Attila Özdemiroğlu çıktı telefona. “Merhaba, ben Güneş
gazetesi yarışması birincisiyim. Sizinle mutlaka görüşmemiz lazım,” dedim.
“Tabii ki, ben size önümüzdeki haftaya randevu vereyim,” dedi. “Yok,” dedim.
“Önümüzdeki hafta olmaz. Bugün görüştük görüştük, ben İzmir’e dönüyorum.”
Bir tane “Hasret” diye bir şarkımız geçti denetimden. Ve biz
o şarkıyla yüzlerce programa katıldık. Her yerden çıkıp “bir yer olmalı bir yol
olmalı” diye o şarkıyı söylüyorduk. Bir Erdal’ın kafası çıkıyor bir benim kafam
çıkıyor, kuklalar gibi.
Bülent Özdemir’le çalışıyordum o zaman sahnede. Bülent bir
gün geldi, “Bir şarkı var, ortalık yıkılıyor,” dedi. Beni bir kulübe götürdü, hakikaten
herkes ayakta, masaların üzerinde “Karlar Düşer”i söylüyor.
Zorladım çok zorladım tabii. Hiçbir şey tesadüf değil,
şansına olmuyor hiçbir şey. Ama hiçbir zaman da geri dönüp de “öyle olsaydı da
böyle olur muydu” demiyordum açıkçası.
Emel’in dokuz yıl aradan sonra yayımlanan yeni albümü “Emel
İle Yeniden”, eski şarkılarını yeni düzenlemelerle seslendirdiği bir ‘en
iyileri’ projesi. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya sürülen albüm, on
şarkı ve bir farklı versiyondan oluşuyor. Bu vesileyle Emel’le bir araya geldik
ve hem albümü, hem de onu bu albüme kadar getiren 30 yıllık kariyer hikâyesinin
ilk yıllarını konuştuk.
19. VODAFONE FREEZONE LİSELERARASI MÜZİK YARIŞMASI FİNALİ
(30 NİSAN 2016 VOLSWAGEN ARENA İSTANBUL)
Vodafone Freezone Liselerarası Müzik Yarışması on dokuzuncu kez yapıldı bu yıl. Lise çağlarında müzikle ilgilenen gençler için ne
heyecandır bu, tahmin etmek zor değil. Ben de lise son sınıfta bizim
orkestranın solistiydim, oradan biliyorum. Hayır, biz yarışmaya filan katılmadık
ama okul bazında verdiğimiz konserlerde yaşadığım heyecanı bu yaşıma kadar
yaşamadım. Hele ki sahneye ilk çıktığım gün… Heyecandan bacakların nasıl titrer
ve sen nasıl durduramazsını o gün deneyimlemiştim ilk kez. Şimdiki çocukların
yetişme tarzları ve içinde var oldukları zamanın ruhu onları çok daha
özgüvenli, gözü gönlü açık yapıyor olsa da, benzer heyecanlarla titrediklerini
biliyorum; hatta bazılarını çok net görüyorum da.
“İNCİR” SONRASI
(16 Mart 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Bundan iki sene öncesine kadar İlyas Yalçıntaş, barlarda, kafelerde gitar çalıp şarkı söyleyen yüzlerce genç müzisyenden biriydi. Dünyaca ünlü X Factor yarışmasının Türkiye versiyonunda boy gösterdiği gece söylediği şarkı ona bir anda şöhretin kapılarını açtı. Yarışma, Türk televizyon tarihinin en büyük fiyaskolarından biri olarak sonuçlanmadan bitti ve o yarışmadan geriye hatırlanan bir tek İlyas Yalçıntaş oldu. Bu çok ender görülen bir şeydi zira benzeri yarışmaların birincileri bile bir süre sonra unutulup gidiyordu. Ancak İlyas’ın zekice bir düşünceyle, barlarda söylerken çok alkış aldığı “İncir” şarkısını yarışmaya taşıması kaderini değiştirmişti. Doğru şarkıcı doğru şarkıyla buluşmuş ve doğru bir yerde dinleyiciyi yakalamıştı.
İlyas Yalçıntaş’ın “İncir”le başlayan şöhret macerası, şarkının ENBE 2015 albümünde yer alması, yine aynı albümde Büşra Periz’le “Olmazsa Olmazımsın” adlı şarkıyı düet yapması ve de her iki şarkıya da klip çekilmesi ile ivme kazanarak devam etti. Ve ilk albümü “İçimdeki Duman”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya sürüldü.
Bahis konusu iki şarkının da dâhil edildiği albümde toplam on beş şarkı var. Bu şarkıların büyük kısmı ise daha önce başka şarkıcılar tarafından seslendirilmiş şarkılar. İçlerinde nispeten bildik olanları var: Çelik’in “Dilberim”i, Redd’in daha önce Gülay tarafından da seslendirilen “Nefes”i, Feridun Düzağaç’ın Grup Tını zamanından kalma, sonrasında ilk solo albümünde de kullandığı “Lavinya”sı ve Soner Sarıkabadayı’nın “Sadem”i.
Buna karşılık İlyas, popun yakın geçmişinden nispeten daha az bilinen, kıyıda köşede kalmış, hani duyunca “Bu şarkıyı bir yerden biliyorum ama nereden?” diye soracağımız şarkıları da bulup çıkarmış ve tıpkı “İncir” gibi bu şarkılara da ikinci bir şans yaratmış. Asuman Krause’nin ilk albümüne adını veren “Çok Yalnızım” bunlardan biri. O günlerde fazla dikkat çekmemiş bu şarkı, bu albümün lokomotiflerinden biri olmuş mesela.
Hakan Tunçbilek’in 2007 yılında önce tekli olarak yayımlanan, daha sonra ilk albümünde de yer alan “Bu Nasıl Veda?”, Gökhan Tepe’nin 1996 çıkışlı ilk albümündeki şarkılardan biri olan ve söz ve müziği Doğuş’a ait olan “Zor Gelir”, Yavuz Çetin’in “Satılık” albümünden “Sadece Senin Olmak”, Göksel Aktaş’ın internet üzerinden popüler olmuş “Dönebilsen” adlı şarkısı ve bir başka yetenek yarışmasını, Rising Star’ı birincilikle bitirmiş Ferit Özkan Başeğmez’in 2012’de piyasaya çıkan aynı adlı albümünün çıkış şarkısı “Gül Bence” albümdeki diğer “cover” şarkılar.
Yanı sıra yine Ferit Özkan Başeğmez’e ait “Kalbindeyim” albümün açılış şarkısı, albümde söz ve müziği İlyas Yalçıntaş’a ait iki şarkıdan biri olan “İçimdeki Duman” ise isim şarkısı olmuş. Diğer İlyas Yalçıntaş şarkısı ise albümden çok önce İlyas’ın internette paylaştığı şarkılardan biri olan “Aşk Adam Seçiyor”.
Bu arada albüme adını veren ve CD baskısında üçüncü sırada yer alan “İçimdeki Duman”ın, dijital platformlarda neden albümün son sırasında “bonus track” olarak yer aldığını ben anlamadım. Anlayan varsa bana da anlatsın.
Toplamda itinayla derlenip toparlanmış, bir bütünlüğü, bir devamlılığı olan bir repertuvar bu. “Cover” konusunda hep çok bildik, çok “hit” şarkılar seçmenin kolaycılığına kaçılmamış olması da az bulunur bir çaba. Ne var ki albümle ilgili tek sorun da burada başlıyor. Şarkıların hemen hepsi çok başka isimlerin imzasını taşısa da aynı stil, aynı tavır içerisinde dolanan şarkılar. Haliyle de başından sonuna dek aynı biçimde şarkı söyleyen bir İlyas var. Albümün süresi de biraz uzunca olunca, başından sonuna dek dinlemek, eğer bu tarz şarkılara çok da düşkün değilseniz, bir yerden sonra yorucu bir hal alabiliyor. Bu monotonluğun kırıldığı anlar yok değil. “Sadem”, Soner Sarıkabadayı versiyonundan çok daha etkili bir hal almış ve İlyas’ın şarkıcı olarak parladığı şarkılardan biri olmuş albümde. “Nefes” de bu anlamda daha farklı tınlıyor.
Bu bir kenara, albümde aranjör olarak ismini gördüğümüz her bir müzisyen, Febyo Taşel, Olcay Anar, Ayhan Günyıl, Çağatay Şen ve (“Olmazsa Olmazımsın”ın aranjörü olarak) Emirhan Cengiz, üzerlerine düşeni titizlikle yapmışlar. Pırıl pırıl bir “sound” ile ve türün gerekliliklerini yerine getiren, hem şarkıların hem de şarkıcı olarak Yalçıntaş’ın hakkını veren düzenlemelerle albüm temiz bir işçilik taşıyor. Evren Arasıl’ın fotoğrafları ve Fatih Kocatürk’ün sade kartonet tasarımı da albümün ağırbaşlılığını doğru resmediyor.
Bu albümün İlyas Yalçıntaş için, “İncir”le kazandığı popülerliği devam ettirmek adına doğru bir iş olduğu söylenebilir ama peşi sıra gelecek bir işin aynı çizgide olması durumunda, bir kez daha aynı etki oluşmayabilir. Bu nedenle Yalçıntaş’ın hiç eğitim almadan kendi kendine geliştirdiği şarkıcılık tekniğini daha fazla ileri götürmesi, bu kalıbın dışından da ses verebilmesi ve başka formlarda şarkılar da denemesi lazım.
MART 2016
İKİ UCU CESUR BİR DENEME
(9 Mart 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
İlk albümünü piyasaya sürdüğünde takvimler 1996 yılını gösteriyordu. Herkes, türkü söyleyen henüz 22 yaşındaki bu gencin müzik piyasasında kalıcı bir yetenek olacağı konusunda hemfikirdi. Nitekim öyle de oldu. Aradan yirmi yıl geçti ve Kubat müzikte yirminci yılını onuncu albümüyle kutluyor. “Al Ömrümü” adını taşıyan yeni Kubat albümü, geçtiğimiz günlerde Studio 14 ve DMC ortaklığı ile raflarda yerini aldı.
2015’de sadece dijital platformlarda yayımlanan dört şarkılık mini türkü albümü “Proje 2015”i saymazsak, üç yıl önce yayımlanan son albümünde pop sularında yüzmüştü Kubat. Son derece iyi bir albümdü bu üstelik. Yeni albümünde ise türkülere ve türkü formundaki şarkılara geri dönmüş ama poptan da büsbütün uzağa gitmemiş. On bir şarkı ve bir farklı versiyonun yer aldığı bu albüm, pop-folk çizgisinde bir yerlerden ses veriyor.
Söz ve müziği Cevdet Bağca’ya ait (albüm kartonetinde her nedense Bağcı olarak yazılmış soyadı) “Al Ömrümü”, albümün hem adı hem de çıkış şarkısı olmuş. 2011 yılında hem Cevdet Bağca, hem de Kıvırıcık Ali tarafından seslendirilen bu şarkıyı, Kubat da 2012 yılında Gökhan Kırdar’ın düzenlemesiyle seslendirmişti. Bu albümde ise aynı şarkı, Mehmethan Dişbudak’ın düzenlemesi ile albümün en iddialı şarkılarından biri haline gelmiş.
İhsan Güvercin’in Gevheri’nin dizelerinden bestelediği ve 2015 yılında yayımlanan son albümünde seslendirdiği “Ey Benim Nazlı Cananım” bu albümde senfonik-“rock” denilebilecek bir düzenleme ile çıkıyor karşımıza. Hemen ardından gelen anonim Bodrum türküsü “Yansın Bodrum” ise “funky” gitarları ve disko ritmiyle şaşırtıyor. Genellikle “Demirciler Demir Döver Tunç Olur” adıyla bilinen ve öyle söylenen bu türküyü, 2007 yılında Mehmet Çelik “Yansın Bodrum”, adıyla söylemişti. Türkünün Kubat’ın söylediği bu versiyondaki trafiği de ondan alınmış sanırım.
İzmirli bir genç besteci ve şarkıcı olan Derya Yılmaz’ın üç şarkısına birden yer vermiş bu albümde Kubat: “Veda”, “Eyvallah” ve “Buram Buram”. Pop kategorisinde değerlendirilecek bu üç şarkının üçü de kendi kulvarı içerisinde azımsanmayacak kadar iyi ve Kubat’ın sesinde çok doğru tınlayan şarkılar. Özellikle “Eyvallah”, benim albümün bütünü içerisinde en sevdiğim şarkılardan biri oldu. Sanırım bu albüm, daha önce Demet Aktaş’ın ilk albümünde de bir bestesi yer alan Derya Yılmaz’ın müzik dünyası tarafından yakın takibe alınmasını da sağlayacak. Yine adını daha önce pek duymadığımız ama albümde bir şarkısı yer alan bir başka besteci ise Aysun Keskin. Söz ve müziği Keskin’e ait “Göresim Var” adlı şarkı da albümün iyilerinden. Ayrıca “Göresim Var” albümde iki farklı versiyonla yer alan tek şarkı.
Huşeng Azeroğlu tarafından derlenmiş Azeri bir türkü olan “Ay Beri Bak” ve Neşet Ertaş’ın meşhur “Doyulur mu?”su özellikle vokalleriyle ‘70’li yıllar Anadolu popu tadını bugünlere taşımış yeni düzenlemeler. Nitekim tam da o döneme ait bir Cem Karaca şarkısı olan “Gel Efendim” de yine şaşırtıcı bir düzenlemeyle albümde yerini almış.
Bolu yöresine ait anonim bir türkü olan “Gözümden Cemalin”, Kubat’ın bir şarkıcı olarak sesini kullanmadaki maharetini bir kez daha gözler önüne (daha doğrusu kulaklar önüne) seriyor.
Her şeyden çok şunun altını çizmek lazım ki, müzikal açıdan “cesur” bir albüm bu. Hem tanınmamış bestecilerin şarkılarına yer verip, hem de çok bildik şarkı ve türküleri bambaşka hale getiren düzenlemelerle dinleyici karşısına çıkarmak söz konusu ve kabul etmeli ki bu, iki ucu da çok cesur bir deneme. Koyun Kubat’ın neredeyse kusursuz denilebilecek şarkıcılık performansını bir tarafa, sadece aranjör olarak Mehmethan Dişbudak’ın her bir şarkıda neler yaptığını duymak için bile dinlenilmesi gereken, hatta müzisyenlerce ilham alınması gereken bir albüm bu. Ben ki türkülerin otantik hallerinden fazlaca uzaklaştırılmasına hiç de sıcak bakmayanlardanım, beni bile tavladı bu düzenlemeler doğrusu.
Nihat Odabaşı’nın siyah beyaz fotoğrafları ve Nilşah Ağaoğlu’nun özenli kartonet tasarımı da bu bütünü tamamlıyor. Tek sorun, bastığı her kartonet kesim hatalarıyla dolu olan GD Ofset’in kartonet baskısı. Tırtıklar, pürüzler, eğri kesim ve CD’yi tutan plastiğin kartonete yapışmamış olma sorunu, bu firmanın son dönemde bastığı bütün CD kartonetlerinde olduğu gibi, bunda da var. Ama zaten kartoneti dert eden üç beş kişi kaldık şunun şurasında değil mi? Bu da kadı kızının kusuru misali olsun.
MART 2016
(1 Mart 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
Türkiye’de pop müziğinin son 10 yılına şöyle bir dönüp baktığımızda, adı ilk sıralarda anılacak bestecilerden biri Zeki Güner. Kendine ait bir stili olan şarkılar yazarak, devrine göre yahut popüler akımlara göre değil, geniş zamanlara iz bırakacak nitelikte bir dolu bestesiyle adını sabitledi. Şarkıcılık konusunda ise adım adım ilerlemeyi tercih etti. Uzun aralıklarla tekliler yayımlıyor. Son teklisi “Hikâye”, 2014’de piyasaya çıkmıştı. Yeni teklisi “Aşk Niye Böyle?” ise 2015’in Aralık ayında DMC etiketiyle piyasaya sürüldü.
Söz ve müziği bittabi ki kendisine ait bu şarkının düzenlemesi Sonay Yağız tarafından yapılmış. Masraflı bir kliple ve özenli bir görsel çalışma ile de şarkıcılıkta iddiasını bir adım ileriye götürmüş bu defa Güner. Elini artırmış bir bakıma. Şarkı sahiden güzel. Hem melodik yürüyüşü, hem sözleri, hem de İspanyol tarzı düzenlemesiyle dinleyeni kolayca kavrayıveriyor. Güner’in şarkıcılık performansı ise önceki çalışmalarına nispetle çok daha iyi; birkaç ufak tefek (“kurtaramadın”, “unuturum” kelimelerinde mesela) prozodi hatasını saymaz isek.
Şarkının ara nağmesinde Müge Zümrütbel tarafından yapılmış solo vokal, bana nedense Deniz Seki’yi anımsattı. Hani 90’ların tam ortasında, Seki henüz daha tanınmıyorken, Ege’nin “Delice Bir Sevda” şarkısına yaptığı o solo vokal tınladı kulağımda. Bir taklit ya da esinlenme imasında bulunmuyorum; aksine şarkının içinden çıkıveren bu hoş sürprizi sevdim ben.
Bir de söylemeden duramayacağım, Funda Arar’a da pek yakışırmış bu şarkı. İspanyol yürüyüşünden midir nedir, öyle bir hisse kapıldım. Belki de söyler bir gün, belli mi olur?
MART 2016
(1 Mart 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
Arşivcilerin işi giderek zorlaşıyor. Yeni albümler/tekliler için dijital platformları takip etmeye ve yetişmeye ha alıştık ha alışacağız derken bir de başımıza farklı versiyonlar meselesi çıktı. Şöyle ki, bazı teklilerde ya da albümlerde yer alan bazı şarkıların farklı versiyonları, farklı dijital platformlarda bulunmayabiliyor. Mesela Soner Sarıkabadayı’nın “Taş” adlı şarkısı TTNet Müzik ve Turkcell Müzik’te tek şarkı olarak yer alırken, iTunes’da ve CD formatında 2 şarkının 9 toplam versiyonundan oluşan bir mini albüm satışta. Cenk Taşdemir’in “Söndür” teklisinde şarkının TTNet Müzik ve Turkcell Müzik’de 2 versiyonu varken, iTunes’da 3 versiyon olarak satılıyor. Buna benzer başka örnekler de var.
Emre Aydın’ın yeni teklisi “Ölünmüyor” ise CD baskısında tek versiyon ama dijital platformlarda 2 versiyonla yer alıyor. Bu biraz daha acayip bir örnek çünkü neredeyse “boşuna CD almayın” demek gibi bir şey. Neden öyle? Onu bilmiyorum.
“Ölünmüyor”, Emre Aydın’ın “farklı” bir şarkı yapma isteği ile doğmuş. Sözlerini yazdığı şarkının bestesini Çağatay Şen ile birlikte yapmış, düzenleme ise yine Çağatay Şen’e ait.
Aslında şarkının ne kadar “farklı” olduğu tartışılır. Emre Aydın’ın bir takım klişeleri var ve daha şarkının ilk cümlesinde “Ne yaptın bana?” diye sorarken hem söz hem de müzik cümlesi anlamında çok aşina bir Emre Aydın kokusu alıyorsunuz. Sonra yaylılar, darbukalar filan girip şarkıyı oryantal bir yere sürüklüyor. Yani aslında bir fark varsa o da düzenlemede denilebilir.
Şarkının “Ah dağıldım tabii ben de bin parçaya,” cümlesindeki melodi, Zerrin Özer’in yıllar önce seslendirdiği “Fire” adlı Selahattin Erhan bestesine benzerlik gösteriyor. Ama aslında her iki şarkının da Kanadalı bir “gypsy music” grubu olan Djelem’in, 1999 yılında Türkiye’de de yayımlanan “Transit” adlı albümünde yer alan “Passage” adlı şarkıya benzediği de söylenebilir ki albüm kartonetinde bu enstrümantal parçanın bestecisi olarak dünyaca ünlü keman virtüözü Sergei Trofanov gözüküyor. Gerçi benzerlik sekiz mezurdan az olduğu için söz etmeye değer mi bilmem.
Şarkının akustik versiyonu ise aslında “mix” sırasında bazı enstrüman seslerinin (elektro gitarlar gibi) kapatılmasıyla oluşturulmuş bir ikinci versiyon. Yeni bir düzenleme ya da seslendirme değil.
Emre Aydın şarkılarını sevenlerin ama bir taraftan da onun ağır aksak hüznünden sıkılmış olanların muhtemeldir ki pek seveceği bu oryantal hüzünlü şarkı Aydın’ın uzun süre sonra tekrar listelerde boy göstermesini sağlayacaktır şüphesiz. E zaten ondan da “hayat çok güzel, hava çok aydınlık, kuşlar kelebekler” diye şarkı yazmasını ve söylemesini beklemek de hata olur, zaten yapsa da yakışmaz sanki. En azından kendi meşrebince bir değişiklik denemiş olması gayet makul.
MART 2016
(1 Mart 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com'da yayımlanmıştır.)
Yalan Dünya’nın Vasfiye Teyze’si buralarda olsaydı, “Pop-star olacağım diye ne uğraştın, ne didindin be kızım!” derdi doğrudan. Sözünü sakınmazdı, eminim. Neyse ki bir Vasife Teyze değilim, en azından daha kibar olmaya çalışıyorum. Kaldı ki bunca uğraşıp didinenlerin eninde sonunda kendini bir şekilde kabul ettirdiğini görmüşlüğümüz de var. Gülben Ergen bunların başında gelir mesela. Ama Aylin Coşkun’un daha bir fırın ekmek yemesi lazım. Çünkü istediğiniz kadar parayı bastırın, ne şehrin “billboard”larına ve binalarına boy boy ilanlar asmakla, ne de pahalı klibinizi müzik kanallarında dakika başı yayınlatmakla sevdirebilirsiniz kendinizi. Olmaz. Hiç olmadı bugüne kadar. Bir suni gündem yaratırsınız en fazla, o da kısa sürer ve unutulur gider zaten.
Aylin Coşkun’un geçtiğimiz günlerde Aylin Coşkun Production etiketiyle yayımlanan “Saftirik” adlı yeni teklisinden yola çıkarak ettim yukarıdaki bir araba lafı. 1997 yılında Miss Globe yarışmasında Türkiye güzeli seçilerek “kariyerine” başlayan Coşkun, peşi sıra mankenlik, oyunculuk, reklam oyunculuğu filan yaptıktan sonra müziğe geçiş yapmış. Hem oyunculuk, hem de müzik konusunda ayrı ayrı eğitimler aldığı da yazıyor biyografisinde. 2004’de ilk albümü “Masal” yayımlanmıştı. O gün bugündür de bir şekilde şarkıcılık iddiasını sürdürüyor ama gelin görün ki zaten kısıtlı bir ses aralığındaki sesi, bir de doğru şarkı söyleyememesiyle bir araya gelince, “şarkıcı” olabilmek için geriye bir tek görüntüsü kalıyor ki o da ona oynuyor zaten.
“Saftirik” söz ve müziği Gülşah Tütüncü’ye ait bir şarkı. Düzenlemeyi Mert Ekren yapmış ama Ekren basbayağı Volga Tamöz’ün “Sebastian” düzenlemesinden esinlenmiş. Gülşah Tütüncü iyi şarkılar yazan, iyi bir müzisyendir ama o da belli ki kimse şarkı verdiğini bilerek bu şarkıyı yazmış. Şarkı özellikle nakarat kısımlarında bir ilkokul tekerlemesine dönüşüyor ama gelin görün ki ilkokul öğrencileri bile tekerleme söylemiyor artık. Aylin Coşkun’un şarkıyı kesik kesik, hece hece söylemesi ise tam bir felaket.
Her zaman iyi niyet yetmiyor. Her zaman eğitim yetmiyor. Her zaman para da yetmiyor. Hande Yener’in hayatında ilk kez yönetmen koltuğuna oturup klip çekmesi de yetmemiş nitekim. (Nasıl yetebilirdi ki zaten?) Klbin görsel olarak çok eğlenceli, çok renkli olması dışında bu işin elle tutulur, dişe dokunur hiç bir yanı yok.
Her zaman iyi niyet yetmiyor. Her zaman eğitim yetmiyor. Her zaman para da yetmiyor. Hande Yener’in hayatında ilk kez yönetmen koltuğuna oturup klip çekmesi de yetmemiş nitekim. (Nasıl yetebilirdi ki zaten?) Klbin görsel olarak çok eğlenceli, çok renkli olması dışında bu işin elle tutulur, dişe dokunur hiç bir yanı yok.
MART 2016
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.) 1997 yılında bir vesileyle Pre...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
Nebahat Çehre tramplene çıkan basamaklardan birine oturdu. Ellerini de dizlerinin üzerinde kenetledi. Serçe parmağında altın bir halka ...
-
“Aman sakın ha şarkılarınızı noterden tasdikletmeden filanca kişiye dinletmeyin!”
-
YA SONRA DEMET?.. Demet Akalın onu yıllardır nasıl biliyorsak hâlâ öyle. Yine boş yapana postasını koyuyor, “geberesice” sevgilisin...
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...