Sıla - "Konuşmadığımız Şeyler Var"

KONUŞURUZ BE ABLA!



Sıla ilk kez “Sıla” dizisi sayesinde dikkatimi çekmişti. Dizinin yayınlandığı günlerde ATV ekranında dakika başı dönüp duran tanıtımlarda (hep de reklama girince aniden artar ya televizyonun sesi) canhıraş bir “Can perperişan, eşim dostum uyansın!” haykırışıyla kim bilir kaç kez yerimden hopladığımı düşününce, aslında dikkatimi çekmesinden öte bir şeydi Sıla’yı merak edişim. 



Tabi hiçbir zaman Kenan Doğulu’nun sıkı takipçilerinden olmadığımdan, onun vokalistliğini yaptığını filan bilmiyordum. Birkaç albüm kartonetinde ismini görmüşlüğüm vardı, gerek vokal, gerekse söz yazarı ve besteci olarak. Ama bu ses hepsinden daha fazla kaşımıştı merakımı: “Can perperişan, eşim dostum uyansın!” “Abla tamam, hemen uyandırıyorum, yeter ki bir daha bağırma öyle!”Şaka bir yana, Sıla’nın diziyle aynı adı taşıyor olması nasıl bir tesadüftü bilmiyorum ama, işin içinde Sezen Aksu’nun parmağı olması şarkıyı da, şarkının söyleniş biçimini de anlaşılabilir kılıyordu. Ne ki albüm çıkınca gördük ki Sıla’nın Sezen’e hiç mi hiç ihtiyacı yok ve o da bunun farkında ki albümde bahse konu şarkı dışında Sezen’in elinin değdiği şarkı da yok. Olsa olsa Sezen ekolünden esinlenmeler var. Hem de pek çok. E bunu da mazur görebilirdik; asri zamanlarda Sezen Aksu’dan etkilenmeyen yoktu ki zaten. Hem Sıla, “Sıla”yı da yeniden, daha sakin ve edepli söylemişti albüm için. O değil ama başka bir şarkıyla dehşet saçıyordu bu defa: “…ne güvenen şöyle gelsin, bizde böyle bundan sonra!” 


Bu “harbi kız” jargonunun tek şarkılık olduğunu sanmakla yanıldığımızı anlamamız uzun sürmedi. Arada bir aşkından perişan olduğu adama yanıp yıkılsa da, çoğunlukla memleketin kimseye eyvallahı olmayan arıza kadınlarına rol modeli olabilecek şarkılarla çıkacaktı karşımıza bu ilk albüm ve sonrasında Sıla. Bu ne kadarı hesap edilmiş, ne kadarını kendiliğinden çıkagelmiş bilinmez yaşam stiline (bugünün lisanında “staytla” da deniyor) ait şarkıların, hem kadınlar hem de enteresandır ki erkekler cephesinden epeyce alıcısı çıktı. Nil Karaibrahimgil “fazla ergen”, Sezen Aksu “fazla olgun”, Candan Erçetin “fazla snop”, Yıldız Tilbe “fazla delibozuk”, Funda Arar “fazla evli barklı”, Hande Yener “fazla elektronik”, Demet Akalın “fazla tiki”ydi demek. Yirmili yaşların sonu, otuzlu yaşların başına denk gelen şehirli kadın şarkıları Sıla’dan ezber edilecekti bundan sonra.


Edildi de nitekim. Yeri geldi “Kenar Süsü”, “Köşe Yastığı”, “Rus Ruleti” ve benzeri tamlama yağmurlarıyla seksenli yılların Ahmet Selçuk İlkan yaratıcılığına rahmet okuttu Sıla, yeri geldi “Sevişmeden Uyumayalım”la, “İnşallah”la, “Yara Bende”yle geleneksel arabeski bugünün Asmalımescit’inden geçirdi. Slogan bulmada, şarkı sözlerine zeka tozları serpmede gösterdiği beceri inkar edilemez yetkinlikteydi. Dünya görüşünün ve duruşunun yanı sıra, etkileyici fiziğinin de hayran sayısını günden güne arttırdığının ispatı, kolay kolay herkese nasip olmayacak o ekşisözlük “entry”leriydi. İşin şarkıcılık kısmı ise bütün bunların gölgesindeydi şimdilik. Ne gamdı. Nevi şahsına münhasırlığınız kabul görmüşse şayet, sırtınız yere gelmez, hikmetinizden sual olunmazdı. Sıla sadece iki albümle, bu potaya girmeyi haydi haydi başarmıştı.

Sıla’nın ben dahil tüm takipçilerini (“follower” da diyoruz biz onlara) merak içerisinde bırakan yeni albümü, gizli gizli haber sızdırmalar, stüdyo aşamalarından Twitter’a “çok yorulduk,sabaha kadar stüdyodaydık”lar uçurmalar, teknik ekiple bar çıkışları görüntülenmeler filan olmadan, sanki bir günde yapılmış da bitmiş gibi ansızın çıkıverdi piyasaya. Önce “Acısa da Öldürmez” klipi ve şarkısı medyaya servis edildi, ara uzamadan da albüm raflara kondu.


Sıla’nın saçını kabartmış Nefertiti pozuyla şenlendirdiği kapağı başta olmak üzere, çıkış şarkısı ve onu takip eden on şarkı ve bir “remix”le epeyce dikkat çekici bu albümü “Konuşmadığımız Şeyler Var” adını taşıyordu. On şarkılık albümlerin yavaş yavaş unutulmaya başladığı bir dönemde “cover”sız mavırsız, baştan ayağa taze bir albüm yapmak cesaretten de öte, cüretti artık. Albümü yapan içinde, yayınlayan için de. Dolayısıyla bu iddia hem Sıla’ya hem de Sony Müzik’e aitti.

Sıla’yı iki kelimeyle tanımlamak istediğimde (ki bu yazının devamı için buna mecburum), dünya dillerinde daha önce hiç kullanılmamış bir tabir icat etmekten başka çarem kalmıyor. Sıla sıcak “cool” bir artist. Alabildiğine serin duran ama insana sıcaklık veren bir sanatkar. Hakkında çok az şey biliyoruz ve bu haliyle şu modern zamanlarda eski nesil starların büyüsünü bünyesinde muhafaza edebiliyor. Buna mukabil şarkılarındaki eyvallahı olmama halinin gerçek hayattaki duruşuyla zerre çelişmiyor olması da onu sıcak kılıyor. Çekiniyor, saygılı bir sevgiyle hayranlık duyuyor, ama çok da kendimizden buluyor, ya da belki de ona benzediğimize inanmak istiyoruz bir yandan. Üzerine yüzde doksan kendi imali müziğini ve müziğinin felsefesini de koyduğunuz zaman, toplamda bencileyin takipçilerinde uyandırdığı hissiyat gösteriyor ki; genç nesilden ikibinlerin ikinci on yılına kelimenin gerçek manasıyla “star” giren bir isim varsa, o da (kadınlar kategorisinde elbette) Sıla’dır. Geri kalanı hamdır, yarımdır ve hatta yamalaktır.

Bu duygu ve düşüncelerle dinlemeye başladığım Sıla albümü tahmin edeceğiniz üzere, beğendirdikçe beğendirdi kendini bana. “Acısa da Öldürmez” zaten alabildiğine banko bir slogan şarkıydı ama ardından gelenler de hiç fena değildi doğrusu. Bugünün lisanından en popüler, en dile pelesenk, en can alıcı kalıbı (“kafa” kalıbını) bile eni konu şahane bir şarkıya dönüştürmüştü ya Sıla, onu bu anlamda Sezen’e benzetenler pek de haksız sayılmazdı bundan kelli.

“Oluruna Bırak”, “Boşver” ve “Cam”la yaşamaya dair öğütlü cümlelerini şarkılayıp döken Sıla, “Vur Kadehi Ustam”la cümle ehli keyifleri harbi kızın akşam sofrasına davet ediyor; o da olmazsa ağır bir “Gol” atarak kafa tutuyor mahalle baskısına. “Zamanında”yla bayram zamanları şekerci reklamlarından başka bir yerde izi kalmamış aile duyarlılıklarını yüklenip yaşından olgun gösteriyor, derken “Tam da Bugün” ve “Boş Yere”yle her şeye rağmen aşkın var olduğuna bizi inandırıyor. Hepsi çok sahici ve en slogan şarkı bile tuhaf bir şekilde samimi. Sıla’nın alabildiğine mesafeli şarkı söyleme stiline rağmen, şarkıların duygusu dinleyene geçiyor. Bu noktada da daha yüksek bir şarkıcılık performansı beklemiyorsunuz Sıla’dan. “Böyle iyi” hissi uyandırıyor; sahip çıkıyor çünkü şarkılarına.



İlk albümünden bu yana müzisyen Efe Bahadır’la çalışıyor Sıla. Bu müzikal ortaklık, tutarlı bir stil bütünlüğü olarak geri dönüşüyor şarkılarda. İkibinlerin kulak aşinalığında çok da yeni bir şey vaat etme ya da en azından günü yakalama kaygısı taşımayan, içine kapanık, hatta bir parça da muhafazakar bir tavrı var Sıla tarzının. Sahnede orkestrayla çalınıp söylenmiş de öyle kaydedilmiş duygusu uyandırıyor dinleyende; bugünün stüdyo tekniklerinden o derece uzak. Bütünü değilse bile çoğunluğu bu minvalde şarkıların. Söze, melodiye dayalı bir müzikal tercihin yorumu da böyle olmalı zaten. Hatta elektronik değil, gerçek davulun, yaylıların, bas gitarın ön plana çıktığı Efe Bahadır düzenlemelerinde yer yer Onno Tunç tadı alındığını söyleyebilmek bile mümkün.

“Sevişmeden Uyumayalım”ın rüzgarı kuvvetli estiğinden midir nedir, alaturkası daha bol bir albüm bu. Bu nedenle açılışta yer alan giriş taksiminin, albüm boyunca etkisi hissedilecek alaturka sos hakkında fikir vermesi açısından “Öndeyiş” diye adlandırılması gayet yerinde olmuş. Albümün böyle açılıp, (daha önce Ferhat Gçöer tarafından seslendirilmesine rağmen, sahibinin sesinde asıl şimdi inandırıcı duran) “Vur Kadehi Ustam”la kadeh tokuşturularak bitmesi de dinleyende yüksek doz alaturka etkisi yaratmıyor değil. Fena mı? Elbette hayır.

Bana sorarsanız, albümde en çok “Zamanında”yı sevdiğimi söyleyebilirim. Bu çok kişisel bir tercih elbette, albümün geneline göre “Zamanında” daha orta yaşlı bir şarkı. “Gol”ü “Kafa”dan çok daha eğlenceli bulduysam da, albümün ikinci kozunun “Kafa” olacağını kestirmek zor değil. “Oluruna Bırak” ve “Boş Yere” ise daha şimdiden “online” müzik dinleme sitelerinde ön plana çıktı bile. “Tam da Bugün”ün müzikalite açısından diğerlerinden bir adım öne çıktığı da bir gerçek ki benim “Zamanında”dan sonra albümde dinlemekten en çok keyif aldığım ikinci şarkı da bu.

“İmza” albümü 2009 yılının hemen hemen tüm ödül törenlerinden bir ya da birden fazla ödülle dönmüştü. Aynı şeyi 2010 için bu albümden beklemek de pekala mümkün. Üstelik önceki albümlerine kıyasla Sıla’nın bu albümünde dillere düşecek şarkı sayısı bir hayli fazla. Uzun zamandır bu uzunlukta bir albümü baştan sona dinleyememiştik. Bunu dinleyebiliyoruz üstelik. Sıla’nın yazı boyunca saydığım niteliklerini de buna eklersek, bir pop müzik dinleyicisi daha fazla ne ister ki bir pop müzik yıldızından? Konuşmadığımız şeyler kalmıştır mutlaka. Onları da sonraki albümlerde konuşuruz be abla!

ARALIK 2010

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder