Soner Arıca’yı sahnede ilk kez ‘90’ların bir yerlerinde Açık Hava Tiyatrosunda yapılmış Yılmaz Zafer yararına bir gecede izlemiştim. Bir dolu şarkıcının katıldığı o gecede Arıca’nın sahneye çıktığı dakikalar benim için çay molasıydı aslına bakarsanız. “Mankendi, şarkıcı oldu işte; kendi çapında bir şeyler yapıyor,” gibi bir önyargım vardı çünkü. O ara herkes popçu oluyordu zaten. O da gelir geçerdi. Ama o gece sahnede tek bir şarkıyla izlediğim adam, enteresan bir şekilde etkiledi beni. Sahnede çok iyi duruyordu. O gece sahneye çıkan nice şarkıcıdan daha iyi duruyor, sahneye yakışıyor, sahneyi dolduruyordu. Niyeti de ciddiydi belli ki; müziği enikonu iş edinmişti. Yazdım bunu bir kenara ve o günden sonra Soner Arıca albümlerine daha fazla ilgi göstermeye başladım.
Enteresan bir müziği vardır Rafet El Roman’ın. Bazen sever, bazen ‘gıcık’ olursunuz. Ortası yok gibidir. Şahane melodiler yakalar, vasat sözler yazar, Alman aranjör destekli düzenlemeleri şarkılarını klasik Avrupa popuna (yetmişli yıllar Fransız, Alman, İtalyan şarkıları) yaklaştırır; tam kulağınıza hoş gelmeye başlamışken, o bir türlü düzeltemediği Alman aksanlı Türkçesi tadınızı kaçırır. Onu ilk tanıdığımız 1995 yılından beri böyle bu. Yani en azından benim için böyle. İlk albümündeki “Seni Seviyorum”lar, “Şu Hayatta”lar çok sempatik gelmişti mesela. Ardından macera dolu “Amerika”sını duyunca bizimle kafa geçtiğini düşündüm. 1996’da Ajda’ya verdiği “Bilsen Sevgilim”, birçok Ajda şarkısından daha çok Ajda şarkısı gibi geldi kulağıma. “Son Mektup”a, “Hanımeli”ne bayıldım. Aşkın Nur Yengi’ye eteklerini tuta tuta o pek sevdiği Latin danslarını yapma imkânı veren “Peşindeyim”i demode buldum. “Yalancı Şahidim” gibi şahane bir şarkıyla aynı albümde “Kumral Bomba“yı söyleyip, İsmail YK’lığa göz kırpmasına anlam veremedim.
2005’ten bugüne kadar gelen süreçte ise sanki başka bir kitlenin peşinde koşmaya başladı. Şarkılarının arabesk dozu gözle görülür biçimde arttı, şarkı sözleri vasatın iyice altında seyretmeye başladı ve galiba benim Rafet El Roman müziğine sempatim de bu dönem de azaldı. Hele geçen senenin en sevilen şarkılarından biri oluveren “Senden Sonra”, pek fenaydı. ‘Rafet iyiden iyiye Yıldız Tilbe’ye bağladı’ bile demişliğim vardır şarkıyı ilk duyduğumda. Yanlış olmasın, şarkıyı ve bu tarzı sevenlere bir sözüm yok; sadece tıpkı Yıldız Tilbe’den beklediğim gibi Rafet El Roman’dan da, en azından daha önce yaptıklarına hürmeten daha iyi şeyler duymayı bekliyordum.
Rafet El Roman’ın yeni albümü “Yadigâr”, geçtiğimiz günlerde Emre Plak etiketiyle piyasaya çıktı ve ne yalan söyleyeyim, uzun süre sonra nihayet beklediğim gibi bir Rafet albümü dinlerken buldum kendimi. Ve sevindim.
Bir kere tamamen kendi bestelerine yaslanmamış, önceki albümlerinde de zaman zaman birlikte çalıştığı söz yazarı ve bestecilerden bu defa daha fazla yararlanmış. Üstelik bunlar adlarını Türk müzik piyasasında çok sık duyduğumuz isimler değil. Yani El Roman’ın aranjöründen bestecisine, zaman içerisinde yarattığı kendine özel çevre, bu albümün altındaki itici güç olmuş.
Bununla beraber albümle ilgili yayılan ilk haber Rafet El Roman’ın “Yadigar” şarkısını Almanya’da yaşayan müzisyen Kerim Büyükarslan’dan 100 bin TL karşılığı satın aldığı oldu. İster istemez Rafet’in de artık İbrahim Tatlıses misali manevralarla albüm kotarmaya başladığını düşündüm. Yani kalpten değil, cepten harcayarak da çok satacak, çok tutacak albüm yapmak mümkündü. Haber doğrudur, yanlıştır, reklamdır, değildir orasını bilemem. Ama dinledim ve kabul ettim ki “Yadigâr” kolay akılda kalan, şeker şurup bir şarkı, bir yazlık “hit”. Albümü güzel açıyor ve bu tarzı severek dinleyenlerin kulak kesilmesini sağlıyor. Sonrası da çorap söküğü gibi geliyor zaten.
Gökhan Güneş’in 2012 yılında yayımlanan “Bunun Adı Aşk” albümünde yer alan, söz ve müziği kendisine ait “Kalbine Sürgün”, Güneş’i internet üzerinden keşfedenlerin sevdiği bir şarkı olmasına rağmen o dönemde yeterince dolaşıma girmemişti. Rafet El Roman bir uyanıklık edip şarkıyı almış ve bu albüm için Azeri şarkıcı Ezo ile düet yaparak söylemiş. Ve şarkı buradan yol aldı, şu sıralar ciddi ciddi “hit” oldu. Yani daha ikinci şarkıda ikinci golün atıldığına şahit oluyoruz. Sesi ve stili bir parça Şebnem Ferah’ı andıran Ezo da, bu şarkının gücüyle yıldızını parlatmış görünüyor. Tabii “ben seni şok sevdim” yerine “ben seni çok sevdim” diyebilseymiş tadından yenmezmiş, o ayrı. (Şarkıyı Şebnem söylese, muhtemelen o da “şok” derdi, o da ayrı.)
Sonrasında bakıyoruz ki turnayı bir kez daha gözünden vurup, bu defa da bir Barış Manço şarkısını yeniden söylemiş Rafet El Roman. Hani onca Barış Manço şarkısı arasında en çok hangisi Rafet El Roman’a yakışır diye sorsalar aklıma ilk bu şarkı gelir miydi, onu bilemiyorum ama, ancak bu kadar yakıştırabilirmiş kendine. Şarkıdan ince ince esen arabesk esintisi, sözleri filan sanki 2010’lu yıllarda Rafet El Roman söylesin diye düşünülüp yazılmış gibi. ‘90’larda söylese olmazdı; ama şimdi olmuş. Şarkıyı zaten severdim, Muazzez Ersoy söyleyince bile sevmiştim ki bu versiyon çok daha iyi.
Bir de unutmadan, şarkının bu yakınlarda Nazlı tarafından da yeniden seslendirilmesi ve o versiyonun yok yere güme gitmesi de bir “cover” piştisinin doğal cilvesi oldu. Tıpkı geçenlerde şahit olduğumuz “Sultan Süleyman” vakası gibi. Bana sormayın, sorarsanız şarkının Erdem Kınay aranjesiyle epeyce hareketlenmiş Nazlı versiyonuna pek bayılmadığımı söylerim; hem Nazlı’ya hem de Nazlı’ya destek için klipte de oynayan Doğukan Manço’ya ayıp olur.
Albümde sözü müziği Rafet El Roman’a olan tek yeni şarkı “Ayrılık”, bildik El Roman romantizmine davetiye çıkarıyor. Davete icabet edip etmemek size kalmış. Peşi sıra ise bir Ender Gündüzlü düeti ile çıkıyor karşımıza Rafet. Şarkının adı “Körü Körüne”, sözleri Hakkı Yalçın ve Ender Gündüzlü’ye, bestesi ise Ender Gündüzlü ve Can Sanıbelli’ye ait. Rafet El Roman diskografisine daha önce “Sürgün”, “Yalancı Şahidim” ve “Bana Sen Lazımsın” gibi dikkat çekici şarkılar kazandırmış Ender Gündüzlü, 2008 yılında “Enderin” adını verdiği bir de solo albüm yapmıştı. İyi bir albümdü ama yeterince duyurulamadı. “Körü Körüne” Batı müziği normlarında, yavaş tempolu düet şarkıları sevenlerin ilgisiz kalmayacağını düşündüğüm bir şarkı. Çekilecek bir kliple alır yürür gibi. Sanırım bu şarkı Gündüzlü için de bu kez doğru bir çıkışa kapı açabilir.
Sırada söz ve müziği Çiğdem Şatıroğlu’na ait olan “Yollar” var. İzmirli müzisyen Çiğdem Şatıroğlu da Rafet El Roman’la tıpkı Ezo gibi, Müzik Benim Hayatım projesi sayesinde tanışmış. 2010 yılında Rafet El Roman’ın başlattığı bu projede bugüne dek adını duyurma fırsatı yakalayamamış genç müzisyenler, projeyle aynı adı taşıyan internet sitesine şarkılarını yüklemek suretiyle seslerini ve bestelerini kitlelerle paylaşabiliyorlardı. Rafet El Roman bu gençlerden 10 tanesini ortak bir proje albümünde buluşturacaktı. İşte Çiğdem Şatıroğlu da onlardan biriymiş ve hatta “Yollar”ı, o albüm için Rafet’le düet yaparak seslendirmiş. Ancak şarkıyı çok beğenen El Roman, karar değiştirerek kendi albümüne almış. Şarkı sadece bu albümün iyi şarkılarından biri olmakla kalmıyor, Çiğdem Şatıroğlu ismini bundan sonra sıklıkla duyacağımızın da sinyallerini veriyor.
“Mümkün Değil”, Azeri besteci Hüseyin Abdullayev’e ait bir şarkı. Şarkı Azerbaycan’da, üç erkek solistten oluşan Şeron adlı popüler bir vokal grubu tarafından seslendirilmiş ve epeyce de sevilmiş. Rafet El Roman şarkının sözlerini Azerbaycan Türkçesinden birebir adapte etmiş. Sezar’ın hakkı Sezar’a, bu şarkı da Rafet’e cuk oturmuş. Albümün en iyi şarkısı değil belki ama diğerlerinin arasında yabancı da durmuyor.
Hemen ardından gelen “Kumsaldaki İzler” ise ‘60’lı yıllarda hem Juanito hem de Selçuk Ural tarafından seslendirilmiş bir aranjman klasiği. Sözleri Fecri Ebcioğlu tarafından yazılmış şarkı, Rafet El Roman’ın zaten alışık olduğumuz eski stil Avrupalı pop müzik stilinin altını bir kere de “cover” kalemiyle çiziyor. Hiç öyle ‘modernize edelim, bugüne uyduralım, coşturalım’ kaygısına girmeden, gayet ‘60’lar tadında bir düzenleme yapılmış ve böyle yapıldığı iyi de olmuş. Aynı şeyi bir Ayten Alpman “cover”ı olan “İstersen” için de söyleyebilmek mümkün. “İstersen” bir ‘70’li yıllar şarkısı ve “sound” bu defa o yılların havalarından çalıyor. Bir kez daha yinelemek zorundayım ki Rafet El Roman bu şarkıyı da kendine çok yakıştırmış. Yani yukarıda bir yerde bahsini geçirdiğim, ‘doğru şarkı seçiminde İbrahim Tatlıses pratiği’ sahiden işe yaramış gözüküyor. Bu şarkının bu haliyle bir Rafet El Roman romantik “hit”ine dönüşmemesi için hiçbir sebep yok.
“Kumsaldaki İzler” ve “İstersen”in arasında ise Rafet kendi kendini “cover”lamış ve ilk albümünden “Leyla”yı yeniden söylemiş. Bu vesileyle şarkının 1995 versiyonunu da açıp dinledim ve Rafet El Roman’ın “Türkçemi bayağı düzelttim,” tezine ne kadar katılmadığımı bir kere daha tasdik etmiş oldum. Ses biraz kalınlaşmış, olgunlaşmış, hepsi bu. Yeni düzenleme ve özellikle de Göksun Çavdar’ın muzır klarnet solosu çok şahane, onu da ayrıca söylemek lazım.
Yeri gelmişken albümde bütün düzenlemeler Alman müzisyen Steffen Müller tarafından yapılmış. Rafet El Roman uzun süredir onunla birlikte çalışıyor ve belli ki hem Batı, hem Türk müziğine hâkim Müller, her defasında tamamen El Roman’a özgü bir iş çıkarıyor. Bu albümde de öyle olmuş. Her şey çok dozunda ve abartısız ki ayılıp bayıldığımız birçok Türk aranjörün en büyük kusuru da bu abartı meselesi zaten. Ben Rafet olsam, ben de Müller’den şaşmazdım sanırım.
Murat Çiftçi tarafından çekilen fotoğrafların ve Emel Yavuz imzalı kartonet tasarımının göze gayet hoş göründüğünü de eklemeliyim. Yeşil tonlarının hâkim olduğu tasarım, albüme şık bir görsel bütünlük sağlamış.
Sözün özü; Rafet El Roman’ı zaten severek dinleyenler daha da çok sevecektir, orası kesin. Benim gibi ara sıra ‘gıcık’ olanlarsa bu albümlük memnun kalabilir. Yok, eğer bütün bütüne önyargılıysanız, zaten bu yazıyı buraya kadar okumamışsınızdır nasılsa.
(29 Temmuz 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Okullu değil, alaylı bir oyuncu ve müzisyen Ayça Zeynep Aydın. Reklam filmleri ve birkaç televizyon dizisi sonrası, kendini bildi bileli yazdığı şarkıları bir albümle dinleyiciye sunmaya karar vermiş. Murat Matthew Erdem’le birlikte çalışmaya başlamış ve bu süreçte Tarkan ve Özkan Uğur’dan da destek görmüş. Albüm tamamlandığında Ayça Zeynep Aydın Japoncada “iyiye, güzele doğru giden”, Arapçada ise “yüzde yüz” anlamına gelen Miya adını almış. Miya’nın ilk albümü “Uzaklaşmalıyım”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı.
Yakın bir zamanda yazdıklarımı çürütmek pahasına kabul etmeliyim ki, enine boyuna bir müzik deneyimi edinmemiş, bugüne dek şu veya bu şekilde müzik sektörünün içinde dirsek çürütmemiş bir isim olmasına karşın, Miya son derece profesyonel bir ilk albümle karşımıza çıkıyor. Bu her bakımdan böyle… Hem çok iyi bir şarkı yazarı ve şarkıcıyla tanışıyor, hem de gerek müzikal, gerekse teknik açıdan standartların epeyce üzerinde bir albüm dinliyoruz çünkü. Şaşırtıcı derecede iyi, hatta kusursuz.
Albümde tamamı Miya tarafından yazılmış 10 şarkı var. Murat Matthew Erdem bu şarkılardan birinin sözlerine, bir diğerinin ise müziğine katkıda bulunmuş. Erdem ayrıca 9 şarkının da düzenlemesine imza atmış (iki şarkıda Miya ile ortak.) Albümde bir de Gürsel Çelik düzenlemesi var.
Son birkaç yıldır giderek artan sayıda alternatif müzik albümü dinliyoruz. Bunların içinde Mabel Matiz gibi ana akım tekelini kırabilenler de var ama genellikle bu tür albümler büyük dinleyici kitleleriyle buluşamıyor. Bunda sektörün cilveleri kadar etkisi olan bir diğer unsur da alternatif müzik icra edenlerin “farklı olma” çabasındaki ayar kaçıklığı. Mesela ben Türkçe alternatif müzikte kelimeleri darmadağın etmeden, harfleri sağa sola çekiştirip durmadan telaffuz eden az sayıda şarkıcı ismi sayabilirim. Miya öncelikle bunun dersini veriyor. Hem duygusunun, hem de tekniğinin hakkını vererek, doğru dürüst şarkı söyleyerek de alternatif müzik yapılabiliyor işte pekala. Şarkı sözleri de ona keza. Yersiz aforizmalar, muğlak metaforlar yerine gayet anlaşılabilir cümlelerle derdini anlatıyor Miya. Üstelik bunu gayet suya sabuna dokunarak yapıyor. Kırıldığı, içine kapandığı satırlar da var şarkılarında, karşı durduğu, direndiği, eleştirdiği satırlar da. Hepsi samimi ve sahici geliyor kulağa. Üstelik şarkılar bir alternatif müzik klişesi olarak tek melodinin peşine takılıp giden cinsten değil; aksine, çıplak sesle de, düzenlemesiz de söylense kulağa yer edecek, ıslıkla çalınabilecek (böyle bir kriter var evet) besteler.
Albümde en çok “Biri Var”a bayıldığımı söylemeliyim. Son zamanlarda dinlediğim en iyi şarkı desem sanırım abartılı olmaz. Yaşadığı şehre sığamayan herkese dert ortağı olacak “Uzaklaşmalıyım”, ve aşkın saf halini açığa çıkaran “Aslında” da diğer favorilerim. “Büyüme”nin ve “Dünya”nın hakkını da yemek istemem. Aslına bakarsanız her bir şarkı o kadar sağlam duruyor ki yerinde, birini çekip öne çıkarsanız, diğerine haksızlık olur. Ağzınızın tadı bir an bile kaçmadan bir bütün olarak dinlemekten sıkılmayacağınız bir albüm desem galiba en doğru tanımı yapmış olurum. “Blues”, pop-caz, elektronik pop müzik sevenlerin bu albümü bir parça daha çabuk benimseyeceğini düşünüyorum. Bir de Ortaçgil sevenlerin. Laf aramızda, yıllardır nice isme yakıştırılan “dişi Ortaçgil” tanımlaması üzerine bu albümden sonra bir iyice düşünmemiz lazım. Özellikle de “Büyüme”yi dinledikten sonra. Albüm kitapçığını süsleyen ve her bir şarkının hikâyesini kelimenin tam anlamıyla “resmeden” Ergün Gündüz çizimleri kartonetin nasıl albümün olmazsa olmaz bir parçası haline getirilebileceğine dair az bulunur bir örnek. Bu kıymetin dijital satışta bir karşılığı yok, onu da hatırlatayım.
(22 Temmuz 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Deha’nın çocukluğu ve ilk gençliği İzmir’de geçmiş. Daha 12 yaşındayken sahneye çıkmaya başlayan Deha, İzmir’de edindiği deneyimi Akademi Türkiye yarışmasına seçilerek ülke çapında tanınma noktasına getirmeyi başarmış. Deha 2009 yılında “5555” adı verilmiş 5 şarkılık bir mini albüm yapmış ve bu onun ilk albümü olmuştu. O albüm pek fazla ses getirmedi. 2010 yılında yayımlanan “Yeni Hayat Felsefem” adlı tekli de umulan başarıyı yakalayamadı ama bütün bunlar Deha’nın yolunu bulmak için attığı adımlar olarak kariyer hanesine yazıldı.
Deha’nın yeni albümü “Mutasyon”, geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümün prodüksiyonu Stardium Müzik, Onur Özışık tarafından yapılmış. Müzik direktörü ise İskender Paydaş. 9 şarkılık albümün tek “cover”ı olan “Yalancı Dünya”, 2011 yılında dijital platformlarda servis edilmişti. Albümün o günlerde piyasaya çıkması bekleniyordu ama çeşitli sebeplerle gecikti.
Öncelikle şunu söylemek lazım ki, Deha bu albümünde önceki çalışmalarına kıyasla çok daha profesyonel. Bu hem şarkı seçimi, hem birlikte çalışılan ekip, hem de bizzat Deha’nın şarkıcılığı için geçerli. Çok daha iyi şarkı söyleyen, sesine ve kelimelerine hâkim bir şarkıcı olmuş Deha (yani albüme adını veren dönüşüm sahiden gerçekleşmiş.)
Albüm “Tamam” ve “İntikam” gibi ardı ardına iki güçlü şarkıyla açılıyor. Son derece modern, günün ritmini, algısını doğru yakalamış, genç şarkılar bunlar. “Tamam”ın sözleri İsra Gülümser tarafından yazılmış, bestesi İskender Paydaş tarafından yapılmış. “İntikam” ise söz, müzik ve düzenlemesi Mert Ekren’e ait bir şarkı. Türkçe’ye İsra Gülümser tarafından adapte edilmiş bir Arap şarkısı olan “Teşekkürler”, melodik yapısının gücü ve Deha’nın şarkıcılık performansıyla dikkat çekiyor ama ilk iki şarkıya kıyasla daha ziyade alışageldiğimiz Türk popu standartlarında geziyor. Söz, müzik ve düzenlemesi Mert Ekren’e ait “Alayına İsyan” da öyle. Şarkının düzenlemesi bir parça “rock” unsurlar içerse de böyle bu. Sözlerini ve müziğini Seksendört’ten tanıdığımız Tuna Velibaşoğlu’nun yazdığı, düzenlemesini ise Gökalp Ergen’in yaptığı “Uğurlar Olsun” hem söz, hem beste, hem de düzenlemesiyle albümün bütününde en vasat duran şarkı. Buna karşın hemen ardından gelen “Yalancı Dünya”, çizgiyi yine yukarı taşıyor ve aslında müzikal klasman açısından albümün ilk iki şarkısının yanında duruyor. Sezen Aksu bu şarkısını 2000 yılında yayımlanan “Deliveren” albümünde seslendirmişti ama bu düzenlemenin şarkıyı orijinalinden daha parlak bir hale getirdiğini söylemek hata olmaz.
Çek R&B şarkıcısı Tom Malar’ın “Hardcore” isimli şarkısını Türkçe’ye yine İsra Gülümser adapte etmiş ve “Fren”, Alper Gemici’nin düzenlemesiyle albümün enerjisi yüksek, genç şarkılarından biri olmuş. Gelin görün ki hemen ardından gelen ve bu defa Yunanca bir şarkının adaptasyonu olan “Hiç Kimse Bizi Üzemez”, tamamen başka bir havadan çalıyor. Bu şarkıyla bir anda ‘80’li yılların Eurovisionlarına ya da Erol Evgin tarzına göz kırpıyor Deha. Şarkı nefis bir performans şarkısı ve benim albümde en sevdiklerimden biri oldu, o ayrı.
Mert Ekren’in söz, müzik, düzenlemesini yapmasının yanı sıra “rap” vokaliyle de katkıda bulunduğu “Mahkûm” ise bizi tekrar bugüne döndürüyor. Akılda kalıcı, sıkı bir şarkı “Mahkûm”.
Her bakımdan özenle çalışıldığı hissedilen bir albüm “Mutasyon”. Bunu kartonetten de anlamak mümkün. Korcan Atalay’ın kapak tasarımı kadar, Onur Özışık’ın illüstrasyonları ve her bir şarkıya atfedilen kısa metinler de iyi düşünülmüş. Ben olsam tasarımda bu rengi kullanmazdım; çünkü bu kadar içine kapanık şarkılar yok bu albümde, onu da söyleyeyim.
(15 Temmuz 2013 tarihinde Milliyet Sanat Dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2008 yılında yayımlanan “Doa” adlı ilk albümüyle tanımıştık Doğa’yı. “Rap” söylüyordu, “playback değil bu gerçek ses” diyor, hatta bunu derken Ceza da ona eşlik ediyordu. 2009 yılında ise “Yallah” adlı şarkısıyla başka bir görünüm ve tarzla karşımıza çıktı. Sonrasında uzun süre sesi soluğu duyulmadı. Doğa’nın yeni albümü “İsyanım Budur” geçtiğimiz günlerde Run Ltd. ve DMC ortaklığıyla piyasaya sürüldü.
“İsyanım Budur”, ilk dinleyişte şaşırtan, “yeni bir şey bu” dedirten, yani son zamanlarda öyle çok sık karşımıza çıkmayan albümlerden. İçinde çok eskiden beri bildiğimiz arabesk/pop/aranjman şarkılar da var, ilk kez duyduğumuz yeni şarkılar da. Albümü dinlemeye başlamadan önce kartoneti incelediğinizde, bir Nazan Öncel şarkısı ile bir Bergen şarkısının, Bir Selda Bağcan şarkısı ile bir Mirkelam şarkısının yan yana getirilmiş olması pek akıl kârı gözükmüyor. Dinlemeye başladığınızda ise fikriniz tamamen değişiyor. Çünkü bahis konusu şarkıların hiçbiri bir “cover” gibi çıkmıyor bu albümde karşınıza. Hepsi kendi başına birer Doğa şarkısı olmuş ve Doğa’nın kendi yazdığı şarkılarla el ele vermiş gibi.
Bu işin sırrı ise Doğa’nın her şarkıyı kendine ait kılan şarkı söyleme stili ile Orkun Tunç, Özgür Buldum, Metehan Köseoğlu, Gökay Süngü, Cihan Barış, Alişan Göksu ve Yves Jongen imzalarını taşıyan düzenlemelerin başarısında yatıyor. Türkçe albümlerde hemen hiç karşılaşmadığımız bir mantıkla çalışılmış bu albümde; her bir şarkı, tek başına bir prodüksiyon gibi değerlendirilmiş ki olması gereken, yurt dışında bin yıldır yapılan budur. Böyle olunca da, her biri birer tekli olarak da yayımlanabilecek bir albüm dolusu şarkı, bir müzikal bütünlüğü de muhafaza ederek bir araya getirilmiş gibi görünüyor. Albümün enerjisi başından sonuna hiç düşmüyor; hatta şarkı sıralaması bile hangi şarkının daha hit olduğu konusunda ipucu vermez hale geliyor.
‘70’lerden “Ah O Günler”le çıkıyoruz yola, sonra ‘90’lardan “Bana Özel”e uğruyoruz. ‘80’lerin arabesk/taverna klasiklerinden “İşte Bu Bizim Hikayemiz”, yine aynı dönemde Bergen’den dinlediğimiz bir acılı arabesk, “Zamanı Geldi” ve pek az bilinen ama bilenlerin çok sevdiği bir Efkâriye şarkısı “Alışırsın Güzelim”… Derken 2000’lerden bir Mirkelam esintisi, “Ararım” ve yakın tarihli, ‘internet fenomeni’ bir şarkı: Söz ve müziği Haydar Yılmaz’a ait “Kangren”… Hepsi çok doğru seçilmiş, çok iyi düzenlenmiş, çok iyi söylenmiş şarkılar… Ama bu kadarla da kalmıyor. Söz ve müziği Doğa imzası taşıyan “Soranlar Oldu” ve “Azala Azala” ile sözleri Oğuzhan Akay, bestesi Doğa’ya ait “İsyan” da albümün yeni şarkıları. Ve bir de yine bir Doğa bestesi olup sözleri müzik yazarı Naim Dilmener tarafından yazılan “Bilmedim” var. Bunca yıldır müzik üzerine kalem oynatan dil cambazı Dilmener ustayı şarkı sözü yazarı kimliğiyle görmek, meraklısı için albümün en can alıcı sürprizlerinden biri. Doğrusu, şarkılardan özellikle bir ya da birkaçına vurgu yapmakta zorlandım bu kez. Yukarıda bunun sebebini yazdım zaten. Ama eskiden beri sevdiğim “Ah O Günler”in, “İşte Bu Bizim Hikayemiz”in ve “Alışırsın Güzelim”in bu hallerine bayıldığımı, “Kangren”i ticari açıdan daha dikkat çekici bulduğumu, müzikal değeri bakımından ise “Azala Azala”nın albümün bütününde bir adım öne çıktığını söyleyebilirim. Ha bir de “Ah O Günler” ve “Bilmedim” için yapılan “remix”ler olmasa da olurmuş diye düşündüm. Doğa’nın R&B ve “blues” çizgisindeki vokal tekniği nedeniyle yer yer Türkçe vurgularının aksaması ise göze/kulağa batan tek kusur gibi.
Bu projeye çok inanıp güvenerek, başından sonuna her safhasında emek veren Süheyl Atay’ı, nefis fotoğrafları için Dilan Bozyel’i ve kapak tasarımını yapan Arda Aktaş’ı da tebrik etmeden geçmemek lazım. Özen gösterilmiş her iş, her dokunuş mutlaka kendini belli ediyor, gösteriyor. 2013 yılının ilk altı ayında yayımlanmış en iyi pop albümlerden biri bu. Kulak vermek lâzım.
(8 Temmuz 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Seki kardeşlerin en küçüğü Serkan Seki, uzun süredir müzik piyasasının içinde olmasına rağmen albüm yapmak için acele etmemiş. 2000 yılında ablası Deniz Seki’nin orkestrasında vokal yapmaya başlayan Serkan Seki, 2003 yılından itibaren kendi orkestrasıyla sahne programları yapmaya soyunmuş. Serkan Seki’nin ilk albümü “Manik Depresif”, geçtiğimiz günlerde Seyhan Müzik etiketiyle yayımlandı.
Öncelikle söylemek lazım ki bir albüm yaparak müzik dünyasına atılmakla, sektörde yıllarca dirsek çürüttükten sonra bir albüm yapmak arasında ‘irice’ bir fark var. Serkan Seki’nin bu ilk albümü bu farkı hissettiriyor. İyi müzisyenler, iyi aranjörler ve iyi bir teknik ekiple çalışılmış ve ortaya kulak doyuran bir iş çıkmış. Albümde yer alan 8 şarkının tamamında söz ve müzikler Serkan Seki’ye ait. Düzenlemelerde Murat Yeter, Genco Arı ve Orçun Çanaklı imzaları var. Albümde çalan müzisyenler arasında ise İsmail Soyberk, Erdem Sökmen, Can Şengün, Serhan Yasdıman, Eyüp Hamiş gibi usta isimler dikkat çekiyor. Albüme kardeşiyle birlikte prodüktör olarak imza atan Deniz Seki, bir şarkıda da vokal yapmış.
Buraya kadar her şey yerli yerinde. Gelelim şarkılara ve Serkan Seki’nin şarkıcılık performansına…
Böyle bir kıyaslama yapmak ne derece doğru bilmiyorum ama Serkan Seki’nin tıpkı ablası gibi temelini Türk müziği motiflerinden alan, yer yer arabesk etkiler hissedilen şarkıları var. Buna karşın şarkı sözleri konusunda hep eleştirdiğim Deniz Seki’nin mana bozuklukları ve yanlış Türkçe kullanımı Serkan Seki’nin şarkılarında pek yok gibi. Özellikle “Feryat” ve “Hayat Devam Eder” gibi bazı şarkılarda iki kardeşin müziğinin birbirine benzer yanlarını fark etmek mümkün. Farklı olarak Serkan Seki zaman zaman esprili bir dil de kullanıyor. “Ham” ve “Manik Depresif” buna örnek gösterilebilir.
Geniş bir ses aralığı var Serkan Seki’nin ve sesini kimi yerde bir gazelhan gibi, kimi yerde bir arabesk-pop şarkıcısı tavrıyla, kimi yerde de ‘eğlendiren’ bir popçu coşkusuyla kullanıyor. Pop genel başlığı altında bu derece vibratoyu, hece uzatmayı, sektör tabiriyle “macunlamayı” bir albüm boyunca dinlemekten hoşnut kaldığımı söyleyemem. Aynı şeyi Deniz Seki için de çok yazmışımdır. Mesela ben olsam “Anlamam” ve “Hayat Devam Eder” gibi tamamen pop altyapıda şarkıları daha düz, daha sade bir yorumla söylemeyi tercih ederdim. Ancak bu tarzın ve tavrın da Türk popunda genel bir eğilim olduğu ve kulağı alaturka ve arabeske yatkın dinleyiciyi daha kolay yakaladığı da bir gerçek. Bir de Serkan Seki’nin hemen hemen bütün şarkılarda nazal tınılarda gezinmesi, stüdyo performansı açısından önemli bir dezavantaj olmuş. Neyse ki biraz egzersiz ve yardım ile düzelebilecek bir kusur bu.
Dikkate değer bir başka nokta ise Seki’nin şarkılarını çok inanarak, çok kalpten, duygusunu alabildiğine katarak söylemesi. Bu da ablasıyla benzeşen özelliklerinden biri. Sözleri itibarıyla bir parça ‘sivri’ duran ve her dinleyenin kolay sahiplenmeyeceği “Manik Depresif” yerine “Feryat” gibi bir şarkıyla çıkış yapmak daha farklı bir etki yaratabilirmiş. Yine de geç değil elbette. Bu albümde duyuldukça dikkat çekecek başka şarkılar da var.
Zeynel Abidin Ağgül’ün kapak fotoğrafları ve Emel Göktepe Yavuz’un kartonet tasarımı özenli ve şık. Albüm bütünüyle Serkan Seki ismini ezbere almamızı sağlıyor ki, bu da bir ilk albüm için hatırı sayılır bir başarıdır.
(3 Temmuz 2013 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Avrupa’da yaşayan Türklerin üçüncü kuşağından yetişmiş çok sayıda müzisyen Türk müzik piyasasına ‘90’lar ve sonrasında giriş yaptı. Kırık Türkçeleri kadar hem köklerinden, hem de içinde büyüdükleri kültürden etkilenmiş ‘sentez’ müzikleri ile de dikkat çektiler ve kalıcı oldular. Belçika doğumlu Kubat da bunlardan biriydi. İlk albümünü 1995 yılında yayımlayan Kubat, türkülere getirdiği farklı yorum ve yüksek şarkıcılık performansı ile dikkat çekti ve o günden bugüne son derece tutarlı bir çizgide, hep iyi albümlere imza attı.
Kubat’ın yeni albümü “İyi Olacaksın”, geçtiğimiz günlerde GNL etiketiyle yayımlandı ve Kubat herkesi şaşırtarak bu defa pop şarkılarla karşımıza çıktı. Evet, önceki albümlerinde de zaman zaman pop şarkıları söylemişliği vardı ama genellikle halk müziği kalıplarının dışarı çıkmadan… Bu defa ise halk müziğinden tamamen uzakta, nice pop kategorisinde saydığımız albümden bile daha pop bir Kubat var karşımızda. 2013’ün ilk yarısında yayımlanmış en iyi pop albümlerinden birinin Kubat’a ait olması tek başına bir sürpriz belki ama bu başarının sırrı sadece bu sürprizde saklı değil.
Her şeyden önce Kubat bu albümde söylediği şarkıların ruhuna nüfuz etmiş, duygusuna ermiş, dört dörtlük bir yorumcu olarak göz kamaştırıyor. O kocaman sesini asla abartmadan, kulağımıza/gözümüze sokmadan, şarkıları ezmeden, hırpalamadan, son derece dengeli bir biçimde ve hem teknik hem de artistik anlamda kusursuz bir performansla seslendiriyor. “Güçlü sesli” şarkıcılarımızın Kubat’tan öğreneceği çok şey var.
Yanı sıra çok da iyi bir repertuvar derlenmiş bu albümde. 10 şarkının 3’ü tanıdık. Biri bir Fikret Kızılok klasiği “Fark Etmeden”, biri Hümeyra’nın Âşık Veysel’den bestelediği “Derdimi Dökersem”, bir diğeri ise Fikret Şeneş - Ajda Pekkan işbirliğinin en güzel şarkılarından biri olan “Dile Kolay”. “Dile Kolay”da şarkı sözlerinin ufak tefek yer değişikliklerini görmezden gelirsek -ki ben böylesi ezber edilmiş şarkılarda bu değişiklikleri hoş göremeyenlerdenim- her üç şarkının da Kubat’a çok yakıştığını söyleyebiliriz.
Aysel Gürel’den geriye kalan büyük ve kıymetli mirasın bestelenmemiş şarkı sözlerinden biri olan “Ödendi Günahın”, Febyo Taşel’in bestesiyle albümün en iyi şarkılarından birine dönüşmüş. Bülent Yetiş’in söz ve müziğini yazdığı “Sararmış Fotoğraflar” ilk dinleyişte kulağa yerleşiyor. Albüme adını veren “İyi Olacaksın” da benim favorilerim arasında. Albümün prodüktörü de olan ve bütün düzenlemeleri yapan Febyo Taşel’in söz ve müziğine imza attığı “Aşkla Kaçakken” ve “Yıldızlar Şehri”, belki de bir dinleyici ön yargısıyla, ister istemez tipik birer Funda Arar şarkısı gibi geliyor kulağa. Albümün açılışında yer alan ve yabancı bir şarkıdan Febyo Taşel tarafından Türkçeye adapte edilen “Aşkınla Sen” nefis bir tango. Sunay Akın’ın şiirinden Zülfü Livaneli’nin bestelediği “Alacak” ise bütün içerisinde farklı bir yerde duruyor ve bugüne dek alışageldiğimiz Kubat tarzına, tam da albümün sonunda yürek burkan bir selam gönderiyor.
Mehmet Turgut imzalı fotoğraflar ve Berkcan Okar imzalı kartonet tasarımı, albümün ağırbaşlı ve zarif çizgisini bütünlüyor. Albümde çalan müzisyenler arasında Erdem Sökmen, Eylem Pelit, Volkan Öktem, Serhan Yasdıman ve Özer Arkun gibi usta müzisyenleri görmek, kulak okşayan yüksek müzikal değerin sebebini açıklamaya yetiyor. Fuat Güner, Funda Arar ve Pelin Yılmaz gibi isimleri vokallerde görmek de öyle. Başından sonuna akustik kayıtlar ve Çağlar Türkmen’in kusursuz “mastering”i (son dokunuşu) ise albümün değerini yükselten diğer unsurlar.
Ve bir başka doksanlar “hit”i de “rock” müziğin iki bin onlu yıllarına Matmazel marifetiyle transfer oldu. Yıldız Tilbe’nin 1996 çıkışlı üçüncü albümüne adını veren “Aşkperest”, 2013 yılında Matmazel tarafından seslendirilerek, Lila Records etiketiyle dijital platformlarda satışa sunuldu.
Matmazel, adının çağrıştırdığının aksine bir ya da birkaç hatun kişiden değil, dört erkekten oluşan bir “rock” grubu (bu tezat nedeniyle grubun adının akılda kolay kaldığını söylüyorlar.) Erhan Ünal, Orçun Oktaygil, Altuğ Tanaltay ve Emre Çakır’dan kurulu Matmazel, 2003 yılından bu yana bir konser grubu olarak sahneye çıkmasına karşın, ilk albümünü 2011 yılında yayımlamıştı. “Ne Dersin?” adı verilmiş ilk albümle sahnede onları dinlemiş ve sevmişler kadar, farklı kitlelerin de ilgisini çeken grubu ben hiç sahnede izlemedim ama yazılan yorumlara bakılırsa Lady Gaga’dan, Muse’a, geniş bir repertuarları ve eğlenceli bir sahneleri olduğunu konusunda neredeyse herkes hemfikir. Nitekim bu durum, kendi yazdıkları şarkılardan oluşan ilk albümlerinde de hissediliyordu. “Rock” ana başlığında farklı türler arasında gezinen bir müzikal anlayışı vardı grubun ve şarkıların tamamında (ve vokalde) hissedilen pozitif enerji, Matmazel’i iki bin onlu yılların yaygın “ağlak rock” eğilimi içerisinde ister istemez farklı ve ilgi çekici kılıyordu.
Nicedir müziğini kadar tavrını ve tarzını da iyiden iyiye arabeske vurmuş Yıldız Tilbe’nin en iyi ve en pop albümü olan “Aşkperest”in, orijinal versiyonu ile de “rock”a yakın duran aynı adlı şarkısı, Matmazel’in üzerine tabiri caizse cuk oturmuş. Ne bir eksik, ne bir fazla… Tam tadında, tam dozunda bir “cover”, şarkıyı da, dinleyeni de yormayan, orijinaline de ihanet etmeyen iyi bir düzenleme ve icra… E daha ne olsun?.. Teklide ayrıca grubun ilk albümüne adını veren “Ne Dersin?”in yeni düzenlemesi de var. Yetmişler disko müziğinin etkisindeki enerjisi yüksek bu düzenlemeyle şarkı “rock”tan ziyade pop sularından ses veriyor gibi.
Bu arada teklinin kapak tasarımında şahane bir illüstrasyon var ama kahrolsun “bağzı” dijital tekliler ve onların elle tutamadığımız kartonetleri ki, internette ne kadar aradıysam da bu tasarımı kimin yaptığını bulamadım. (Müzik yazarının kendine notu: Demek ki neymiş; her gelen basın bültenini doğrudan çöpe göndermemek gerekiyormuş çünkü hâlâ albüm bilgilerini internet sitelerinde, sosyal medya hesaplarında nedense paylaşmayan gruplar/şarkıcılar varmış.)
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.