Türk'ün Dostu Çok Azmış

Seninle Üç Dakika

1978 - 4. Bölüm


Peri Bacaları


Grup Nazar, Eurovision için kurulmuş bir gruptu ama grubun iki erkek üyesi, Dağhan Baydur ve Olcayto Ahmet Tuğsuz birbirlerini çok daha uzun süredir tanıyordu. 




Tarsus Amerikan Koleji’nde eğitim alırken okul orkestrasıyla  Liselerarası Müzik Yarışması’na katılıp grubuyla üçüncülük alan Olcayto Ahmet Tuğsuz daha sonra İstanbul’da üniversite eğitimi almış, tiyatroya olan merakı onu 1970 yılında Gülriz Sururi - Engin Cezzar topluluğunun sahnelediği “Hair” müzikalinde rol almaya kadar götürmüştü. Dağhan Baydur’la da o oyun sayesinde tanışmıştı. Zira Baydur da bu müzikal oyunun çoğunluğu gençlerden oluşan kadrosunda yer alıyordu.   


Galatasaray Lisesi’nde okurken Young Beatles adlı grubuyla ilk sahne deneyimini yaşayan Dağhan Baydur, 1967 yılında Türkiye’nin ilk diskoteği Club 33’te “dj”lik ve yöneticilik yapmış, başka bir alanda üniversite eğitimi almış olsa da müzikle de hep yakın temasta olmuştu.


Ahmet ve Dağhan’ın “Hair” müzikali ile başlayan dostluğu zaman içerisinde bir müzikal ortaklığa dönüşecek ve 1973 yılında Dağhan ve Ahmet ikilisi olarak bir de 45'lik plak çıkaracaklardı. 



“Bir Beste Yapsak” ve “İşte O Zaman Evlenirsin” adlı iki şarkının yer aldığı bu 45’lik plağın prodüktörü Nino Varon’du. Grunberg Şirketler Grubu’nda prodüktör olarak çalışan Nino Varon’un o günlerde müzik dünyasına lanse ettiği bir başka genç isimse Nilüfer olmuştu.


1970 yılında Hafta Sonu gazetesi tarafından üçüncü kez düzenlenen Altın Ses Yarışması’nın kızlar kategorisinde birinciliği kazanan Nilüfer, henüz 15 yaşındaydı ve İtalyan Lisesi öğrencisiydi. 


Nino Varon’un o yarışma sayesinde keşfedip hemen plak teklifi yaptığı bu genç kızın ilk 45’liği “Kalbim Bir Pusula / Ağlıyorum Yine”, 1972 yılında piyasaya çıkmış ve büyük ilgi görmüştü. Ardı ardına yaptığı plaklarla dönemin en popüler şarkıcılarından biri haline gelmişti Nilüfer. Hem sevilen bir ses hem de yaşından beklenmeyecek kadar güçlü bir şarkıcıydı.  

Nino Varon ve Nilüfer

Dağhan ve Ahmet, 1977 yılında ilk duyuruları yapılan Eurovison 1978 Şarkı Yarışması Türkiye elemeleri için bir şarkı hazırlamaya giriştiklerinde, bu şarkının tıpkı Abba ya da Brotherhood of Man gibi kadın ve erkek solistlerden oluşan bir grup tarafından seslendirilmesinin elemelerde şanslarını arttıracağını düşünmüşlerdi. Ahmet’in ilk aklına gelen yeğeni Zeynep Tuğsuz olmuştu. O günlerde Dame de Sion’da öğrenci olan Zeynep, küçük yaşlarından itibaren piyano dersleri almış, Belediye Konservatuvarına devam etmiş, sonrasında reklam cıngılları seslendirmişti.


1975 elemelerinde başına gelenlerden sonra yarışmaya bir kez daha katılmayı hiç düşünmeyen Nilüfer, kendisine gelen teklifi, parçayı çok beğenmesi üzerine kabul etmiş ve böylece Grup Nazar’ın dördüncü üyesi olmuştu.


Ve bütün ülke Grup Nazar’ı konuşuyordu şimdi. İlk Eurovision tecrübemizde büyük bir hezimete uğramış olsak da bu genç ve dinamik grupla, bu Batı normlarındaki hareketli parçayla belki de bu defa çok başka bir sonuç alacaktık.


Üstelik çok daha deneyimliydik artık. Şarkının tanıtım filmini renkli çekebilme imkânımız bile vardı. Nitekim Grup Nazar ve TRT ekibi bu maksatla 8 Mart Çarşamba sabahı Ankara’dan hareket etti. İstikamet Ürgüp’tü. “Sevince”nin tanıtım filmi Ürgüp’te, Peri Bacaları’nda çekilecekti.


Çekimler tamamlanıp ekip geri dönüş için yola çıktığında takvimler 13 Mart Pazartesi günü gösteriyordu. Çekimleri gün gün takip eden basın mensuplarından biri olan Taner Dedeoğlu, izlenimlerini TV’de 7 Gün dergisi için şöyle kaleme alıyordu: 


“Nazar grubu yarışma parçaları ‘Sevince’yi Ihlara Vadisi, Üç Hisar, Göreme Müzesi ve Sivrihisar gibi doğanın bütün güzelliklerini bir arada toplayan Peri Bacaları diyarında söylediler. Bir hafta boyunca Avrupalıların hayran kalacakları bu tarih hazinesinde geceli gündüzlü çalıştılar. İki amaçları vardı: Nazar’ı Eurovision’u izleyecek Avrupalılara sevdirmek hem de Batı ekranlarında Türkiye’nin turistik propagandasını en güzel şekilde yapmak. Gördüğümüz kadarıyla da başardılar bunu. Gerçekten nefis bir tanıtım filmi hazırladılar.”


Hep böyleydik. Uzun yıllar boyu da böyle kalacaktık. Her defasında o üç dakikalık şarkı müddetince fonda göstereceğimiz tarihi ve turistik manzaraların Avrupalıların Türkiye’ye hayran olmasına yeteceğini düşünüp, her biri birer turistik reklam filmi mantığında tanıtım filmleri çekecektik. “Sevince”nin filmi bunların ne ilki ne de sonuncusu olacaktı.


Arabayla Geze Geze

Grup Nazar’ın Paris’e gidişi iki ayrı kafileyle oldu. Birinci kafilede gruptan Olcayto Ahmet Tuğsuz ve Dağhan Baydur, yanlarında TRT ekibinden Bülent Özveren, Bülent Varol ve İskender Salgırlı vardı. Beş kişilik ekip, 11 Nisan Salı günü İstanbul’dan karayoluyla Paris’e gitmek üzere hareket etti. Bu kadar erken yola çıkılmasının sebebi, “arabayla geze geze gitmek, birkaç ülke daha görüp, bir taşla iki kuş vurmak”tı.


Olcayto Ahmet Tuğsuz’un Mecidiyeköy’deki yazıhanesinde bir araya gelen ekip, önlerine bir harita koyup güzergahı belirledi ve sabahın erken saatlerinde yola çıktı. Grup Nazar’ın kızları Nilüfer ve Zeynep Tuğsuz, bu yolculuğa katılamayacak ve Paris’e ancak birkaç gün sonra uçakla gidebileceklerdi. Zeynep henüz lise öğrencisiydi. Okulda fazla devamsızlığı olmasın diye mümkün olduğunca geç gitmesi uygun görülmüştü. 


Nilüfer ise gribe yakalanmış, birkaç gün boyunca yorgan döşek yatmış, bu sebeple yarışma gecesi giyeceği kostümün terzi provalarına bile gidememiş ve kostüm henüz tamamlanamamıştı. Hatta bu yüzden, uçak korkusu olmasına rağmen, uçakla gitmekten başka şansı da kalmamıştı.


Nilüfer, Zeynep Tuğsuz ve TRT ekibinin kalan kısmı 13 Nisan günü Fransa’ya uçtu. Grup Nazar Fransa yolculuğundan önce bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. Yarışma gecesi giyecekleri kostümler modacı Cemil İpekçi tarafından hazırlanmıştı. Koreografide ufak tefek değişiklikler yapılmış, bunun için grup yine Haldun Dormen’le uzun uzun çalışmıştı. 


Şarkının Onno Tunç tarafından yapılmış düzenlemesinde ise hiçbir değişikliğe gidilmemiş, Dağhan Baydur’un yazdığı İngilizce sözlerle “Darling” adı verilmiş İngilizce versiyon da kayda alınmıştı. Şarkının tanıtım 45’liğinin bir yüzünde Türkçe, bir yüzünde İngilizce versiyonu olacak ve bu plak, tanıtım dosyasının içinde yer alırken, Türkiye’de de Balet Plak etiketiyle satışa sunulacaktı.


Grup Nazar elemanları gitmeden önce rakip ülkelerin tanıtım filmlerini izlemişlerdi. Tanıtım filmlerinden edindikleri izlenim onları umutlandırmıştı. Bu umutlarını, Paris’e gitmeden hemen önce Hey dergisi muhabiri Haluk Aktar’a şöyle anlatıyorlardı: “Eğer bazı politik oyunlar olmaz, yarışma parçaları salt müzik ve şov yönünden değerlendirilirse, kesinlikle ilk 10 içine girebiliriz. Hatta daha da yukarılarda yer alabiliriz, yeter ki jüri objektif hareket etsin ve her ülkeye gerçekten hak ettiği puanı versin. Eğer ilk 10 içine giremezsek ne olur? Üzülürüz hiç kuşkusuz ama kendimize güvendiğimiz ve gerçek yerimizin burası olmadığını bildiğimiz için ülkemize yüzümüz ak olarak döneriz yine de.”


Grup elemanlarının ayrı ayrı Paris’e gitmesi, birkaç zamandır ortada dolaşmakta olan dedikoduların artmasına neden olacaktı. Söylenenlere göre Olcayto Ahmet Tuğsuz ve Dağhan Baydur, başından beri Nilüfer’in çok fazla ön plana çıkmasından rahatsızdılar. Nazar’ın “Nilüfer’in grubu” diye lanse edilmesi canlarını sıkıyordu. 


TV’de 7 Gün dergisi adına yarışmayı izlemek için Paris’e giden gazeteci Erdoğan Sevgin’in iddiasına göre Nilüfer de ekibin diğer üyelerinin kendisini dışlamasından rahatsızdı. Dağhan, Ahmet ve Zeynep, her üçü de Fransızca bildikleri için etraftaki herkesle, gazetecilerle iletişim kurarken Nilüfer konuşulanların dışında kalıyordu. Nilüfer’in yağmurlu Paris havasını bahane ederek zorunlu olmadıkça otel odasından çıkmaması da Sevgin’in iddiasını güçlendiriyordu. Grup Nazar sadece provalarda ve gazeteciler karşısında bir araya geliyor ama onun dışında hiç birlikte vakit geçirmiyorlardı.


Nitekim grubun sadece yarışma için bir araya geldiği bilinmesine rağmen, o günlerde basında Grup Nazar’ın yarışmadan sonra Nüket Ruacan’la çalışmaya başlayacağı ve Nilüfer’den ayrılacağı yolunda haberlere yer verilecekti. İddialara göre Ruacan zaten Nilüfer’den önce Grup Nazar’ın dördüncü elemanı olarak düşünülen isimdi. 


Hürriyet gazetesi yazarı “Grup Nazar’da Artık Nilüfer Olmayacak!” başlıklı haberinde isim vermeden, “müzik otoriterleri”nin şu sözlerini aktarıyordu: “Dağhan Baydur Eurovision elemelerine katılmak için Ali Kocatepe ile birleşmek istedi. Kocatepe ilk önceleri bunu kabul etti ama daha sonra kontratlı sanatçısı Nüket Ruacan’ı onların grubundan geri çekti. Bu arada Nino Varon araya girdi ve Grup Nazar’a Nilüfer alındı. Bundan amaç Nilüfer’in isminden istifade etmekti ve edildi de…”  


Grup Nazar üyelerinin Paris’e gitmeden önce izlediği tanıtım filmleri TRT’de 16 Nisan Pazar günü gündüz kuşağında Tele Pazar programının içerisinde iki bölüm halinde yayınlandı. Böylece rakiplerimizi biz de tanımış oluyorduk. Şimdi artık yapılacak tek şey 22 Nisan gecesini beklemekti.  


Yarışma, Paris’teki Palais Des Congres’nin 4500 kişilik konser salonunda yapılacaktı. Böylesi bir yarışma için gerekli her şeyi bünyesinde barındıran bu görkemli Kongre Sarayı, başından sonuna dek bütün organizasyonun kusursuz bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak ve Fransa yarışmanın ev sahibi olarak büyük takdir toplayacaktı. 


Konser salonunun sahnesi, basın tarafından “bütün Eurovision Şarkı Yarışması tarihinin en etkileyici, en ihtişamlı dekorlarından biri” diye adlandırılacaktı. Bunda hiç kuşkusuz sahne üzerine kurulan ve yarım bir gemiyi andıran platformun payı büyüktü. Orkestranın üzerinde yer aldığı bu platform, kendi ekseni etrafında dönebiliyordu ve her şarkının ilk saniyelerinde hareket ederek, sahneye o zamanın şartlarında müthiş bir görsellik katıyordu.


Gazeteci Erdoğan Sevgin TV’de 7 Gün dergisi için kaleme aldığı yazısında yarışmanın yapılacağı salonu şöyle anlatıyordu: “Tavanı içine iki kat sığacak yükseklikte. Yerler halıyla kaplı, ışık içinde. Koltuklarsa sanki oturmak için değil, uyumak için yapılmış. İsterseniz sigara içebilirsiniz salonda. Nereye atayım diye düşünmeyin izmariti. Çekin uçaktaki gibi koltuğun yanındaki tablayı, bastırın izmaritinizi. Aynı anda 4500 kişi sigara içse bile duman yok salonda. Havalandırıcı anında emiyor.”


Bir kongre / konser salonunun halı kaplı ve havalandırmalı olmasının bile bizim için haber değeri taşıdığı günlerdi. İmkânlarımız ve teknolojimiz onlardan gerideydi belki ama Avrupa’yla en azından müziğimizi kullanarak aşık atabilirdik. İşte tam da bu yüzden yarışmadaydık.

Nilüfer ve Yeşil Giresunlu, Irene Sheer'in basın toplantısında.

Türk ekibi, Kongre Sarayı’na çok yakın olan Concorde - La Fayette Otelinde kalıyordu. Ekipte grubun dışında Olcayto Ahmet Tuğsuz’un kız kardeşi Ayşe Tuğsuz, orkestra şefimiz Onno Tunç ve eşinin yanı sıra Nilüfer’in eşi ve prodüktörü Yeşil Giresunlu da vardı. Yarışmaya katılan hemen bütün ekipler, peşlerinde dev bir plakçı, menajer, danışman ordusuyla gezerken, Türk kafilesi Paris’te neredeyse sahipsizdi. 


Dağhan Baydur ve Olcayto Ahmet Tuğsuz, rehberleriyle Paris'te gezerken.

TRT maddi olarak sadece otelde yatma ve kahvaltı parasını karşılıyor, öğle ve akşam yemekleri, orada yapılacak diğer tüm masraflar ekibin cebinden gidiyordu. Uzun yıllar böyle devam edecek bu durum, her defasında ekiplerimizi diğer ekiplerin yanında mahzun bırakacak, bu hal ister istemez kulis ve lobi faaliyetlerinde yetersiz kalmamızın başlıca sebeplerinden biri olacaktı.


Keza Grup Nazar’ın ve şarkımızın tanıtımı için gerekli dosyalar, TRT tarafından değil, Nilüfer’in bağlı olduğu Odeon Plak firması tarafından hazırlatılmıştı. Bu dosyalarda Grup Nazar elemanlarının özgeçmişleri, fotoğraflar ve şarkının 45’liği bulunuyordu. Her dosyanın kapağına bir de nazar boncuğu iliştirilmişti. Zaten kafilemizin yarışma öncesi yapabileceği tek tanıtım faaliyeti de kendi astıkları afişler ve yine kendi dağıttıkları nazar boncukları olacaktı.


Henüz sadece jüriler yoluyla oylama yapıldığı o yıllarda, yarışma için orada bulunan basın mensupları tarafından geçilen haberler final gecesi puanlamalara ne derece etki ediyordu, tartışılırdı elbette. Ancak amaç ülkenin adından bir şekilde söz ettirmekse (ki öyleydi) bu konuda başarılı olabilmek için uzun yıllar sürecek bir deneyime ihtiyacımız olacaktı. Henüz ülkede müziğin endüstriye dönüşmediği, “promosyon” kelimesinin lügatlere girmediği o günlerde, şüphe yok ki bundan habersizdik. El yordamıyla yaptığımız her şey ise kelimenin tam anlamıyla yetersiz kalıyordu.


O günlerde 1975 yılı Eurovision maceramızın baş aktörlerinden biri olan Erkan Özerman’ın ismi bir kez daha gündeme geldi. Söz yazarı ve besteciler meslek birliği SACEM’in kokteylinin yapıldığı gece, Erkan Özerman da oradaydı. Davetten sonra ekibimizi Paris’in ünlü otellerinden George 5’e götürecek, onları orada, o günlerde Paris’te yaşamakta olan ‘60’ların ünlü yıldızı Tülay German’la tanıştıracak ve Tülay German’ın da birkaç şarkı söyleyerek sahneye çıkacağı gece, meşhur Olympia müzikholünde devam edecekti. 


Nilüfer ve Tülay German

Olympia’da o gece Arjantinli şarkıcı Jairo’nun konseri vardı. Hem konserden hem de Olympia’dan çok etkilenen Nilüfer, gecenin sonunda “Böyle seyircisi olan bir ülkede elbette sanatçı yetişir,” demekten kendini alamayacaktı.   

Grup Nazar provada.

Provalar gayet olumlu geçiyor, her yarışmada olduğu gibi bunda da ekiplerin provalardaki canlı performansları, tahmin sıralamalarının sıklıkla değişmesine neden oluyordu. 



Bahislerde Türkiye’nin esamisi okunmuyorsa da Grup Nazar her provadan sonra kendine daha çok güveniyor, neredeyse ilk üçe girmeyi bekliyor, bunu oradaki Türk gazetecilere beyan etmekte de bir sakınca görmüyordu. 

Nilüfer ve Yeşil Giresunlu provada.

Böylesi haberler ülkede heyecanla yarışma gecesini bekleyenlerin umudunu bir kat daha arttırıyor, birincilik olmasa bile en azından ilk onda yer alacağımıza bizi inandırıyordu. Bunu başarıp başaramayacağımızı ise 22 Nisan gecesi hep beraber görecektik.


“Türk’ün Dostu Çok Azmış!”

Nihayet o gün gelip çatmıştı. Türkiye saatiyle 22:00’da canlı yayına geçildiğinde göz kamaştırıcı salon tam anlamıyla bir renk cümbüşü içerisindeydi. Eurovision tarihinde ilk kez yarışma iki sunucu tarafından sunuluyordu. Her ikisi de Fransız Televizyonunun deneyimli sunucuları olan Denise Fabre ve Leon Zitrone, gece boyunca biri Fransızca, diğeri İngilizce konuşarak anonsları yaptılar. 


Bu yıl özel tanıtım filmleri hazırlanmamış, onun yerine her ülke sahne almadan önce, ülke bayrağının görüntüsü ekrana getirilmişti. Ekiplerin kulisten sahneye çıkışları, sahneyi bir önceki ekipten devralmaları da sahne arkasında yer alan kameralarla ekrana getiriliyordu.

Baccara

Ekipler arasında ünlü isimler hemen göze çarpıyordu. İtalya’dan Ricchi E Poveri grubu, Almanya adına yarışan ve 1973 yılında hit şarkısı “Goddbye Mama”yla dünya listelerinde fırtına gibi esen Ireen Sheer, Lüksemburg’u temsilen sahne alan ama aslında İspanyol olan Baccara grubu, yarışmanın tanıdık isimleriydi. 

Ireen Sheer

Resmi dil zorunluluğu nedeniyle şarkısının anlaşılamayacağından korkan kimi ekipler kelime oyunlarından medet ummuştu. “Boom Boom”, “Dai li Dou”, “t’s OK”, “A-Ba-Ni-Bi” gibi tuhaf isimli şarkılar vardı finalist şarkılar arasında.


Grup Nazar on ikinci sırada sahne aldı. Bir önceki ülke Hollanda’nın performansı bittiğinde kulisteki kamera Grup Nazar’ı kulis koridorlarından yürüyüp asansöre binerken görüntülüyordu. Kulis salonun üç kat altındaydı ve finalistler asansörle yukarı çıkıyorlardı. 


O görüntülerde ekran başında izleyen belki de kimsenin fark etmediği detayı ise Olcayto Ahmet Tuğsuz yıllar sonra gülerek şöyle anlatacaktı: “Tam sahneye çıkacağımız sırada kameralar bizi görüntülüyor ve Nilüfer en önde, koşar adımlarla sahneye doğru ilerliyor. Sanki o solist de biz onun ekibiymişiz gibi. Bizim Zeynep de hızlı hızlı yürüyor, hatta hamle yapıp onu geçiyor. Şimdi izleyince fark ediyorum bu durumu. Demek ki o günlerde onların arasında da böyle bir rekabet varmış. Aslında Nilüfer’le aramızda çok önemli bir şey olmadı ama pek de anlaşamamıştık. Kabul etmeli ki çok büyük bir organizasyon, Avrupa’nın dört bir yanından plak şirketlerinin temsilcileri geliyor. Nilüfer belki de orada kendini bir şekilde göstermek çabasındaydı. Aslında kendi çapında haksız da sayılmazdı. Bizim böyle bir iddiamız yoktu haliyle, biz şarkıya yoğunlaşmıştık.”     


Nilüfer’le grubun diğer elemanları arasında basının da gözünden kaçmayan gerilim, neyse ki sahneye yansımayacaktı. Onno Tunç yönetimindeki orkestra şarkıya girdiğinde sahnede mikrofon sehpalarının önünde sıralanmış dört genç duruyordu. “Ünlü kreatör” Cemil İpekçi imzalı kıyafetleri, tam da günün modasına uygun çizgiler taşıyordu. 



Yarışmadan sonra Grup Nazar kıyafetleri nedeniyle eleştirilecek, özellikle Nilüfer’in kostümünün onu hamile gibi gösterdiği konuşulacaktı ya, birbirinin aynısı olmadığı halde aynı desen ve renkleri taşıyan siyah beyaz kıyafetleri ve göğüslerine iliştirilmiş kırmızı kumaş güllerle Grup Nazar sahnede gayet göz alıcı duruyordu. Performansları da diğer finalistlerden hiç de aşağı değil, hatta birçoğundan daha iyiydi.  

Aylar süren macera yine üç dakikalık bir performansla sona ermişti. Geride kalan onca dedikodu, tartışma, gürültü patırtıyı çoktan unutmuş, o üç dakika boyunca ekran başında nefeslerimizi tutmuştuk. Çok heyecanlı, bir o kadar da umutluyduk şimdi. Bakalım puanlamada neler olacaktı?

Stephane Grappelli ve Oscar Peterson

Puanlamadan hemen önce, caz müziğinin dev isimlerinden oluşan bir ekibin performansı bant kayıt olarak geldi ekrana. Yarışmanın ev sahibi Fransa, organizasyonun tamamında gösterdiği iddiayı “interval act” esnasında da böylece gösterecekti. Fransız caz kemancısı Stephane Grappelli, caz piyanisti Oscar Peterson’ın triosu eşliğinde “My Heart Stood Still” ve Amerikalı keman virtüözü Yehudi Menuhin’le birlikte  de “Pick Yourself Up” adlı parçaları çaldı. Bu performanslardan hemen sonraysa ülkelerden puanlama sonuçları alınmaya başlandı.

Yehudi Menuhin ve Stephane Grappelli

İşte milletçe bütün umudumuzun, heyecanımızın, keyfimizin söndüğü dakikalar o dakikalardı. Daha ikinci jüriden, Norveç’ten 1 puan alınca kalbimiz yerinden çıkacak gibi olmuştu ama sonrasında Türkiye’ye tek puan veren ülke İngiltere olacak ve onun verdiği 1 puanla beraber aldığımız toplam 2 puan, bizi sonuç listesinin ancak on sekizinci sırasına yerleştirebilecekti. Bir hayal daha bitmiş, bir rüyadan daha sert bir tokatla uyandırılmıştık.


Yarışmanın birinciliğini, kimsenin favoriler arasında saymadığı İsrail, “A-Ba-Ni-Bi” adlı şarkıyla kazanmıştı. Şarkıyı seslendiren Izhar Cohen ve ekibi, açık ara farkla ülkesine birinciliği götürüyor, böylece Eurovision tarihinde ilk kez yarışma Avrupa kıtasının dışına taşıyordu. 


İkinciliği Jean Valle adlı şarkıcının seslendirdiği “L'amour Ça Fait Chanter La Vie” adlı şarkıyla Belçika, üçüncülüğü ise Joel Provost tarafından seslendirilen “Il Y Aura Toujours Des Violons” adlı şarkıyla Fransa alacak, herkesin favori gördüğü ünlü isimler listenin alt sıralarında kalarak şaşkınlık yaratacaktı.


Canlı yayının sona erdiği dakikalarda Avrupa’da ekran başındaki milyonlarca izleyicinin kaç tanesi ülkeleri kazanamadığı için üzüldü, kaç tanesi aldığı iyi puanlar için sevinç duydu bilinmez ama Türkiye’de hemen herkesin, üzülmek ne kelime, kahrolduğu kesindi.


Yarışmadan sonra Nilüfer, bir süre Paris’te kalmayı ve yarışmadan önce gezemediği şehri gezmeyi tercih edecek, ekibin diğer kısmı ise sessiz sedasız yurda dönecekti. 



Türkiye’de herkes bu konuda hemfikirdi: Yarışma politikti ve biz bir kez daha politikanın kurbanı olmuştuk. Yarışmadan bir sonraki hafta yayımlanan Ses Dergisi’nin kapağında kocaman harflerle şöyle yazıyordu: “Politika bataklığı Nazar’ı da yuttu. Türk’ün dostu çok azmış.”     


Herkesin aklında tek bir soru vardı şimdi: “Bir kez daha hezimet yaşadığımıza göre 1975’den sonra olduğu gibi yine bir müddet ara mı verecektik? Belki de artık bu meşum yarışmaya katılmaktan büsbütün vazgeçecektik… Yoksa ısrarla katılmaya devam mı edecektik? Ne yapacaktık?.. 



Henüz yaramız çok tazeydi. Zaman hem ilaç olacak hem de gelecek günlerde neler olacağını bize gösterecekti. Bekleyecek ve hep birlikte görecektik.
        
DEVAM EDECEK

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder