Sabahattin Ali’nin kısacık yaşamından geriye kalan görece az
eserin ne çok kıymeti bilindi dünden bugüne. Eserleri şarkı oldu, film oldu,
tiyatro oyunu oldu ve hep gündemde kaldı. Pek az yazar, pek az şaire nasip
olmuş bir şey bu. 40 yılı aşkın süredir dillerden düşmeyen “Aldırma Gönül”
şarkısı ya da yıllarca çok satan kitaplar listelerinde ilk sıralardan inmeyen
“Kürk Mantolu Madonna” romanı bile tek başına yanına çok sayıda benzerini
koyamayacağımız örnekler.
Kerem Güney’in bestelediği “Aldırma Gönül” kadar Ali
Kocatepe’nin bestelediği “Melankoli”, “Ben Sana Vurgunum”, “Dağlar Dağlar”,
“Benimsin Diyemediğim”, “Çakır”, “Yaşamak”, Zülfü Livaneli’nin bestelediği
“Leylim Ley”, Ahmet Kaya’nın bestelediği “Geçmiyor Günler” de Türkçe popüler
müziğin klasikleri arasına girmiş şarkılar. Birden fazla kez bestelenmiş bir
dolu Sabahattin Ali şiiri de var.
Bugüne dek Sabahattin Ali şiirlerinden bestelenmiş
şarkılarla dolu birden fazla albüm yapıldı. Kerem Güney’in 1979 çıkışlı “Yetmez
mi Gönül?” adlı albümü (ki albümdeki 10 şarkıdan 9’u Sabahattin Ali
şiirlerinden bestelenmişti) bunlardan biri. Bir diğeri ise Ali Kocatepe’nin
1989 çıkışlı “Şarkılarda Sabahattin Ali” albümü. Yunus Dişkaya’nın “Sabahattin
Ali” adlı albümü ve Metin Yılmaz’ın çok yakın zamanda piyasaya çıkan
“Sabahattin Ali Şarkıları / Bedbin” adlı albümleri de var. Hatta benim bildiğim
ama henüz yayımlanmamış bir yeni albüm de yolda.
Ferhat Göçer’in geçtiğimiz günlerde Poll Production
etiketiyle yayımlanan yeni albümü “Sabahattin Ali” şarkıları ise aslına
bakarsanız bir oyun müziği albümü. Zira albümdeki şarkılar albümle eş zamanlı
olarak sahnelenmeye başlanan “Aldırma Gönül” adlı tek kişilik müzikli oyunda
yer alıyor. Oyuna adını veren şarkı başta olmak üzere kimisi yıllardır
söylenen, bilinen, kimisi ise yeni bestelenmiş Sabahattin Ali şarkıları…
Aslında “Sabahattin Ali Şarkıları” bir parça kusurlu bir
tabir zira Sabahattin Ali bu şiirlerin hiçbirini şarkı sözü olsun diye yazmadı,
buna şüphe yok. Zaten şiirleri de ölümünden çok sonra bestelenmeye başlandı.
“Söz: Sabahattin Ali” durumu yok yani.
Bununla birlikte hem oyunda hem de albümde yer alan “Eşkıya
Dünyaya Hükümdar Olmaz” türküsünün sözlerinin Sabahattin Ali tarafından
yazıldığı bilgisi doğru değil. Bunu hem Sabahattin Ali’nin birçok yayınevi
tarafından defalarca basılmış “Bütün Şiirleri” kitaplarından hem de MESAM
kayıtlarından (orada “anonim” diye geçiyor) teyid etmek mümkün. Nitekim türküyü
ilk plak yapan Zülfü Livaneli ve 1975 yılında yayımlanan bu 33’lük plakta da
albüme adını da veren “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”ın künye bilgisinde
“anonim” yazıyor.
Oyunu izlerken bu türküyü duyduğumda şaşırdım ve acaba ben
mi yanlış hatırlıyorum diye kontrol etme ihtiyacı duydum. İnternette şiirin
Sabahattin Ali’ye ait olduğuna dair epeyce dallanıp budaklanmış yanlış bir
bilgi var evet ama işin doğrusuna ulaşmak hiç de zor değil. “Eşkıya Dünyaya
Hükümdar Olmaz” konusu itibariyle gayet uygun olduğu için oyunun içinde
kullanılmış olsa bile ismi “Sabahattin Ali Şarkıları” olan bir albümde yer almamalıydı
bence.
“Aldırma Gönül” adlı oyun bugüne dek şiirlerinde anlattığı
hikâyeler şarkıların besteleri, düzenlemeleri ve şarkıcıların sesleriyle
yaratılan iklimlerde can bulmuş Sabahattin Ali’nin şiirlerini (şarkılarını) bu
defa kendi yaşam öyküsünün içinden geçiriyor. Elbette bir şairin ya da yazarın
yazdığı her şey otobiyografik değildir ama mutlaka hayatından, yaşayıp
gördüklerinden, duyup hissettiklerinden izler taşır. Oyunun metni bir anlamda o
izleri sürüyor. Bu yüzden yeri geliyor Maria Puder de geçiyor oyunun içinden,
Kuyucaklı Yusuf da.
Ne var ki eksiksiz bir Sabahattin Ali portresi çizemiyor
oyun. Mesela o dönem devletin onunla bir alıp veremediği olduğunu anlıyoruz ama
sebebi muğlak kalıyor. Neden sık sık hapse girdiğini, en sonunda neden kaçmak
zorunda kaldığını ve hatta nasıl öldüğünü de Sabahattin Ali’nin hayatını
bilmeyen birinin oyunu izleyerek öğrenmesi, anlaması mümkün değil.
Ferhat Göçer gibi toplumun her kesimi tarafından sevilen
şarkılar söylemiş, kariyeri boyunca hiçbir zaman siyasi bir taraftan ses
vermemiş bir şarkıcı için bıçak sırtı bir mesele bu. 30’lu, 40’lı yıllarda
geçen bir hayat hikâyesini anlatıyor olsanız bile ucu bugünün erkine dokunur
diye tedirgin olabilirsiniz. Suya sabuna dokunmanın her zamankinden daha
pahalıya mâl olduğu günlerde oysa tam da bu nedenle canından olmuş, sadece 41 yıl
yaşayıp üretebilmiş bir büyük şaire, yazara, dolayısıyla da anlattığınız
hikâyeye ihanet edebilirsiniz. Oysa ne büyük bir fırsat olabilirdi o zamandan
bu zamana değişmeyeni gösterebilmek. Iskalanmış, es geçilmiş ya da açıkça
“temizlenmiş” o fırsat. Daha romantik, daha steril, daha hayali bir zemine
oturtulmuş metin.
Bununla birlikte Ali’nin hayatını ve eserlerini iki saatlik
ve tek kişilik bir performansın içine sığdırıp, eksik ve kusurlu da olsa bir
özet çıkarmak, daha fazlasını keşfetmek, araştırmak, öğrenmek için ilgi ve
merak uyandırmaksa maksat, oyunun o maksada hizmet ettiği rahatlıkla
söylenebilir. Oyunu izledikten sonra okumadığınız Sabahattin Ali kitaplarını
okumak, bütün şiirlerinin üzerinden şöyle bir geçmek isteyebilirsiniz. Eserleri
kısa bir zaman önce teliften düştüğü ve ülkedeki hemen her yayınevi tarafından
defalarca yeniden basıldığı için bu çok zor olmaz.
Dahası ülkede bir şair ya da yazar için yapılmış böylesi
oyun, müzikli oyun, müzikal türevi işlerin sayısı bir elin parmakları kadar
bile değil. İlk aklıma gelenler Müşfik Kenter’in “Bir Garip Orhan Veli” oyunu
ile Fazıl Say’ın “Nazım Oratoryosu” ki onlar da söz konusu şairlerin hayat
hikâyelerine değil, eserlerine odaklı işlerdi. Bu bakımdan “Aldırma Gönül”ün
önemli ve yol açıcı bir proje olduğu söylenebilir.
Oyuna Ferhat Göçer’in kariyer çizgisi açısından baktığımda
ise zamanlaması ve içeriği ile çok doğru, Göçer’i bugüne dek aldığı yolun
ilerisine götürecek, kulvarını genişletecek, imajını tazeleyecek bir işe imza
attığını söylersem abartmış sayılmam. Daha önce sahnede hiç oyunculuk yapmamış
bir şarkıcı için zor bir deneyim. Ferhat Göçer gibi sahnede şarkı söylerken
konsantrasyonu çok yüksek hatta yer yer agresif, beden dili sert, jest ve
mimikleri keskin, sesini kullanırken sınırlarını zorlamaktan çekinmeyen bir
şarkıcı için daha da zor. Büründüğü rol icabı bir yandan yumuşamak ve esnemek,
öte yandan hem sesini hem de jest ve mimiklerini kendi kişiliğinden bağımsız
olarak çok daha ekonomik kullanmak zorunda kalmış. Altından kalkamayabilirdi.
Sabahattin Ali’yi canlandıran değil, anlatan bir Ferhat Göçer de izleyebilirdik
(ki açıkçası benim beklentim o yöndeydi) ama öyle olmamış. Sahnede ne Ferhat Ali
ne de Sabahattin Göçer var; yazarın, yönetmenin ve oyuncunun yorumuyla şekillenmiş
bir Sabahattin Ali var.
Uzunca bir dönem popüler müzikte çok sayıda “hit” şarkıya
sesiyle imza atmış bir şarkıcı Ferhat Göçer. Yıllarca hem albümleri hem
konserleri çok iş yaptı. Gelin görün ki popüler müziğin yönünü çok başka
yerlere çevirdiği bir dönemde eski formüller işe yaramaz olmuşken bu proje hem
onun kıdemindeki bir isme çok yakışmış hem de farklı bir hamleyle kitlesini
avucunda tutabilme şansı vermiş.
İşin başarısında kuşkusuz oyunu ortaya çıkaran ekibin de
büyük payı var. Minimal bir dekor, tek bir oyuncu ve tek bir kostümle kocaman
bir sahne nasıl değerlendirilir, bu kadar çetrefil, gelmeli gitmeli bir hikâye
sahnede nasıl canlandırılır ve bir sinema filmi görselliği yakalanırın
şifreleri çok incelikli ve zekice düşünülerek çözülmüş. Naz Erayda’nın dekor ve
kostüm tasarımı, Mustafa Bal’ın ışık tasarımı, Erkan Cerit’in grafik tasarımı Ezel
Akay’ın rejisi bir bütün olarak bu başarının saç ayakları. Üstüne bir de Selim
Öztürk tarafından yapılan düzenlemelerle şarkıları sahnede canlı olarak çalan
sekiz kişilik orkestra eklenince işin müzikal tarafı da çok parlak olmuş.
Şarkıların kimilerini çok iyi biliyor olsak bile bu atmosfer
içinde bu orkestra ve bu düzenlemelerle ve Ferhat Göçer’in alışageldiğimizden
çok farklı, sakin ve nüanslı şarkıcılığı ile her biri yeni geliyor kulağa.
Tabii ilk etapta oyunun başlarında yer alan “Çocuklar Gibi” ve “Melankoli”yi,
sonrasında “Ben Gene Sana Vurgunum”u ve “Dağlardır Dağlar”ı kulaklarımızda yer
etmiş hallerinden farklı melodilerle dinlemek şaşırtıcı bir etki yapmıyor
değil. Ne de olsa Sabahattin Ali şiirlerinden bestelenmiş şarkılar deyince ilk
akla gelen Ali Kocatepe’nin bildik besteleri oluyor. Ne var ki Kocatepe
bestelerinin bir sebepten bu oyunda kullanılması mümkün olmamış. Hâl böyle
olunca da bu dört şiirden üçünü Ferhat Göçer yeniden bestelemiş.
“Dağlardır Dağlar” ise Sadık Gürbüz’ün 1980 yılında yaptığı
besteyle oyuna konulmuş. Gürbüz bu şiiri Ali Kocatepe’den önce bestelemiş ve “Dağlar
Türküsü” adıyla plak yapmış olmasına rağmen geniş kitlelere ulaşmamış, az
bilinir kalmıştı yıllar yılı. Selim Öztürk parçayı yeniden düzenlerken melodik
yapıdaki çapakları temizlemiş, hem ritmik hem de enerjik hale getirmiş. Benim
için hem oyunda hem de albümde en güzel sürprizlerden biri oldu bu şarkı.
“Çocuklar Gibi”nin ise Ali Kocatepe dışında Mustafa Kaya ve
Banu tarafından yapılmış farklı besteleri de vardı ama Ferhat Göçer bu şiiri yeniden
bestelemeyi tercih etmiş. Şunu da söylemeliyim ki üçü Nükhet Duru’nun, biri
Sezen Aksu’nun sesinden hafızalarımıza kazınmış bu şarkıların oyunda
kullanılmamış olması enteresan bir biçimde bir avantaja da dönüşmüş aslında.
Zira yeni besteler (biraz da mecburiyetten yapılmış olsalar da) zorlama gibi gelmiyor
kulağa; aksine yeni bir hava, bir tazelik katmışlar işe.
Albümde ve oyunda yer alan bir başka yeni Ferhat Göçer
bestesi de “Yetmez mi?” Geçtiğimiz günlerde Işıl Yücesoy’un da Cenk Taşkan
bestesiyle seslendirdiği bu şiir yine birden fazla besteci tarafından
bestelendi bugüne dek. Necdet Kaya’nın seslendirdiği Çağın Bodur bestesi de
yakın zamandan bir başka örnek olarak verilebilir. Aynı şekilde çok kez
bestelenmiş “Göklerde Kartal Gibiydim” ise Ali Ekber Eren’in bestesiyle yer
alıyor oyunda ve albümde. Bu beste Volkan Konak’ın sesiyle epeyce kulaklarımıza
yer etmişti. Tıpkı “Geçmiyor Günler”in Ahmet Kaya’nın bestesi ve sesiyle
hatırımızda kalması gibi ki bu şiir de o besteyle kullanılmış oyunda ve
albümde.
Adeta birer marş haline gelmiş Zülfü Livaneli’nin bestesiyle
“Leylim Ley” ve Kerem Güney’in bestesiyle “Aldırma Gönül” de olmazsa olmazlar
olarak bütünü tamamlıyor.
Oyunda olup da albümde olmayan tek şarkı ise “Yanıyor
Beynimin Kanı” olarak da bilinen “İstek”. Edip Akbayram ve Banu’nun sesinden
kulaklarımıza yer etmiş bu Mazlum Çimen bestesi (muhtemelen Mazlum Çimen’in
saygı albümü de bu yakınlarda piyasaya çıkacağı için) albüme konulmamış. Bir de
Ferhat Göçer’in oyun için bestelediği tema müziği.
İşin enteresan tarafı ise oyunda akustik bir biçimde çalınıp
söylenmiş şarkıların albümde farklı düzenlemelerle seslendirilmiş olması. Bu
haliyle albüm oyundan bağımsız bir karakter de taşıyor. Ben kendi adıma
oyundaki düzenlemeleri ayrı, albümdeki düzenlemeleri ayrı sevdim ve
düzenlemeleri yapan Selim Öztürk’ü bu yüzden iki kere tebrik etmek gerektiğini
düşünüyorum.
Hem oyunu izlemek hem de albümü dinlemek lazım. Dinlemek,
düşünmek, anlamak için…
ŞUBAT 2019
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder