YÜKSEK ÖKÇELİ, KIRMIZI ŞARKILAR
Evvel zaman, kalbur saman içinde, bundan bir beş altı yıl kadar önce gecelerden bir gece, evvel ahir meftunu olduğum bir hanım sanatkârımızın Cihangir’in orta yerinden Boğaz’a 270 derece selam duran leb-i derya evinde, rahat kadife koltuklarda kırmızı şaraplarımızı yudumlar, karşılıklı tellendirdiğimiz sigaraların dumanlarını orta sehpasının eski ahşabını alazlandıran renk renk, şekil şekil mumlara doğru üflerken, salonu üst kata bağlayan merdivenin altına, geçkin ama edalı bir kadın gibi kurulmuş siyah piyanonun tuşlarına dokunuyordu Çiğdem Erken. Buna “basmak” denemezdi, evet düpedüz dokunuyor, hatta dokunmaya da kıyamıyor, siyah beyaz tuşların üzerinde parmaklarıyla adeta uçuyordu. Gözleri kapalı, sesi kırılgan, ürkek, ama bir o kadar da kendinden emin ve yırtıcıydı. Belki de sesi değil, şarkılarının sözleriydi o an yüreğimizi yırtan, bilmiyorum. Büyülü bir andı, her bir ayrıntıyı abartıyor, büyütüyor olabilirim.