ÖMÜRLÜK ŞARKILAR
(Milliyet Sanat dergisi Ekim 2012 sayısında yayımlanmıştır.)
Bitti bitiyor, çıktı çıkıyor derken nihayet yılın ‘merakla beklenen’ klişesini en çok hak eden albümü, 32 şarkıcıdan 33 Orhan Gencebay yorumuyla, kulakları şenlendirmek üzere piyasada. Nicedir tane hesabı albüm satan Unkapanı’dan bu kez kamyonla sevkiyat yapılıyor olması albümün yapımcısı tarafından Twitter’da fotoğraflanarak duyuruldu ve pahalı pastanelerin havalı çikolata kutularına benzeyen altın yaldızlı “Bir Ömür Orhan Gencebay” paketi müzik marketlerin baş köşelerine yerleşti.
‘Paket’ tabir ettim zira çift diskten oluşan albümün kallavi bir kitapçık da içeren kartoneti, piyasa muadillerine enine boyuna fark atıyor. Kitapçıkta Orhan Gencebay albüme emeği geçen herkesin tek tek ‘berhudar’ olmasını diliyor, sonra albüme emeği geçenler de duydukları onur ve mutluluğu, bu defa Orhan Baba’nın ‘berhudar’ olması temennileriyle dile getiriyorlar. Baba’nın 32 şarkıcıya tek tek teşekkürü ile 32 şarkıcının tek tek cevabı (aslında 31 çünkü Candan Erçetin o bildik serinkanlılığıyla yine susmayı tercih etmiş) eğer hepsini okumaya azmettiyseniz, havadan bir yarım saatinizi alıyor. Gerisi ise şarkıcıların illüstrasyon haline getirilmiş fotoğrafları ve şarkı sözleri, künyeleri… Gönül bir biyografi, bir diskografi, şarkıların ilk yayın tarihleri filan da olsun ister miydi?.. İsterdi elbet; ama yok.
Zarfı bırakıp mazrufa bakar isek şayet, epeyce şenlikli bir albümün sizi beklediğini söyleyebilirim. Arabeskçisinden türkücüsüne, popçusundan ‘rock’çısına bütün mahalle toplanmış, herkes karınca kararınca bir şeyler yapmış. Albüm birçok açıdan müzik tarihine not düşülecek şahanelikler içeriyor. Bir kere bildik bileli Ajda, Sezen, Nilüfer, Nükhet ve yoncanın beşinci yaprağı Zerrin’i bir araya getirebilen tek albüm Zülfü Livaneli’nin 35. Yıl albümüydü ki o da aslında bir konser kaydıydı. Bugüne dek yapılanlar içinde bu kadar kalabalık kadrolu ve bol şarkılı tek saygı albümü ise Ortaçgil’e aitti ama onda da büyük yüzdeyle alternatif isimler yer alıyordu ve haliyle ana akımı bu kadar göbeğinden yakalamıyordu. Oysa bu albümde her dönemde yeri sabitlenmişlerin yanı sıra Akalın, Ceceli, Yener, Ortaç ve illa ki Tarkan gibi bugünün çok satarları da vazife başında. Kadro öyle böyle değil yani. Bir nevi asri zamanın fuar gazinosu gibi.
Taksilerde, dolmuş ve minibüslerde 45’lik plakların, kartuş kasetlerin çalındığı, en çok da Orhan Gencebay ve Ferdi Tayfur şarkılarının söz konusu toplu taşıma araçlarının şoför mahallinden ‘ful stereo’ yankılandığı o yılları hatırlıyor olmasam, o dönemde arabesk müziğe neden ‘minibüs müziği’ dendiğini anlayamayabilirdim bugün. TRT Denetleme Kurulu’na göre ise ‘yoz müzik’ti arabesk. Ya taşrada ya da kentlerin taşradan göç edenlere mesken olan eteklerinde, gecekondularında dinlenilir, klasikçisinden halk müzikçisine, ortak paydaları müzikte statüko olan bir kesim tarafından asla itibar görmezdi. Yıllarca da görmedi. Görmedi de ne oldu?.. Memleketin Kurtuluş Savaşından bu yana gördüğü belki de tek halk hareketi olarak arabesk, sadece bir müzik türü değil, bir yaşam biçimi, bir üslup, bir tarz, hatta abartmak gerekirse, bir ekol olarak aldı yürüdü. Sonra arkasından bir dönem yılbaşından yılbaşına televizyonlara çıkarılan, şarkıları ancak Polis Radyosunda çalınan arabesk müzik icracılarına iade-i itibar yapıldı, suyunu çıkarmak pahasına arabeske sahip çıkıldı.
Oysa Gencebay arabesk tabirine başından beri karşı çıkar, müziğini ‘serbest çalışma’ diye tanımlamayı tercih ederdi. Çünkü arabesk kelimesinin çağrıştırdığı Arap etkisinin tersine, halk müziği, alaturka ve dahi klasik batı müziğinin bir bileşeniydi üstadın peşinde koştuğu. O bizden birkaç fersah öndeydi, biz anlamadığımız o bileşime bir kılıf uydurma gayretindeydik. Nihayetinde uzlaştık ve Gencebay şarkılarının tam da bu albümle tescillendiği gibi ‘bir ömürlük’ olduğu gerçeğine, müzikoloğundan sokaktaki adamına dek herkes kanaat getirdi. Çalarken de, söylerken de, dinlerken de kimse saklamak/utanıp sıkılmak gereği duymuyor artık. Hep beraber severken bu şarkıları, bir de fena halde fark ediyoruz ki aslında başından beri, hep sevmişiz.
Tabii bu açıdan baktığınız zaman da bu albüm riskleriyle de beraber çıkıyor önümüze. Mesela Mustafa Sandal’dan bir Gencebay şarkısı dinlemek ister miyim sahiden, buna gerek duyar mıyım diye soruyorum ister istemez kendime. Ya da Volkan Konak’ın asla edebi ve şiirsel değil, olsa olsa Karadeniz şivesiyle şirin şiirlerinden birini daha dinlemek ister miyim bir Gencebay şarkısının orta yerinde bilmiyorum. “Kaderimin Oyunu”yla dans etmeye hazır mıyım acaba?.. Ya da Rafet El Roman’ın yirmi senedir düzeltemediği Türkçe telaffuzuyla en sevmelere layık Gencebay şarkılarından birine getirdiği ‘sesli harfleri sorunlu’ yorumuna?..
Bunlar ve benzeri birçok soru işaretini cebinize koyup, epeyce de mesai harcayarak bu upuzun albümü başından sonuna dinlediğinizde ise Tarkan’a, Yıldız Tilbe’ye, Duman’a, Manga’ya, Athena’ya ve elbette Nükhet’e, Ajda’ya bir daha, bir daha kulak kabartmak istemeniz çok muhtemel. İzel, Kutsi, Özcan Deniz, Şevval Sam, Yaşar ve Deniz Seki de peşlerinden gelebilir. Sibel Can ve Ebru Gündeş türün içinde yoğrulmuş iki solist olarak yeni bir şey vaat etmiyorlar. Nilüfer, Sezen ve Zerrin ise stüdyoya yorgun girmiş gibiler. Berkay belli ki ‘yapımcının sanatçısı’ kontenjanından albüme girmiş. İyi de olmuş zira yapımcının bir de aranjör-şarkıcısı var ki, ola ki o da albümde yer alsaydı, biz doğrudan sözün bittiği yere toslayabilirdik.
Kartonetteki şarkı künyelerinde vokalistlerin adları yazılmamış. Ben mesela Demet Akalın’a vokal yapanı merak ettim en çok. Keşke yazılsaydı. Emre Aydın’ın son şarkılarından sonra “Bir Teselli Ver”de, Seksendört’ün bütün şarkılarından sonra “Dokunma”da da aynı derecede başarılı olduklarını söyleyebilmek mümkün. “Hayat Devam Ediyor” Emel Sayın için doğru şarkı değilmiş gibi duruyor.
Zara ve Yıldız Usmanova ise gayet hakkını veriyorlar söylediklerini şarkıların ama gözler (daha doğrusu kulaklar) ister istemez bu tür kolektif albümlerin gediklilerini, mesela bir Ferhat Göçer’i, bir Yavuz Bingöl’ü de aramıyor değil. Olsalar bir türlü, olmasalar bir türlü, onu da benim kulağı yorgun dinleyici hezeyanlarıma verin. ‘Gedikli’ demişken, ister misiniz bu albümün konserinde Ömür Gedik sahneye çıkıp Orhan Gencebay taklidi yapsın?.. Düşük ihtimal; zira Gencebay’ın sahnede canlı şarkı söylememe gibi bir de prensibi var ki gazinolar zamanında önüne serilen servet değerinde tekliflere dahi düşünmeksizin hayır demiş, sadece bu prensibiyle bile ülke (hatta belki de dünya) müzik tarihinde eşsiz benzersiz bir yer edinmiş bir müzisyen Orhan Baba.
Her iki diskin sonunda da yer alan “Batsın Bu Dünya”nın koro icrası, albümün ‘bis’i olarak değerlendirilebilir. Sahiden bir konser olursa/olabilse sözgelimi, bu şarkının yeri tam da orası. Yalnız naçizane şunu söylemek isterim ki sevgili Orhan Baba; biz bu şarkıya hep bu dünyanın sahiden batmasını istediğimiz efkârlı anlarda bağır çağır eşlik ediyoruz. Yani o ‘barış için, insanlık için, kardeşlik için’ kısmında saklı hidayete hâlâ erebildiğimiz söylenemez. Ötesi fevkalade, o ayrı.
EYLÜL 2012
EYLÜL 2012