Müzik sektörünün darboğazdan geçtiği bir dönemdi. Babamın
çalıştığı gruplar sürekli dağılıyordu. İşsiz kalmıştı kısacası. Ona çok bağlı
büyüdüğüm için hep gözünün içine bakardım. Üzgün gördüm onu. Gittim yanına, “Ne
yapıyorsun?” dedim. “Repertuvara bakıyorum. Bir şeyler düşünüyorum. Tek başıma
çalıp söylemek için teklif götüreceğim mekânlara,” dedi. O sırada da Antalya’da
İngilizce şarkı söyleyen kız solist modası var. Daha birkaç gün önce bana
bundan bahsetmişti babam. “Hani bana anlatmıştın ya kız solist modası var diye.
E ben bütün şarkıları biliyorum, hadi gel tonlarıma bakalım,” dedim. Babama iş
teklifinde bulundum yani.
Müzisyen bir babanın
kızı olan Burcu Güneş’in profesyonel müzik yaşamı Antalya’da, henüz çocuk
denecek yaşlarda, böyle başlamış. İlk albümünün piyasaya çıkışının üzerinden
yirmi yıl geçmesine çok az bir zaman kala “kariyerimin en özel albümü” diye
tanımladığı yeni albümü ile dinleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor
şimdilerde. Güneş’le bu özel projesini konuşmak üzere bir araya geldik.
(27 Kasım 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Sanki aradan 30 küsur yıl geçmemiş gibi. Tek kanallı siyah beyaz televizyonun yerini YouTube, çıtır çıtır plakların yerini dijital müzik almış ne gam. Nur Yoldaş’ın sesinin yankılandığı her an ‘80’lerin ilk yarısı. Masumiyet yılları. Ortaokul çağlarındaki küçük bir çocuk müziğin o güne dek bildiği, duyduğu, sevdiği şarkılardan ibaret olmadığını fark ediyor önce. Sonra önünde açılan o büyülü kapıdan içeri giriyor. Enstrüman sesiyle, insan sesiyle, notalarla, kelimelerle neler yapılabileceğini anlıyor, keşfe koyuluyor. Nur Yoldaş’ın sesini, Ergüder Yoldaş’ın notalarını başucuna koyuyor ve öyle büyüyor.
O zaman bu zaman Türk müziğini, makamları evrensel armoniyle bu kadar tutkulu öpüştüremedi hiç kimse. Şiirin içindeki müziği kimse bu kadar namusuyla çıkaramadı açığa. Tek tük denemeler oldu; iki şarkı, üç şarkı, teknik anlamda başarılı olanlar da oldu ama o vakit bu vakit Ergüder Ve Nur Yoldaş birlikte yarattığı o iki albümün üzerine bir albüm daha konulamadı.
Mübalağa etmiyorum. Etsem ne çare. Görünen köy kılavuz istemiyor.
Ergüder Yoldaş’ın müziğe ve de herkese, her şeye küsüp gitmesinden sonra Nur Yoldaş ve onun kusursuz şarkıcılığı, sesi de düştü gündemimizden. Keşke düşmeseydi ama onun için de hiç kolay değildi o iki albümün üzerine yeni bir şeyler koyabilmek.
Nur Yoldaş’ın yeni teklisi “Masal”, geçtiğimiz günlerde Arpej Müzik etiketiyle yayımlandı. Şarkının söz, müzik ve düzenlemesi Ergüder ve Nur Yoldaş çiftinin oğulları Tunç Devrim Yoldaş’a ait. Tunç Devrim Yoldaş, babasından devraldığı bayrağı yine annesiyle birlikte taşımaya devam ediyor. Bu yola çıkışın üçüncü durağı bu şarkı. Daha önce, 2014 yılında “Bir Gamlı Hazan” ve “Sahiden” isimli şarkılar yayımlanmıştı.
“Masal”ın servis edildiği haberini görür görmez açıp dinlemeye koyuldum. İşte bu yazının ilk paragrafı da o vakit düştü aklıma.
Kuşkusuz Tunç Devrim Yoldaş babasının güçlü ekolünün izinden olabilecek en doğru biçimde yürürken, kendi bilgi, birikim ve müzisyenlik deneyimini de katıyor bu harmanın içine. Nur Yoldaş ise yine benzersiz sesi ve şarkıcılık tekniğiyle kelimenin tam anlamıyla büyülüyor. “Masal” hakikaten masal gibi bir şarkı. Ve bu üçüncü şarkı da gösteriyor ki Yoldaş imzası üçüncü bir albümü doğurmaya doğru gidiyor (Nur Yoldaş’ın ‘90’larda yaptığı ve dönemin “sound”una yenik düşmüş “Sakine” adlı albümü konu dışı tutuyorum.)
Tek bir yerde takılı kalıyorum. Ergüder Yoldaş “Sultan-ı Yegah”ı yaptığında yapıldığı dönemin çok ilerisinde, çok ötesinde, yepyeni, bambaşka bir şeydi karşımıza çıkardığı. Bir yanıyla da güncelin içinde yer bulabilecek kadar moderndi ve nitekim liste başlarına çıktı kısa sürede. Oysa “Masal” ve ondan öncesinde yayımlanmış iki şarkı o dönemin izlerini sürerken bugünü yakalamak konusunda ister istemez zorlanıyor. Bu belki bilinçli bir tercih ama artık bir yerinden bugüne, hatta yarına da dokunmalı bir sonraki iş. En azından bugünün ortaokul çağındaki çocuklarına müzikte yeni keşifler yapabilmeleri için cesaret vermesi adına (tıpkı Ergüder Yoldaş’ın bana yaptığı gibi.) Tunç Devrim Yoldaş’ın bu donanım ve yeterlilikte bir müzisyen olduğuna dair şüphe duymadığım için bunu da rahat rahat yazabiliyorum.
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bu kendini tekrar etme, zaman içerisinde edindiği konfor alanının dışına çıkamama meselesini çok fazla dillendiriyorum ama ben yazmaktan sıkıldım, yapanlar yapmaktan sıkılmadı ne çare. Funda Arar da son albümünde farklı bestecilerle de çalışmış olmasına rağmen yine aynı yerden ses veriyordu. Dedim ya; konfor alanı. Her hal ve şartta alıcısı var. Ki Funda Arar ne yapsa belli bir satış garantisini verebiliyor. Bu da kolay vazgeçilebilecek bir şey değil.
Albüm henüz soğumadan araya bir tekli aldı Funda Arar. Bunu daha önce de yapmıştı. Bu yöntemin doğruluğu çoğu zaman tartışılır ama bu defa işe yarayacak gibi zira Arar’ın yeni şarkısı albümün genel seyrinin dışında ve ötesinde.
Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan “Aşk Olsun” adlı şarkının söz, müzik ve düzenlemesi Eflatun’a ait. Tüm Eflatun şarkıları gibi bu şarkının da iskeleti sağlam, sorunsuz. Bir de gayet modern ve güncel ama ortalama Türkçe pop klişelerinden azade bir düzenleme ile işlenmiş ki dinlerken şöyle bir rahat nefes alıyorsunuz. Gitar duyuyorsunuz, basgitar duyuyorsunuz, ne bileyim, keman var ama alaturka makamdan çalmıyor filan derken “pop gibi”, ferahfeza bir pop şarkı dinliyorsunuz.
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Kulüplerin, “beach”lerin, radyolar, müzik televizyonları ve tıklanma kaygılarının dayattığı “sanayi tipi” şarkılar popüler müziği bir bataklığa çeviredursun, bu döngüyü reddeden dinleyiciler ve müzisyenler, topyekun “alternatif” diye adlandırdığımız şemsiyenin altında nefes alıyor nicedir. Akım kendi yıldızlarını yaratıyor ve ne dinleyicisi ne de üreteni milyarlarca tıklanmayı, günde bilmem kaç kere radyo döngüsüne girmeyi filan dert ediyor.
Alternatif akımın kaçınılmaz yükselişinde alternatif televizyon yayıncılığı yapan YouTube platformlarının etkisi büyük. Garaj Stüdyo da bu platformlardan biri. Pasaj Müzik’in bir oluşumu Garaj Stüdyo ve uzun süredir sektöre taze kan pompalıyor.
Mahmut Çınar’ın ilk resmi klibi “Satır Satır”, Kasım 2016’da Garaj Stüdyo’da yayınlanmıştı. Söz ve müziği kendisine ait olan ama Bülent Ortaçgil kokusu bir hayli hissedilen bu şarkıyı Gözde Öney’le beraber seslendiriyordu Mahmut Çınar. Sonrasında yine Gözde Öney’le bir düet, “Eski Bahar Şarkısı (Sen Oku)” yayımlandı. Çınar’ın bu defa solo olarak dinleyici karşısına çıktığı “Güz Geçer” ise Eylül 2017’de servis edildi.
Bahçeşehir Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğu dışında bir bilgiye ulaşamadım hakkında. Yani işin “PR” kısmı henüz işletilmemiş görünüyor. Buna karşın sadece bu üç şarkıyla kendine bir kitle edindiği aşikar. Her şeyden önce iyi bir şarkı yazarı Mahmut Çınar. Alternatif müzik üretmenin şartıymış gibi (hele ki bir de elinde gitar varsa) yaya dağıta şarkı söylemek yolunu seçenlerden de değil. Doğru düzgün şarkı söylüyor, şarkılarının bir derdi var ve o derdi inandırıcı bir biçimde dillendiriyor. Ve dinleyende daha fazla şarkısını duyma, dinleme hissi uyandırıyor.
Henüz dinlemediyseniz mutlaka dinleme listenize ve takibe alın. Kârlı bir keşif olacaktır.
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Kibariye’yi özlemiş miyiz? Özlemişiz. O da uzun yıllardır şarkı söyleyen ama kendi şarkılarını yazmayan diğerleri gibi bir yerde tıkandı, ne söyleyeceğini bilemedi. Bu arada sesi yorulmuştu, abartılı şarkı söyleme biçimine kendini fazlaca kaptırmıştı derken şöyle ağız tadıyla dinlenebilecek bir albüm yapmayalı çok oldu. En son Yaşar Gaga albümünde “Sevdam Ağlıyor” ve “Onursuz Olmasın Aşk”ı söylemişti ki (bence) “keşke söylemeseydi” dedirten yorumlardı onlar.
Kibariye, geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlanan yeni teklisinde bu kez “İstanbul Saklasın Bizi” adlı şarkıyı seslendiriyor. “Aşk ve Ceza” adlı dizide kullanılan ve 2010 yılında yayımlanan aynı adlı dizi müzikleri albümünde yer alan “İstanbul Saklasın Bizi”, söz ve müziği Aysuda Ülkü Zeren’e ait bir şarkı. Şarkının o versiyonunu Kıraç seslendirmişti. Şimdi ise Kibariye, Erhan Bayrak düzenlemesi ile yeniden seslendiriyor.
Erhan Bayrak düzenlemesi dedim ama siz bu bilgiyi buradan başka bir yerde göremeyeceksiniz zira şarkı servis edilirken basın bülteni de dâhil olmak üzere hiçbir yerde Erhan Bayrak’ın adı geçmiyor. Geçenlerde yazdım Twitter’a. Bundan bir beş on yıl sonra bu yılların müziğini araştıran biri hangi şarkıyı kim yazmış, kim düzenlemiş asla bilemeyecek. Müzik dijitalleşmeye başladığından bu yana albüm / şarkı künye bilgileri, gereksiz bir şeymiş gibi algılanmaya başladı ve beni en çok şaşırtan da şarkı üretenlerin buna razı geliyor olması.
Kıraç’ın sesini verdiği şarkıları uzun uzadıya dinleyemeyen bir dinleyici olarak bu şarkıyı zamanında es geçmiş olduğuma üzüldüm desem yalan olmaz. Derin, oylumlu, incelikli bir şarkı çünkü. Kibariye’ye de çok yakışmış. Kendisi de sevmiş olacak ki tıpkı eski günlerdeki gibi söylemiş; çok abartmadan ve zorlamadan. Erhan Bayrak da nasılsa Kibariye söyleyecek diye kolaya kaçmamış, şarkıcıya sırtını yaslamamış, özenle işlemiş şarkıyı. Bir de Kiboş’u şarkının bulduğu her boşluğunda “lalalilala” yapma alışkanlığından vazgeçirebilse çok iyi olacakmış.
Kibariye’yi bu şarkıda dinleyince popun yakın dönem modası uyarınca “techno” ritim üzerine tiz perdelerden çığlık çığlığa arabesk nağmeli şarkılar söyleyen genç kadın şarkıcılara selam edesim geldi. Suyunun suyunun suyunu çorba diye içenlere de. Müsaadenizle çocuklar!
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Derya Uluğ yakın dönemde tanış olduğumuz genç kadın şarkıcılar arasında şarkıcılık performansı açısından açık ara iyi. Sahnede seyretmeden söyleyebiliyorum bunu zira stüdyolarda yoktan var edilmiş şarkıcılarla sağlam şarkı söyleyenler arasındaki fark her şekilde hissediliyor. Nitekim Uluğ’un yeni şarkısı “Nabız 180” de bunu tek başına gösteriyor.
Derya Uluğ ve Asil Gök ortaklığıyla yazılmış ve yine bildik yollardan ilerleyen bir şarkı dinliyoruz. Popun arabeskle sarmaş dolaş olduğu bir şarkı. “Nabız oldu 180” gibi, “eller nasıl da mutlu ya da ne güzel rol yapıyor” gibi bugünün pop dinleyicisinin algısına hemen dokunacak (ve nispeten farklı) sloganların yanında “kalbimde bir migren” gibi farklı olma çabasında kantarın topuzunun kaçtığı bir yer de yok değil (bir önceki şarkı “Canavar”ı hatırlayınız.) Buna karşın sakin ve şarkıcının performansını öne çıkaran düzenlemesi, standart dışı (en azından şarkının ana melodisini tekrar etmeyen) “intro”su ve belli ki uğraşılmış kontrşanları filan bana iyi geldi. Nicedir Ozan Çolakoğlu’nun böylesi bir düzenlemesini duymamışsam demek.
Daha ikinci şarkısını yayımlamışken üçüncü şarkısında ne yapmış acaba diye merak ettirmek bir başarıdır, bunu kabul etmek lazım. Üçüncü şarkıda ilk iki şarkının etki alanının dışından ses vermek de bu zamanda risk almak demek. Bundan sonrası ne olur bilemem ama “Canavar”ın bana düşündürdüklerini bu şarkı için düşünmediğimi söyleyebilirim en azından.
(13 Kasım 2017 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
“İrem Derici şarkıları” diye bir şey var mı? Henüz yok. Belki erken, belki de değil. Tartışılır. Ajda Pekkan da hayatı boyunca popüler, çok popüler, en popüler olmanın peşinde koştu ama “Ajda Pekkan şarkıları” diye bir kavram oluştu yıllar içinde ve Pekkan’ın son bilmem kaç yıldır saçmalamasına rağmen etkisini yitirmedi. Hadi o kadar uzağa gitmeyelim; “Demet Akalın şarkıları” diye de bir şey var; beğenirsiniz, beğenmezsiniz o ayrı.
Onu da geçtik… Bir Rihanna şarkısı ile bir Beyonce şarkısını ilk dinleyişte ayırt edebilir misiniz? Rahatlıkla. Şarkıcının sesini duymadan hem de.
Örnekler çok uzak gelebilir ya da fazla yakın. Sorun da burada başlıyor zaten.
İrem Derici’nin yeni şarkısı “Bazı Aşklar Yarım Kalmalı” geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. İspanyol yürüyüşlü, Akdeniz ezgili, kulağa hoş gelen, çok tanıdık, bildik bir melodik örgüyle dinleyeni kolay yakalayan bir şarkı. Sözleri Ayla Çelik yazmış, besteyi Gökhan Tepe yapmış, Erhan Bayrak da düzenlemiş. Amenna. Hepsi kulvarında garantör isimler. Şarkının klibinin altına yazılan yorumlarda bahsi geçtiği üzere, İrem’in hafif nezleli şarkı söyleme hâli geçirdiği burun operasyonlarının sonucu mu yoksa sahiden nezleli miydi stüdyoya girdiğinde onu bilemem ama ilk şarkısından bu yana şarkıcılığının bir yanı rayına oturdu, orası kesin. Vurguları ve prozodisi bu şarkıda nihayet yerli yerinde.
Yazının başında yazdıklarıma geri dönmek gerekirse… Sorun şu ki bu şarkıyı pekala Ziynet Sali ya da Funda Arar da söyleyebilirdi. Hiç yadırgamazdık. İkisinden de ve çok daha fazla sayıda nicesinden de benzer şarkılar çok duyduk yıllardır. Hani ortada bir havuz var ve o havuzdaki herhangi bir şarkı o sıra kime denk gelirse o söylüyor gibi bir durum. Ya da o söylemezse öbürü söyler gibi. Sav ileri sürmüyorum; gerçeğin ta kendisini dillendiriyorum.
Buradan bakıldığında bu şarkı uzun vadede İrem’e ne kazandırır bilinmez. Ama bir şey kaybettirmez de; orası kesin. Şu sıra popüler piyasada “iş yapan” bütün şarkıcılar aynı formüllerle ilerliyor. Bir tane cesur çıkmadı kaç zamandır. İrem niye alsın bu sorumluluğu üstüne diye de düşünebilirsiniz. E siz de haklısınız.
(6 Kasım 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Epeyce “pahalı” bir proje albümü olmalı bu. Zira Yıldırım Gürses’in hayattayken bestelerinin başkaları tarafından seslendirilmesi konusunda gösterdiği telif hassasiyetini ölümünden sonra oğlu Beyazıt Gürses’in de devam ettirdiği ve bir Yıldırım Gürses şarkısını yeniden söylemek istemenin piyasa şartlarında hatırı sayılır bir maliyeti getirdiği bir sır değil. Buna karşın Yıldırım Gürses şarkıları bunu sonuna kadar hak ediyor mu? Ediyor, o ayrı. Zira her biri birer “hit”, her biri aradan geçen bunca yıla rağmen hâlâ sıcak onlarca şarkı var Gürses diskografisinde.
Haliyle değil Emre Altuğ, kim Yıldırım Gürses şarkılarından oluşmuş bir albüm yapmaya niyetlense akıllıca bir iş yapmış olacaktı. Buradan bakınca Emre Altuğ’un geçtiğimiz günlerde Poll Production etiketiyle yayımlanan yeni albümü “Yıldırım Gürses Şarkıları” (keşke bu isim daha yaratıcı bir albüm adının alt başlığı olsaydı; Yıldırım Gürses ismini bilmeyen genç nesil için bir parça akademik görünüyor zira göze), neresinden baksanız doğru bir proje.
“Proje doğru da Emre Altuğ ne alaka?” diye düşünebilirsiniz. Bence o alaka da doğru. Zira uzun süredir popüler kulvarda dişe dokunur bir iş çıkaramamış, bu anlamda yarışın gerisinde kalmış bir şarkıcı Emre Altuğ. Şu sıralar tuttuğunu ya da sevildiğini varsaydığımız türden şarkıları seslendiren genç erkek şarkıcı profiline bürünmesi ya da onlarla rekabete girmesi gereksiz ve yersiz ki zaten başından beri de hep ortalamanın üzerindeydi Emre Altuğ’un müziği. Bir proje, bir prestij albümü neden olmasında bu noktada?
Aslına Yıldırım Gürses’in popla alaturkayı ustaca harmanlamış hatta bu yüzden statükocu alaturkacılar tarafından bir hayli de eleştirilmiş, hafife alınmış şarkıları yıllarca çok sevildi, çok dinlendi, söylendi. Özellikle ‘80’li yıllarda “Hoş Sadâ” adlı televizyon programıyla Gürses’in başlattığı furya, çok sesli ve çok sazlı alaturka müziğin “hafif Türk sanat müziği” adı verilmiş bir akıma dönüşmesine sebep oldu. İşte bu albümde yer alan “Güller Ağlasın”, “Affetmem Asla Seni”, “Çal Kanunum Çal” gibi kimi şarkılar, tam da o dönemin şarkıları. Yanı sıra daha eskiler, özellikle Yeşilçam filmleriyle hafızalarda yer etmiş “Sonbahar Rüzgârları”, “Kırık Kalp”, “Feryat” gibi şarkılar birden fazla kuşağın ezberinden silinmedi yıllardır.
Bir de ilginç detay var bu albümle ilgili. 1981 yılında Ajda Pekkan’ın Eurovision hezimetinden sonra bir süre ara verip tekrar ülkeye döndüğünde yerli bestecilerle çalışma arzusu sonucu ortaya çıkan “Sen Mutlu Ol” adlı albümünde tam beş tane Yıldırım Gürses bestesi vardı. Bunlardan dördü Emre Altuğ’un bu albüme de girmiş. Tesadüf değil muhtemelen zira “Felek” gibi ilk 10 Yıldırım Gürses “hit”i arasında asla sayılamayacak bir şarkı ancak bu nedenle seçilmiş olmalı.
Şarkıların düzenlemelerinde Selim Çaldıran, Erkin Aslan ve Ceyhun Çelikten imzaları var. Kimileri birebir Gürses’in “Hoş Sadâ” döneminin izlerini taşıyor, kimileri ise “Kırık Kalp”de olduğu gibi tamamen yeni bir düzenleme anlayışıyla güncellenmiş. Öyle ya da böyle şarkıların hiçbiri eski tınlamıyor, kulağa demode gelmiyor ki bunda Gürses bestelerinin dinamizmi en büyük etken şüphesiz.
Emre Altuğ “Gurbet” gibi bazı şarkıların alaturka gırtlak nağmesi gerektiren kimi cümlelerinde zorlansa da şarkıcı olarak Yıldırım Gürses şarkılarını taşımayı bilmiş. Tabii “Feryat”ı Emel Sayın’dan, “Çal Kanunum Çal”ı Muazzez Abacı’dan, Sonbahar Rüzgarları’nı Handan Kara’dan dinleyerek büyümüşseniz onlardan gayri kim söylese eksik duyabilirsiniz, o ayrı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.