman ayırmışken, bu defa gazeteye de yazdığım için tamamen yarışmaya kanalize olmak, her provayı tek tek, ekrandan ayrı, salondan ayrı izlemek filan hafiften bir peklik yarattı bünyede. Neyse ki artık sona geldik. Yarın bu saatlerde yarışmanın sonucunu öğrenmiş olacağız. Ve bu şarkılar bir kez de “after party” de kulağımıza çalındıktan sonra havaalanının yolunu tutacağız.
Bu gece finalin seyircili jüri provasını izledik. Salon yine tıklım tıklım doluydu. Müthiş bir coşku vardı. İzleyici olarak gelen Azerbaycanlılar, özellikle kadınlar, adeta düğüne, nişana ya da ne bileyim bayram ziyaretine gider gibi iki dirhem bir çekirdekler her defasında. Bu da çok doğal, çünkü yarışmaya verdikleri önem çok büyük.
Finalde izleyeceğimiz performansları bir gece önceden izledik izlemesine ama kafamız daha çok karıştı. Ortada sahiden enteresan bir tablo var ve sonucun ne olacağı konusunda herkes başka bir şey söylüyor. Performansları tek tek yorumlamadan önce gösterinin yarışma dışı bölümünden biraz söz edeyim ben en iyisi.
Canlı yayın muhteşem bir şovla açılacak. Müthiş dansçılar, uçan adamlar ve modernize edilmiş bir folklor gösterisi… Göz kamaştıran bir ses ve ışık cümbüşünün ardından geçen senenin birincileri Nigar ve Eldar… Abartısız söylüyorum, izlediğim gösterinin güzelliğiyle gözlerim doldu. Gerçekten çok etkileyici idi. Tüm zamanların en güzel Eurovision açılışlarından birini izlemeye hazır olun.
Oylamalar bittikten sonra, oyların hesaplanması için geçen sürede yine muhteşem bir başka gösteri var. Sahneye bir uçan daire gibi havadan inen Azerbaycan’ın en meşhur pop yıldızı Emin Ağalarov’a eşlik eden dansçılar ve bir tek şarkı süresince yapılan o gösteri de çok etkileyici. Emin burada çok seviliyormuş. Nitekim sahneye çıkınca salonda kıyamet koptu. Şarkısı değil belki ama şarkıya eşlik eden şov izlemeye değer. (Gerçi Türkiye’de TRT o sırada muhtemelen reklam yayınlıyor olacak.) Bu arada Emin Ağalarov’un Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’in damadı olduğunu söylemekte de fayda var. Bu organizasyonun en can alıcı dakikalarına konulmasında bunun bir etkisi var mıdır yok mudur onu bilemem.
Dışarıdaki parti bitti sanırım. Müzik sustu. Sadece çıplak sesle bağıra çağıra şarkılar söyleyen bir grup meczubun sesleri yankılanıyor gecede. Söyledikleri şarkılardan belli olduğu üzere, İspanyol Eurovision “fan”ları bunlar. Bu senenin en taşkın "fan"ları İspanyollar zaten. Bu sabahtan beri basın merkezindeki oylama panosunda nasıl çılgınca oylama yaptılarsa artık, İspanya birinci gözüküyordu ki gazeteler çarşaf çarşaf yazıyor kaç gündür İspanya’nın yarışmayı kazanmak istemediğini. Buradaki İspanyollara kalsa, zorla birinci yapacaklar kadını. Neyse, gürültü azaldığına göre artık uyuyabilirim. Yarın şarkılar hakkındaki son izlenimlerimi size basın merkezinden yazarım.
……
İngiltere: Engelbert Amca şanına yakışır bir performans sergiliyor. Şarkı da fevkalade bir balad. Şarkının ikinci yarısında devreye giren paryolar muhteşem. Ama hepsi bu. Seyirci daha ısınmadan, birinci sırada sahneye çıkmayı dezavantaj olacak. İlk onda yer alacağını ama fazla da üst sıralara çıkamayacağını düşünüyorum.
Macaristan: Yarı finalden geçmeyi başararak beni şaşırtan Compact Disco grubu, gecenin tek “rock” performansını yapacak. Belki bu onlara biraz oy getirir.
Arnavutluk: Giderek daha çok sevdiğimiz bu şarkı ne çare ki ilk dinleyişte hazmedilen şarkılardan değil. Jüriden iyi oy almıştır o kesin ama ilk ona girmeyebilir.
Litvanya: Gerçekten lüzumsuz bir şarkı. Finale nasıl kaldı, onu da anlamadım. Eski SSCB bağlılarının diasporası olsa gerek.
Bosna Hersek: Bu şarkı da Balkan ülkeleri diasporasından finale kaldı muhtemelen. Tamam iyi, hoş şarkı da şarkıcı da ama, bildiğin klasik festival şarkılarından. Eurovision bunları aştı artık.
Rusya: Bence birinciliğin en güçlü adaylarından. Olmazsa da ilk üçte olur gibi geliyor.
İzlanda: İyi şarkı, temiz performans ama birinci olacak kadar aman aman değil. Ortalarda bir yerde kalır gibi.
Kıbrıs: Ivi diyorum, başka bir şey demiyorum. Allah sahibine bağışlasın da ben Ivi'yi izlemekten bu şarkıya odaklanamıyorum. Şarkı filan bahane. Bence birinci olsun ki, seneye Ivi’yi bir şekilde yine Eurovision sahnesinde görelim.
Fransa: Uzak doğulu fiziğiyle soğuk Fransız şarkıcı ve akrobatları, sıkıcı bir şarkı eşliğinde 19 Mayıs gösterileri yapıyorlar. Üst sıralara çıkarsa, bilin ki şarkıcının pek meşhur olması sebebiyledir.
İtalya: Nina Zilli basın toplantılarında en çok konuşan şarkıcı olarak olarak has İtalyan olduğunu göstermekle kalmadı, yakında çıkacak albümünün ilk şarkısıyla yarışmaya katılmayı tercih ettiğini anlatarak da yarışma üzerinden ün yapma çabasında olduğunu bilerek ya da bilmeyerek ilan etti. Buna itirazımız yok ama bu Amy Winehouse “sound”u ve saçlarıyla iş biraz taklide kaçıyor. Yine de ortanın üstüdür muhtemel derecesi, ben size söyleyeyim.
Estonya: Sakin sakin gelip şarkısını söyleyen ve giden mahçup delikanlı finale kalamaz diye düşünüyordum ama beni mahçup etti. Tam bir performans şarkısı, oğlumuz da gayet başarılı. Kuzey ülkeleri yağdırırsa puanları (ki yağdırır, orası kesin), orta halli bir derece alır gibi.
Norveç: Yarışmada güncel pop müziği ortalamasını en çok tutturmuş şarkılardan biri. Tooji’nin de sahne ışığı yüksek. İlk sıralarda yaşanacak çekişmenin ortaklarından biri olacaktır muhtemelen.
Azerbaycan: Çok iyi bir şarkı, çok iyi bir şarkıcı. Azerbaycan’a ikinci kez birincilik getirirse şaşırmamak lazım belki de ama bu defa rakipler çok güçlü. Çok Batılı bir şarkı olmasına rağmen Azerbaycan’ın yerel müziği de çok dozunda bir şekilde şarkıya yedirilmiş. Bu şarkıda Sabina’nın beyaz elbisesi, üzerinde yapılan ışık oyunlarıyla renk değiştiriyor ve enteresan bir görsel şov yaratılıyor. Oylamada çekişmenin ortaklarından biri olursa şaşırmayın.
Romanya: Bu şarkı da benim çok bayılmadıklarım arasında olmasına rağmen Balkanlardan epeyce oy alır gibi görünüyor. Kadın solist jüri provasında şarkının bir yerinde tekledi. Bu jüri oylarını olumsuz etkileyebilir.
Danimarka: O kadar mütevazı bir şarkı ve şarkıcı ki, sadece bu yüzden oy alması mümkün. Akılda kalıcı, güzel bir şarkı aslına bakarsanız ama başa güreşeceğini zannetmiyorum.
Yunanistan: Bu tip fingirdek şarkılar daha ziyade Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde ve Balkanlarda prim yapar ama Kuzey ülkelerinden puan alması biraz zor görünüyor. Sıralamada ortalarda kalır büyük ihtimalle.
İsveç: Burada o kadar kesin favori gösteriliyor ki, bu hepimizin üzerinde olumsuz etki yarattı. Bir de şarkıcı Loreen’in ukala tavrı bizi iyice sinir etti. Yine de şovu çok etkileyici ve yarışmanın bütün dinamikleri gözetilerek yapılmış şarkı ilk dinleyişte etki bırakıyor. Bu da birinci olması için yeterli sebep. Umarım olmaz ama muhtemelen olacak.
Türkiye: Daha umutlu konuşmak isterdim ama yerimizi ilk on içerisinde görebiliyorum sadece. Bunda kimsenin bir suçu yok. Can’ın şansına bu sene çok kuvvetli rakiplerle karşı karşıyayız. İlk beşe girersek sevinelim, ilk üçü hayal etmeyelim derim.
İspanya: Bilmiyorum buradaki İspanyolların mı gazına geliyoruz ama önceden hiç sıralamamda olmayan bu şarkı, dün geceki provada ciddi etki bıraktı. Şarkıcı çok iyi, şarkının melodik ve armonik yapısı da çok sağlam. Jüriden yüksek oy alacak şarkılardan biri. İspanya içinde düştüğü ekonomik krizden dolayı yarışmayı kazanmak istemiyor ya, buradaki tanıtım faaliyetlerini ve hatta sahne şovunu da minimum düzeyde tutmuş. Öyle ki vokalistler bile ancak şarkının yarısından sonra sahneye çıkıyor. Sanırım yarım yevmiye vermek için öyle yapmışlar.
Almanya: Bir mütevazı şarkı daha. Bir parça Bryan Adams şarkılarını anımsatıyor bana. Her Avrupalı kulağın, hatta bizim bile sevebileceğimiz melodik bir yapısı var. Şarkının adı: “Standing Still”, yani “Yıkılmadım ayaktayım.” Eh bu bile tek başına puan almaya yeter. Farkındayım, herkese aynı şeyi yazar oldum ama galiba bu şarkı da orta sıralarda bir yer bulur kendine.
Malta: Çok sempatik bir genç adamın, akılda kalıcı nakaratlarıyla öne çıkan bu şarkısı, diğerlerinin arasında zayıf kalıyor. Bence yeri sonlara yakın olur.
Makedonya: Yine buraya gelmeden önce hiç dikkatimizi çekmeyen, ama sahnede izledikten sonra gözümüzde değer kazanan bir başka şarkı. Solist Kaliopi tüm Balkanlarda çok popüler olmasının da avantajıyla öne çıkabilir.
İrlanda: Son sıralara aday bir şarkı bence. Çok vasat, ikizlerin enerjisine yetmeyen şarkıyı, fıskiyeli şov bile kurtaramaz.
Sırbistan: Yine epeyce popüler bir şarkıcı ve iyi bir şarkı. Birinci olmaz muhtemelen ama 2004 yılında İstanbul’da çok benzer bir şarkıyla Zeljko’nun ikinci olduğunu da unutmamak lazım.
Ukrayna: İngiliz Guardian gazetesinin esprili Eurovision yorumlarında bu şarkı için şöyle yazmışlar: “Şarkı biraz daha uzasaydı, sanırım şarkıcı kadın infilak edecekti!” Sahiden öyle. Abla sahneye geliyor, gidene kadar bağıra bağıra bir hal oluyor. Enteresan şovuna rağmen sonlarda yer alacağını düşünüyorum çünkü bağırması bir yana, şarkı çok sıkıcı.
Moldovya: Şovun Laurel-Hardy filmlerini hatırlatan, yani neresinden baksanız 1920’lerin 30’ların espri anlayışına sırtını dayayan şebekliğine aldırmazsanız, iyi bir şarkıcı ve fıkır fıkır Balkan bir şarkı var ortada aslında. Bu yüzden de ortalama bir puanla, ortalama bir derece alması beklenebilir.
Gördüğünüz gibi kafalar çok karışık. Buraya ilk geldiğimiz gün havaalanından otele doğru giderken, şehrin muhtelif yerlerine asılmış dijital panolarda “Eurovision’a 8 gün kaldı,” yazıyordu. Bu sabah baktım, “Eurovision’a 8 saat kaldı” yazıyor. Zaman çabuk geçti gerçekten. Bir harala gürele, bir koşuşturmaca derken finale saatler kaldı. Günlüğün bir sonraki sayfasını yazarken artık sonuçları biliyor olacağız. Bizi müthiş bir gece bekliyor. Bence siz de açın televizyonlarınızı, Twitter da bulunsun başucunuzda. Hem izleyin, hem yorum yapın, yazılanları okuyun, eğlenin, tadını çıkarın. Senede bir hafta yaşanıyor bu eğlence. Kasmayın, tadını çıkarın!
Büyük final sonrası yorumları İstanbul’dan yazarım artık. Şimdi gidip valiz toplamam gerekiyor. Takipte kalın!
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.