“Ben kendi adıma Kaos
Köksal’ın bundan sonra yapacaklarının takipçisi olacağım.”
Böyle noktalamışım Kaos Köksal’ın ilk teklisinden bahsettiğim
yazıyı. Hakikaten de geçtiğimiz günlerde yeni teklisinin çıktığını görür görmez
hemen dinledim. Dikkate değer bir müzisyenle karşı karşıya olduğumuza bir kez
daha kanaat getirdim.
Kaos Köksal’ın Garaj Müzik etiketiyle yayımlanan yeni
teklisi “Karanlık Günler” adını taşıyor. Şarkının söz, müzik ve düzenlemesi
Kaos Köksal’a ait. Bir önceki teklisi “Bugün Ölemem”de Köksal’a Kalben de eşlik
etmiş ancak şarkıya bir klip çekilmemişti. Bu defa klip de var. Şarkı ise bir
öncekinden daha “catchy”. Günceli yakalayan “sound”unun yanı sıra enteresan
sözleri ve melodik yapısıyla da çarpıcı ve tekrar tekrar dinleme isteği uyandıran
bir şarkı.
Bu şarkı yazma pratiği, bu düzenleme anlayışı ve bu kendine
has tavır, Kaos Köksal ismini yakın gelecekte çok daha sık duyacağımızın habercisi
olabilir. Benden söylemesi.
Ajda Pekkan’ın Ozan Doğulu albümünde yer alması ve bu yazı uzun
süredir beklenen yeni albümünden bir şarkıyla değil de “Yalnızlık FM”le
karşılaması müzik sektörü için şaşırtıcı bir gelişmeydi. Nitekim tam da “Yalnızlık
FM”i dinlemeye başladığımız günlerde Ajda’nın yakında bir Sinan Akçıl şarkısıyla
karşımıza çıkacağı haberleri yapıldı. Şöyle bir haber çıktı mesela: “Müzisyen
Sinan Akçıl, daha önce de şarkı verdiği Ajda Pekkan’a jest yaptı. Süper Star’ın
yeni çalışması için “Canın Sağ Olsun” isimli bir eser verdi.”
Ortada bir taktik savaşı dönüyordu, orası kesindi de Twitter’da
Sinan Akçıl’ın da paylaştığı ama sonra nedense sildiği bu haber neresinden
baksanız yakışıksızdı. Bir kere her şeyden önce Sinan Akçıl Ajda Pekkan’a jest
yapamazdı. Ortada bir jest varsa, onu da olsa olsa Sinan Akçıl’ın şarkısını
seslendirerek Ajda Pekkan yapmış olabilirdi. Yoksa 55 yılın Ajda’sına jest
yapmak öyle her babayiğidin harcı değildi.
Bu cümleleri aynen bu şekilde yazdım Twitter’da Sinan Akçıl’ın
paylaşımının altına ama sonra “Yine öğreten adamlık yapma!” dedim kendi kendime
ve daha paylaşmadan sildim o gün. Gelin görün oradaki yersiz (hadi “üstünlük”
demeyeyim) “denklik” çabasından tek rahatsız olan ben değilmişim demek ki. Birkaç
gün sonra “Canın Sağ Olsun” Ozinga & DMC ortak etiketiyle yayımlandı, peşi sıra klip servis edildi. Sonra
klip gerisingeri yayından kaldırıldı. Yeniden yüklendiğinde bir şeyler
değişmişti. Şarkıdan Sinan Akçıl’ın sesi çıkarılmıştı. Diğer dijital platformlarda
şarkı bir süre ilk haliyle kaldıktan sonra, onlar da değiştirildi.
Üstüne uzun uzun yazılacak bir mesele ama ben daha fazla
uzatmayacağım.
Söz ve müziği Sinan Akçıl’a ait “Canın Sağ Olsun”un
düzenlemesinde Ozan Çolakoğlu, Tarık İster ve Sinan Akçıl’ın ortak imzası var.
Ajda’nın yıllardır saplanıp kaldığı “kulüp şarkısı” yörüngesinden çıkamayan, klasik
Ajda şarkılarını mumla aratan, gelip geçici bir “hit”. Eğlenceli, kolay ezberlenen,
kolay eşlik edilebilen, ritmi ve “sound”u itibarıyla da hedef kitlesi belli bir
şarkı. Geçen yıllarda yaptığı şarkılara nispetle bir tık daha derli toplu, daha
eli yüzü düzgün, Sinan Akçıl’ın son dönem bestelerine bakıldığında da çıtası
biraz daha yüksek ama hepsi o. Ajda kariyerinin unutulmaz şarkılarından biri
olmayacağı kesin. Günü kurtarır mı? Muhtemelen.
Şarkının en iyi tarafı Ajda’nın o boğucu şarkı söyleme
biçiminden uzaklaşıp bildiğimiz Ajda gibi söylemiş olması. “Yalnızlık FM” beni
bu konuda çok mesut etmişti ki bu şarkıda da bir miktar o Ajda havası var. Ajda’ya
bunu kim söyler nasıl söyler bilemem ama popülerin tam göbeğini yakalarken de klasik
tavrını koruyabilmesinin mümkün olabileceğini, bu orta yolu bulabilecek nice
besteci, şarkı sözü yazarı ve aranjör olduğunu biri söylemeli artık. Önce bir
yüzünü ekşitip “Aeahaheah demode!” filan der ama zekâsıyla seni beni cebinden
çıkaracağını son Cengiz Semercioğlu röportajında bir kez daha gördük, eninde
sonunda anlayacaktır. Kim bilir belki de çoktan anlamıştır.
Umut Töre Bandosu’dan yeni bir tekli daha geldi. İlk albümün
üzerinden epeyce bir zaman geçtikten sonra bir süre önce “Ayı” teklisini
yayımlayarak sahalara geri dönen grup, bu defa “Koza” ile karşımızda.
Grubun takipçileri mutlaka biliyordur, aslında 2014 yılında
ilk kez bir prova kaydıyla YouTube’da yayımlanmış bir şarkıydı “Koza”. O videonun
altında şöyle bir not vardı: “19.05.2014 tarihindeki provada eskiz amaçlı
kaydedilip, ‘müzik paylaşınca daha bir güzel’ denilerek yayımlanmıştır. Berkinlere,
Alilere, Denizlere, Ahmetlere, Mehmetlere, Ethemlere, Medenilere ve gün
geçtikçe sayıları artan faili malum canlarımıza selam olsun…”
Bahsi geçen çocukların genç ölümlerine dair acımız tazeydi. Uyuyanlar
uyanmıyordu bir türlü, canımız sıkkındı, durduğumuz yer bizi kesmiyor, terk
etsek olmuyordu. Kendi kozamızı örmekten başka çaremiz yok gibiydi.
Şarkılar tarihe şahit yazılır bazen. Tarih kitaplarının,
ansiklopedilerin anlatamadığı şeyleri anlatır… Gün olup devran döndüğünde, o
şarkılarda kalır zamanında yaşananların izleri… “Koza” tam da böylesi bir
şarkı. Belki henüz bitmemiş ama eninde sonunda mutlaka bitecek bir dönemin, bir
karanlık çağın hikâyesi…
Gri Plak etiketiyle yayımlanan şarkıyı Umut Töre ve Akif
Burak Atlar yazmış. Şahane kapak tasarımında ise Berat Kösemen’in imzası var. Derdiniz
sahiden müzikse, çok şey söyleyip hiçbir şey söylemeyen “şarkı”ların hâkimiyeti
altında müziği arar iken karşınıza çıkmasından ziyadesiyle memnun olacağınız,
kendi kozanızın içine almakta tereddüt etmeyeceğiniz bir şarkı “Koza”.
Sene 1992. Türkiye’de pop müzik fevkalade bir patlama
yapmış, özel radyolar, televizyon, klipler, kasetler derken pop oturup pop
kalkıyoruz. O günlerin yeni televizyon kanallarından Show TV de bu furyaya bir
pop müzik yarışması ile dâhil oluyor. Anonslar yapılıyor, bütün besteci, söz
yazarı ve şarkıcılara açık yarışmanın şartnamesi açıklanıyor. Heyecanlanıyoruz.
Öyle sevmişiz ki genç genç şarkıcıları, yeni yeni bestecileri filan her gün
yenisi çıksın istiyoruz. Yarışmadan da beklentimiz büyük oluyor haliyle.
1992 yılı aralık ayında duyuruları yapılan yarışmaya 358
şarkı katılıyor. 15 Mart 1993’de jüri tarafından yapılan ön elemede ise şarkı
sayısı 20’ye indiriliyor. Sonra halk oylaması için şarkılar Show TV’de
yayınlanmaya başlıyor. 900’lü hatlar vasıtasıyla yapılan halk oylaması sonucu da
finale 10 şarkı kalıyor.
Pop Show ’93 adı verilmiş yarışmanın finali 25 Mayıs 1993 gecesi
yapılıyor ve Show TV’den canlı olarak yayınlanıyor. Finalistler arasında sonrasında
adlarını sıklıkla duyacağımız ama henüz pek fazla tanımadığımız Demet
Sağıroğlu, Tuba Önal, Ajlan – Mine ikilisi, Ceynur Biçer gibi genç solistler
var. Fakat gelin görün ki finale damgasını vuran Suat Suna oluyor. Çünkü 10
finalist şarkının 3’ü onun bestesi ve seslendiren de o. Yani o gece üç kez
sahneye çıkıyor Suat Suna. Bu üç şarkının aranjörü Doğan Kospançalı’nın ise
Ceynur Biçer tarafından seslendiren bir bestesi de var finalistler arasında.
Bir de Ceynur Biçer’in kendi bestesini de düzenlemiş. Yani 10 şarkının 5’inde
de aranjör olarak imzası var.
İyi de kim bu Suat Suna ve Doğan Kospançalı?.. Hiç
tanımıyoruz. Öğreniyoruz ki her ikisi de Saint Benoit Lisesinde öğrenci henüz.
Düşünün, lise öğrencisi iki genç…
Final gecesi için uzunca bir şov hazırlanmış ve tangodan
kantoya, operetlerden Türk pop bestelerine uzanan süreç sahneye konuyor. Erol
Evgin mi istersiniz, Timur Selçuk mu, Ali Kocatepeler, Mazhar – Fuat – Özkanlar,
Cem Karacalar… Kimler kimler çıkıyor sahneye.
Gecenin sonunda Suat Suna “Ansızın Çektin Gittin” adlı
şarkısıyla birinciliği kazanmakla kalmıyor, “Yalnız Seninle” adlı şarkısıyla ikinciliği
de kazanıyor. Tabii sonrasında kıyametler kopuyor. “Ansızın Çektin Gittin” (videodaki
seyirci eşliğinden de anlaşılabileceği üzere) büyük bir hite dönüşüyor. Suat
Suna popun en genç yeteneği olarak ülke çapında tanınır hale geliyor.
Sonrasında “Ansızın Çektin Gittin” adı verilmiş ve tamamı
Suat Suna bestelerinden oluşan albüm 1 Numara Plakçılık etiketiyle piyasaya
çıkıyor. Albüme adını veren şarkının düzenlemesi bu defa Sadun Ersönmez
tarafından yapılmış.
Şimdi olsa Suat Suna gibi bir lise öğrencisi bırakın böyle
ciddi bir deneyimle müziğe adım atmayı, bir gecede tanınmayı filan ancak
YouTube’a video koyarak, kendi başına uzun uzun çabalayarak (o da belki) dikkat
çekebilir. Devir çok değişti vesselam.
Son albümü “Bayıl Bayıla”yı 2016 yılında yayımlayan Yalın, sonrasında
teklilerle ilerlemeyi tercih edenlerden oldu. 2019’da Yalın cephesinden “Deva
Bize Sevişler” teklisi ve peşi sıra aynı şarkının “Doğuş Çabakçor Remix”
versiyonu geldi. Yalın’ın yeni teklisi “Deme Bana Yokum” ise geçtiğimiz
günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.
Yalın 2004 yılında hayatımıza girmişti. Radyo sektörünün
henüz bir kısır döngüye girmediği, radyoların şarkı patlatabildiği günlerdi ve
o yıl “Zalim” şarkısı önce radyolarda sonra her yerde ama her yerde çalınarak
Yalın’ı meşhur etti. Basit, matematiği kolay, akılda kalıcı, melodik ve
romantik şarkılar yapıyordu Yalın. Yıllarca da böyle devam etti. O kredi Yalın’ı
bugünlere kadar taşıdı ama Yalın müziğinde o zaman bu zaman neredeyse hiçbir
şey değişmedi.
Yakın dönemde dondurma reklamları için yaptığı birbirinin
benzeri şarkıları gördükçe artık tüm malzemesini tükettiğini düşünmeye başlamıştım.
Bu benim düşüncemdi. Seven yine seviyor, her şarkısı kemik bir reyting
yakalıyordu.
“Deme Bana Yokum” ise nihayet farklı bir Yalın çıkarıyor karşımıza. Aslına bakarsanız söz ve müziği Yalın’a ait bu şarkının da iskeleti
bildik Yalın şarkılarından farklı değil ama Sabi Asltıel düzenlemesi şarkıyı
bambaşka bir yere taşımış. Güçlü ritmi, bas yürüyüşü, günün modası “synth”
sesler, ‘80’ler “sound”u… Hepsi çok iyi, çok yerinde…
Mabel Matiz albümü sayesinde tanıdığımız Sabi Saltıel, yakın
geleceğin en parlak ve en yaratıcı genç aranjörlerinden biri olacağını o
albümle fark ettirmişti. Bu şarkıyla da bir kez daha gösteriyor. Demek ki Sabi
Saltıel adını önümüzdeki dönemde alternatif kulvarda olmayan işlerde de göreceğiz
ki bu iyi bir şey. Popun taze kana şiddetle ihtiyacı var çünkü. Yalın da bu işini benzer bir anlayışla sürdürebilirse, 2020'li yıllara beklenmedik bir şekilde güçlü girebilir.
Muzip muzip gülümseyerek “Bir paket daha açıyorum,” der
Sezen Aksu. Paketten kastı yeni yıl hediye paketidir. 1991’i 1992’ye bağlayan
yılbaşı gecesi TRT’de yayınlanan 25 dakikalık konserinde seyircilere yeni yıl
hediyesi olarak üç yeni ses dinletecektir. Yıldız Tilbe onlardan biridir. Henüz
kimsenin adını sanını bilmediği bu genç kızı, İzmir’de bir mekânda dinlemiş, sesini
çok beğenmiş ve “Hadi kalk gel, İstanbul’a” demiştir hiç tereddüt etmeden.
Yıldız zaten Sezen’e öylesine hayrandır ki, kızının adını bile Sezen koymuştur.
O yılbaşı gecesi Yıldız Tilbe İlhan Şeşen’in bir bestesini
söyler. Sezen Aksu şarkının adını “Yürürüm” diye anons eder. O şarkıyı bir daha
Yıldız Tilbe’den hiç duymayız ama Gündoğarken’in o yılın Temmuz ayında piyasaya
çıkacak “Ankara’dan Abim Geldi” albümünde “Aşka Doğru” adıyla yer alır.
Sezen Aksu, Yıldız Tilbe’yi halka ikinci kez tanıttığında
ise takvimler 26 Mart 1993’ü göstermektedir. Kanal 6’da yayınlanan Sezen Aksu
Show programının Yeni Umutlar köşesinde ağırladığı Yıldız’a bu defa sadece Tilbe
diye hitap etmektedir. “Bu senin ilk televizyon programın, inşallah sana da
uğurlu gelir,” derse de aslında ikinci televizyon programıdır ama Tilbe olarak
katıldığı ilk programdır. Tilbe’yi İzmir’de dinlediği ve sesinden çok etkilendiğini
de o programda anlatır Sezen Aksu. “Aslında Türk pop müziği söyleyecek bundan
sonra ama kendisi için hazırladığımız şarkıdan önce ondan bir türkü dinlemenizi
ben istedim,” der ve Yıldız, “Zülüf Dökülmüş Yüze” türküsünü seslendirir.
Ne var ki Aksu’nun Tilbe için yaptığı gelecek planları beklenmedik
bir biçimde suya düşecek, aralarına kara kedi girecek ve 1994 yılında Yıldız Tilbe,
kendi bestelerinin ağırlıkta olduğu ilk albümü “Delikanlım” ile karşımıza tek
başına çıkacaktır.
O gün bugün tek tabanca devam ediyor Yıldız Tilbe. Düştü,
kalktı, yine düştü, yine kalktı ama bir şekilde kitleleri peşinden sürüklemeye
devam etti. Daha önce de yazmıştım, benim sevdiğim Yıldız Tilbe, ilk üç albümünde
kalmıştır ama o üç albümden sonra yaptığı albüm ve şarkılarıyla da popüler
müziğin içinde inkâr edilemez bir yer kapladığını görmezden gelemem elbette.
Bugün Yıldız Tilbe’nin doğum günü. Bugünü 1996 yılında Tempa
& Foneks etiketiyle piyasaya çıkan “Aşkperest” albümünden bir şarkıyla
kutlamak istedim. Albümün açılışında yer alan “Dayan Yüreğim”, söz ve müziği
Yıldız Tilbe’ye ait bir şarkı, düzenlemesi ise Murat Yeter imzası taşıyor. Albüme
tüyler ürpertici bir açılış yapan bu çok etkileyici, sıra dışı ve kuralsız
şarkı bugün bile etkisini yitirmemiş bir ‘90’lar klasiği.
"İyi ki doğdun Yıldız Tilbe," diyeceğim ama Twitter’da o
kendini doğum gününü herkesten güzel kutlamış zaten. Baksanıza şu yazdıklarına:
“Tepe tepe 53 oldum, belki de 54’ümdür. 30 hissediyorum kendimi; 29 da
olabilirim. Bu doğum günü bitmez!”
Doğduğu gün ile öldüğü gün arasında sadece 4 gün var. Ben
onu doğum gününde anmak istedim. Sorabilseydik, o da böyle isterdi, eminim.
Yıllar önce “dj” olarak çaldığım bir gece onu konuk etmek
istemiş, aramıştım. Henüz tanışmıyorduk. “Benim hakkımda o kadar güzel şeyler
yazdın ki bugüne kadar, bende hatırın var, senin için gelirim,” demişti. Öyle
başlamıştı tanışlığımız. Sonra birlikte Ankara’ya da gittik. Ankara’da bizi ağırladıkları
otelin uzaklığından, havanın soğukluğundan (tipik bir buzlu Ankara kışıydı),
mekânın kötü ses düzeninden ve daha bir sürü şeyden mutsuz olup biz iki huysuz,
işimiz bittikten sonra söylene söylene İstanbul’a döndük.
Hastanede yattığı dönem uzun geceler geçirdik birlikte. Kâh dertleştik,
kâh güldük eğlendik. Son albümünün ilk röportajını yaptığımızda hâlâ
hastanedeydi. O ses kaydındaki bitkin, yorgun sesi kaldı bende. Albüm çıktıktan
sonra iyiydi, mutluydu, konserlere koşturuyordu, çok sık görüşemedik. Son doğum
gününde o gün doğum günü olduğunu gecenin geç bir saatinde hatırladım. Aramak
istemedim o yüzden, mesaj gönderdim. Keşke o gece ya da en azından ertesi günü arasaydım
diye hâlâ hayıflanırım.
Hem çok eğlenceli hem çok iyi kalpli ama bir o kadar da sert
ve zor bir çocuk adamdı Harun. Hayatla alacak verecek hesabı hiç bitmemiş, kalp
kırıklıkları hiç iyileşmemiş, aslına bakarsanız en çok da kendini kırmış bir
adam. Huysuzluğu da bundandı belki, zorluğu da. Bir bebek gibi şefkat
bekliyordu insanlardan. Ne iyi ki en azından son bir yılında o şefkati gösterebilecek
insanlar vardı çevresinde. Son yıllarda yaptığı işlerin değerinin
bilinmemesinden yakınırdı hep. Son albümünün değeri bilinmiş, eski parlak
günlerine geri dönmüştü. Finali öyle yaptı.
Bugün Harun Kolçak’ın doğum günü. Onu o son derece ikonik
görüntüsü ve şahane dansıyla aklımızda kalmış, bu neşeli şarkısıyla analım. Sözleri
Leyla Tuna’ya, müziği ve düzenlemesi Onno Tunç’a ait “Gir Kanıma”, Harun’un
1991 yılında Fono Müzik etiketiyle piyasaya çıkan ilk albümü “Beni Affet” de yer alıyordu.
CS Müzik Medya, sektörün göz önünde olmayan ama kıymetli
müzisyenlerini dinleyicilerle buluşturan bağımsız bir müzik firması. CS Müzik
Medya etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan “Cem Session Vol.1” adlı albüm ise
7 türkünün farklı yorumlarını bir araya getiren dikkate değer bir çalışma.
Albümde Şevval Sam, Gülay Sezer, Ender Balkır, Nejat Özgür, Çiğdem Özgür, Yusuf
Uğurer, Cem Sayar ve Buket Bengisu’nun seslendirdiği, her biri farklı lezzette
türküler var.
Albüm baştan sona dinlenilesi ama bu albümde Buket Bengisu’nun
da yer alması ayrıca heyecan verici. Zira 2002 yılında sözleri Sami Hodara ve
Figen Çakmak, bestesi Fani Hodara’ya ait “Leylaklar Soldu Kalbinde” adlı
şarkıyla Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye’yi temsil etmiş Buket Bengisu’nun
dijital platformlara giren ilk resmi kaydı bu. Bunca yıldır müziğe hep sahada
devam etmiş, sahneye çıkmış, bu konuda hatırı sayılır bir yol kat etmesine
rağmen işin albüm ya da şarkı kaydetme kısmına pek el atmamış bir şarkıcı çünkü
Buket Bengisu.
Geniş repertuvarı ve yüksek sahne enerjisiyle onu sahnede
izlemiş herkesi kendine hayran bıraktırması bir yana, müzisyen eşi Doğan
Kospançalı ile sahnedeki eşsiz uyumları da görülmeye değer. Ayrıca Buket’in Eurovision
nedeniyle yurt içi ve yurt dışında kemik bir hayran kitlesine sahip olduğu da
bizzat gözlemlediğimi söylemeliyim.
Sahnede şarkı söylerken ne kadar iyi bir şarkıcı olduğuna defalarca
şahit olduğum Buket Bengisu “Drama Köprüsü” türküsünü, türkünün ruhundan hiç
çıkmadan, hem olanca duruluğuyla hem de acısını hissettirerek seslendirmiş.
Doğan Kospançalı da yersiz modernizasyon çabalarına girmeden, abartmadan, tam
tadında düzenlemesiyle Buket’e bu yolu açmış. Bu türkünün sayısız versiyonunu
dinledim bugüne dek. Bir kahramanlık türküsü gibi çalındığını ve söylendiğini
de duydum, operatik bir biçimde icra edildiğini de. Neyse ki bu düzenleme ve
yorum dengeyi çok doğru kurmuş. Parça akıp giderken Buket ve Doğan'ın vokal ve de Doğan'ın flüt partisyonlarına da ayrıca dikkatinizi çekmek isterim.
On yüz milyonlarca tıklanmaları, büyük ve iddalı lafları,
şarkıları, şarkıcıları, imajları bir kenara koyup ara sıra böylesi sessiz
sedasız ve iddiasız yapılmış işlere kulak kabartmakta fayda var. İnsanın içi
açılıyor.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.