(1 Eylül 2014 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Serkan Yıldız, İzmirli genç bir müzisyen… Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı’ndan 2010 yılında mezun olmuş ancak çocukluğundan beri müzikle iç içe olan Yıldız, konservatuar eğitiminden önce de, eğitimi sırasında da sahneye çıkmaya devam etmiş. Bir dönem Tual grubuyla birlikte çalışmış, bir yandan da müzik eğitmenliği yapmış. Serkan Yıldız’ın ilk albümü “Ölüm de Var”, 2014 yılının şubat ayında Arpej Müzik etiketiyle yayımlandı.
Artık her genç müzisyen müzik dünyasına atılırken kendi imkânlarıyla bir şeyler yapmak zorunda. Kimse “Gel kardeşim, seni çok beğendim. Al şu kadar para, gir stüdyoya, albümünü yap,” demiyor. Şayet Arpej Yapım gibi, Sekiz Müzik gibi, 3 Adım Müzik gibi “no name” şarkıcıların/grupların kendi imkânlarıyla hazırladıkları albümleri yayımlayacak birkaç cesur firma da olmasa işleri iyice zorlaşacak. Nitekim Serkan Yıldız da albümünün prodüktörlüğünü kendisi yapmış ve Arpej Müzik sayesinde raflara çıkarmayı başarmış.
Albümde on şarkı var ve şarkıların tamamının söz ve müzikleri Serkan Yıldız’a ait. Düzenlemelerse Arda Kaynak ve Gürsoy Tanç tarafından yapılmış. Albümün ilk klibi, isim şarkısı olan “Ölüm de Var”a çekildi.
Kapağına aldanmayın; bu bir yeni yetme “rockçı” albümü değil. Daha ziyade “pop - rock” sularında dolaşan, yer yer Anadolu – “rock”a da selam çakan, melodik ve naif şarkılardan oluşan bir albüm bu. En çok Feridun Düzağaç, sonra biraz Mazhar – Fuat – Özkan, biraz Emre Aydın, biraz Kıraç ve bir parça da Cem Karaca etkisi hissediliyor tüm albüm boyunca. Bu hem şarkıların dolaştığı temalar, melodik yapılar açısından, hem de Serkan Yıldız’ın şarkıcılık tekniği açısından böyle. Özellikle “Deli Mavi” ve “Al Beni”deki Feridun Düzağaç etkisi çok belirgin. Bir ilk albüm için göz ardı edilebilir etkilenmeler bunlar. Yıldız muhakkak zaman içerisinde kendi stilini bulacaktır.
“Ölüm de Var” albümdeki en şanslı şarkı gibi görünse de, isminin taşıdığı soğukluk nedeniyle bir çıkış şarkısı olarak riskli bir seçim olmuş. “Sitem Etme”, önümüzdeki sonbahar için iyi bir seçim olabilir mesela. Ticari açıdan etki yaratabilecek bir şarkı çünkü. Prodüksiyon imkânları daha geniş olabilseydi, “O Yar Benim”i gümbür gümbür davullarla, “Deli Gönülde Aşk”ı daha güçlü nefesli sazlarla dinlemek enteresan olabilirdi. Ancak bu halleriyle zayıf duruyorlar. “Rüzgâr” albümün iyi şarkılarından biri ama, bir “hit” değil. “Ihlamur Çiçeği”, Emre Aydın şarkılarını anımsatıyor. Ardından gelen “Esaret” de aynı çizgiden yürüyor. Eyüp Hamiş’in ney’iyle renk kattığı “Kovdun Gayri Gidiyorum” ise ilk dönem MFÖ şarkılarının tadında. Bu arada kartonette bu şarkının sözleri neden yok, orası meçhul.
Devrin Usta tarafından çekilen fotoğrafların süslediği kartonetin tasarımını Çiler Erbil yapmış. Hem Serkan Yıldız’ın hem de albümün ismi kapak renginin içinde zor ayırt ediliyor. Kapak fotoğrafındaki deri ceketli Serkan Yıldız ise albümün içeriğinin çok dışında, çok başka bir algı uyandırıyor. Yani pazarlama açısından doğru bir kapak olmamış. Hep söylüyorum; özellikle ilk albümlerde tanınırlık yüzdesini arttırmak adına doğru kapak tasarımı çok önemli. Hele ki günümüzde, dijital platformlarda albüm kapakları küçücük görünüyorken...
Ardı ardına yayımlanmış onlarca yeni albüm arasından bir dinleyişte fark edilecek, Serkan Yıldız’ın gelecekte neler yapacağını merak ettirecek, eksiklerine, kusurlarına rağmen hiç de fena olmayan bir ilk albüm bu. Bir kenara not düşmek lazım.
Yıl sonu geldi diye şöyle bir masam üzerini temizleyeyim dedim de, bir baktım 2014 yılında yayımlanmış ve benim yazmak üzere ayırdım 100’e yakın CD duruyor. Şaka değil; sayı gerçekten bu. Bir bu kadarını, hatta belki daha fazlasını da yazmıştım oysa. E yaz yaz nereye kadar? Yeni çıkan her albüm elimden geçiyor bir şekilde ama bazıları ister istemez kalemimden geçmiyor. Daha önce de söylemiştim, yine söyleyeyim. Yazamadıklarım beğenmediğim anlamına gelmiyor. Tıpkı yazdıklarımın beğendiğim anlamına gelmemesi gibi. Sadece yazamıyorum; ya fırsat olmuyor o ara, ya elim değmiyor vesaire…
Yine de yıl bitmeden masamda biriken albümlerden kısa kısa da olsa bahsetmek istedim. Bu yazının maksadı da budur.
MANEVRA – “MUCİZE”
2013 yılında yapılan ilk Türkvizyon yarışmasında Türkiye’yi temsil eden Manevra’nın “Mucize” adlı verilmiş ilk albümü 2014’ün Mart ayında Avrupa Müzik etiketiyle çıktı. 4 Yüz grubu dağıldıktan sonra solo bir albüm yapan İlkay Sipahi’nin de içinde yer aldığı Manevra, aslına bakarsanız yeni bir grup değilmiş. 2001 yılında kurulmuş, 2006 yılına kadar da çalışmalarına devam etmiş. Sonra araya 4 Yüz ve İlkay Sipahi’nin solo albümü girmiş. Grup 2012 yılında tekrar bir araya gelmiş ve albüm çalışmalarına başlamış.
İlkay Sipahi’nin yanı sıra Ekrem Yıldırım ve Fatih Konka’nın da yer aldığı grubunun bu ilk albümünde şarkılar da ağırlıklı olarak grup üyeleri tarafından yazılmış ve düzenlenmiş. Yanı sıra Hayati Molinas, İbrahim Halil Karakuş ve Cengiz Erdem imzalarını da görüyoruz bazı şarkılarda.
Son derece eli yüzü düzgün, derli toplu, temiz işçilikle hazırlanmış bir “pop-rock” albümü bu. İlkay Sipahi vokal perfomansı olarak 4 Yüz’ü de kendi solo çalışmasını da aşıyor. Düzenlemeler iyi, icralar da öyle. Tek eksik, albümde grubun müziğini geniş kitlelere duyuracak, “hit” potansiyeli yüksek bir şarkının olmayışı. Onu da bir sonraki albümde yakalarlar umarım.
NARDA AFRİKA – “NARDA AFRİKA”
Narda Afrika, 2011 yılına Barış Başarol tarafından kurulmuş. Grupta Başarol’un yanı sıra Onur Erdem Erdur, Görkem Atakul ve Şahcihan İngin yer alıyor. Grubun kendi adını taşıyan ilk albümleri 2014 Şubat ayında Esen Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümün prodüktörlüğünü Hakan Kurşun yapmış. Düzenlemeler ise grubun yanı sıra, Korhan Koray ve Hakan Kurşun’un ortak çalışmasıyla ortaya çıkmış. Albümdeki 12 şarkının tamamının söz ve müzikleri Barış Başarol’a ait.
Grubun müziğinde “retro” bir hava hâkim. Bu hem müzikal tavır olarak kendini gösteriyor, hem de şarkı sözlerinde. Eskiye, özellikle de ’70 ve ‘80’li yıllara ait göndermelerle dolu birden fazla şarkı var nitekim albümde. “Çatapat”, “Benim Adım Ağustos”, “Mavi Ay” bunların arasında. Bir parça Flört havasını, özellikle de Flört’ün “Dün TRT’de İzledim” şarkısının havasını solumak mümkün bu şarkılarda.
Bu bir tarafa ama özellikle “Ben Efsaneyim”, “Çaki” ve “Zorba” şarkıları, grubun eğlenceli ve farklı yönünü ortaya koyarak albümü ilgi çekici kılıyor. Popun içinden geçen eski stil “rock” şarkılarını ve hınzır şarkı sözlerini sevenlerin es geçmemesi gereken, enteresan bir albüm bu. En azından bir dinlemek lazım.
MEKANİK – “DİKTATÖR”
2011 yılında kurulan Mekanik’in 2012 yılında “Kitlesel Depresyon” adını verilmiş ilk albümü yayımlanmıştı. Ancak o albüm ana akım dağıtım kanallarına girememiş bir albümdü. Malum, metal müzik yapan bir grup için oyunu sektörün kurallarıyla oynamak hiç kolay değildir. Sektör de oynamak istemez zaten. Oysa adım başı metal çalan gruba da rastlamıyoruz Türkiye’de. Var olanların albüm yapma şansı olduğunda işleri çok zor. Öncelikle türün meraklıları tarafından hırpalanıyorlar çünkü. Bu türün müptelaları dünya üzerindeki en iyileri dinlemeye alışık oldukları için bizim yerli grupları kıyasıya eleştirmeye hazır bekliyorlar.
Sektörel şartlar, Türkiye’deki prova ve kayıt imkânları, müzisyenlerin yetişme ve kendini yetiştirme araç ve gereçleri ile yol ve yöntemleri dünya ile eş düzeye gelmedikçe, bu işi bu şartlarda yapmaya çalışanlara karşı daha toleranslı olmak gerekiyor oysa. Nitekim Mekanik de bu şartlar altında yapılabileceğin en iyisi yapmış.
Mekanik’in Gar Müzik etiketiyle 2014 Temmuz ayında piyasaya çıkan ikinci albümü “Diktatör” adını taşıyor. Albümün kaydedildiği dönemde grup Cem Ceyhan, Caner Öner, Ahmet Akyüz ve Erhan Ballıeker’den kurulu imiş. Ancak albüm piyasaya çıktıktan bir süre sonra grupta değişiklikler olmuş. Bugünkü kadroda, eski kadrodan sadece Caner Öner var. Yeni üyeler ise Çağrı Halaçoğlu, Yetkin taşkın ve Erdem Karaman imiş. Bu büyük değişiklik grubun performansına nasıl bir etki yaptı; onu izleyip görmek lazım ama eski kadronun ortaya çıkardığı albüm, kendi klasmanı içerisinde hiç de fena değildi.
Hem müzikal anlamda, hem de şarkı sözleri konusunda epeyce sert ve dikenli bu albüm (adından da anlaşıldığı üzere), yakın dönemde ve günümüzde ülkede yaşananlara göndermelerle dolu şarkılarıyla Türkçe “trash-metal” dinlemek isteyenler için olduğu kadar, bu türe hiç yakınlık duymamışlar için de enteresan bir deneyim olabilir.
MURDER KING – “GÜRÜLTÜ KİRLİLİĞİ”
2014’te albüm yayımlayan bir başka metal grubu da Murder King oldu. Murder King ilk kadrosuyla yola çıktığında takvimler 2002 yılını gösteriyormuş. Uzun süre sahnede “cover” seslendiren grup, sonrasında kendi şarkılarını da listelerine dâhil etmiş. 2010 yılında “Markla” adı verilmiş bir de mini albüm yayımlayan Murder King’in ilk albümü “Gürültü Kirliliği”, 2014 Mart ayında On Air Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü ve siyasi göndermelerle ama en çok da Gezi direnişine göndermelerle dolu klip sosyal medyada epeyce konuşuldu. Haliyle, televizyon kanalları ilgi göstermedi klibe. Grubun klipte Gezi’yi kullanması da tartışıldı. Oysa ne kadar çok dillendirilse, üzerine yazılıp çizilse o kadar yeridir. Tarihe en dürüst şahit sanattır, müziktir, şarkılardır çünkü.
Grubun muhalif tavrı ve sivri dilli albüm boyunca hiç dozajı düşmeksizin sürüyor zaten. Müzikal anlamda çok sağlam bu albüm, şarkı sözlerindeki cesur tavrıyla da alkışı hak ediyor. Albümün ikinci klibi “Kindar” adlı şarkıya çekildi ve bugünlerde servis edildi. Grubun sahne performanslarından görüntülerle kotarılmış bu klip, Murder King’in müziğiyle henüz tanışmamışlar için iyi bir başlangıç olabilir.
DORIAN –“ DORIAN”
2006’da yayımlanan “Yeniden Hayat” adlı ilk Dorian albümü, gruba hatırı sayılır bir çıkış şansı sağlamıştı. “Rock” müziğin parlak bir dönemini yaşadığı o günlerde Dorian, bu türü sevenlerin ilgi odağı olmayı başarmıştı. Açıkçası ben de o albümü sevenlerdendim ama aradan geçen zamanda bir ikinci albüm gelmeyince, Dorian’ın tek albümlük gruplardan biri olarak müzik tarihine yazılacağını düşünmeye başlamıştım. Sonra ne olduysa oldu ve Dorian, 2014 yılının Şubat ayında kendi adını taşıyan yeni albümüyle karşımıza çıktı.
İlkin Kitapçı, Mehmet İncilli, Murat Ötünç, Alex Tintaru, Burak Irmak ve Afşar Yağcıoğlu’ndan kurulu Dorian’ın bu yeni albümünün ilk albümden bir hayli farklı olduğunu söyleyebilmek mümkün. Bir röportajlarında, aradan geçen zamanın değiştirdiği müzikal anlayışlarını yeni albüme yansıttıklarını söylemiş grup üyeleri. Bundan daha doğal bir şey olamaz elbette. Ancak ilk albümü ezber edip ikinci albümü bunca yıl beklemiş dinleyiciler için bu durumu doğal karşılamak pek kolay değil. Ben kendi adıma, bu yeni albüme ısınamadığımı söyleyebilirim. Fazla deneysel ve bu nedenle fazla dağınık buldum çünkü. Dinlerken beni yordu. Yine de bir kulak kabartmak isterseniz ve tabii “progressive” kafasını sevenlerdenseniz, albümden “Jumanji”yi ve “Geyşa”yı önerebilirim.
NÜKLEER BAŞLIKLI KIZ – “GÖNÜLLÜ KÖLE”
İlk albümünü 2010’da piyasaya sürmüş Nükleer Başlıklı Kız, Ankara kökenli bir grup. İlk albümle adını duyurup kendine bir kitle edinmeyi başaran grubun ikinci albümü “Gönüllü Köle”, 2014’ün hemen başında yayımlandı. Billur Yapıcı ve Tansel Turna’dan kurulu Nükleer Başlıklı Kız’ın şarkılarını da grup elemanları birlikte yazmış.
Popun klişelerinden ziyadesiyle istifade eden bir “pop-rock” albümü bu. Albüme adını veren “Gönüllü Köle”, handiyse bir ‘70’li yıllar pop şarkısı gibi tınlıyor mesela. “Anıları bin parçaya böldüm sessizce,” gibi, “Son bir defa sev beni unutmadan,” gibi, “Karaları bağladı, yaraları dağladı,” gibi şarkı sözleri duyuyorsunuz albüm boyunca. Olabilir, elbette böyle şarkılar da yazılabilir, yazılıyor da nitekim ama grubun adını, tavrını ve duruşunu taşıyacak şarkılar bunlar olmamalı sanki.
Hani dinlediğinizde “Bu bir NBK şarkısıdır,” dedirtecek bir özgünlük, bir farklılık ararsanız, o da yok. Ama daha fenası, Billur Yapıcı’nın şarkı söyleme biçimi. Başından sonuna dek prozodi hataları yapan, şarkı sözlerinin ne anlattığından neredeyse tamamen bağımsız bir biçimde şarkılara sesini veren, hissiz ve vurgusuz bir şarkıcı var bu albümde. Açıkçası, ben dinlerken çok zorlandım.
DİNAR BANDOSU – “DİNAR BANDOSU”
Dinar Bandosu, memleketin ’60 ve ‘70’li yıllar müziğinde çok iyi örnekleri yapılmış saykodelik müziğin günümüz temsilcilerinden biri. 2003 yılında bu iddiayla yola çıkan ve ilk albümü “Saykodelikdeşik”i 2007 yılında yayımlayan grup, 2009’da “Aya da Gidelim Osman” adlı ikinci albümüyle dinleyici karşısına çıkmıştı. Sonrasında kadrosunda bir hayli değişiklik oldu. Bu yeni kadroyla kotarılan ve grubun kendi adını verdiği üçüncü albüm ise 2014 yılı Şubat ayında yayımlandı.
Grubun şu anki kadrosu Asaf Zeki Yüksel, Yılma Karatuna, Ali Asaf Sarıca, Erdem Aydaş ve Douglas Vegas’tan oluşuyor. Albümdeki 13 şarkı, grup üyelerinin ortak imzasını taşıyor.
Tıpkı önceki albümlerinde olduğu gibi, bu albümde de “Batman”, “Ejderha”, “Zati Sungur” gibi tuhaf isimler, üstü epeyce kapalı göndermeler içeren şarkı sözleri, çok tekrarlı melodik yapılar ve değişen ritimlerle bildik şarkı kalıplarını zorlayan denemeler içeriyor grubun şarkıları. Sabreder, anlamaya çalışır, hazmederseniz ne ala. Kolaycı dinleyiciye hitap eden bir müzik değil çünkü. Nitekim yapısal olarak birbirlerinden çok farklı olsalar da benzer tarzda müzik üreten Replikas ve Babazula albümlerinde de benzer izler görüyoruz yıllardır. Adı üzerinde, saykodelik müzik bir parça “sayko” bir ruh halinin dışa vurumu elbette ama bunu vakti zamanında Erkin Koray gibi, Bunalımlar gibi bu derece zor anlaşılır olmadan da hakkıyla yapanları dinlemiştik. Buna karşın, iyi çalınmış, iyi bir “sound” yakalanmış olmasına amenna. Dinar Bandosu bu konuda ilk albümünden bu yana çizgi üstünde kalmayı bilmiş bir grup. Ben bu yeterlilikte bir grubun böylesine zengin malzemesi olan bir müzik türünün içinden daha etkileyici, daha vurucu şeyler çekip çıkarabileceğini düşünenlerdenim galiba.
ROCKA – “101”
2012’de Tarkan’ın “Ölürüm Sana” şarkısını yeniden seslendirerek adını geniş kitlelere duyuran RockA, “101” adını verdiği ilk albümünü 2013 yılı Aralık ayında DMC etiketiyle piyasaya sürdü.
Tıpkı ‘90’lı yıllar sonunda pop müziğe doyduğumuz gibi, son birkaç yıldır da “rock” müziğe doymuş gibiyiz. Bir dönem bu türde yayımlanan her albüm ilgi görürdü; şimdilerde ise çok azı dikkat çekici olabiliyor. Çok fazla sayıda yeni grup ortaya çıkıyor, yeni albüm yapılıyor ama bu arzı talep eden ne kadar dinleyici var; orası tartışılır. Zira dinleyici eğilimleri dijital müziğin yaygınlaşmasıyla beraber önceden kestirilebilir olmaktan giderek uzaklaşıyor.
Bu karmaşa içerisinde RockA, dikkat çekici gruplardan biri olarak, majör bir plak firmasının çatısı altında olmanın da avantajıyla adından söz ettirdi. Elektronik-rock ve “rap” türlerinin iç içe geçtiği müzikal anlayışı ve yer yer sertleşen şarkı sözleriyle bir parça Manga’nın ilk dönemlerini anımsatıyor RockA şarkıları. Daha önce yayımlanan teklide yer alan iki şarkının haricinde 10 da yeni şarkının bulunduğu bu albümdeki en çarpıcı şarkı ise “Koma”.
Halil Özüpek, Barış Ceylan, Ömer Uyanık ve Berkay Ertürk’ten kurulu RockA’nın şarkıları grubun ortak çalışması ile ortaya çıkmış. Düzenlemeleri ise grubun “lead-man”i Halil Özüpek yapmış.
Henüz hala dinlemediyseniz, yıl bitmeden keşfedilmesi gereken albümlerden biri “101”.
"Bu Şarkılardan Bir Şey Olmaz Dediler Ama Oldu İşte"
(Milliyet Sanat dergisi Ekim 2014 sayısında yayımlanmıştır.) Kimileri şanslı doğar, kimileri şansı ararmış. Kayahan şansı arayanlardan olmuş hep. Daha doğrusu kendi şansını yaratanlardan. Öyle ya, şimdi olduğu gibi ‘70’lerde de kimseye öyle kolay kolay “Sen çok yeteneklisin, gel hemen işe başla,” denmiyordu. Hele ki maksadınız bir müzisyen olarak adınızı duyurmaksa. Hele ki içinde debelendiğiniz yer pop arenası ise ve siz genç ve güzel bir kadın ya da sektörde eli kuvvetli bir erkek değilseniz. Bir de Kayahan gibi Ankara’dan yola düşüp gelmiş, İstanbul piyasasının çemberinden geçmemişseniz.
Şu “gayrimüslim” lafını sevmem oldum olası. Bu yaşıma kadar tanıdığım hiçbir insanın hangi dine mensup olduğuyla ilgilenmemi gerektirecek bir durumla karşılaşmadığımdan olsa gerek. Belki resmi ya da akademik literatür için, ne bileyim istatistikler, bilimsel araştırmalar devşirmek, tarih yazmak için filan bir kriterdir; belki de değildir. Ama gündelik hayatın insan ilişkileri içerisinde bir dinin/mezhebin/cemaatin mensubu olma mefhumunu kriter kabul ederseniz, sıradan faşizmin ayak sesleri er ya da geç kulağınıza kadar gelir. Uzağa gitmeye gerek yok; ülke tarihinin son on yılı bu tezin türlü vesilelerle ispatı ile geçti zaten. Hâlâ da artarak sürüyor.
Hayır, maksadım müslimi gayrimüslimi ile yüzlerce yıldır bu topraklarda nasıl kardeş kardeş yaşadığımızı anlatmak, ders vermek değil. Onu hep beraber yaşadık, gördük, hatta halen yaşıyor ve biliyoruz zaten. Siyasetin ayrıştırıcı dili sırça kümesteki fil misali kırıp dökse de hassasiyetlerimizi, varlık vergisi gibi, teçhir gibi, 6-7 Eylül gibi silinmesi zor kara lekeler sürülmüşse de tarihimize, aynı coğrafyanın, aynı iklimin, aynı kaderin suyundan, ekmeğinden, duyarlılıklarından pay almanın bağı galip gelir sonunda. Gelmiştir. Gelecektir. Misal mi? Bu bir müzik yazısı olduğuna göre, hadi gelin Türkiyeli Ermenileri silelim müzik tarihimizden birlikte.
19. yüzyıl sonlarında geliştirerek kullanmaya başladığı nota sistemi sayesinde hem Osmanlı saray müziğinin ve Mevlevi ayin müziğinin hem de Ermeni kilisesinin binlerce yıllık şaraganlarının önemli bir bölümünün bugüne ulaşmasını sağlayan Hampartzum’u silelim.
Aynı şekilde Hampartzum nota sistemini kullanarak Osmanlı ve Rus İmparatorlukları topraklarında yaşamış kaynak kişilerden ve yazılı kaynaklardan binlerce şarkı derleyen Kütahya doğumlu müzikolog Gomidas Vartabed’i de silelim.
Besteledikleri sayısız eser bugün dahi çalınıp söylenen Tatyos Efendi’yi, Bimen Şen’i, Udi Hrant’ı, Artaki Candan’ı, Sarkis Efendi’yi, Nubar Tekyay’ı, Udi Kirkor’u silelim… “Hastayım Yaşıyorum”u, “Bu Akşam Gün Batarken Gel”i, “Kimseye Etmem Şikayet”i, “Gamzedeyim Deva Bulmam”ı ve daha onlarca, yüzlerce şarkıyı, semaiyi, peşrevi filan da sileceğiz mecburen.
Kemençeye bugünkü klasik şeklini veren Baron Baronak, yaptığı kanun ve tamburlarla ünlü Harutyan (Artin) Uzunyan, ud, kemençe ve santur ustası Niğde’li Mihran Keresteciyan, Hasköylü Mıgırdıç, Arşak Çömlekçiyan, Zeron Çakıcıyan, Garabet Mikailyan, Arşak Köseyan ve daha onlarca “lütiye”yi (müzik enstrümanı yapan zanaatkârı) da silelim bir çırpıda.
Klasik müziğimizden Jirayr Arslanyants’ı, Edgar Manas’yı, Dikran Mamigonyan ‘ı silelim. Caz müziğinde Dikran Karagözyan’ı, Burak Bedikçiyan’ı, Varujan Zilciyan’ı, Herrman Hallaçoğlu’nu, Sevan Agoşyan’ı da silelim.
Sonra Mine Koşan’ı, Asu Maralman’ı, Hayko Cepkin’i silelim.
Garo Mafyan’ı, Onno Tunç’u, Arto Tunç’u silelim sonra. Ne “Üzgünüm” kalsın, ne “Abone”, ne “Sen Ağlama” ne de “Git”… “Sarışın”ı, “Vazgeçtim”i filan da unutmayalım. Onlar da Ara Dinkçiyan’ın besteleriydi çünkü…
Cenk Taşkan ve Norayr Demirci de var mesela. “Beni Benimle Bırak”tan, “Anılar”a sayısız şarkıyı, Türk popunun yüzlerce şarkındaki o eşsiz düzenlemeleri de silelim…
Bu liste uzar gider… Daha bunun Rum’u var, Yahudi’si var, Süryani’si var… Var oğlu var…
Yok, hayır! Elbette silmeyelim. İstesek de silemeyiz zaten. Biz en iyisi sadece müziğe kulak verelim. Dini, dili, mezhebi, ırkı, cinsiyeti, ten rengini bir kenara bırakarak… İnsanın en saf haline, kalbine giden yol oradan geçiyor çünkü. Resimden, şiirden, öyküden, ama en kolayından da müzikten…
GOMIDAS VARTABED - “YERKARAN”
Bir zamanlar ve bugün üzerinde yaşadığımız coğrafyanın kültürel geçmişini gün ışığına çıkarmak için bugüne dek sayısız albüm yayımlamış Kalan Müzik, Hampartzum notasyonunu yaratan Baba Hampartzum’u 2010 yılında hem bir albüm, hem de bir sergiyle gündeme getirmişti. Çift diskten oluşan bu albümde Hampartzum tarafından kayda alınan Ermeni kilisesinin sevilen şaraganlarından örnekler ve onun tarafından bestelenmiş, varlığından çok az sayıda kişinin haberdar olduğu klasik Osmanlı müziği eserleri bulunuyordu. Yaklaşık 200 yıl öncesinde kalmış bu kültürel mirasın tekrar ortaya çıkarılması neresinden baksanız heyecan vericiydi.
Kalan Müzik 2014 yılının Ocak ayında ise bu defa Gomidas Vartabed’in derlemelerinden oluşturulmuş bir albüm yayımladı. Albüm, ‘Resounding Gomidas’ Legacy’ (Gomidas’ın Mirasını Yeniden Seslendirmek) adlı bir projenin bir uzantısı olarak “Yerkaran” üst başlığı ile piyasaya sürüldü. 2010’da başlayan ve Anadolu Kültür, Kalan Müzik ve Hollanda’dan Prince Claus Fund’un desteğiyle, Burcu Yıldız, Melissa Bilal, Saro Usta ve Ari Hergel tarafından yürütülen projenin ikinci aşamasında ise, Gomidas Vartabed’in akademik çalışmalarının Türkçe çevirilerini ve bazı arşiv belgelerini içeren bir kitap yayımlanacakmış.
Ancak albüm de hem projeyle, hem Gomidas’la, hem de albümde bulunan şarkılarla ilgili çok detaylı ve kapsamlı bir kitabın içerisinde satışa sunulmuş. Gomidas’ın transkripsiyonlarından örnekler de var kitabın içinde, fotoğraflar ve şarkı sözleri de. Ermenice, Türkçe ve İngilizce olarak hazırlanan bu kitap, albümü dinlemeye başlamadan önce bilgi ve fikir sahibi olmanızı sağladığı gibi, albümün arşiv değerini de yükseltiyor.
Ermenice “Yerkaran” kelimesi, “şarkı defteri” anlamına geliyormuş. Gomidas’ın derlemelerini barındıran 14 ciltlik şarkı defterlerinden bu albüm için seçilenler arasında Zeybek formunda Türkçe bir türkü de var, dengbej tavrı ile okunan Kürtçe bir şarkı da… Ermenice bir dini ezgi de var, Gomidas’ın ‘Yerevan Ezgisi’ notu ile notaya aldığı Şii ezanı da… Şarkıları yüzlerce yıl sonra notalarından yola çıkarak yeniden hayata geçirenler arasında ise İstanbullu Ermeni, Türkiyeli, Ermenistan’dan ve diasporadan, aralarında Aram Kerovpyan, Murat Aydemir, Ara Dinkjian, Murat İçlinalça, Aşuğ Bingöl, Ali Tekbaş, Ertan Tekin, Aytekin Ataş ve Şevval Sam’ın da bulunduğu çok sayıda müzisyen var.
Tuhaf bir biçimde hepsi kulağınıza da kalbinize de çok tanıdık gelecek melodiler, notalar, sesler duyacaksınız albüm boyunca. İçinize işleyecek her biri. Sınırların, dinlerin, mezheplerin, dillerin, ırkların, renklerin ayrıştıramadığı, bölemediği notalara kapılıp gideceksiniz. Bir yandan yeniden ortaya çıkarılmış bir dünya mirasının küçücük bir kısmına da olsa şahitlik ederken, bir yandan da dünya üzerinde insan olarak yaşayıp giderken sıkı sıkıya tutunduğunuz aidiyetlerin ne kadar yersiz olduğunun farkına varacaksınız.
Hepsi bir kenara, sadece bir müzik tutkunu olmanız bile bu kıymetli albümü arşivinize katmanız için yeterli sebep.
SİBİL – “SER”
Bu toprakların kadim müzik kültüründe yeri yadsınamaz Ermeni müziğinin bir de bugünleri ve bugünlerinin bir temsilcisi var. Adı Sibil.
Sibil Pektorosoğlu ile ilk kez Nükhet Duru’nun Surp Vartanants korosu ile birlikte verdiği “Sevgiyle El Ele” konserinde tanışmıştım. Hem koronun solistlerinden biriydi, hem de solo bir şarkı seslendirmişti o konserde. Majak Toşikyan’ın bir bestesi idi o şarkı; ya da bildiğimiz adıyla Cenk Taşkan’ın. Zaten Cenk Taşkan, Sibil’e el veren müzisyenlerden biriydi ve nitekim 2010 yılında piyasaya çıkan ilk albümünün de müzik direktörlüğünü yaptı.
Evet Sibil’le o konser vesilesiyle tanıştık ve arkadaş olduk ama benim için Sibil, dostluğu bir yana, sesine hayran olduğum, doğru ve iyi şarkı söyleyen bir şarkıcı. Nitekim kendi adını taşıyan ilk albümü de hem onu ve sesini geniş kitlelere tanıtmakla kalmadı, yayımlanmış ilk popüler Ermenice albüm olarak müzik tarihimize geçti. Albümdeki “Namag” adlı şarkıya çekilen klibin TRT ekranlarında gösterilmesi de bir başka ilk oldu. O günden bu yana yurt dışında ve içinde yaptığı konserlerle de adından söz ettiren Sibil, 2012’de Moskova’da düzenlenen Ermeni Müzik Ödülleri töreninde “Magical Voice (Büyüleyici Ses)” dalında ödül kazandı ve Türkiye’de yaşayıp da bu ödülü kazanan ilk kişi oldu.
Ne yalan söyleyeyim, Sibil’in müzik yolculuğunda giderek yükselen çizgisini göğsüm kabararak izledim, izliyorum. Bence önemli bir boşluğu doldurdu ve bileğinin/sesinin hakkıyla Ermeni müziğinin yeni yıldızı oldu.
Sibil’in ikinci albümü “Ser”, 2014 yılının Ocak ayında Ossi Müzik etiketiyle yayımlandı. Albümde 11 şarkı ve 1 farklı versiyon var. Bu şarkıların 7’si Cenk Taşkan tarafından bestelenmiş, diğerleri ise tanınmış Ermeni bestecilerin eserleri. Levon Abrahamyan, Ara Gevorkyan,Aleksey Hekimyan bu isimler. Şarkı sözlerinde ise Hovhannes Shiraz, Artur Safaryan, Avet Barseghyan, Makruhi B. Hagopyan, Tuma Çelik, Vahan Teryan, Hamo Sahyan ve Ashod Krashi’nin isimlerini görüyoruz kartonette.
Albümde bir de anonim şarkı var. “Adanayi Voghpi” adını taşıyan bu şarkıyı Türk pop müziğini yakından takip edenler dinler dinlemez hatırlayacaklardır. Zira şarkının Türkçe versiyonu 2002 yılında “Sebebim Aşk” adıyla seden Gürel tarafından seslendirilmişti. Türkçe versiyon her ne kadar aşk üzerine yazılmış olsa da, bu şarkının orijinali aslında 1909 yılında Adana’da yaşanan olaylar sonrasında can veren Ermenilere adanmış bir ağıtmış. Sözlerini hiç anlamasanız, kartonetteki çeviriyi okumasanız bile şarkının notalarına sinen acıyı hissetmemek mümkün değil zaten.
Bilenler bilir, Cenk Taşkan hem uluslararası standartlarda besteler yapan, hem de yerel motifleri de yeri geldiğinde ustalıkla kullanan bir bestecidir. Nitekim Sibil’in bu albümünde de Taşkan’ın hem senfonik kalıplarda, hem de Ermeni halk müziğinin etkilerini taşıyan besteleri var. Ermeni halk müziği dediysem, hiç öyle uzaklara bakmayın; kulağımıza çok aşina ritimler, melodik yapılar var tüm şarkıların içinde. Aynı topraklarda yaşamışlığımızı, aynı duygulardan geçmişliğimizi her dakika hissediyorsunuz bu albümü dinlerken. Sibil’in su gibi sesi de cabası.
Albümdeki düzenlemeler de Cenk Taşkan tarafından yapılmış. Sadece “Siro Hekiyat” adlı şarkının düzenlemesi, bestecisi de olan Ara Gevorkyan imzasını taşıyor. Bir de “Avedyats Yergir” adlı şarkının “remix” versiyonu Mercan Dede tarafından düzenlenmiş.
Kendi inanç ve düşünce biçiminden başka türlüsünü benimseyeni “Çok af edersiniz, bilmem ne…” diye nitelendiren bir zihniyete, bir dile, bir üsluba inat daha çok dinlemek, anlamak, farkında olmak lazım. Hiçbir şey olmadıysa, bu albüm buna bir vesile olabilir. Çünkü müzik, aslında topyekûn sanat, en çok hatırlatandır bize “sadece insan” olduğumuzu.
ARA DİNKJİYAN – “FINDING SONGS” & “CONVERSATIONS WITH MANOL”
Ara Dinkjiyan, Türkiye’de daha ziyade Sezen Aksu ile birlikte yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Yakın bir tarihte bir kez daha İstanbul’a geldi ve Aksu ve Fahir Atakoğlu ile birlikte Zorlu Center PSM’de bir konser verdi hatta. Dinkjiyan Amerikalı bir Ermeni ama ailesi Diyarbakır kökenli. Yani kökleri yine bu topraklardan. Haliyle de ses verdiği notaları hep sevdik biz. Bir kaçını sayayım mesela: Sezen Aksu’dan “Vazgeçtim”, “Sarışın”, “Yine mi Çiçek”, “Son Sardunyalar”, “Hoş Geldin”, Ahmet Kaya’nın “Ağladıkça”sı en çok bilinenler olarak sıralanabilir.
Türkiye’de bir çok müzisyenler ortak çalışmalar yapan Dinkjiyan, dünyada ise en çok, Arto Tunçboyacıyan’la birlikte kurdukları Night Ark topluluğu ile yaptığı albümlerle biliniyor. Besteleri 13 farklı dilde kaydedilmiş, yanı sıra enstrümanistliği ile tanınmış bir müzisyen. İsmi dünya çapındaki ud virtüözlerinin en başında sayılıyor.
Kalan Müzik, geçtiğimiz Haziran ayında, Dinkjiyan’ın iki albümünü birden, tek bir ambalajla piyasaya sürdü. 2011 yılında kaydedilmiş “Conversations With Manol” ve 2013 çıkışlı “Finding Songs” adlı albümler bunlar.
“Conversations With Manol”, dünyaca ünlü ud yapımcısı Manolis Venios’un ürettiği bir uddan ilham almış bir proje albümü. Manos olarak da tanınan Manolis Venios’un ürettiği bir uda sahip olmak, dünyadaki her ud çalan enstrümanistin hayali imiş. Dinkjiyan, elindeki 1907 üretimi Manos udla tamamen emprovize, kendisinin “conversations” olarak adlandırdığı parçalar çalıyor albüm boyunca. Bunlar birer beste değil, ya da birer ud taksimi. Manos udunun kusursuz tınısı ile Dinkjiyan virtüözitesinin sohbeti sadece.
Ara Dinkjiyan, 1914 yılında İstanbul’da ölen ve çok sayıda ud ustası yetiştiren Manos başta olmak üzere, tüm “lütiye”lere adamış bu albümü.
“Finding Songs” albümü ise Dinkjiyan tarafından bestelenmiş ve düzenlenmiş 12 parçadan oluşuyor. Ara Dinkjiyan Quartet olarak Dinkjiyan’ın udun yanı sıra cümbüş, saz ve elektro cümbüş de çaldığı albümde, ona kemençesi ile Sokratis Sinopoulos, piyanosu ile Yannis Kirimkiridis ve perküsyonu ile Vangelis Karipis eşlik etmiş. İsimlerden de anlaşıldığı üzere, Yunan müzisyenlerle, Atina’da kaydedilmiş bir albüm bu.
Albüm kartonetinde yazdığını göre, Ara Dinkjiyan besteci sıfatından pek hoşlanmaz, kendisini “şarkı bulucu” olarak nitelendirmeyi tercih edermiş. Eh, bu da albümün ismini (“Finding Songs”) açıklıyor sanırım.
Diğer albümdeki eserler şarkı formunda olmadığı için bir şey diyemem ama bana kalırsa “Finding Songs”tan Türk popuna en az bir, muhtemelen birden fazla yeni şarkı çıkabilir; demedi demeyin.
İyi müzik dinlemek için, müzik beğeniniz doğrultusunda farklı alternatifler bulmak hiç de zor değil artık. Dinjkiyan’ın bu iki albümü de iyi müzik vaat ediyor. Aklınızda bulunsun.
YAVUZ HAKAN TOK, EKİM 2014, İSTANBUL
* Yazının başlığı Sibil’in albümünde yer alan “Mer Lezun (Dilimiz)” adlı şarkının çevirisinden alıntıdır.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.