Benim 33'lüklerim


(Şubat 2002 tarihinde birzamanlar.net' de yayımlanmıştır.)

‘70’lerin ikinci yarısıydı. Kendinden hoparlörlü, pilli, seyyar pikaplar pikniklere dahi götürülüyor, elden ele dolaşan 45’lik plaklar, ucuz pikap iğnelerinin de marifetiyle çizile çizile bir hal oluyordu. 33’liklerin hem öyle ordan oraya taşınmaları pek kolay değildi, hem daha pahalıydılar, hem de zaten bir çoğu, şarkıcının 45 plaklarında yayınlanmış şarkıların derlemesinden ibaret olduğu için öyle aman aman rağbet görmüyorlardı. Gelin görün ki 33 devirli plak sahibi olmak, şarkıcı için de satın alan için de farklı bir statünün, bir gömlek üstünlüğün ifadesiydi. 



Ajda Pekkan beşinci 33’lüğünü 1978 yılında piyasaya çıkardı. “Süper Star” ismini taşıyan bu plak, bizim eve giren ilk “longplay”di.


Habire plak değiştirmek zorunda kalmadan bir oturuşta en az beş şarkı dinlemek lüksü pek keyiflendirmişti beni. Hiç vakit kaybetmeden bir yenisi, bir yenisi daha derken vitrinli formika dolabın bir gözü 33’lüklere ayrılmıştı bile. Yeni şarkıcılardan Nükhet Duru’nun ilk 33’lüğü girdi ikinci olarak eve. Bütün hayatım boyunca etkisinden hiç kurtulamayacağım bütün o Nükhet şarkılarını barındıran bu 33’lük, bugün de arşivimin en çıtırtılı, en yıpranmış plaklarından biri.


Sonrasında “Tatlı Tatlı” şarkısına pek bayıldığım Nil Burak’ın 33’lüğünü almıştı annem bana. İzmir Kemeraltı çarşısına girdiğinizde ilk değil, ikinci sağa dönerken köşede bir plakçı vardı. Oradan alırdık plakları. Geçen yaz gittiğimde baktım, hala duruyor ama artık kasetçi olmuş haliyle. Nil Burak’ın o 33’lüğü de şen şakrak şarkılarıyla uzun süre düşmemişti pikabımdan. Bir keresinde mahallenin bütün kadınları bizim eve toplanmış (“gün” hadisesi, malum), uzunca bir süre gürültüyle söyleşip kahkahalar attıktan sonra onlardan kaçarak sığındığım arka odadan beni çağırıp pikabı açtırmışlardı bana. Nil Burak’ın plağıyla bir hayli göbek attıklarını çok net hatırlıyorum ama hala aklıma geldikçe o plağı koyar dinler, hangi şarkıyla göbek attıklarına bir türlü akıl sır erdiremem.


Sezen Aksu’nun “Serçe” 33’lükleri de derin izler bırakmıştır bende ki çoğul eki kullanmamdan da anlaşıldığı üzere duble bir albüm (albüm denmezdi katiyetle o zamanlar, bu kelimeyi kullanmamalıyım) söz konusuydu. Dinle dinleyebildiğin kadar. Hatta şu ortası çubuklu pikaplardan da varsa evinizde, koyun üst üste iki LP’yi, biri bitince öbürü çalsın. Biliyorum, o çubuk 45’likler için tasarlanmış ama kimin umurunda… Pekâlâ kullanılıyordu 33’lüklerle de. 


Hümeyra’nın “Anlatamıyorum” adını taşıyan 33’lüğü de hem diğerlerinden farklı kapak kompozisyonu, hem de şarkılarıyla bir dönem gözde plağım olmuştu. Kapağında plak hakkında yapılmış yorumlar vardı. Onları dönüp dönüp okumaktan bir hal olmuş, handiyse ezberlemiştim. Hümeyra’nın şarkıları çocuklara hiç hitap etmemesine rağmen, o dönemlerde yetişen bütün çocuklar, bugünün erişkinleri, herkes onu hep sevdi. Bu yaşımda hâlâ Hümeyra’yı sevmeyen biriyle karşılaşmadım, sırrı nedir bilinmez.


Sonrasında Erol Evgin, Barış Manço, Nilüfer, Füsun Önal, dedemin hediyesi Müzeyyen Senar 33’lüklerinin vitrinli dolabımızda sıralandığını hatırlıyorum. Bütün bu plakların evimize girme sebebi sadece ve sadece bendim. Sanılmaya ki annem ya da babamın aklına gelirdi ben olmasam plak almak. Ben aklıma taktığım bir plağı babama sipariş verirdim. Bazen bir kez, bazen bin kez söyler, sonra bir akşam iş dönüşü elinde plakla geldiğini görürdüm. Başka çocukların sık aralıklarla değişik oyuncaklar istemesi gibi bir durumdu anlayacağınız. Bazen ne isteyeceğimi bilemez, “Bir plak al bana” derdim. Sonuçta bu bir tutkuydu ve kimi kez arzu, arzulanan nesnenin kendisinden bile önemli oluyordu malum.


Ferdi Özbeğen’le 45 Dakika” adlı LP, böyle katılmıştır mesela diğer plaklarımın arasına. Muhtemelen plakçı “Abi bu ara bu çok satıyor, sarayım mı bir tane?” demiştir ve babam da alıp gelmiştir, ne bilsin. Bir keresinde de doğum günü hediyesi olarak bana Elma Şekerleri’nin LP’ini almıştı babam ki hiç tarzım değildi o çocuk şarkıları, “Beni Benimle Bırak” ları filan ezbere bilen bir çocuk olarak.


İş o dereceydi ki elinde bir poşete konmuş, ya da gazete kağıdına sarılmış bir 33’lük taşıyan birini görsem sokakta, hemen anlardım elindekinin plak olduğunu. Ambalajın eninden boyundan, şeklinden anlar, anında bir yakınlık duyar, gidip “Nedir o plak?” diye sormamak için kendimi zor tutardım. Kaldı ki tanımadığım birisine saat bile soramayacak kadar da çekingen bir çocuktum üstüne üstlük. Geçenlerde kızıma şu çok sevdiği “Dadı” dizisinin en az kendisi kadar “Amerikan” usulü pazarlama şaheseri takvimini almak üzere bir gazete bayiine uğradım. Adamın takvim diye çıkardığı şey bir 33’lükle birebir ebatta değil miymiş? Orada artık siz tahayyül edin, benim ne kesif nostaljilere gark olduğumu. O dakika ağlamadıysam, bu yazıyı yazdığım vakit okuyacakların “Yok devenin nalı!” diyebilme olasılığını göz ardı etmememdendir.


“Saba”, “Polar”, “Raks” derken kasetler giriverince yaşamımıza, o kopyalanan kasetlere kaynak olmalarına karşın plaklar düşeyazmaya başladılar gündemden alelacele. O ara satılmaz olmuş 33’lükler bir bir düştü tezgâh altlarına. Laleli’de bir Cabir Plak vardı ki o yıllarda, üç tane LP bir milyon gibi çok da uygun bir fiyata satılıyordu. Neler neler almadım ki oradan. Ajda Pekkan’ın üçüncü kez Süper Star olmadan önce Yaşar Kekeva’yla kavga dövüş çıkardığı “Sevdim Seni” 33’lüğünden tutun da “Tavernalar Kralı” Hayko’nun o yıllarda her biri birbirinden berbat albümler çıkarmış Simge Plakçılık etiketli o dehşetengiz LP’ine kadar ne mene tapon 33’lük varsa arşivimde, bilin ki Cabir Plak marifetiyle yer bulmuştur kendine. Üstelik o beğenmediğiniz plakları satın alabilmek için Kadıköy’den kalkıp Laleli’ye gidiyor olmam da cabası.

En çok hayıflandığım şeyse, son 33’lükleri yakalayamamış olmamdır. ‘80’li yılların ikinci yarısında yerini yavaş yavaş kasetlere bırakmaya başlamıştı plaklar. 45’likler zaten tamamıyla çıkmaz olmuştu. Korsan kopyalanmış kasetler, plak yapımcılarını canından bezdirmiş, sonra nasıl olmuşsa olmuş, birileri plakların yasal kasetlerini de basmayı akıl etmişti. Plaklara göre çok ucuz maliyetli bu kasetleri pek sevmişti sonra yapımcı firmalar. Artık bir prodüksiyonun plağı birkaç bin basılıyor, kalan talep kasetle karşılanıyordu. İşte bu ara, plaklarla kasetlerin arasındaki fiyat farkı, satın alanların kesesini ciddi ciddi zorlar olmuştu. Bir plak yerine üç kaset alabilmek vardı ve ben harçlıklarla geçinen bir öğrenciydim.

Ancak Nükhet ve Ajda gibi benim için en önemli isimlerin plaklarını alabiliyor, ben de herkes gibi kasetleri tercih ediyordum. O yıllarda satın aldığım bazı yasal kasetler hâlâ arşivimde durur. Son derece özensiz, kötü kaydedilmiş, kötü basılmış kasetlerdir çoğu. Ne yazık ki bazı albümler, plağa da basılmadığı ve CD’ler henüz çıkmadığı için, o ara dönemde o berbat kaset kopyalarıyla kaldılar arşivlerde. Mesela Seyyal Taner ’in olağanüstü güzel “Nanay” adlı albümünü kaset versiyonuyla bile bugün piyasada bulmak hayli zor. Nükhet Duru’nun “Benim Yolum” albümü de kasetlerde kalmıştır aynı şekilde. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün.


33’lüklerin en keyifli taraflarından biri de kapak kompozisyonlarıydı kuşkusuz. 45’liklerin özensiz ve alelacele kotarıldığı her halinden belli dizaynlarının yanında 33’lükler nerdeyse birer  tasarım harikasıydılar. Gökben’in her kanadı başka yöne açıldıktan sonra plağa ulaşılan “Aşk Dediğin Laftır” albümü böyleydi örneğin. “Nilüfer 80”in kapağında Nilüfer’in feraceli bir fotoğrafı duruyor ancak fotoğrafın göz kısmı, iç kapaktaki batılı Nilüfer resmiyle kesişiyor ve bu haliyle albümün konsepti çok kabaca da olsa anlatılıyordu satın alacak olana. 


Sezen Aksu, albüm kapaklarına isim yazmama modasını başlatmıştı 80’li yıllarda. Çok şık, çok özel fotoğraflar süslerdi kapağı ama albümün adını ve şarkıcının kim olduğunu öğrenmek için kapağın arka yüzünü çevirmeniz gerekirdi. Ajda da “Sen Mutlu Ol” albümünde uymuştu bu modaya. Kibariye’nin ilk albümü bile bir arabesk albümü olmasına karşın, son derece güzel bir kapak kompozisyonuyla piyasaya sunulmuştu. Kuşkusuz çok sıradan işler de vardı, her firma, her sanatçı için böylesi maliyetleri göze almıyordu ama, büyük çoğunluğu çok şıktı 33’lük plak kapaklarının.


33’lükler 45’likler gibi her bir sayfası naylon zarflardan oluşan küçük çantacıklarda taşınamıyorlardı boyutları itibariyle. Kalın tellerden yapılmış, şimdilerde CD’lerin konulduğu türden plaklıklar vardı 33’lükler için. Çok şık değillerdi belki ama en azından plaklar dik ve sıralı duruyor, tek elinizle “pıt pıt pıt” diye tarama imkanı sağlıyordu kullanıcıya. Sonraları bunların mikadan yapılmışları çıktı. Plaklar her nedense aynı zamanda bir süs malzemesi oldukları için pikaba yakın bir yerlerde ama mutlaka göz önünde, bu mika plaklıklara dizilerek saklandılar uzun süre. Hatta bizim evde olmadı ama, kim bilir belki bazı evlerde üstlerine dantel örtüler örtülmüş olmaları bile muhtemeldir. Evet benim annem de her anne kadar dantel severdi ama ben plakları o kadar sık kullanıyordum ki, üstlerinde örtü muhafaza etmek zaten imkansızdı.


33’lükler 45’likler kadar hoyrat da kullanılamıyorlardı. 45’likler arabalara kadar girmişken, 33’lükler daha kalın olmalarına rağmen, üzerlerindeki helezonlar daha sık aralıklı olduğu için hem ses kalitesi açısından daha dezavantajlı, hem de çiziklere ve toz karşı daha hassastılar. 45’lik bir plakta önemli olmayacak bir çizik, bir 33’lükte atlamaya sebep olabiliyordu. Ona keza toz da. Bunun için antistatik bezler satılırdı plakçılarda. İlla ki bunlarla silinmeliydi plaklar. Sıradan bezler tozu almıyor, aksine yayarak çıtırtıyı artırıyordu. Oysa antistatik bezler, özel üretilmişti ve toz çapak ne varsa temizliyorlardı. Ya da biz öyle sanıyorduk. Ama bezin bile halledemeyeceği sorunlar varsa, o zaman plağı musluğun altında yıkamak öneriliyordu. Bu da yetmezse, arap sabunu kullanılabilirdi. Ama iyice durulamak ve kurulamak kaydıyla. E ben bunu öğrenir de durur muyum? En az ayda bir tüm plaklarımı bu işleme tabii tutardım. En kalitelisinden arap sabunum, tüy ve hav bırakmayan havlum ve antistatik bezlerimle saatlerce bir seremoni havasında uğraşıp dururdum plaklarımla.


Bugün CD’ler için satılan antistatik kağıt mendiller, raflarda alıcı bekliyor, hiç öyle oturup CD silen kimse de görmedim, pek gerek de olmuyor, çok cefakar CD’ler bu konuda, canları çıkmadıkça sorun yaratmıyorlar. Ama unutmayınız ki o yıllarda her şey için çok daha fazla zaman vardı. Hayat çok ama çok daha ağırdı. Bu cümleyi bir kere daha kullanacağım, hiç yapmadığım üzere ama tam yeri: Ya da biz öyle sanıyorduk.


Zamana karşı duramayıp eskiyen, biten, yok olan ne çok şey var hayatımızda. Plaklar her ne kadar evlerimizin baş köşelerinden çekilseler bile sahaflarda en afili yerlerde duruyorlar, hiç üzülmeyin. Üstelik kimileri zamanında hiç de hak etmedikleri pahalarla duruyorlar oralarda alımlı çalımlı. Bencileyin eskicibaşılar da her şeyden çok ekonomik yönden hayli kârdalar, zamanında bu albümleri satın aldıkları için. Bu tuhaf kabile diline yabancı olanlar zaten meclisin hayli dışında. Yazı bazen yazandan bile akıllı olabiliyor, kime dokunacağını biliyor, gidip ona dokunuyor. Benim 33’lüklerim hakkında anlattıklarımda ola ki unutulmuş bir detay varsa, onu da bir zahmet onlar tamamlasın artık, değil mi ama?

ŞUBAT 2002

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder