"Bu Şarkılardan Bir Şey Olmaz Dediler Ama Oldu İşte"
(Milliyet Sanat dergisi Ekim 2014 sayısında yayımlanmıştır.) Kimileri şanslı doğar, kimileri şansı ararmış. Kayahan şansı arayanlardan olmuş hep. Daha doğrusu kendi şansını yaratanlardan. Öyle ya, şimdi olduğu gibi ‘70’lerde de kimseye öyle kolay kolay “Sen çok yeteneklisin, gel hemen işe başla,” denmiyordu. Hele ki maksadınız bir müzisyen olarak adınızı duyurmaksa. Hele ki içinde debelendiğiniz yer pop arenası ise ve siz genç ve güzel bir kadın ya da sektörde eli kuvvetli bir erkek değilseniz. Bir de Kayahan gibi Ankara’dan yola düşüp gelmiş, İstanbul piyasasının çemberinden geçmemişseniz.
Şu “gayrimüslim” lafını sevmem oldum olası. Bu yaşıma kadar tanıdığım hiçbir insanın hangi dine mensup olduğuyla ilgilenmemi gerektirecek bir durumla karşılaşmadığımdan olsa gerek. Belki resmi ya da akademik literatür için, ne bileyim istatistikler, bilimsel araştırmalar devşirmek, tarih yazmak için filan bir kriterdir; belki de değildir. Ama gündelik hayatın insan ilişkileri içerisinde bir dinin/mezhebin/cemaatin mensubu olma mefhumunu kriter kabul ederseniz, sıradan faşizmin ayak sesleri er ya da geç kulağınıza kadar gelir. Uzağa gitmeye gerek yok; ülke tarihinin son on yılı bu tezin türlü vesilelerle ispatı ile geçti zaten. Hâlâ da artarak sürüyor.
Hayır, maksadım müslimi gayrimüslimi ile yüzlerce yıldır bu topraklarda nasıl kardeş kardeş yaşadığımızı anlatmak, ders vermek değil. Onu hep beraber yaşadık, gördük, hatta halen yaşıyor ve biliyoruz zaten. Siyasetin ayrıştırıcı dili sırça kümesteki fil misali kırıp dökse de hassasiyetlerimizi, varlık vergisi gibi, teçhir gibi, 6-7 Eylül gibi silinmesi zor kara lekeler sürülmüşse de tarihimize, aynı coğrafyanın, aynı iklimin, aynı kaderin suyundan, ekmeğinden, duyarlılıklarından pay almanın bağı galip gelir sonunda. Gelmiştir. Gelecektir. Misal mi? Bu bir müzik yazısı olduğuna göre, hadi gelin Türkiyeli Ermenileri silelim müzik tarihimizden birlikte.
19. yüzyıl sonlarında geliştirerek kullanmaya başladığı nota sistemi sayesinde hem Osmanlı saray müziğinin ve Mevlevi ayin müziğinin hem de Ermeni kilisesinin binlerce yıllık şaraganlarının önemli bir bölümünün bugüne ulaşmasını sağlayan Hampartzum’u silelim.
Aynı şekilde Hampartzum nota sistemini kullanarak Osmanlı ve Rus İmparatorlukları topraklarında yaşamış kaynak kişilerden ve yazılı kaynaklardan binlerce şarkı derleyen Kütahya doğumlu müzikolog Gomidas Vartabed’i de silelim.
Besteledikleri sayısız eser bugün dahi çalınıp söylenen Tatyos Efendi’yi, Bimen Şen’i, Udi Hrant’ı, Artaki Candan’ı, Sarkis Efendi’yi, Nubar Tekyay’ı, Udi Kirkor’u silelim… “Hastayım Yaşıyorum”u, “Bu Akşam Gün Batarken Gel”i, “Kimseye Etmem Şikayet”i, “Gamzedeyim Deva Bulmam”ı ve daha onlarca, yüzlerce şarkıyı, semaiyi, peşrevi filan da sileceğiz mecburen.
Kemençeye bugünkü klasik şeklini veren Baron Baronak, yaptığı kanun ve tamburlarla ünlü Harutyan (Artin) Uzunyan, ud, kemençe ve santur ustası Niğde’li Mihran Keresteciyan, Hasköylü Mıgırdıç, Arşak Çömlekçiyan, Zeron Çakıcıyan, Garabet Mikailyan, Arşak Köseyan ve daha onlarca “lütiye”yi (müzik enstrümanı yapan zanaatkârı) da silelim bir çırpıda.
Klasik müziğimizden Jirayr Arslanyants’ı, Edgar Manas’yı, Dikran Mamigonyan ‘ı silelim. Caz müziğinde Dikran Karagözyan’ı, Burak Bedikçiyan’ı, Varujan Zilciyan’ı, Herrman Hallaçoğlu’nu, Sevan Agoşyan’ı da silelim.
Sonra Mine Koşan’ı, Asu Maralman’ı, Hayko Cepkin’i silelim.
Garo Mafyan’ı, Onno Tunç’u, Arto Tunç’u silelim sonra. Ne “Üzgünüm” kalsın, ne “Abone”, ne “Sen Ağlama” ne de “Git”… “Sarışın”ı, “Vazgeçtim”i filan da unutmayalım. Onlar da Ara Dinkçiyan’ın besteleriydi çünkü…
Cenk Taşkan ve Norayr Demirci de var mesela. “Beni Benimle Bırak”tan, “Anılar”a sayısız şarkıyı, Türk popunun yüzlerce şarkındaki o eşsiz düzenlemeleri de silelim…
Bu liste uzar gider… Daha bunun Rum’u var, Yahudi’si var, Süryani’si var… Var oğlu var…
Yok, hayır! Elbette silmeyelim. İstesek de silemeyiz zaten. Biz en iyisi sadece müziğe kulak verelim. Dini, dili, mezhebi, ırkı, cinsiyeti, ten rengini bir kenara bırakarak… İnsanın en saf haline, kalbine giden yol oradan geçiyor çünkü. Resimden, şiirden, öyküden, ama en kolayından da müzikten…
GOMIDAS VARTABED - “YERKARAN”
Bir zamanlar ve bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın kültürel geçmişini gün ışığına çıkarmak için bugüne dek sayısız albüm yayımlamış Kalan Müzik, Hampartzum notasyonunu yaratan Baba Hampartzum’u 2010 yılında hem bir albüm, hem de bir sergiyle gündeme getirmişti. Çift diskten oluşan bu albümde Hampartzum tarafından kayda alınan Ermeni kilisesinin sevilen şaraganlarından örnekler ve onun tarafından bestelenmiş, varlığından çok az sayıda kişinin haberdar olduğu klasik Osmanlı müziği eserleri bulunuyordu. Yaklaşık 200 yıl öncesinde kalmış bu kültürel mirasın tekrar ortaya çıkarılması neresinden baksanız heyecan vericiydi.
Kalan Müzik 2014 yılının Ocak ayında ise bu defa Gomidas Vartabed’in derlemelerinden oluşturulmuş bir albüm yayımladı. Albüm, ‘Resounding Gomidas’ Legacy’ (Gomidas’ın Mirasını Yeniden Seslendirmek) adlı bir projenin bir uzantısı olarak “Yerkaran” üst başlığı ile piyasaya sürüldü. 2010’da başlayan ve Anadolu Kültür, Kalan Müzik ve Hollanda’dan Prince Claus Fund’un desteğiyle, Burcu Yıldız, Melissa Bilal, Saro Usta ve Ari Hergel tarafından yürütülen projenin ikinci aşamasında ise, Gomidas Vartabed’in akademik çalışmalarının Türkçe çevirilerini ve bazı arşiv belgelerini içeren bir kitap yayımlanacakmış.
Ancak albüm de hem projeyle, hem Gomidas’la, hem de albümde bulunan şarkılarla ilgili çok detaylı ve kapsamlı bir kitabın içerisinde satışa sunulmuş. Gomidas’ın transkripsiyonlarından örnekler de var kitabın içinde, fotoğraflar ve şarkı sözleri de. Ermenice, Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan bu kitap, albümü dinlemeye başlamadan önce bilgi ve fikir sahibi olmanızı sağladığı gibi, albümün arşiv değerini de yükseltiyor.
Ermenice “Yerkaran” kelimesi, “şarkı defteri” anlamına geliyormuş. Gomidas’ın derlemelerini barındıran 14 ciltlik şarkı defterlerinden bu albüm için seçilenler arasında Zeybek formunda Türkçe bir türkü de var, dengbej tavrı ile okunan Kürtçe bir şarkı da… Ermenice bir dini ezgi de var, Gomidas’ın ‘Yerevan Ezgisi’ notu ile notaya aldığı Şii ezanı da… Şarkıları yüzlerce yıl sonra notalarından yola çıkarak yeniden hayata geçirenler arasında ise İstanbullu Ermeni, Türkiyeli, Ermenistan’dan ve diasporadan, aralarında Aram Kerovpyan, Murat Aydemir, Ara Dinkjian, Murat İçlinalça, Aşuğ Bingöl, Ali Tekbaş, Ertan Tekin, Aytekin Ataş ve Şevval Sam’ın da bulunduğu çok sayıda müzisyen var.
Tuhaf bir biçimde hepsi kulağınıza da kalbinize de çok tanıdık gelecek melodiler, notalar, sesler duyacaksınız albüm boyunca. İçinize işleyecek her biri. Sınırların, dinlerin, mezheplerin, dillerin, ırkların, renklerin ayrıştıramadığı, bölemediği notalara kapılıp gideceksiniz. Bir yandan yeniden ortaya çıkarılmış bir dünya mirasının küçücük bir kısmına da olsa şahitlik ederken, bir yandan da dünya üzerinde insan olarak yaşayıp giderken sıkı sıkıya tutunduğunuz aidiyetlerin ne kadar yersiz olduğunun farkına varacaksınız.
Hepsi bir kenara, sadece bir müzik tutkunu olmanız bile bu kıymetli albümü arşivinize katmanız için yeterli sebep.
SİBİL – “SER”
Bu toprakların kadim müzik kültüründe yeri yadsınamaz Ermeni müziğinin bir de bugünleri ve bugünlerinin bir temsilcisi var. Adı Sibil.
Sibil Pektorosoğlu ile ilk kez Nükhet Duru’nun Surp Vartanants korosu ile birlikte verdiği “Sevgiyle El Ele” konserinde tanışmıştım. Hem koronun solistlerinden biriydi, hem de solo bir şarkı seslendirmişti o konserde. Majak Toşikyan’ın bir bestesi idi o şarkı; ya da bildiğimiz adıyla Cenk Taşkan’ın. Zaten Cenk Taşkan, Sibil’e el veren müzisyenlerden biriydi ve nitekim 2010 yılında piyasaya çıkan ilk albümünün de müzik direktörlüğünü yaptı.
Evet Sibil’le o konser vesilesiyle tanıştık ve arkadaş olduk ama benim için Sibil, dostluğu bir yana, sesine hayran olduğum, doğru ve iyi şarkı söyleyen bir şarkıcı. Nitekim kendi adını taşıyan ilk albümü de hem onu ve sesini geniş kitlelere tanıtmakla kalmadı, yayımlanmış ilk popüler Ermenice albüm olarak müzik tarihimize geçti. Albümdeki “Namag” adlı şarkıya çekilen klibin TRT ekranlarında gösterilmesi de bir başka ilk oldu. O günden bu yana yurt dışında ve içinde yaptığı konserlerle de adından söz ettiren Sibil, 2012’de Moskova’da düzenlenen Ermeni Müzik Ödülleri töreninde “Magical Voice (Büyüleyici Ses)” dalında ödül kazandı ve Türkiye’de yaşayıp da bu ödülü kazanan ilk kişi oldu.
Ne yalan söyleyeyim, Sibil’in müzik yolculuğunda giderek yükselen çizgisini göğsüm kabararak izledim, izliyorum. Bence önemli bir boşluğu doldurdu ve bileğinin/sesinin hakkıyla Ermeni müziğinin yeni yıldızı oldu.
Sibil’in ikinci albümü “Ser”, 2014 yılının Ocak ayında Ossi Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümde 11 şarkı ve 1 farklı versiyon var. Bu şarkıların 7’si Cenk Taşkan tarafından bestelenmiş, diğerleri ise tanınmış Ermeni bestecilerin eserleri. Levon Abrahamyan, Ara Gevorkyan,Aleksey Hekimyan bu isimler. Şarkı sözlerinde ise Hovhannes Shiraz, Artur Safaryan, Avet Barseghyan, Makruhi B. Hagopyan, Tuma Çelik, Vahan Teryan, Hamo Sahyan ve Ashod Krashi’nin isimlerini görüyoruz kartonette.
Albümde bir de anonim şarkı var. “Adanayi Voghpi” adını taşıyan bu şarkıyı Türk pop müziğini yakından takip edenler dinler dinlemez hatırlayacaklardır. Zira şarkının Türkçe versiyonu 2002 yılında “Sebebim Aşk” adıyla seden Gürel tarafından seslendirilmişti. Türkçe versiyon her ne kadar aşk üzerine yazılmış olsa da, bu şarkının orijinali aslında 1909 yılında Adana’da yaşanan olaylar sonrasında can veren Ermenilere adanmış bir ağıtmış. Sözlerini hiç anlamasanız, kartonetteki çeviriyi okumasanız bile şarkının notalarına sinen acıyı hissetmemek mümkün değil zaten.
Bilenler bilir, Cenk Taşkan hem uluslararası standartlarda besteler yapan, hem de yerel motifleri de yeri geldiğinde ustalıkla kullanan bir bestecidir. Nitekim Sibil’in bu albümünde de Taşkan’ın hem senfonik kalıplarda, hem de Ermeni halk müziğinin etkilerini taşıyan besteleri var. Ermeni halk müziği dediysem, hiç öyle uzaklara bakmayın; kulağımıza çok aşina ritimler, melodik yapılar var tüm şarkıların içinde. Aynı topraklarda yaşamışlığımızı, aynı duygulardan geçmişliğimizi her dakika hissediyorsunuz bu albümü dinlerken. Sibil’in su gibi sesi de cabası.
Albümdeki düzenlemeler de Cenk Taşkan tarafından yapılmış. Sadece “Siro Hekiyat” adlı şarkının düzenlemesi, bestecisi de olan Ara Gevorkyan imzasını taşıyor. Bir de “Avedyats Yergir” adlı şarkının “remix” versiyonu Mercan Dede tarafından düzenlenmiş.
Kendi inanç ve düşünce biçiminden başka türlüsünü benimseyeni “Çok af edersiniz, bilmem ne…” diye nitelendiren bir zihniyete, bir dile, bir üsluba inat daha çok dinlemek, anlamak, farkında olmak lazım. Hiçbir şey olmadıysa, bu albüm buna bir vesile olabilir. Çünkü müzik, aslında topyekûn sanat, en çok hatırlatandır bize “sadece insan” olduğumuzu.
ARA DİNKJİYAN – “FINDING SONGS” & “CONVERSATIONS WITH MANOL”
Ara Dinkjiyan, Türkiye’de daha ziyade Sezen Aksu ile birlikte yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Yakın bir tarihte bir kez daha İstanbul’a geldi ve Aksu ve Fahir Atakoğlu ile birlikte Zorlu Center PSM’de bir konser verdi hatta. Dinkjiyan Amerikalı bir Ermeni ama ailesi Diyarbakır kökenli. Yani kökleri yine bu topraklardan. Haliyle de ses verdiği notaları hep sevdik biz. Bir kaçını sayayım mesela: Sezen Aksu’dan “Vazgeçtim”, “Sarışın”, “Yine mi Çiçek”, “Son Sardunyalar”, “Hoş Geldin”, Ahmet Kaya’nın “Ağladıkça”sı en çok bilinenler olarak sıralanabilir.
Türkiye’de bir çok müzisyenler ortak çalışmalar yapan Dinkjiyan, dünyada ise en çok, Arto Tunçboyacıyan’la birlikte kurdukları Night Ark topluluğu ile yaptığı albümlerle biliniyor. Besteleri 13 farklı dilde kaydedilmiş, yanı sıra enstrümanistliği ile tanınmış bir müzisyen. İsmi dünya çapındaki ud virtüözlerinin en başında sayılıyor.
Kalan Müzik, geçtiğimiz Haziran ayında, Dinkjiyan’ın iki albümünü birden, tek bir ambalajla piyasaya sürdü. 2011 yılında kaydedilmiş “Conversations With Manol” ve 2013 çıkışlı “Finding Songs” adlı albümler bunlar.
“Conversations With Manol”, dünyaca ünlü ud yapımcısı Manolis Venios’un ürettiği bir uddan ilham almış bir proje albümü. Manos olarak da tanınan Manolis Venios’un ürettiği bir uda sahip olmak, dünyadaki her ud çalan enstrümanistin hayali imiş. Dinkjiyan, elindeki 1907 üretimi Manos udla tamamen emprovize, kendisinin “conversations” olarak adlandırdığı parçalar çalıyor albüm boyunca. Bunlar birer beste değil, ya da birer ud taksimi. Manos udunun kusursuz tınısı ile Dinkjiyan virtüözitesinin sohbeti sadece.
Ara Dinkjiyan, 1914 yılında İstanbul’da ölen ve çok sayıda ud ustası yetiştiren Manos başta olmak üzere, tüm “lütiye”lere adamış bu albümü.
“Finding Songs” albümü ise Dinkjiyan tarafından bestelenmiş ve düzenlenmiş 12 parçadan oluşuyor. Ara Dinkjiyan Quartet olarak Dinkjiyan’ın udun yanı sıra cümbüş, saz ve elektro cümbüş de çaldığı albümde, ona kemençesi ile Sokratis Sinopoulos, piyanosu ile Yannis Kirimkiridis ve perküsyonu ile Vangelis Karipis eşlik etmiş. İsimlerden de anlaşıldığı üzere, Yunan müzisyenlerle, Atina’da kaydedilmiş bir albüm bu.
Albüm kartonetinde yazdığını göre, Ara Dinkjiyan besteci sıfatından pek hoşlanmaz, kendisini “şarkı bulucu” olarak nitelendirmeyi tercih edermiş. Eh, bu da albümün ismini (“Finding Songs”) açıklıyor sanırım.
Diğer albümdeki eserler şarkı formunda olmadığı için bir şey diyemem ama bana kalırsa “Finding Songs”tan Türk popuna en az bir, muhtemelen birden fazla yeni şarkı çıkabilir; demedi demeyin.
İyi müzik dinlemek için, müzik beğeniniz doğrultusunda farklı alternatifler bulmak hiç de zor değil artık. Dinjkiyan’ın bu iki albümü de iyi müzik vaat ediyor. Aklınızda bulunsun.
YAVUZ HAKAN TOK, EKİM 2014, İSTANBUL
* Yazının başlığı Sibil’in albümünde yer alan “Mer Lezun (Dilimiz)” adlı şarkının çevirisinden alıntıdır.
İrem Derici’nin sık aralıklarla tekli yayımlaması artık bir espri konusu haline geldi. Hatta ben de ve bizzat kendisi de katıldı bu esprilere ama aslında abartıyor olabiliriz zira dünyada da bu iş böyle yapılıyor. Tabii Türkiye’de müzik sektörünün parametreleri çok farklı… Şöyle ki; “Kalbimin Tek Sahibine” teklisinin ardından “Üç” adı verilmiş yeni bir tekli daha yayımlanmış olmasına rağmen müzik televizyonları ve radyolarda hâlâ “Kalbimin Tek Sahibine” dönüyor ve hâlâ bu şarkının tıklanma rakamları üzerinden basın bültenleri yayımlanıyorsa, ortada bir stratejik hata var demektir. Kabul edelim ki, “Üç”, olması gerekenden erken yayımlandı.
DMC etiketiyle yayımlanan bu teklide, adından da anlaşıldığı üzere, 3 şarkı var. İlk şarkı sözleri İslam Seferli, bestesi ise Cahangir Cahangirov’a ait olan “Nazende Sevgilim”. Bu Azerbaycan şarkısı, Türkiye’de ‘60’lardan beri biliniyor ve seviliyordu zaten. Gönül Akkor’dan Suat Sayın’a, Esin Afşar’dan Ezginin Günlüğü’de dek, hem alaturka, hem halk müziği, hem de pop şarkıcıları tarafından seslendirilmiş ve bazı plaklarda “Değdi Saçlarıma Bahar Gülleri” adıyla geçmiş bu şarkıyı bu defa İrem Derici’den dinliyoruz. Niye dinliyoruz onu bilmiyorum. Sanırım DMC, İrem Derici’den bir “aşk şarkılarının unutulmaz kadın vokali” çıkarmaya ant içmiş. Ya da bir “dişi Ceceli”. Başka bir sebep göremiyorum.
Bunu bir kenara koyarsak, şarkının Rıza Esendemir tarafından yapılan düzenlemesi gayet yerli yerinde, İrem Derici’nin yorumu ise şarkıyı bir koro söylüyormuş da onun içinden İrem’in sesi çekip alınmış gibi. Öyle bir yorumsuzluk, öyle bir notalarla söyleme hâli. Sanki İrem şarkıdan biraz ürkmüş ya da yeterince içselleştirememiş gibi.
İkinci sırada söz, müzik ve düzenlemesi Erkin Aslan’a ait “Bir miyiz?” adlı şarkı var. Zaten tekli piyasaya çıkmadan önce servis edilen şarkı da bu olmuştu. Yine son derece romantik bir klip kompozisyonuyla servis edilen ve Türkçe popun her daim geçer akçesi İspanyol yürüyüşünden beslenen bu şarkı, neresinden baksanız orta karar bir pop şarkısı ama İrem Derici şarkıcı olarak çok daha fazla parlıyor bu şarkıda.
Sözleri Gökhan Şahin, bestesi ve düzenlemesi Emrah Karaduman’a ait üçüncü şarkı, “Nabza Göre Şerbet” adını taşıyor. Henüz klip çekilmedi ama teklideki asıl “hit” adayı bu şarkı gibi görünüyor. Çok basit ama memleket pop dinleyicisinin çok sevdiği türden bir melodik yapısı ve slogan sözleri var çünkü. Düzenleme de ona keza, hem “dj” hem de radyo dostu.
Bir önceki tekli vesilesi ile de yazmıştım. İrem Derici’nin yeri bir zamanlar Seyyal Taner’in, yakın tarihte Yonca Evcimik’in filan koşturduğu kulvar olmalı. Yani daha cesur, daha yenilikçi ve hatta daha çılgın… En azından ben kendi adıma, o potansiyelin var olduğunu düşünüyorum ama mesele onu açığa çıkaracak projeler tasarlayabilmek galiba (“Zorun Ne Sevgilim?” buna biraz daha yakın duruyordu.) Aksi halde “aşk şarkılarının unutulmaz kadın vokali” olmak ve de öyle kalmak kaçınılmaz görünüyor.
Yol Project, yıllardır müzik piyasasının içinde ve dahi sahne üzerinde olup da bir albüm yapmak için acele etmeyenlerden. Sahnede yerli ve yabancı “rock” şarkıları başta olmak üzere, “cover”lar ve kendi şarkılarından oluşan geniş bir repertuar ve etkileyici bir performansla kendi hayran kitlesini yaratan Yol Project’in ilk teklisi “Sonuna Kadar”, geçtiğimiz günlerde RUNLTD etiketiyle yayımlandı.
Grubun çatısını Zeki ve Orçun Açabey kardeşler oluşturuyor. “Sonuna Kadar”ın söz ve müziği ise Orçun Açabey’e ait. Düzenlemeyi Ender Çabuker yapmış.
Güzel bir şarkı, güzel bir yorum ve “rock” şematiği içine hapsolmamış enteresan bir düzenleme ile “Sonuna Kadar”, dikkat çekici bir şarkı. Ama ben yine de bu tek şarkıyla yetinmeyip grubun dillere destan canlı sahne performansını, o da olmazsa sahne videolarını izlemenizi de öneririm.
Hayatına müzik dokunmuş insanların yolu dönüp dolaşıp eninde sonuna yine müziğe çıkıyor. Bu genellemeyi haklı çıkaracak kaç biyografi okudum bilmiyorum ama Ferhat Çağlar’ın hikâyesi de aynen böyle. İzmir’de başlayan müzik macerası, onu Selanik’e kadar götürmüş bir dönem. Hem şarkı söylemek, hem de şarkı yazmak üzerine kurmuş sonra yaşamını. Ferhat Çağlar’ın ilk teklisi “Aşk Adam Ediyor”, geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle dijital platformlarda yayımlandı.
Neşeli bir şarkı ve neşeli bir kliple Ferhat Çağlar, güzel bir başlangıç yapıyor. Bir yanı çok şehvetli ve çok yüksek tempolu, bir yanı ise çok içli ve çok acıklı şarkılarla standardize olan günümüz Türk popu erkek şarkıcı prototipinden uzak duruyor en azından. Ufak tefek prozodi hatalarına karşın, net ve temiz bir şarkı söyleme biçimi var. Sesi kulak dolduruyor ve yormuyor. Tansel Doğanay’ın düzenlemesi, kıvrak ve kolay ezber edilir melodiyi ve sözleri destekliyor. Kendi adıma Ferhat Çağlar’ın bir sonra atacağı adımı merakla bekleyeceğim.
Dünyaca ünlü Belçikalı yıldız Lara Fabian ve ünü henüz memlekete sınırlarını aşmamış Cecelimiz, dünya pazarına da sunulacak bir tekli için bir araya gelmiş. “Al Götür Beni” adını taşıyan tekli, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.
Neresinden baksanız haber değeri var. Zira koskoca Lara Fabian bu. Yani Ömür Gedik’in Al Bano’yla düet yapması gibi bir şey değil. Dünyada ses getirir mi, ne kadar getirir, Ceceli’ye dünyanın kapıları açılır mı onu bilemem ama Türkiye’de sükse yapacağı kesin zira biz bayılırız böyle şeylere. Sertab, Rciky Martin’le yüz yüze bile gelmeden düet yapmıştı da biz ne sevinmiştik, hatırlasanıza. Üstelik Ceceli, Fabian’la sırt sırta poz vermekle kalmamış, sırt sırta klip bile çekmiş.
Buraya kadar her şey iyi hoş ama sözleri ve müziği Anthony James ve Yiorgios Ballapaisiotis tarafından ortak yazılmış bu şarkı öyle aman aman bir uluslararası “hit” olacak gibi de durmuyor. Mesela ikili bu şarkıyla Eurovision’a katılsaydı (ama Türkiye adına değil, Azerbaycan adına), kesin ilk 7’ye girerdi. Ya da bir Disney animasyonunda seslendirilmiş olsaydı bu şarkı, sinema salonunda izleyenlere duygusal anlar yaşatabilirdi. Peki daha fazlası? Elbette bu tarz şarkıların dünya çapında bir alıcısı var. Yoksa ne Lara Fabian olurdu dünya müziğinde ne de Celine Dion ve benzerleri. Ama bu kulvardan da öyle dakika başı bir “hit” çıkmıyor haliyle. “Al Götür Beni” de “A plus” değil belki ama “B” kategorisinde iş yapabilir gibi görünüyor en fazla. Daha fazlası olursa, o da Lara Fabian’ın kredisi hatırına olur.
Teklide şarkının İngilizce/Türkçe karışık ve tamamen İngilizce (“Make Me Yours Tonight” adıyla) versiyonları ikişer ayrı düzenlemeyle yer alıyor. Orijinal düzenlemeler Mustafa Ceceli, akustik düzenlemelerse Sinan Ceceli tarafından yapılmış. Dünya pazarına da aynı düzenlemelerle mi servis edilecek/edildi, o konuda bir bilgi bulamadım ama şayet öyleyse, Türk enstrümanlarının sakınmadan kullanılmış olması ve böylesi batı formunda bir besteye ustaca yedirilmesi enteresan olmuş. Ne diyelim; yolları açık olsun (pardon, Fabian’ınki zaten açık, temennimiz Cecelimiz için; pop müzikte bir Ceceli kolay yetişmiyii.)
Daha önce de yazmışımdır; Yeşim Salkım’ın sesine en çok Balkan havalarının yakıştığını düşünüyorum. Keşke “Sen Nasılsan Öyleyim” albümünün arkasında daha çok dursa ve peşi sıra benzer işler yapsaydı da demişimdir. İşte tam da öyle bir işle çıktı karşımıza Yeşim Salkım geçtiğimiz günlerde. Ne ki iki kere ters köşe bir iş bu…
Neden mi? Bir kere tamamen Balkan havasında düzenlenmiş “Şeker Oğlan” türküsü aslında bir Ankara türküsü ve Balkan coğrafyasıyla uzak yakın ilgisi yok. Dahası Yeşim Salkım bu türküyü bugüne dek bu taraklarda hiç bezi olmamış Gündoğarken (2.0 amcasız versiyon) ile birlikte söylüyor. ‘80’lerin Ferhan Şensoy menşeli dile pelesenk laflarından biriyle özetlemek gerekirse, tam bir “alakaya çay demle” durumu var. Ne ki hiç de fena olmamış. Ve de üstelik sadece dijital platformlarda, İşimiz Müzik etiketiyle yayımlanan bu tekli, aslında bir konser serisi projesinin ayağıymış. Yani Yeşim Salkım ve Gündoğarken bu tekliyle bir örneğini verdikleri tür/tarz üzerinden hazırladıkları konseptle, birlikte konserler vermeye hazırlanıyorlarmış.
Popüler müzikte ters köşe her zaman iyidir. Bazen hiç de yeni ve yaratıcı olmayan bir fikri öyle bir işleyip sunarsınız ki, beklenmedik bir başarı getirir size. Kim bilir belki Yeşim Salkım, Gündoğarken ve halk türküleri bileşimi de böyle bir sonuç yaratır, neden olmasın?
Erkan Güleryüz hakkında iki konunun altını çizmek isterim öncelikle.
Birincisi, hayır Erhan Güleryüz’ün kardeşi değil, hatta akrabası bile değil. Basit bir isim benzerliği bu. Kaldı ki onları birbirinden ayıran sadece bir harf farkı da değil. Zira müzikal anlamda da birbirlerine pek yakın oldukları söylenemez.
İkincisi, Erkan Güleryüz’ün ilk albümün 1996 yılında piyasaya çıkan “İstanbul Bekliyor” olduğu doğru değil. Ondan önce çocuk şarkıcı olarak yaptığı iki albüm daha var çünkü. Biri “Taverna Neşesi”, diğeri de “Kuşadalı Kız” adını taşıyor ve her ikisi de zamanında kaset formatında yayımlanmış, şimdilerde piyasada bulunmayan albümler (“Kuşadalı Kız”ı dijital platformlarda bulmak mümkün.)
Bunları yazıp rahatladığıma göre şimdi asıl konuya, yani Erkan Güleryüz’ün yeni mini albüme gelebilirim. “Beni Yollara Yazmışlar” adını taşıyan ve SN Müzik etiketiyle sadece dijital platformlarda satışa sunulan bu mini albüm, aslında bir tek yeni şarkı içeriyor ki o da albüme adını veren şarkı. “Beni Yollara Yazmışlar” bu albümde iki versiyonla yer alıyor.
Diğer üç şarkı ise yakın dönemde tekli ya da video formatında yayımlanmış, tanıdık şarkılar.
Sezen Aksu’nun birkaç yıldan beri kol kanat gerdiği, destek verdiği isimlerden biri Erkan Güleryüz. Bugünlere gelene dek basamakları birer ikişer değil, ağır adımlarla, hazmederek çıkmış bir şarkıcı Güleryüz. Diskografisine baktığınızda hep özenli işler yapmaya çaba sarf ettiği de çok net görünüyor. Nitekim Sezen Aksu ile ortaklığından ortaya çıkan şarkıların hemen hepsinde Aksu’nun ‘90’lı yıllarda Aşkın Nur Yengi’den Levent Yüksel’e dek sayısız genç isme verdiği şarkıların tadı, kokusu var. “Beni Yollara Yazmışlar” tam da böyle bir şarkı mesela. Derinlikli sözleri, akılda kalıcı melodisi ve Ozan Bayraşa’nın müzikal tadı yüksek düzenlemesi… Her şey yerli yerinde... Erkan Güleryüz de şarkıcı olarak şarkıyı iyi taşıyor.
Albümdeki diğer şarkılara gelince… 2009 yılında Kış Masalı adlı televizyon dizisinin jenerik müziği olarak kullanılan “Esmer”, 2010 yılında dijital tekli olarak yayımlanan “Aşk Dansı” ve 2011 yılında video olarak yayımlanan “Gül Bakalım”. “Esmer”in sözleri Sezen Aksu’ya, bestesi Aksu ve Mithat Can Özer’e ait, düzenlemesini ise Mustafa Ceceli yapmış. “Gül Bakalım” ve “Aşk Dansı”nın söz ve müzikleri Sezen Aksu tarafından yazılmış, düzenlemeleri Kıvanç K. yapmış.
Özellikle yukarıda bahsi geçen ‘90’lı yıllar Sezen Aksu şarkılarını sevenlerin bayıla bayıla dinleyeceği bir albüm bu. Erkan Güleryüz’ün sessiz sedasız ve de iddiasız bir biçimde ortaya çıkardığı bu küçük şahesere mutlaka kulak vermek lazım.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.