Bugünlerde sinirlerimiz çok bozuk. Haksız da sayılmayız. Evinize hırsız girse, bir de suçüstü yakalandığı halde evden çıkmamak, çalmaya devam etmek için ısrar etse, hatta bu yüzden size avaz avaz bağırsa, çocuklarınızı (Allah muhafaza) bir bir öldürse ve bu esnada kapı komşunuz da hırsıza/katile gözünüzün önünde alkış tutsa ne hissedersiniz? Akla hayale sığmıyor değil mi? Ama tam da bu durumdayız işte.
EKİP ÇALIŞMASI HER ŞEYDİR
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2014 sayısında yayımlanmıştır.)
Yıllardır besteci, aranjör ya da “dj” olarak tanıdıklarımızın bir çok şarkıcıyı bir araya getirip, üst başlık olarak kendi adlarını kullandıkları proje albümlerini pek sevdik. Birkaç senedir Türk pop müzik piyasasında en çok bu tarz albümler iş yapıyor. Piyasanın kıdemli aranjör ve bestecilerinden Volga Tamöz’ü, stüdyosunda ikinci proje albümü için çalışırken ziyaret ettik.
Yazılarımda genellikle piyasaya yeni adım atmış şarkıcıların şarkı söyleme teknikleri üzerine bir iki kelam ediyorum. Çünkü tek başına iyi bir ses, iyi şarkılık yetmeyebiliyor. Hatta tam tersine, teknik olarak hiç de doğru bulmayacağınız bir şarkıcı, söylediği şarkıların duygusunu dinleyene o kadar doğru aktarıyor ki, doğru tekniğin ne olduğu konusunda şüpheye düşüyorsunuz. Birçok örneği var. Mesela bugünkü Sezen Aksu, Nazan Öncel, Yıldız Tilbe, Zerrin Özer ve daha niceleri teknik açıdan baktığınızda kusursuz şarkıcılar değiller. Piyasaya yeni çıkmış olsalar, belki de epeyce eleştiri konusu edilebilirdi şarkı söyleme biçimleri. Ama biz onları böylece dinliyor ve seviyoruz. Hatta her birinin seslerindeki pürüzleri, çapakları, yanlış vurguları, hecelere kendilerince yükledikleri farklı değerleri onların karakteristikleri olarak kabul ediyor, bayılıyoruz. Velhasıl bu işin bir kitabı, kuralı, kaidesi yok.
İşte Hüsnü Arkan da onlardan biri… Kendince bir şarkı söyleme biçimi ve karakteristiği var. Nerede duysak tanıyacağımız bir ses rengi var. Söylediği şarkılarla iç içe geçmiş bir tavrı, üslubu var. Belki de doğru tabir şu olabilir: Hüsnü Arkan’ın sesinin bir şiiri var.
12 Eylül sonrasının puslu günlerinde uzunca bir süre yurt dışında yaşamak zorunda kalan Hüsnü Arkan, Amsterdam’da Hezarfen adını verdiği bir grup kurmuş ve o grupla birlikte kendi şarkılarını seslendirmişti. İlk albümünü de o dönemde, 1990 yılında yayımlayan Arkan, 1993 yılında Türkiye’ye dönüp Ezginin Günlüğü’ne katıldı. Ve 2010 yılına dek Ezginin Günlüğü demek biraz da Hüsnü Arkan’ın sesi, soluğu demek oldu dinleyen, seven herkes için. O yılın Aralık ayında ise yıllar sonra tekrar bir solo albümle dinleyici karşına çıktı Arkan. Adı da “Solo” olan bu albüm, ne kadar solo olursa olsun, ister istemez Ezginin Günlüğü’nün rengini, kokusunu, tadını taşıyor, hissettiriyordu. Herkes başka bir şarkıyı sevdi belki ama ben galiba en çok Birsen Tezer’le birlikte seslendirdikleri “Hoş Geldin”i sevdim o albümde. Otuz yıl geçse de dinlenilecek, söylenilecek, sevilecek, bir şimdiki zaman klasiğidir bence o şarkı.
Gel zaman git zaman Arkan, bir yandan kitaplar yazmaya devam ederken (çünkü bir yazar aynı zamanda), bir yandan da yeni bir albüm için kolları sıvadı ve “Yalnız Değiliz” adı verilmiş o yeni albüm 2013 yılının Şubat ayında Ada Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Albümdeki on bir şarkının onunda besteci olarak Hüsnü Arkan’ın imzası var. Arkan kendi şarkılarının bir kısmının sözlerini de yazarken, bazı şarkılarda şairlerin mısralarından istifade etmiş her zaman yaptığı gibi. Bu albümde de Cahit Sıtkı Tarancı’nın, Can Yücel’in ve Kaygusuz Abdal’ın birer şiirini bestelemiş (bu arada bu şiirlerin albüm künyesinde “söz” yerine “şiir” olarak imlenmesi, albümlerde pek de sık rastlamadığımız türden bir doğru kullanım.) Bir şarkının söz ve müziği ise Ali Saran’a ait.
Bu albümdeki şarkılar da her Hüsnü Arkan şarkısı gibi yaşamışlık, görmüşlük, sezmişlik dolu. “Yarın yok, vazgeç. Bizden sonra gelenler toplar masayı,” diyor daha ilk şarkının ilk satırlarında ve tam tabiriyle dakika bir gol bir başlıyor albüm. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor olmanın yanılgısı çarpıyor suratınıza. “Bütün başkanlara hayır,” diyor bir sonraki şarkıda, tam da bunun yüksek sesle, tekrar tekrar söylenmesi gerektiği bir zaman diliminden geçtiğimizi biliyorken. “Dağlar”da Arkan’a yaralı çığlık sesiyle Rojin eşlik ediyor. Turna görmeyen dağların sarp kayaları, binlerce kilometre ötede, rahat ve güvenli evinizde, birdenbire kesiveriyor bileklerinizi. Kan akıyor Hüsnü Arkan’ın sesinden. Beklenmedik bir şekilde şarkının Kürtçe bölümlerini Arkan, Türkçe bölümlerini ise Rojin söylüyor. Tam da burada aynılaşıyor acı, birleşiyor.
Sonra “içerideki gazelciler” için yağmura salıyor sesini Hüsnü Arkan. Bir umut, bir yeşerme… Her şeye rağmen “ne güzel” diyebilmenin, sevdanın ehli olabilmenin/kalabilmenin yolunu buluyoruz bir şarkıya sığınıp. Derken İstanbul’a gelen baharın getirdiği “Yağmurlar”la ıslanıyor, efkârlanıyoruz. Bu defa Feyza Eren eşlik ediyor Hüsnü Arkan’a. En çok eski zaman sevdalarına benziyor bu iki sesten dökülenler. Hemen ardından gelen “Süreyya” da öyle. “Bu gece aklım sende kaldı, uyuyamadım,” dediğimiz, yağmur sesinden bile hislenip, yine de inkâr ettiğimiz o sevdalar eski zamanlara ait çünkü artık. Derken bu defa Can Yücel’in mısralarından bir yaz yağmuru dökülüyor. Yağmurda bir evin sundurması, belki Ege Denizi’nin kıyısı, belki de Taksim ya da Beyazıt Meydanı… Buluşmanın, birbirini bulmanın bir yeri, bir zamanı, anı var mıdır? Kim bilir, belki de yoktur.
“Haydi Abbas vakit tamam”ı bir de Hüsnü Arkan’ın bestesiyle dinliyoruz peşi sıra. Bildik şiir bir başka tınlıyor kulağımızda bu defa. Bir bir kaybettiklerimize rağmen yalnız olmadığımızı anlatıyor bir sonraki şarkı. Sonra bir ninni tutturuyoruz. Dünyanın en masum şarkılarıdır ninniler. Öyle ya, “Allah seni bağışlasın, O’ndan başka ne isterim” cümlesi hangi şarkıda bu kadar sahici, içten durur ki başka?
Albümün sonunda kırk gün kaynamayan kazın hikâyesini anlatıyor Hüsnü Arkan, Kaygusuz Abdal’ın dizelerini müzikleyip. Kara mizahın, zekice ironinin devir, zaman, çağ geçse de yerini bulduğuna, anlamını kaybetmediğine mi uyanırsınız en çok, yoksa her devrin, zamanın, çağın aynı “kaz”ları yeniden yeniden karşımıza çıkardığına mı, artık orası sizin uyanıklığınız.
İşte en çok bunun için seviyorum Hüsnü Arkan şarkılarını ben. Bir kitap bitirmiş gibi oluyorum bir Hüsnü Arkan albümünü dinleyip bitirdiğimde. Zenginleştiğimi, büyüdüğümü, doyduğumu hissediyorum. Ki bu işin sadece düşün (edebiyat/söz) tarafı. Bir de üzerinde büyüdüğümüz toprakların her köşesinden, ucundan, bucağından demlenmiş, pişmiş, tadını bulmuş müziği var ki, o da katmer katmer lezzet, alabildiğiniz kadar tat… Her iyi albümde olduğu gibi, bu albümde de çalan, söyleyen, düzenleyen her müzisyen yaptığı işin hakkını veriyor. Şüpheye düşmüyor, tereddüt etmiyor, hayal kırıklığı yaşamıyorsunuz başından sonuna dek. Eğer ki ben gibi iyi kötü bakmadan, ne var ne yok dinleyenlerdenseniz şayet, bunun ne büyük bir lüks olduğunu ilk avazda anlıyorsunuz zaten.
Burhan Şeşen’in çektiği Hüsnü Arkan fotoğrafları, Tuğba Sezer’in grafiti fotoğrafı ve Cüneyt Kırdar’ın tasarımıyla zenginleşen albüm, şarkılarıyla olduğu kadar kartonetiyle de bir sanat eseri duygusu veriyor edinene. Evet, iyi şeyler de oluyor. Bu ülkede “iyi müzik” de yapılıyor. “Yalnız Değiliz” bu tezin ispatı için eşsiz bir numune.
OCAK 2014
Su gibidir Birsen Tezer’in sesi. Saftır, pürdür, serindir. Kimi zaman gürül gürül, kimi zaman ince ince akar, dökülür. Sadece kulaklarınızı değil, kalbinizi, içinizi, ruhunuzu yıkar, temizler, ferahlatır. Çiçek gibidir Birsen Tezer’in sesi. Tazedir, güzel kokar, dokunmak istersiniz. Ve iyi hissedersiniz dinledikçe. İyiliği hissedersiniz.
Kelimenin tam anlamıyla bir “anti-star”dır Birsen Tezer. Sıradan insanların bile şöhret peşinde koştuğu, hayattaki varlığını başkaları tarafından beğenildiği ölçüde hissedebildiği şu devirde o, yaptığı işin minimum gerekliklerine bile yüz vermez. Televizyona çıkmak istemez örneğin. Röportaj vermeyi, resim çektirmeyi sevmez. Müziğiyle, sesiyle aramıza sureti, bedeni girsin istemez. Adeta reddeder tanınır olmayı. İşini yapar. Bize de onu bir “star”ı sevdiğimizden farklı sevmek düşer. Belki de en doğru, en gerçek sevmek böyle sevmektir; kim bilir?
1990 yılından beri müzik dünyasının içinde olmasına, sahneye çıkmasına rağmen, ilk kez bir Ortaçgil albümünde sesini duyduğumuzda yıl 1998’di. Sonra 2000 yılında Ortaçgil’e saygı albümü “Şarkılar Bir Oyundur”da seslendirdiği “Çığlık Çığlığa”, sahiden, sahici bir çığlık gibi doldu kulaklarımıza. Ama üzerine bir albüm koymak için 2009 yılında dek bekledi Tezer. Sonra ilk albüm “Cihan” çıktı piyasaya. 2012’de ise nihayet ikinci albüm çıkageldi. “İkinci Cihan”, 2013’ün ilk aylarında Ada Müzik etiketiyle yayımlandı.
Albümde dokuz şarkı var. Bunlardan beşinin söz ve müziği Tezer’e ait. Diğer şarkılarda ise Bülent Ortaçgil, Gürol Ağırbaş, Zafer Cımbıl, Sami Batok ve İlhan Şeşen’in imzaları var. Emre Tankal’ın hem gitar çaldığı, hem de bir şarkı hariç (iki şarkıda da Tunç Öndemir’le ortak) düzenlemeleri yaptığı albümün müzik direktörlüğünü ise Gürol Ağırbaş üstlenmiş ve Ağırbaş kendi bestesinin düzenlemesini de yapmış, ayrıca bas gitar partilerini çalmış. Yanı sıra davulda Derin Bayhan ve akustik gitarda Tunç Öndemir’den oluşan çekirdek kadroya Akın Eldes’ten Erkan Oğur’a, Ortaçgil’den Şeşen’e bir de “a plus” konuk müzisyen kadrosu eşlik etmiş. Sadece bu isimlerin yıllardır içinde var oldukları işlere attıkları imzaları referans alarak bile “İkinci Cihan”a toz kondurmamak mümkün. Nitekim dinlemeye başladığınızda da bir dakika olsun hayal kırıklığı yaşamıyorsunuz.
Çünkü “iyi müzik” sadece dinlemek için var. Ne daha çok, en çok çalınmak, ne de daha çok, en çok alınmak, satılmak istiyor. Ne eğlendirmek, ne ağlatmak, ne çok “koparmak”, ne de çok dile dolaşmak kaygısında. Çünkü Birsen Tezer “iyi müzik” yapıyor.
Albümde ben en çok “Ne Tuhaf”ı sevdim. Bir şekilde “Çığlık Çığlığa”nın devamı mı desem, tamamlayıcısı mı, öyle bir tat bıraktı damağımda. Hemen ardından gelen ve sözlerini Ortaçgil’in yazdığı “Kendi Kendime” de ise Ortaçgil dünyasının yüzünü döken küçük kızı büyümüş de Birsen olmuş gibi geldi. O aşinalıkla bağlandım bu şarkıya da. Tamamen bireysel; haliyle de duygusal beğeniler bunlar. Yoksa albümün bu son iki şarkısına gelene kadar kat ettiğimiz yolda her durak tek tek görülmeyi, fark edilmeyi, kıymet verilmeyi hak ediyor.
Daha ilk şarkıda “Kim kalmış ki bu dünyada… Seni de alır bendeki ölüm,” diyen Tezer, öyle durup düşünmeden dinleyemeyeceğimiz şarkılardan geçeceğimizin haberini peşin peşin veriyor. Özellikle şarkının alıntıladığım bu satırları bana Birsen Tezer’in soyadıyla aynı adı taşıyan yazar Tezer Özlü’yü anımsattı tamamen serbest çağrışımla. Özlü’nün kısa yaşamı boyunca yaşadıkları ve yazdıklarına bilerek ya da bilmeyerek selam veriyor gibi bu şarkı. Bir taraftan da bir türkünün, bir deyişin bilgeliği, cömertliği ve de müzikal zenginliğini hissetmeniz, öyle de bir tat almanız mümkün.
Sonra ardı ardına durduran, düşündüren, dinleyenden zaman, ilgi, akıl, yürek isteyen Birsen Tezer şarkıları sıralanıyor. Bu dinleme deneyiminin özeti ise şarkılardan birinin içinde saklı: “İçinde dönüp, birikenleri atmak zamanı. Kirlenmiş çamaşırları atmak gibi sepete… Yenisini giyememek gibi pat diye.” Çıplak bedenin, çıplak ruhun, anadan doğma insanın dilinden dökülenler yani. Su gibi akan, çiçek gibi kokan bir sesin kulağınıza fısıldadıkları... Sadenin, sakinin, azın zenginliği, göz alıcılığı, ustalığı.
Kadri Karahan tarafından çekilen kapak fotoğrafları ve Emine İlkorur imzalı kartonet tasarımı albümün ikliminden renk veriyor. Öyle ki fotoğraflardaki ağacın serinlik veren gölgesi, sonsuzluğa uzanıyormuş gibi görünen patika yolun ıslak toprak kokusu şarkılardan tütüyor zaten.
2013 yılının en iyi albümleri listelerinde adı neredeyse demirbaş olarak yazılan bu albüm, bu ülkede iyi müzik de yapıldığını, yapılmaya devam edileceğini gösteriyor bir kez daha. Hiç aşina olmasanız da Tezer’in müziğine, bir deneyin; dinleyin.
OCAK 2014
Hakkımda
Yavuz Hakan Tok
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.
Bu Hafta Çok Okunanlar
-
(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.) 1997 yılında bir vesileyle Pre...
-
(1984'ten Bugüne) Sezen Aksu'nun yeni albümünün piyasaya çıktığı bugünlerde, Türk popunun efsane albümlerinden "Sen Ağlama&q...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
Nebahat Çehre tramplene çıkan basamaklardan birine oturdu. Ellerini de dizlerinin üzerinde kenetledi. Serçe parmağında altın bir halka ...
-
“Vayomini dö pua, yunaytıd kindım tu points… Lalmeyn di pua, görmıni ten points…” Ecnebi ülkeler birbirine böyle böyle puan dağıtırken bi...
Arşivden
-
Yabancı Gelin Sonia, Türkiye'de nasıl ünlü bir sinema oyuncusu ve şarkıcı oldu?.. Yetmişlerde ona kim, neden açık çek verdi? Dillere...
-
ENBE ORKESTRASI - "SENDEN KIYMETLİ Mİ?" Bütün tartışmalara, eleştirilere rağmen popüler müzik piyasasında ENBE damgası vurulmuş ...
-
"Hani Peter Pan masalı gibi bir hayal dünyası vardır ya; orada kötülük yoktur, orada ihanet yoktur, orada acı çekilmez. Bizim şarkılar...
-
MABEL MATİZ - "FATİH" “Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kim dinleyecek bunu?” “Şarkıların hepsi birbirine benz...
-
MUSTAFA BOZKURT – “YOL” Esinlenme, etkilenme, ilham alma, sanatın her dalında bir çıkış noktası olabilir. Önünde bir örneği, daha önce yap...