(4 Nisan 2015 tarihinde Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmıştır.)
“Yolu sevgiden geçen” şarkılar öksüz kaldı. Kayahan, 66’ncı doğum gününden sadece beş gün sonra, kıştan kalma, soğuk bir Nisan sabahında sonsuzluğa kanat açtı. Ardında şarkılarını ve sesini bırakarak… Hayatlarımıza sinmiş şarkıların, seslerin sahipleri bir gün bizi terk ettiğinde tek avuntumuz bu oluyor hep. Sonsuza dek baki kalacak olan hoş sadaları…
(11 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Adını kimi zaman sözünü yazdığı, kimi zamansa bestesini de yaptığı ve başkalarına verdiği şarkılarla duyurdu Ayla Çelik. En çok “Türkân”ın söz yazarı olarak yer etti hafızalara. Müziğin okullusuydu. Basamakları ağır ağır çıkmakta idi. Ülke çapında tanınmaktan çok sektör bazında tanınmak açar kapıları bizde. O da oradan yürüdü.
Ayla Çelik’in Melih Kibar’ın yanında reklam cıngılları seslendirerek başlayan profesyonel müzik yolculuğunun ilk albümü aslında 2007 yılında piyasaya çıkan “İstanbul Türküleri” adlı konsept albüm olmuş. O albümde Belma Şahin’le birlikte İstanbul türküleri seslendirmiş Çelik. İlk solo çalışması ise 2008’de yayımlanan “Bir Dönebilsem” adlı tekli. 2010’da ilk albümü “Lavanta” yayımlanmıştı. Ve altı yıl aradan sonra Ayla Çelik, ikinci albümü “Ben” ile bir kez daha şarkıcı olarak karşımıza çıkıyor. Albüm geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Albümde altı şarkı ve dört farklı versiyon var. Açılışta yer alan ve ilk klip şarkısı olarak da seçilen “Aşk Şarkıları” hem farklı müzikal yapısı hem de sözleri ile dikkat çekici. Söz ve müziği Ayla Çelik’e ait bu şarkının A ve B bölümleri tango, nakarat kısmı ise İspanyol yürüyüşünde. Aslında bu müzikal yapıyı biraz da şarkının sözleri belirlemiş gibi. İlk yarıdaki sert ve keskin tavır nakaratta efkârlı bir serzenişe teslim ediyor kendini ve sözlerle müzik çok doğru örtüşüyor. Büyük yüzdeyle aynı tempoda başlayıp biten şarkılardır popun matematiği aslında ama az sayıda olmak kaydıyla “Türkan” gibi aykırı örnekler de var ki bu da onlardan biri. Belli ki Ayla Çelik de “Türkan”dan ilham almış. Söylemek lazım, Erhan Bayrak gerçekten çok iyi bir düzenlemeyle şarkıyı adeta oya gibi işlemiş. Nitekim aynı şarkının albümdeki bir diğer versiyonu olan Ozan Çolakoğlu aranjesi bende aynı etkiyi uyandırmadı. (Bu arada albüm künyesinde bu şarkının aranjörü olarak Erhan Bayrak’ın yanı sıra henüz bir bebek olan kızı Ayris’in de adı geçiyor. Burada bir espri var muhakkak ama onu biz anlayamıyoruz haliyle.)
İkinci sıradaki “Bağdat”, albümün “hit” potansiyeli en yüksek şarkısı. Söz ve müziği yine Ayla Çelik tarafından yazılan “Bağdat”, Orhan Sancak tarafından düzenlenmiş. Bütün gün evde oturup hiçbir şey yapmayan, telefona filan bakmayan ve bu durumu sevgiliye ince ince göndermeli cümlelerle anlatan kadın şarkıları hep tutmuştur memlekette (Bknz: Göksel’den “Depresyondayım”, Sertab’dan “İyileşiyorum”, Model’den “Makyaj”.) Hâl böyleyken nakarat sloganı da çok sağlam olan “Bağdat”ın çekilecek bir kliple birlikte yılın “hit” şarkılarından biri olmaması için bir sebep yok. Hatta ben “Aşk Şarkıları”ndan daha fazla dikkat çekeceğini bile düşündüm dinlerken.
“Bağdat”ın albümde bir de “düet” versiyonu var. Düzenleme aynı ancak bu defa Ayla Çelik şarkıyı Beyazıt Öztürk ile beraber söylüyor. Beyazıt gibi komikliği ile mimlenmiş bir adamı, iyi de şarkı söyleyemiyorken üstelik, bu derece dramatik bir şarkıda kullanmak iyi bir fikir değilmiş sanki. Nitekim şarkı bir de Ayla Çelik’in tonundan olunca, Beyaz epeyce zorlanmış; zaten ancak sesinin nispeten iyice duyulduğu kısımlarını kullanmışlar. Halbuki “Osman” gibi esprili bir şarkının içinde, hadi o şarkı düete gelmezse de “Haberim Var”ın A bölümünde pekala daha başarılı olabilirmiş Beyaz. Ya da en azından dinleyene daha sempatik gelebilirmiş. Ama şöyle ya da böyle Beyazıt Öztürk isminin “Bağdat”a ve de albüme ilave reyting getireceği de şüphe götürmez.
Ayla Çelik’in kendini şarkıcı olarak Sibel Can ile Demet Akalın arası bir yere konumlama gayreti var. Bunu ilk albümünde de hissettiriyordu, bu albümde de öyle. Nitekim albümün üçüncü sırasındaki “Altın Sarısı”, neresinden baksanız bir Demet Akalın şarkısı olabilirmiş. Sözleri Ayla Çelik yazmış, besteyi Gökhan Tepe yapmış ve düzenleme yine Erhan Bayrak’a emanet edilmiş. Ayla Çelik hem eli yüzü düzgün cümleler kurup hem de şarkı sözlerinin içine bolca slogan ve az kullanılmış kelime, tabir, tamlama serpiştirme konusunda bütün hünerini gösterdiği şarkılar sıralamış bu albüme. “Altın Sarısı” da bunlardan biri. Aslına bakılırsa albümün radyo-kulüp-“beach” hattında iş yapmaya en müsait şarkısı da bu. Şarkının hem Erhan Bayrak hem de Mustafa Ceceli versiyonları pekala bu işi yapabilir. Bir üçüncü versiyon olan Miraç Kutlu düzenlemesi ise şarkıyı bu defa düşük tempoda işleyerek aslında albümün bütününe en uygun halini sunuyor dinleyene.
Söz ve müziği Ayla Çelik’e ait “Haberim Var” da tıpkı “Aşk Şarkıları” gibi iki farklı müzikal formun bir araya getirildiği ve metronomu sabit kalmayan bir şarkı. Nakarat kısımlarında alaturkaya bağlanıyor ve “yanıyorum ah, ölüyorum ah” kelimeleri ile de o hissiyat iyice tetikleniyor. Aslında başından sonuna teatral havada, bir parça müzikal oyun şarkıları tadında bir şarkı “Haberim Var”. Erhan Bayrak yine çok iyi bir düzenleme yapmış ve aslında bu tarz şarkıların hem besteci hem de aranjör olarak piri sayılabilecek Atilla Özdemiroğlu’nu aratmamış.
Beşinci sıradaki “Aynalı Dolap” ise Ayla Çelik’in Sibel Can tarafından ses veriyor. Sözleri Çelik’in, beste Gökhan Tepe’nin , düzenleme ise Ceceli’nin. “Aynalı Dolap” Sibel Can tarafından söylense ikinci bir “Lale Devri” olur muymuş, olurmuş. Çünkü tam da o incelik ve nezakette, o tavırda makamlı bir şarkı.
Yine Ayla Çelik sözleri, Gökhan Tepe bestesiyle “Osman”, albümün en matrak şarkısı. Yine bir teatral hava, bir müzikal oyun formu ve yine Erhan Bayrak’ın akıllıca düzenlemesi. Ankara havalarına da şöyle bir dokunup geçen “Osman”, hemen birlikte söylenecek bir şarkı değil belki ama insan ister istemez ne oluyor, burada ne anlatılıyor diye bir kulak kabartıyor ilk dinleyişte. Sonra da eğleniyorsunuz zaten. (Bu arada Beni Osman Öldürdü diye bir ‘60’lı yıllar Yeşilçam filmi de var, sanırım Ayla Çelik oradan esinlendi bu şarkıyı yazarken.)
Toplamda şarkı sözleri, besteler ve düzenlemeler açısından baktığınızda kendine ait bir tavrı da olan, iyi bir pop albümü bu. Bence bir tek sorun var ise o da Ayla Çelik’in naif ve çekingen şarkıcılık biçimi. Bu, alaturka eğitimi de almış olmanın bir deformasyonu mu onu bilemeyeceğim ama pop şarkıları, özellikle de böylesi iddialı sözleri olan şarkılar daha baskın bir solist tavrı istiyor. Ancak Ayla Çelik bu şarkıcılık biçimi ile şarkılarını yeterince domine edemiyor ve bu durum da bir parça inandırıcılık sorununu beraberinde getiriyor. Sanırım şarkıları dinlerken kulağımın kimi zaman yukarıda ismi geçen şarkıcıları araması da bundandı. Şarkılar bu kadar iyi olmasaydı bunu de dert etmezdim belki, o ayrı.
Albüm kapak fotoğraflarında değil ama klipte bir önceki albümün promosyon safhasında ısrarla vurguladığının aksine bu defa “seksi olmamaya çalışan” bir Ayla Çelik yok, aksi var. Jülide Güngör imzalı fotoğraflar ve Cumba imzalı kartonet tasarımı ise gayet güzel.
(8 Şubat 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Türkçe müziğin “gizli” hazinelerindendir Ece Dorsay. “Gizli” diyorum çünkü ülkenin en ünlü sinema eleştirmeni Atilla Dorsay’ın kızı olmasına rağmen, doğuştan sahip olduğu medya gücüne sırtını hiç dayamamış, başından beri kendi yolunda bağımsız bir müzisyen olarak yürümüş, bu nedenle de hep az bilinir kalmış ya da kalmayı tercih etmiş bir isim Ece. Bunun da ötesinde kimselere benzemeyen sesi, kendine ait şarkıları ve o şarkılarla yarattığı dünyasıyla da nevi şahsına münhasır, özel bir isim.
Ece Dorsay’ın ilk resmi kaydı olan “Tutkuların Peşinde” adlı şarkı, 2000 yılında Universal Müzik tarafından piyasaya sürülen “Alternative Rock” adlı albümde yer alıyordu. 2002 yılında ise ilk albümü “Kum Saati” ile çıktı dinleyici karşına. Bu ilk albüm, onun her bakımdan farklı bir müzisyen olduğunu hissettirmiş ve Dorsay’ın dikkatleri üzerine çekmesini sağlamıştı ama ikinci albüm “Kırmızı Karanlık” çok uzun bir aradan sonra, ancak 2013 yılında piyasaya çıkabildi. Zira müzik endüstrisi içinde oyunu kurallarına göre oynamaya yanaşmayan bir müzisyen için bu ülkede işler her zaman çok ama çok zordu.
Ece Dorsay’ın üçüncü albümü “Dünyamın Haritası” ise 2015 yılının Aralık ayında İrem Emre Müzik tarafından dijital platformlarda satışa sunuldu. Albümde 11 şarkı var. Önceki albümlerinde tamamen kendi yazdığı şarkıları söyleyen Dorsay, bu defa işi bir adım daha ileri götürüp bütün düzenlemeleri kendisi yapmış, hatta bütün enstrümanları da kendisi çalmış (öyle ki bir şarkıda ağzıyla trompet dahi çalıyor, “beatbox” yapıyor.) İşin büyük kısmını evindeki stüdyosunda kotarmış, sadece gitar ve vokal kayıtları Sezen Aksu’nun stüdyosunda gerçekleştirilmiş. Yani hem başından sonuna “self-made”, hem de büyük kısmı “home-made” bir albüm bu. Diğer albümlerinden farklı olarak ilk defa “cover” bir şarkıya da yer vermiş albümünde. Onun dışında kalan 10 şarkının söz ve müzikleri de yine Ece Dorsay imzası taşıyor.
Albümün “cover” şarkısı “Vitrin”, sözleri Sezen Aksu’ya, bestesi Can Algeç’e ait ve daha önce Ajda Pekkan tarafından seslendirilmiş bir şarkı. Orijinal versiyonu tam bir dans şarkısı olan “Vitrin”, Ece Dorsay’ın sesi ve düzenlemesiyle bambaşka bir hale dönüşmüş ve hatta denilebilir ki Ajda Pekkan versiyonundan çok daha net bir ifade kazanmış. Nitekim hiçbir zaman görselliği şarkılarının önüne geçirmemiş, bu anlamda alışageldiğimiz kadın şarkıcı vitrinini hiç tanzim etmemiş Ece Dorsay’ın bu şarkının klibinde karşımıza ağır makyajla, dekolte elbiseyle filan çıkması boşuna değil. Şarkıdaki “vitrin-iklim” metaforlarına çarpıcı bir gönderme var orada.
Böylelikle albümün tek “cover”ı da Ece Dorsay’ın kendi şarkılarında başından beri sürdürdüğü izleğe, taşıdığı felsefe, dünya görüşü ve yaşam biçimine eklemlenmiş. Çıkış noktası eski Emek Sinemasının yok edilmesi olan ama aslında sadece İstanbul’un değil tüm ülkenin içinden geçtiği bir yıkım sürecini sözünü sakınmadan anlatan “İstanbul Ayaklar Altında” başta olmak üzere, ağırlıklı olarak aşk teması üzerinden içine hapsolduğumuz ritüelleri, kuralları, kaideleri, yasakları, hayata dair dayatılan kerameti kendinden menkul doğruları sorguluyor Ece Dorsay şarkılarında. Ve bunu sadece kurduğu cümleler, bastığı notalarla değil, bütün varlığıyla yapıyor. Bu yüzden çok samimi ve çok gerçek.
Başka bir ülkede yaşıyor olsa bu ses tınısı ve bu şarkı yazma ve söyleme biçimi ile çok daha başka türlü değer biçilecek Ece Dorsay’ın bu ülkede zar zor albüm yapabiliyor olması kalp kırıcı. Yine de her türlü zorluğa rağmen ortaya çıkarılmış bu albüm, hem teknik hem de artistik açıdan çok daha iyilerini yapabilmesi için Ece Dorsay’a en azından bu defa bir kapı açar umarım. Hatta Ece’yi sahnede çok kez dinlemiş birisi olarak onun ses renginin ve şarkıcılığının ince detaylarını çok daha fazla ortaya çıkaran caz şarkılarından oluşan bir albümü (ya da en azından akustik Youtube kayıtlarını) kendi “wishlist”imin baş sıralarında tutuyorum.
NOT: Albümün CD baskısı yapılmadığı için benim gibi kartonet meraklıları albümü iTunes’dan indirdikleri takdirde, hem şarkı sözlerinin hem de detaylı bilgilerin bulunduğu 15 sayfalık kartoneti de edinmiş oluyorlar. Aklınızda bulunsun.
(3 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Ceynur iyi bir ses ve iyi müzik yapıyor. Bunu biliyoruz zira geçmişte yaptığı güzel işler var. 2009’da yayımlanan ilk albümü “Aşk, Yağmur ve Çikolata”, özellikle de bu albümdeki “Yağmur” şarkısı mesela… Çok iyi bir başlangıçtı, her ne kadar Ceynur’un müzikal geçmişi çok eskilere, ta Pop Show yarışmasına ve hatta Eurovision Türkiye finallerine kadar dayanıyor olsa da.
2011’de piyasaya çıkan “Arabada Dinle” teklisi de hiç fena değildi. 2013 çıkışlı “Uzak Ara” teklisi çok fazla ses getirmedi ki o da bir etnik-elektronik dans şarkısı yani zamanına göre aykırı bir işti.
Ceynur’un yeni teklisi “Ağır Aksak”, geçtiğimiz günlerde YAZZ Records ve DMC işbirliğiyle raflarda yerini aldı. Tabii şarkı/albüm yayımlama periyodunu bu kadar uzun tutunca dinleyici devamlılığını kaybetmeniz ve her defasında işe baştan başlamak zorunda kalmanız kaçınılmaz oluyor. Siz bu aralarda sahneye çıkıp şarkı söylemeye devam olsanız da, göze görünmüyorsunuz. Nitekim kuvvetle muhtemeldir ki Ceynur dikkati dağınık müzik dinleyicisi tarafından ister istemez yeni bir isim olarak algılanacak.
Şarkının sözleri Murat Güneş’e, bestesi ve düzenlemesi ise Volga Tamöz’e ait. Çok “büyük” bir şarkı “Ağır Aksak”. Batı formunda bir balad ve düzenlemede kullanılan senfonik öğeler de bunu vurguluyor zaten. Ceynur tam da hakkını vererek, kusursuz bir teknikle şarkıyı bir kat daha uçurmuş.
“Ağır Aksak”ın bir tek kusuru var ki, memleketin popüler müzik seceresine göre bu döneme, zamana ait bir şarkı değil. O yüzden akıbeti ne olur kestirmek zor. Eskiden olsa kıymeti bilinirdi; belki gelecekte de bilinecek ama bugün bilinir mi, ona emin değilim.
(3 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Suadiye’yi 2013 yılında piyasaya çıkan ve kendi adını taşıyan ilk albümüyle tanımıştık. O albümde kendi yazdığı şarkıları söyleyen, dans müziği yapan ve şarkı söylerken dans eden bir genç şarkıcı vardı. Ne var ki işin şarkıcılık kısmı epeyce sorunluydu.
2015’de Cihat Uğurel’e “featuring” yaparak, ‘90’lardan bir Aşkın Nur Yengi şarkısını, “Sıramı Bekliyorum”u seslendirdi Suadiye. Onun da başarılı bir iş olduğu söylenemezdi.
Geçtiğimiz günlerde ise Suadiye’nin yeni teklisi yayımlandı. Avrupa Müzik etiketiyle piyasaya sürülen teklide Suadiye bu kez yine bir ‘90’lar şarkısını, Yonca Evcimik’in ilk albümünde yer alan bir Şehrazat şarkısını, “Cesaretim Yok”u seslendirmiş.
Şarkı çok güzel bir kere, onu söylemek lazım. Evcimik’in o dönemde ortalığı kasıp kavuran “Abone” albümünde dans “hit”leri ön plana çıktığı için bir parça geride kalmış, kıymeti yeterince bilinmemiş bu şarkının “cover” yapılması son derece iyi bir fikir. Hem güçlü melodik yapısı hem de sıra dışı sözleriyle dokunaklı ve etkili. Zamanında bir “pop-star” olabilmenin bütün gereklerini yerine getirmiş ve de layıkıyla olmuş Yonca Evcimik’, hiçbir zaman “yorumcu” kategorisinde sayamayacağımız gerçeği bir yana, güçlü bir ses ve güçlü bir yorumla dinleyende bambaşka bir etki yaratabilecek bu şarkının Suadiye’ye kısmet olması da ayrıca ironik olmuş. Neyse ki Suadiye şaşırtıcı bir biçimde şarkının altında kalmamış.
Daha önceki tüm şarkılarında kulağı rahatsız eden teknik yetersizlik ve prozodi hataları bu şarkıda neredeyse hiç yok. Uzun süre önemli eğitmenlerden şan dersleri almış olması her ne kadar özellikle vurgulanıyor olsa bile, iyi bir şarkıcılık tekniği için o derslerin her zaman işe yaramadığını biliyor ve örneklerini görüyoruz çünkü. Bu noktada aranjöre büyük iş düşüyor. Nitekim İskender Paydaş’ın düzenlemesi, “Cesaretim Yok”u ‘90’lardan bugünlere gayet iyi taşımış. Bence tek sorun “laylalay”lı kısımların fazla uzun tutulmuş olması. Biraz daha ekonomik davranılsa, şarkı neredeyse 1 dakika daha kısa olabilirmiş ve öylesi çok daha iyi olurmuş, çünkü sarkıyor.
Görsel olarak da Suadiye doğru yolu bulmuş. Özellikle “Sıramı Bekliyorum” klibindeki rüküş halinden sonra bu klipteki ve tekli için çekilen fotoğraflardaki imajla adeta yeniden doğmuş, işe sıfırdan başlamış gibi.
(3 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Yeni yılın ilk “bomba”larından biri olarak Ozan Doğulu Feat. Gülden Mutlu - Bahadır Tatlıöz düeti “Uzun Lafın Kısası”, geçtiğimiz günlerde Doğulu Müzik etiketiyle yayımlandı. Teklinin kapağında tabii ki Ozan Doğulu ve onun meşhur “dj” pozlarından biri var. Var da bu şarkı niye yapılmış ben onu anlamadım.
Çünkü ne Ozan Doğulu’nun adını koyduğu işler içinde bir yere oturtabildim ben bu şarkıyı, ne de Gülden Mutlu’ya yakıştırabildim. Bir Bahadır Tatlıöz şarkısı olarak dahi ortalama (ki Tatlıöz’ün çok daha iyi şarkıları vardır.) Geriye bir tek ihtimal kalıyor. “Öyle bir şarkı yapalım ki kulüplerde esen Merve Özbey rüzgârından payını alsın: Tiz bir kadın sesi, alaturka sözler ve nağmeler altına basit bir elektronik altyapı.”
Yoksa kendi şarkılarında gayet belirgin bir stili olan Gülden Mutlu neden böylesine tiril tiril, adeta post-modern bir Melihat Gülses gibi söylesin? Yoksa bugüne dek pop müziğe sayısız yenilikçi, iddialı ve ustalıklı iş yapmış Ozan Doğulu gibi kıdemli bir aranjör, neden böylesi sıradan bir düzenleme yapsın? Yoksa kendince bir çizgi yakalamış ve ana akımın ortasında yer almayı pek de dert etmemiş Bahadır Tatlıöz gibi bir müzisyen neden bu ittifaka ihtiyaç duysun? Bazen iyi niyet yetmez, onu biliyoruz. Ama burada niyet iyi mi ona emin olamadım. Her şey o kadar formüle edilmiş ki…
Okuyorum, görüyorum. Genelde herkes çok beğendiğini yazıyor. Muhakkak ki radyolar da bu beğeni furyasına ellerinde tuzlukla koşmaya hazırdır, onlar sever böyle şarkıları. Zaten en çok radyolar yüzünden mahkûm kalmadık ki bu tür şarkılara? Bir de kulüplerde ellerini havaya havaya kaldırıp dans edenler ya da etmeye özenenler ve memleketin her yerini kulüp zannedenler yüzünden. (Gerçi memleketin her yeri kimin umurunda? İşe gidilen şehirler ve kulüpler belli değil mi?)
Ha bu şarkı şöyle yavaş bir düzenleme ile (belki alaturka sazlarla) ve o iki solistten biri tarafından (tercihen Gülden Mutlu zira ikisinin tonları katiyen tutmuyor; sözgelimi bir Murat Boz-Gülşen uyumu yok arada) söylenseydi bambaşka bir şey olur muydu? Olurdu, ona da kabul. Ama şarkının teklideki ikinci versiyonu (“Dj Eyüp Remix”) bunun tam tersini deneyip, rakılık bir şarkıdan votka-enerjilik bir şarkı çıkarmanın azmiyle elektroniğin dibine vuruyor.
Yeri gelmişken bir “dj”in adını ve kapak fotoğrafını taşıyan bir teklide/albümde bir başka “dj”in “remix”inin yer almasındaki mantığı hiç mi hiç anlamadığımı da ekleyeyim bu arada.
(3 Şubat 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Simge’nin yeni bir şarkı yapmakta olduğu haberi duyulduğu günlerde Riff Cohen’in de yeni albümü çıkmasın mı? Oturdum dinledim albümü; acaba hangi şarkıyı alırlar da Türkçe yaparlar bu defa diye. Hep öyledir ya… Tutmuş bir işin peşinden aynı formülde en az beş iş yapılır; suyu çıkarılır. Hep aksini savunsam da bunu ben bile bekler olmuşum artık demek ki.
Gelin görün ki bu defa öyle olmadı. 2015’in en parlak “hit”lerinden biri olan “Miş Miş”in ardından Simge, başka türlü bir şarkıyla çıktı karşımıza. Sözleri Sezen Aksu ve Deniz Erten, bestesi Simge ve Ersay Üner imzası taşıyan, düzenlemesi ise Ozan Bayraşa tarafından yapılan “Yankı” geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.
Her şeyden önce Türkçe popun vasat çizgisinin çok üzerine çıkmayı başarmış, çok iyi bir düzenleme ile parlıyor şarkı. İlk dinleyişte “başka” bir şey dinlediğinize ikna oluyorsunuz. Simge de şarkıcı olarak çok farklı; “Miş Miş”i söyleyenle aynı kişi değil sanki. Ciddi bir risk almış ve bu riskin üstesinden gelmiş gibi gözüküyor. Üstelik şarkı, sözleri ve müziği itibariyle de öyle kolayca dinleyici tavlayacak, iki günde dile düşecek bir yapıda değil; daha sofistike, daha hazmı zor.
Ne yalan söyleyeyim, bana biraz Hande Yener’in bir zaman yolunu tutturup sonra u dönüşüyle çekip gittiği yerlerden ses verir gibi geldi bu şarkı. Bir başka deyişle Hande Yener’in çok zaman önce kaçırdığı trene Simge binmiş gibi gözüküyor. Bu da hiç hafife alınacak bir şey değil. Biraz yenilik, biraz rutinin dışına çıkmak hepimize iyi gelecek çünkü. Belki “Miş Miş” kadar büyük bir “hit” olmaz ama kesinlikle popa soluk aldırır “Yankı”. Bu cesareti gösterdiği için Simge ve Ozan Bayraşa’yı tebrik etmek lazım.
(2 Şubat 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Her biri kendi müzikal birikimini edinmiş deneyimli bir kadrosu var Kuytu’nun. Denizer Özveren, Cem Kurt, Taha Rıza Özmen ve Gökçe Kölüksüz, hem ayrı ayrı hem de zaman zaman beraber yer aldıkları çeşitli projelerden sonra bir araya gelmiş ve Kuytu’yu kurmuşlar. Grubun kuruluş hikâyesi 2012 yılına kadar dayanıyor olsa da, ilk albüm 2015 yılının Eylül ayında piyasaya çıktı. “Düş İçime” adını taşıyan bu ilk Kuytu albümü aynı zamanda Universal Türkiye ve EMI Türkiye’nin yeniden yapılanmasından sonra yayımlanmış ilk işlerden de biri oldu.
Çok değil, bir on yıl öncesinde olsak böylesi bir albümün çok daha kısa sürede ve çok daha etkili bir biçimde ses getirmesi kuvvetle muhtemeldi. Ancak grubun şarkılarının türün meraklıları dışındaki kitle tarafından keşfedilmesi, yakın zamanda “Ada” şarkısının bir televizyon dizisinde kullanılması ile oldu. Çünkü müzik kanallarında klibin yayınlanması haricinde (ki o da çoğu kez güç bela) Kuytu türevi grupların televizyonda boy gösterme şansı neredeyse hiç yok. Bir de bu, dizilerde şarkıların çalınması durumu var işte.
Oysa Kuytu uzun süredir karşımıza çıkan yeni gruplar arasında en iyilerinden biri olabilir. Canlı performanslarını izlemediğim için bunu en azından albümleri bazında söyleyebilirim. Türkçe “rock” kategorisi içerisinde popa daha bir yerde konumlandırmak kaydıyla Kuytu’nun müziği pekala Mor ve Ötesi, Duman, Teoman ve benzeri kıdemli ve demli isimlerin yıllardır yaptığı müziğin yanına konulabilir. O olgunluk var her şeyden önce. Bir ilk albüm acemiliği asla yok. Bu hem şarkı sözleri, düzenlemeler, icralar bakımından böyle, hem de kayıt ve “sound” açısından. Bir tek kapak kompozisyonu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim; sanki o biraz aceleye gelmiş ve acemi kalmış.
Albümde dokuz şarkı var ve tamamının söz ve müzikleri grubun solisti de olan Denizer Özveren tarafından yazılmış. Grup elemanlarının haricinde Altay Acar ve Enes Nalkıran da konuk sanatçı olarak çalmışlar kayıtlarda. “Mix” ve “mastering” işi, bu işin başkenti sayılabilecek Londra’da yapılmış.
Şarkıların büyük kısmı aşk teması üzerinden, yalnızlığın ruh halini, hüznü ve melankoliyi tetikler nitelikte olsa da bunu ucuza kaçmadan, arabesk klişelere teslim olmadan yapıyor. Etkili melodiler ve derli toplu şarkı sözleriyle, piyasaya yeni çıkan onlarca gruptan kısa sürede ayırt edilebilecek bir tavır var Kuytu’nun müziğinde. Bu farkı daha net görebilmek için nispeten daha ticari kategoride yer alabilecek “Ada” ve “Yeniden Doğsam” gibi şarkılardan ziyade sözgelimi bir “Sarıl Kendine”ye, bir “Sabahlar”a dikkatlice kulak vermek lazım.
Bir kişisel tercih olarak tamamen İngiliz “rock” müziğinden kopyalanıp yapıştırılmış Türkçe “rock” müziğini pek sıcak bulmam ezelden beri. Makamlı, komalı seslerle ve dahi aksak ritimlerle yoğrulmuş bu topraklarda kulaklara ve kalplere yer etmesi çok zor ve bazen de imkânsız “rock” müziğinin (dünya görüşünü ve felsefesini saymıyorum bile) memlekette var olma mücadelesinde mesafe kat etmenin ancak ve ancak dozunda bir yerel tını kullanmak ile olduğunu/olacağını düşünmüşümdür hep. İşte Kuytu şarkılarının perdesiz gitar, cümbüş gibi renklerle beslenen melodik yapıları bu formülün doğru kullanımına yeni nesil bir örnek teşkil edebilir.
İlk albümle sıkı bir başlangıç yapıyor Kuytu. Bakalım devamı nasıl gelecek?
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.