(5 Kasım 2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Diğer müzik türlerinin aksine, caz müziğinde dünya çapında adını duyurmuş çok sayıda Türk müzisyen var. 11 yaşında konservatuar eğitimi almaya başlayan, eğitimini Hollanda’da devam ettiren ve caz müziğinde sadece icracı olarak değil, öğretim görevlisi olarak da kariyer edinen doçent unvanlı Baki Duyarlar da bunlardan biri.
Aynı adı taşıdığı, alaturka müzik bestekârı babasının ününü tamamen farklı bir müzik türünde sürdürüyor olmasına karşın, caz kompozisyonlarına Türk müziğinin izlerini sürmekten kaçınmayan bir müzisyen Baki Duyarlar. Nitekim yakın bir tarihte piyasaya çıkan son albümü “Kemenjazz”da da Derya Türkan’ın kemençesi eşliğinde, daha önce denenmemiş yeni bir müzikal form deniyor.
Baki Duyarlar ve Derya Türkan’ın yanı sıra Cem Aksel, Erdal Akyol, Dilek Türkan, Şenova Ülker ve Azize’nin de katkıda bulunduğu “Kemanjazz” sadece bir albüm adı değil; Türk caz müziğinin ya da Türk sanat ve halk müziğinin caz kalıplarındaki düzenlemeleriyle geliştirilmiş formun ötesinde bir işin, tek başına dünya caz literatürüne geçecek bir yeni bir denemenin de adı gibi (sanırım caz kelimesinin Türkçe imlası yerine “jazz”in tercih edilmesi de bundan.)
Yedisi Baki Duyarlar’a, biri Derya Türkan’a ait sekiz eserin yer aldığı bu albümde Duyarlar ilk kez sözlü eserlere de yer vermiş. Baki Duyarlar bu projenin oluşmasında Derya Türkan’ın kemençesinin ve bu enstrümanda geliştirdiği olağanüstü tekniğin ilham kaynağı olduğunu gizlemiyor. Özellikle albümün açılışında sözsüz versiyonuyla yer alan “Aşk Tanrısına” adlı bestede Derya Türkan’ın yaptığı kemençe taksiminin üzerine Azize tarafından yazılan sözlerle sözlü bir esere dönüşmesinin Duyarlar’ı bir müzisyen olarak çok heyecanlandırdığı albüm kartoneti için kaleme aldığı yazıdan da anlaşılabiliyor (nitekim bunun dünyada bir ilk olduğundan bahsediyor.)
Baki Duyarlar’ın yine Ada Müzik etiketiyle yayımlanmış önceki iki albümü (“Overseas” ve “Colors”) ile aynı görsel konseptte buluşturulmuş Hayalgücü Tanıtım imzalı nefis kapak kompozisyonu ile dinleyiciye sunulan bu albüm caz severlere her bakımdan yeni ve farklı bir müzikal yolculuğun kapılarını açıyor.
“Kemanjazz” hem başucunuza koyabileceğiniz, hem de arşivinizde uzun yıllar saklayabileceğiniz kıymetli bir albüm.
(29 Ekim 2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Popüler müziğin endüstriyel kanadında at koşturmanın tüm dünyada geçerli bazı kuralları var. Öncelikle uzun vadeli bir kariyer planı ve bu planın hayata geçirilmesi için çalışan iyi bir ekip, bu işin olmazsa olmazları. Şarkıcının söylediği şarkıdan giydiği kostüme, çekilen klibinden, basına yansıyan yüzüne kadar bir paket halinde, doğru sunulması ve pazarlanması ise bir başka gereklilik.
Murat Boz’un popüler müzik piyasasında Tarkan’dan bu yana en dikkat çekici yıldız olmasına karşın, bir türlü kendi kulvarındakilerden öne çıkamamasının sebebini de yukarıdaki paragrafta aramak gerekiyor sanırım. Nitekim 2011 çıkışlı “Aşklarım Büyük Benden” albümü kendi dinamikleri içerisinde Boz’un popülerliğini devam ettirmekten öteye geçemedi ve beklentilerin epey altında kaldı.
Murat Boz’un geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Dance Mix” adlı albümünde, son albümün bazı şarkıları yeni düzenlemelerle karşımıza çıkıyor. Yeterince ses getirmemiş albümlerin “remix” takviyesiyle temposunu yükseltmek son dönemde sıkça tercih edilen, ne çare ki sonuç getirmeyen bir çaba.
Nitekim Boz da “Dance Mix” albümünde sırtını bir önceki albümün “hit”lerinden “Özledim”e yaslamış gibi görünüyor. Daha önce Ozan Doğulu albümünde kullanılan “Yazmışsa Bozmak Olmaz”ı bir kenara koyarsak, geride kalan yedi “remix”, Erdem Kınay gibi, Gürsel Çelik ve Kıvanch K. gibi bu alanda söz sahibi isimlerinden ellerinden çıkmış olmasına rağmen kıyametler koparacak gibi görünmüyor. Şarkılar yeterince güçlü olmayınca “remix”lerin kuş konduramadığını da bu vesileyle bir kez daha görmüş oluyoruz.
Murat Boz’un kariyerinde ulaşmak istediği hedef nedir bunu bilmiyoruz ama, son yıllarda gerek söylediği şarkılar, gerekse çizdiği imajla kendini konumlandırdığı yerin, aslında olabileceği/olması gereken yerden çok uzakta durduğu bir gerçek. Bir ‘ara albüm’ olarak kabul edilebilecek bu çalışmanın da diskografisinde bir artı puan olarak anılmayacağını söylemek sanırım yanlış olmaz.
Sıla’nın “Joker” albümüyle hem kendi kariyerinde, hem de günümüz popüler müziğinin seyrinde çıtayı ciddi bir biçimde yükselttiğini yazmıştım bundan bir süre önce. Bir ‘ara albüm’ projesi olmanın çok ötesinde bir işti ve daha uzun bir süre tadı çıkarılabilirdi. Bundandır ki yeni albümünün hazırlıklarını tamamladığını öğrendiğimde, biraz erken davrandığını düşünmüştüm. Neden acele edildiğini ise yeni albümü dinlemeye başlayınca anladım.
Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Vaveyla”, adının taşıdığı çığlığı içinde saklayan bir albüm. Sanki yüksek bir yardan, ucu görünmeyen bir uçuruma doğru atıyor çığlığını Sıla. Önce yok olup gidiyor sesi, sonra dalga dalga, yankılanarak geri dönüyor. “Ne oluyor burada?” diye dönüp baktırmıyor belki ilk anda ama sonrasında yankılar peşinize takılıyor ve kolay kolay da bırakmıyor. İşin sırrı da burada zaten; iddiasız ama aslında çok iddialı, sessiz, sakin ama aslında çığlık çığlığa bir Sıla var bu albümde. Tıpkı “Joker”de olduğu gibi.
Belli ki Sıla, “Joker”de ekibiyle birlikte yakaladığı sinerjiyi bu defa yeni şarkılarla sürdürmek istemiş. Nitekim bu yeni albüm tamamen aynı konseptle ortaya çıkarılmış. Aynı ekip (senfonik yaylılar hariç), aynı akustik düzenlemeler, aynı süssüz, makyajsız, dolgusuz, yalın müzik kaygısı.
Geçenlerde “Vaveyla”yı yakın dinleme (müzik yazarı kulağıyla dinleme) seanslarımdan birinde her nasılsa müzikçalarımın şarkıları rastgele karıştırma özelliğini açık bırakmışım. Albümden bir şarkının hemen arkasından “Vur Kadehi Ustam” çalmaya başladı ve ben ancak birkaç dakika sonra farkına varıp gayri ihtiyari, “Nasıl yani, Sıla bu şarkıyı yeni albümünde bir daha mı söylemiş?” diye düşündüm. “Joker” ve “Vaveyla”nın birbirine çok yakın tınıları beni bile faka bastırdı anlayacağınız.
Bu anlamda “Vaveyla”, “Joker”in bir devamı, hatta ikinci diski gibi. Bunun altını yermek maksadıyla mı çizip duruyorum?.. Elbette hayır. Tam tersine, popüler müziğin tam orta yerinde at koşturmakta olan bir şarkıcının “Joker” gibi bir albümle aldığı riski, eski şarkılarının yeni düzenlemeleri koruyucu kalkanından çıkarıp, bu defa yeni şarkılarıyla tekrar göze almasını neresinden baksanız cesurca buluyorum. Bu pencereden baktığımda ise doksanlarda Nazan Öncel’in “Göç”ü neyse, iki bin onlarda Sıla’nın “Vaveyla”sının o olabileceğini düşünüyorum. Aradaki fark Nazan Öncel’in o albümü beklenmedik bir şekilde önümüze koyuvermesiydi; Sıla ise “Joker”le bizi buna hazırlamıştı.
Tabii bütün bu saydıklarım, albümün popüler müziğin seyri içerisindeki duruşuyla, müzikal yapısı, düzenlemeleri ve icrasıyla ilgili övgüler. Başka bir açıdan bakarsak da “Vaveyla” kendi başına bir başyapıt olma fırsatının kıyısından dönmüş bir albüm olarak da tanımlanabilir.
Bu çentiği atma sebebim şudur ki; albümde bugüne dek Sıla albümlerinden alışık olduğumuz tarzda, ilk dinleyişte alıp götüren, çok çarpıcı, çok vurucu bir şarkı yok. Daha dikkat çekiciler, daha etkililer var elbette ama ortalama şarkılarla başa baş sayıda. Sanki “Joker”in devamını getirme kaygısı ve peşi sıra gelen altyapıya, “sound”a, kayıtların niteliğine (yani ince işçiliğe) konsantre olma telaşı esnasında, asıl hammadde (yani şarkıların çıplak haldeki gücü) gözden kaçırılmış gibi. Bu durum albüme müzikal tercihinden çok daha büyük bir risk yüklüyor.
Albüm “Çocuk”la müthiş bir açılış yapıyor. Özellikle ritmin ve senfonik yaylıların yükseldiği bölümün damakta bıraktığı müzikal tat, albüme dair beklentiyi bir hayli yükseltiyor. Ne ki ardından gelen “Her Şey Yolunda” o etkiyi devam ettiremiyor. Aynı şekilde “Açık Deniz”in de alışageldiğimiz yaratıcı ve farklı Sıla şarkıları çizgisine çıkamadığını görüyoruz.
Ancak ilk üç şarkının çok açık fark ettirdiği bir şey var ki, o da Sıla’nın şarkıcılık mahareti. Özellikle bu tip akustik, az enstrümanlı, az gürültülü kayıtlarda soliste daha çok iş düştüğü kaçınılmaz bir gerçek. Sıla bu işin üstesinden bileğinin hakkıyla geliyor. Ne kadarı Sıla’nın entonasyon başarısı, ne kadarı kayıt masasının başında oturan Arzu Alsan’ın el çabukluğu marifeti bilmiyorum ama solistin kelime aralarındaki derin nefes alışlarını hemen hiç duymuyoruz bu albümde (Mesela Candan Erçetin’in herhangi bir albümünü nefeslerini duyarak dinlemeye başlayın, iki şarkı sonra kapatmak isteyeceksiniz.) Bir de şarkıların ruh halini ve duygusunu hiç yitirmeden, doğru vurgular ve baskılarla, doğru prozodi ve teknikle söylüyor Sıla ki bu da artık giderek daha az bulunur bir nitelik haline geldi şarkıcılarda. Evet yer yer sertleşiyor, dayılanıyor, zaman zaman da teatralleşiyor belki ama bütün bunlar başından beri Sıla vokalinin alamet-i farikaları zaten. Olmazlarsa da olmaz gibi.
Albümün adındaki çığlığı en çok “İmkânsız”ı dinlerken duyuyorsunuz. Düzenlemede senfonik yanı vurgulanan şarkı, pekâlâ daha yüksek sesli elektrogitarları, hatta daha sert bir davulu bile kaldırabilirmiş. Albümün çıkış şarkısı olan “İmkânsız”, kolay algılanabilecek bir şarkı değil, hatta klipte de altı çizildiği üzere depresif yanıyla genel geçer pop kategorisinde dinlenilmesi zor da bir şarkı ama albümün iyi şarkılarından biri olduğu da bir gerçek. Ardından gelen “Panik Atak” ise hareketli ve sloganlı olsun diye yapılmış gibi duran, ne ki Sıla’nın bu türde daha önce yaptığı işleri mumla aratan bir şarkı. “Hâlâ” tipik bir Sıla şarkısı. Albümde öne çıkması muhtemel işlerden biri. Aynı şekilde peşi sıra gelen “Esaret” de kolay algılanabilecek bir şarkı. Şarkıda geçen “Bu öğretilen cehaletin vebali esaret” cümlesini bireysel de alabilirsiniz, toplumsal da. Bana bugün bu ülkede yaşadıklarımızın beş kelimelik bir özeti gibi geldi mesela. Sıla’nın şarkı sözü yazarlığından şüpheye düştüğüm hiç olmadı gerçi. Nitekim Türkçeyi ne denli iyi kullandığına dair birçok iz var bu albümde de. Bu şarkı da onlardan biri.
“Çok Sevdiğimden” albümde belki de kulağı en kolay yakalayan şarkı. Bir dinleyişte mırıldanmaya başlıyorsunuz. Bana soracak olsalar, ikinci klip bu şarkıya çekilmeli derdim. Ardından gelen “Leylâ” ise çok basit bir melodi üzerine “açılsın, saçılsın, kaçırsın” nakaratıyla vasat sularda yüzen bir şarkı. Düzenlemede gitarın ‘muzır’ eşliği eğlenceli, hepsi o kadar.
Diğer şarkılardaki senfonik havanın aksine “Issız Ada”, alaturka keman girişiyle başlıyor ve alaturka bir ritimle de devam ediyor. Sıla şarkılarının alaturkayla yakın teması malum. Bu albümde bundan özellikle kaçınılmış belki ama bir taneden de bir şey olmaz diye düşünülmüş olmalı.
Daha önce Linet tarafından seslendirilen “Aslan Gibi” ise bu albümün en eğlenceli şarkısı olmuş. Bestesi Sezen Aksu’ya, sözleri Sıla’ya ait bu şarkıyı Linet söylediğinde, özellikle her “dipçik gibi sağlam duracaksın ayakta” dediğinde irkildiğimi, oturduğum yerde ister istemez doğrulduğumu, Linet’in hırsından ve (kime ve niyeyse artık) öfkesinden ürktüğümü hatırlıyorum. Neyse ki Sıla ve ekibi şarkıyı cümbür cemaat, kahkahalı, esprili ve alkışlı bir şekilde, bir nevi makaraya sararak söylemişler. Çok da iyi olmuş. Hem şarkı ruhunu bulmuş, hem de albümün kurşuni renkli atmosferinde bir şarkılık gün ışığı sızmış içeriye. Tabii konsept itibarıyla bu düzenlemeyi “Joker” albümüne konmamış da burada değerlendirilmiş gibi düşünmekten de kendini alamıyor insan.
Albümün sonunda “Açık Deniz”in “(K)açık Deniz” ve “Esaret”in “(C)esaret” adı verilmiş farklı düzenlemeleri var. Burak Erkul ve Arzu Alsan tarafından yapılan bu düzenlemeler, söz konusu şarkıları farklı bir kulakla dinlemenin, onlardan farklı tatlar almanın yolunu açıyor dinleyene. Seksenler elektronik müziğinin ve yetmişler disko müziğinin izlerini taşıyan bu iki düzenleme bence çok da gerekli değilmiş aslında ama meraklısını memnun edebilir.
Albümün ruh haline uygun olarak siyah beyaz fotoğraflar ve minimalist bir tasarımla sunulan kapak kompozisyonu gayet güzel. Fotoğrafları çeken Elif Çakırlar ve Barış Aras ile kartonet tasarımını yapan Gözde Mutluer son derece yerli yerinde işler çıkarmışlar. Tıpkı albüme emek veren tüm müzisyenler, kayıtları yapan teknisyenler ve bizzat Sıla’nın kendisi gibi.
Sıla’nın bundan sonra bir başka yöne doğru yine beklenmedik bir adım atarak bizi şaşırtacağını düşünüyor ya da umuyorum diyelim. Onda ve ekibinde bu cesaret ve müzikal birikim var. Ne ki bundan sonra ne yaparsa yapsın, aslolanın şarkı olduğunu da gözden kaçırmaması gerekiyor. Özellikle beste konusunda kendisini tekrarlamaya başlar ve (“Çocuk” şarkısından alıntıyla) “özü kaybederse” hayal kırıklığımız büyük olacak zira. Dileriz bize bunu yaşatmaz. Çünkü bu albüm bir kez daha gösteriyor ki Sıla, iki bin onlu yılların kurak pop müzik çölünde bulunmaz bir vaha gibi. Umarım hep öyle kalır.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.