(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Dilek Ay, müziğe profesyonel olarak 2005 yılında başlamış, 2008-2012 yılları arasında ENBE Orkestra’sında solistlik yapmış. Sonrasında kendi orkestrasını kurarak çalışmalarına solo olarak devam eden Dilek Ay’ın ilk teklisi “Kurşun Masum”, İda Müzik ve Seyhan Müzik ortaklığıyla birkaç ay önce servis edildi aslında ama yeterince tanıtılamadı. Bu tanıtım sorunu özellikle “noname” tabir edilen şarkıcılar için bir kâbusa dönüşmüş durumda. Profesyonel “PR” firmalarıyla anlaşsanız bile, televizyon ve radyoların tekellerini kırmak çok ama çok zor. Dinleyici deseniz, bu karambolde kendisine dayatılanın dışında bir şeylerin farkına varmak için çaba göstermeye zaman bulamıyor. Arada bir sürü harcanmış emek, çaba, bir sürü güzel şarkı ve iyi şarkıcı güme gidebiliyor.
Nitekim söz ve müziği Adnan Fırat’a ait “Kurşun Masum”, pop kalıpları içinde gayet iyi bir şarkı. Dilek Ay ise hiç de yabana atılmayacak bir şarkıcı. Hem duygusu kalbe dokunan bir ses rengi, hem de sağlam bir şarkıcılık tekniği var. Okan Akı’nın nefesli enstrümanlarla işlediği, su gibi akan düzenlemesi de nefis. Şarkının bir tek kusuru varsa o da ilk kelimelerinin (“sen benden”) dinleyicide “Ben Sevdalı Sen Belalı” şarkısının başladığı yanılgısını yaratması. Hem kelimeler, hem notalar (saniyelik de olsa) aynı çünkü.
Dilek Ay’ı bundan birkaç yıl önce bir konserde (ENBE konseri değildi ama neydi hatırlamıyorum) vokalist olarak sahnede izlemiş ve sahne enerjisinden etkilenerek “Kim bu kız?” diye aramış taramış, takibe almıştım. Bu şarkısını dinleyince boşa dikkatimi çekmediğini anladım. Daha profesyonel bir strateji izleyebilirse (işin şarkılardan ve şarkıcılıktan azade kısımlarından bahsediyorum)adını çok daha fazla duyacağımız garanti. Bekleyip görelim.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Yeni bir albüme doğru yol aldığını öğrendim Soner’den ama o, tam da bugünlerde yapılması gerektiği gibi, belirli aralıklarla yeni şarkılarını servis ediyor ve arayı soğutmuyor. Bu konuda çok zorlanmadığı da kesin çünkü yıllardır onun ne kadar üretken ve çalışkan olduğu bir sır değil.
“Bir Yanım Gitti”, Soner Arıca’nın Arıca Müzik etiketiyle yayımlanan yeni şarkısı. Söz ve müziği Soner Arıca’ya ait şarkının düzenlemesi ise Enver Günen tarafından yapılmış.
Sosyal medyada şarkının ilk anonslarını gördüğümde, hem teklinin kapak fotoğrafı, hem de şarkının adı bende bu defa yavaş ve romantik bir Soner Arıca şarkısı duyacağımız kanısını uyandırmıştı; ancak tam tersi oldu. Evet, bir ayrılık şarkısı ama gayet ritmik ve hatta bir dans şarkısı aynı zamanda. Aslında akustik bir kayıtla pekala yavaş bir versiyonu da yapılabilecek bu şarkıyı Enver Günen, 70’ler disko müziğinin izlerini taşıyan bir düzenlemeyle mevsime uydurmuş. İyi de yapmış. Şarkı bu haliyle hüzünden çok umut barındırıyor; sözlerde geçen “hallederim ben tek başıma” cümlesi boşuna değil.
Yıllardan beri yaptığı bütün albümleri/şarkıları, tamamen kendine münhasır bir görsel estetikle paketlemeyi iyi biliyor Soner Arıca. Bu şarkının Gökhan Özdemir imzalı klibi de bunun bir kez daha altını çiziyor. Rengarenk görsel efektlerle bezeli klip amaca çok doğru hizmet ediyor ve Soner Arıca’nın 2010’lu yıllardaki yürüyüşüne hızlı adımlarla eşlik ediyor.
(20 Mayıs 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Sadece şöhretinin, popülerliğinin, soyadının arkasına sığınmamış, yaptığı işi başından bu yana çok ciddiye alarak müziğe çok emek harcamış bir yıldız Nazan Şoray. Gazino dünyasının kendine has kuralları içinde yetişip sonra ‘90’lar müziğinin bambaşka düzenine ayak uydurmak, oradan 2010’lu yıllara uzanıp kendini güncelleyebilmek, güne ayak uydurabilmek de başka türlü olacak şey değil. İşte yine yepyeni bir şarkı, güncel bir “sound” ile pırıl pırıl bir Nazan Şoray var karşımızda. Şoray’ın yeni teklisi “Steril Sevda”, geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlandı.
Teklide söz ve müziği Selahattin Erhan’a ait “Steril Sevda” adlı şarkının iki farklı versiyonu var. İkinci versiyonda Nazan Şoray’a Yunan pop yıldızı Stergios eşlik ediyor ve şarkıyı Türkçe-Yunanca bir düet olarak dinliyoruz. İlk versiyonda ise Nazan Şoray şarkıyı solo olarak seslendiriyor. Düzenlemeler Erdem Kınay tarafından yapılmış. (Şarkılarda duymaya pek de alışık olmadığımız “steril” kelimesinin şarkının içindeki anlamının yanı sıra şarkının bestecisi ve söz yazarı Selahattin Erhan’ın doktor olmasından kaynaklı saklı bir esprisi de var bu arada.)
Tam da yaz üzeri kulüplerin, plajların, radyoların “playlist”lerine rahatlıkla girebilecek, hareketli ritmi ve eğlenceli melodisi, gelip geçici, gündelik aşklara inat “steril sevda” arayanların diline slogan olacak sözleriyle bu şarkı Nazan Şoray’ın kendine has ses rengiyle de kulaklara yer edecek gibi görünüyor. Teklinin kapağından şarkının klibine dek her zamanki titizliğinin izlerini taşıyan bu yeni çalışmasıyla Nazan Şoray, yine nokta atışı yapıyor.
(17 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2004 yılında yayımlanan Gülay albümü “Adı Yok” için şu cümleleri kurmuşum: “Rahatlıkla yurt dışına da pazarlanabilecek bir etnik müzik albümü aslında bu. Gülay vardığı noktada artık bu tarzın üzerine gitmeli ve böylesi çalışmalara imza atmalı.”
Albümlerini yurt dışına pazarlama konusunda bildiğim kadarıyla bir çabası olmadı ama o albümün üzerine 2010 yılında “Aşkname” gibi bir nefis bir albüm daha koyarak, bu konuda ne kadar haklı olduğumu bir kez daha gösterdi Gülay. (Tabii arada 2006 yılında yayımlanan ve onun sesinden türkü dinlemeyi sevenleri memnun edecek “Dalgalar” albümü de var.)
Beş yılı aşkın bir aradan sonra piyasaya sürülen yeni albümünde ise Gülay bir kez daha, daha önce söylenmiş şarkılardan oluşan bir repertuvarla çıkıyor karşımıza. Geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlanan albüm “Gri Şarkılar” adını taşıyor.
Herkesten değil ama Gülay’dan bildik şarkıları dinlemek asla can sıkıcı değil; aksine heyecan verici. Zira diğer albümlerinden de aşina olduğumuz üzere Gülay en eskitilmiş şarkıyı bile yeni kılmayı, kendine has ve farklı hale getirmeyi başarıyor. Hem çok iyi müzisyenlerle çalışarak, çok iyi düzenlemeler ve icralarla sağlıyor bunu, hem de şahsına münhasır şarkı söyleme stili ve o stilde doğru tınlayacak şarkıları seçebilmesiyle.
Bakın mesela albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Mucize”ye. Ajda Pekkan gibi niteliği tartışılmaz bir yorumcudan, Müslüm Gürses gibi karakteristik bir sesten ve de şarkının asıl sahibi, yazanı ve haliyle de duygusunu en iyi bileni Tuna Kiremitçi’den sonra Gülay, kelimenin tam anlamıyla yeni bir “Mucize” yaratmış ve şarkı asıl şimdi söylediklerini anlatabilir hale gelmiş gibi. Bir başka örnek daha vereyim: Hadi koyun Özcan Deniz’i bir kenara, Nükhet Duru gibi üzerine asla gül koklamayacağım bir şarkı anlatıcısından sonra kim söylese dinleyebilirdim “Beni Affet”i? Ya da söylene söylene sahiden suyu çıkarılmış “Kimse Bilmez” bir kez daha dokunabilir miydi kalbe?
Hüsnü Arkan’ın “Kadınımsın, ecemsin, yarınımsın, nazımsın…” gibi “erkek ağzı” kelimeler barındıran “Senin Gibi”si, Ortaçgil’in ismi Ege olan kızına yazdığı “adı denizden gelen kızım” cümlesinden anlaşılan “Kızıma”sı gibi asıl sahibinin kimliğini açık eden şarkıları da albüme almış Gülay. Bu bir cesaret. Buna karşın şahsen benim bir “cover” albüm için kırk yıl düşünsem aklıma gelmeyecek Keremcem şarkısı “Son Bir Kez” ile Burak Aydos şarkısı “Beni Verme Ellere”yi repertuvara almak da bir başka cesaret. Alpay’dan bu yana her nedense kimsenin yeniden seslendirmediği “Yanımda Kal”ı bu albümde görmek ise benim için sürprizin büyüğü oldu. Bir şarkının nasıl baştan ayağa yeniden yaratılabileceğinin en “baba” örneklerinden biri olabilir “Yanımda Kal”ın bu düzenlemesi ve yorumu.
Cemali’nin artık klasikleşmiş “Duymak İstiyorum”u, İlhan Şeşen’in yine epeyce dilde dolaşmış “Sensiz Olmaz”ı, Grup Merdiven’in “Hasretler Ayrılıklarla Başlar”ı ise albümdeki diğer şarkılar.
Albümün düzenlemelerine Hüseyin Cebişçi, Gökhan Varol, Cihangir Aslan ve Evren Arkman imza atmış. Tamamen akustik düzenlemeler ve kayıt, albümü başından sonuna iyi bir ses düzeninin olduğu bir salonda, canlı bir konser izlermişçesine dinlemenizi sağlıyor.
Çok farklı iklimlerde müzisyenlerin şarkılarından derlenmiş bu seçkide, o farklılığı kendi ortak paydasında bir bütünlüğe ulaştıran rengin gri olduğuna kanaat getirmiş olmalı ki, albümün adını “Gri Şarkılar” koymuş Gülay. Kerem Yılmaz tarafından çekilmiş fotoğraflar ve Berkcan Okar’ın kartonet tasarımı da bu temayı bütünlüyor. Renkbilimciler gri rengi için iyi şeyler söylemezler ama bu albüme bundan daha yakışan bir başka isim bulunabilir miydi onu bilmiyorum.
Gülay’ı ve albüme emek veren tüm müzisyenleri tebrik etmek lazım. Hem müzikal niteliği yüksek, hem de kişilikli ve kalıcı bir işe imza attıkları için.
(10 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
‘70’lerden bu yana sayısız oyuncu şarkıcılığa soyunmuş, gazino sahnesine çıkmış, albüm yapmışken ve de sayısız Sezen Aksu şarkısı defalarca ama defalarca yeniden söylenmiş iken ne yalan söyleyeyim, “Bergüzar Korel, Sezen Aksu şarkılarından oluşan bir albüm yapıyor” haberi benim açımdan çok da heyecan verici değildi. İşin içinde Aykut Gürel olduğunu duyunca da şaşırdım ve açıkçası pek de konduramadım. Bir gece vakti posta kutuma düşen albümü dinlemeye başlayınca ise tam anlamıyla ters köşeye yattım.
Geçtiğimiz günlerde İrem Records etiketiyle piyasaya sürülen “Aykut Gürel Presents Bergüzar Korel” adlı albüm, Sezen Aksu’nun 1977-2008 yılları arası, yani 30 yıllık bir zaman diliminde yazdığı şarkılar arasından seçilmiş 12 şarkı ile oluşturulmuş evet ama bu şarkılar bildiğimiz hallerinden oldukça farklı bir formda, bir biçimde çıkıyor karşımıza. 2006 yılında bir albüm dolusu Sezen Aksu şarkısı tamamen Batılı bir bakış açısıyla düzenlenmiş bir biçimde ve İngilizce sözlerle Kanadalı şarkıcı Karine Hannah tarafından seslendirilmişti. Yakın zamanda ise İngiliz Kraliyet Filarmoni Orkestrası’nın Aksu bestelerinden oluşan konserine şahit olduk, konserin albümünü dinledik. Ağırlıklı olarak alaturka tınılar taşısa da Aksu şarkılarının evrensel müzikal formalara aktarılabilirliği konusunda iyi kötü bir fikrimiz vardı. Söz konusu şarkıların caz kalıplarında çalınıp söylendiğini duymak ise bu albüme nasip oldu.
Bu şarkıları caz formunda düzenlemek neresinden baksanız tek başına bir iddia. Ve projenin fikir babası Aykut Gürel, albümde birlikte çalıştığı Cem Tuncer, Ediz Hafızoğlu, Siney Yılmaz ve de Volkan Topaloğlu ile birlikte bu iddiayı üstleniyor haliyle. Gelin görün ki albümün baş aktristi Bergüzar Korel, son derece iddiasız bir biçimde adım atıyor şarkıcılık macerasına. Bırakın bir caz vokali, bir şarkıcı olduğu iddiasına bile kalkışmadan, alabildiğine sade, duru ve sakin bir biçimde ses veriyor şarkılara.
Caz dediysem de öyle atışmalı emprovizasyonlar, enstrümanistlerin virtüözitelerini sergilediği uzun uzun sololar, karmaşık akor düzenleri, çoklu ritimler filan gelmesin hemen aklınıza. Tam tabiriyle “smoothjazz” bir albüm bu. Kolay dinlenilebilir, gündelik hayatın herhangi bir diliminde, mesela gece saatlerinde, belki bir kadeh bir şey içip sevdiklerinizle sohbete koyulmuşken, bir akşamüstü kulağınızda kulaklık, şehrin caddelerini turlarken ya da kumsalda şezlonga uzanmış kitap okurken size eşlik edebilir bir albüm. Tam da bu niyetle yola çıkılmış zaten ve sonuç amacı karşılamış.
Bu pencereden baktığınızda düzenlemeler ve icralar şahane. Bergüzar Korel pürüzsüz, çapaksız bir solist olarak projeyi bütünlüyor. Elbette bu acılı, ağrılı, hatta kimisi kanlı bu şarkılar çok başka bir biçimde de (sözgelimi Korhan Futacı ve Kara Orkestra’nın “Ben Sana Vurgunum” şarkısına yaptığı gibi) düzenlenebilir, söylenebilirdi. Elbette Bergüzar Korel’in temiz şarkı söyleme çabası içerisindeyken oyunculuğunu büsbütün unutmak yerine şarkı sözlerinin ruh halini sesine yansıttığını duymak işe başka bir ruh katabilirdi (misal “hani büklüm büklüm boynunda, hani paramparça ruhunda” cümleleri bu kadar mütebessim dökülmezdi ağzından o vakit.) Çünkü proje ne kadar “easy listening” olsa da, şarkıların kimi öyle değil; özellikle de sözler bakımdan. Yani işin o noktasında (belki sadece şarkı sözleriyle bencileyin patetik bir ilişkisi olanların umursayacağı) bir çelişki var ki bu çelişki dediğim şey, “İzmir’in Kızları”, “Kaçın Kurası” gibi kimi şarkılarda zerre kadar söz konusu değil; tam tersine solistin pozitif tınısı bir avantaja dönüşüyor.
Kaldı ki Bergüzar Korel’den bir Billie Holiday, Bir Nina Simone acı sosu beklemek de snopluk olur. Şimdilik ses rengi ve kalitesini, derli toplu şarkı söyleme biçimini ve bunların da ötesinde bu projede yer alma cesaretini önemsemek lazım. Üzerine daha fazla konuşmak için, müzikte bundan sonra yapacaklarını beklemek durumundayız. (İlla acı sos sevenler de Muazzez Abacı’nın yine tamamı Sezen Aksu şarkılarından oluşacak albümünü beklemek durumunda.)
Alkışın büyüğü ise cesaretin büyüğünü gösteren Aykut Gürel’e aslında. Popüler piyasasının içinde bilenmiş bir müzisyenin şimdi aynı piyasaya böylesi bir alternatif öneri sunması, hele ki bu zamanda, hiç de hafife alınacak bir şey değil.
Müzikal niteliği yüksek, kapağından kartonet tasarımına dek incelikli, özenli, usta işi ve sıra dışı bu albümün benzer yeni albümlere, farklı denemelere, cesur başka işlere kapı açması ise bırakın müzik yazarlığını bir tarafa, bir dinleyici olarak benim en büyük dileğim.
(2 Mayıs 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
2005 yılında piyasaya çıkan ilk albümü “50/50” ile tanıştığımız Redd, o zaman bu zaman hep iyi albümler yapmakla kalmadı, her albümde müziğinin üzerine bir şeyler katarak ilerledi. 2012’de yayımlanan “Hayat Kaçık Bir Uykudur”, grubun başından beri değişmemiş kadrosunun son albümü oldu. Biraz da kavgalı gürültülü bir süreçten sonra Redd yoluna üç kişi olarak devam etme kararı aldı ve Doğan ve Güneş Duru kardeşler ile Berke Özgümüş’ten oluşan bu kadronun yayımladığı ilk albüm, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. “Mükemmel Boşluk” adı verilmiş albüm, Pasaj Müzik etiketi taşıyor.
Redd’in en önemli özelliği, bizim memlekette her nedense çok da dert edilmeyen “albüm bütünlüğü” meselesini en başından bu yana sürdürebiliyor olması. Her albüm hem müzikal içerik, hem de “sound” olarak bir başka iklim, bir başka doku, bir başka atmosfer taşıyor. “Şu albümdeki şarkıyı bu albüme de koysak fark etmezdi,” diyemiyorsunuz mesela. Bu, Türkiye şartlarında müzik yapan bir grup için altı kalın kalın çizilmesi gereken bir kifayet. Bakın Ekşi Sözlük’te bibidubabidu “nickname”li kullanıcının şu cümlelerine: “Bu adamlar şarkı, yapmıyor, albüm yapmıyor; bu adamlar yeni dünyalar yaratıyorlar içine girmemiz için. Her bir şarkı, her bir albüm ayrı dünyalar. Kendimi Redd'in yarattığı paralel evrende yaşıyorken buluyorum çokça.”
Grubun eksilmesinden sonra müziğinin de eksilmesi muhtemeldi elbette. Nitekim üzerine çok fazla yazılıp çizilen “Mükemmel Boşluk” albümü ile ilgili okuduğum yorumların büyük kısmı bu albümün diğer Redd albümlerinden farkını buna bağlıyor. Oysa grubun 2005’ten bu yana yaptıklarına baktığınızda, bu değişimi grubun eksilmesinden bağımsız bir doğal sürecin sonucu olarak görmek de mümkün ki aslında “Hayat Kaçık Bir Uykudur” albümü bunun sinyallerini ziyadesiyle veriyordu.
Bir kere her şeyden önce en ince detayına kadar düşünülmüş, hiçbir ânı “bu da böyle oluversin,” diye geçiştirilmemiş, tabiri caizse oya gibi işlenmiş bir albüm bu. Teknik açıdan handiyse kusursuz ve dünyadaki emsallerini aratmayacak kalibrede. Doğan Duru az bulunur nitelikte bir solist ve şarkı yazarı; bunu teyit etmek için bırakın bugüne dek yazdığı ve söylediği şarkıları bir kenara, sadece “Kanıyorduk”u dinlemek bile yeterli (özellikle de Duru’nun adeta kendi kafa sesiyle düet yaptığı nakarat kısmı her babayiğidin harcı değil.)
Bazı şarkı sözleri, alışageldiğimiz Redd şarkılarına kıyasla daha “light” dursa da, albüm başından sonuna distopik bir atmosferde ilerliyor. “Bugün Herkes Ölsün İstedim”, “Sextronot”, “Boşlukta Dans” bu atmosferin en yoğun hissedildiği şarkılar. Ona keza albümün kapak tasarımı ve çıkış şarkısı olan “Aşk Virüs”ün klibi de öyle (grubun sosyal medyada ilk paylaştığı kapak tasarımı bence daha çarpıcıydı bu arada.) Elektronik öğelerin ağır bastığı düzenlemeler, bu distopik, fütüristik atmosferin baş tetikçisi kuşkusuz.
“Aşk Virüs” ve “Kalpsiz Romantik”, ortalama dinleyiciye daha yakın durabilecek şarkılar. Bir önceki albümün bence paha biçilmezi “Beni Sevdi Benden Çok” un bu albümdeki karşılığı “Hâlâ Seni Çok Özlüyorum” olabilir. Rahatlıkla bir senfoni orkestrasınca çalınabilecek nitelikte bir şarkı bu.
Öte yandan şarkılar her kadar aşk temasını odak almış gibi gözükse de, ince göndermelerle bezeli. Misal Kafka etkisi sadece “Kafakafka” adlı şarkıda kendini göstermiyor, bütün albüme sızıyor (ki bu şarkı albümdeki en belirgin politik göndermeli şarkı ayrıca.) “Sextronot”daki “Space Oddity” göndermesi ve “Bugün Herkes Ölsün İstedim”de apansız karşımıza çıkan Laurie Anderson’ın sesi ise küçük sürprizler yapıyor dinleyene.
Yılın en iyi albümleri listesine şimdiden dâhil edilebilir “Mükemmel Boşluk”. Çıta bu kadar yükselmişken listeye başka neler koyabileceğimizi ise açıkçası merak ediyorum.
(KENAN DOĞULU HARBİYE AÇIK HAVA TİYATROSU KONSERİ 25 HAZİRAN 2016)
Konser boyunca iki farklı pantolon giydi Kenan Doğulu. İki
de farklı kemer taktı doğal olarak. Ama her iki kemerin de ucu pantolon
köprüsüne takılmamış, serbest bırakılmış ve sol taraftan aşağı doğru sarkmış
vaziyetteydi gece boyunca. Belli ki bilerek yapılmıştı. Ajda ise bundan 36 yıl
önce aynı şeyi bilmeden yapmıştı. Dolmabahçe Sarayı’nın ön cephesinde yapılan TRT
çekiminde kocaman güneş gözlükleri ve her zamanki doğaçlama dans stiliyle
yanındaki iki erkek dansçıya havalı havalı eşlik etmeye çalışıyor, bir yandan
da “Bambaşka Biri”ni söylermiş gibi yapıyordu. Üzerindeki yeşil bluzla aynı
renk örme kemerinin ucu her nasılsa sarkık kalmıştı. İki yıl filan sürdü o moda.
Hepimiz örme kemer taktık, ucunu da aynen öyle sarkıttık. O zamanlar memleketin
yegâne “trendsetter”ı Ajda’ydı çünkü. Şimdi Kenan’dan özenip de kemerini
sarkıtan olur mu bilmem. Artık herkes kendi çapında “trendsetter” çünkü.
(27 Nisan 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Murat Boz’un sezonlar boyu O Ses Türkiye jüri koltuğuna oturmasını ve bu süreçte, beş yıl boyunca yeni bir albüm yapmamasını her fırsatta eleştirdim. Boz hayranları fena kızdı. Öyle ya, yarışmanın Amerika versiyonunda, Shakira’dan Pharrell Williams’a, Christina Aguilera’dan Usher’a kadar, Murat Boz bizde ne kadar meşhursa Amerika’da o kadar meşhur şarkıcılar jüri üyeliği yapmış idi. Öyle ya, eskidendi o erişilmez, dokunulmaz “star” kavramı, şimdilerde “görünür olmak” üzerine yapılıyordu “star”lık hesapları. Öyle ya, sadece şarkı söyleyerek olamayacağı kadar popüler olmuştu bu yarışma sayesinde. Kazanamayacağı kadar da para kazanmıştı üstelik. Bana neydi? (Bu arada bazen filmlerde oynama konusu da gündeme geldi ama ben filmlerde oynamasına hiç karşı çıkmadım, yeri gelmişken söyleyeyim.)
(25 Nisan 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Eskiden “harika çocuk” denilirdi. Yetenekleri küçük yaşlarda keşfedilip, eğitimle perçinlenirken, ileri yaşlarda edinilebilecek vasıfları daha çocukken edinenler için kullanılırdı bu tabir. Sirel tam anlamıyla bir harika çocuk. İngiltere doğumlu ve balerin bir anne ile müzisyen bir babanın çocuğu olarak doğmuş. Haliyle de yeteneklerinin keşfedilmesi için büyümesine gerek kalmamış.
Henüz 25 yaşında olmasına rağmen sayısız başarıyla dolu bir geçmişi var Sirel’in. Burada tek tek sırlamaya kalksam yerim yetmez ama resmi Facebook sayfasına girip detaylı özgeçmişini okuyabilirsiniz. Özetle, klasik müzikten halk müziğine, geniş bir yelpazede eğitim alma, çalışma yapma şansına sahip olmuş Sirel. Geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle yayımlanan ilk albümü ise “Bak Sen” adını taşıyor.
Albümde on üç şarkı var ve tamamının söz ve müzikleri Sirel tarafından yazılmış. Albümün prodüktörlünü ve aranjörlüğünü ise Murat Yeter yapmış. Zaten dikkatli dinleyiciler, Murat Yeter’in “Asya” adlı albümünden hatırlayacaklardır Sirel ismini. Albümde çalanlar ise Cem Tuncer’den Erdinç Şenyaylar’a, Aykut Gürel’den Can Şengün’e, tam bir birinci lig takımı (ki pek de yapılmayan bir şey yapılıp, arka kapağa albümde çalanların isimlerinin yazılmış olması boşuna değil.)
Bir kere çok iyi bir şarkıcı Sirel. Hem karakteristik bir sesi var, hem de sesini nasıl kullanacağını iyi biliyor. Ama bunlar da iyi bir şarkıcı olmaya yetmiyor biliyorsunuz. Şarkı söylediğiniz dilin inceliklerine, vurgularına, diksiyonuna hâkim olmanız da gerek ki Sirel, İngiliz bir annenin çocuğu olmasına ve İngilizce şarkılar da yazıp söylemesine rağmen bunun da üstesinden geliyor.
Şarkılarda çok açık ve net bir şekilde Sirel’in müzikal birikiminin ve deneyimlerinin izleri görülüyor. Yolu “R&B”den, “rock”tan, “reggae”den geçen şarkılar da var, batılı formda, saf “balad”lar da. Oryantal, alaturka öğeler ise yer yer sos niyetine kullanılmış. “Oyna” ve “Bak Sen” örneklerinde olduğu gibi. “Bir safkan pop müzik albümü” tabiri, yapılan işi en doğru şekilde tanımlayabilir. Buna karşın bu albümde yıllardır kulaklarımızın mahkûm edildiği türden bir pop müzik anlayışı, “atarlı” sözler, standart “loop”lar, “bpm”ler, kısır melodik yapılar, ilkel akor dizimleri yok. Müziğin teorisini ve tekniğini de iyi bilen ve bilgisini ticarete tahvil etmeyen ellerden çıktığı her halinden belli şarkılar bunlar.
Albümün çıkış şarkısı olarak seçilen ve piyasa şartları için epeyce “zor” bir çıkış şarkısı olan “Sevdim” benim de albümde en sevdiğim şarkılardan biri oldu. Buna karşın “Gel” ve “Bak Sen” ortalama dinleyiciyi daha kolay yakalayabilecek iki koz olarak duruyor albümde. “Gemileri Yakma”, “Farkım Var” ve “Günaydın” da albümün sürükleyici şarkıları olabilir. Gelin görün ki bu şarkıların keşfedilmesi için kliple servis edilmeleri zorunluluğu can sıkıcı. Bir ilk albüme bu kadar çok klip çekmek neredeyse imkansız artık. Yine de müziği internetten dinleyen ve keşfeden, yeniliklere, sıra dışına çok açık, genç bir dinleyici kitlesinin varlığı umut verici. Umarım güme gitmez, umarım dikkat çeker bu albüm bir şekilde. Çünkü her bakımdan müzikal tadı ve estetiği olan bir iş bu.
Albümün kapak fotoğrafları Cem Talu tarafından çekilmiş, kartonet tasarımı ise Özlem Semiz tarafından yapılmış. Aslında sadece kapak fotoğrafı bile tek başına “farklı” bir pop müzik albümü dinleyeceğimizi vurgular gibi. Sirel isminin kırmızı kabartmalı harfleri biraz “alaturka” durmuyor değil ama o kadar kusur da olur artık.
(15 Nisan 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Birileri sanırım Gülçin Ergül’e “Seni 2000’li yılların ortasına geri ışınlayacağız ve Eurovision’da Türkiye’yi temsil edeceksin; ona göre şarkını da, kostümünü de, dansını da hazırla,” demiş. O da buna inanmış. Yoksa Gülçin Ergül’ün yeni teklisi “Harabeyim”i ve şarkının klibini başka türlü açıklamanın mümkünü yok.
“Harabeyim”, geçtiğimiz günlerde Arpej Müzik etiketiyle yayımlandı. Teklide, söz ve müziği Gülçin Ergül’e ait şarkının üç farklı versiyonu yer alıyor. Düzenlemesini İskender Paydaş’ın yaptığı orijinal versiyon ve “Radio Edit” versiyonunun yanı sıra, bir de Erdinç Erdoğdu tarafından yapılmış bir “remix” versiyon var.
Gülçin Ergül güçlü bir ses, Türkçe şarkılarda gırtlağını İngilizce şarkı söylermiş gibi kullanmasını bir kenara koyarsak fena bir şarkıcı da değil. Şahane dans ediyor, ona da kabul. Hepsi ile yollarını kavgalı gürültülü ayırdıktan sonra biraz hırslandı da haliyle, onu da anlarım. Nitekim gruptan ayrıldıktan sonra yaptığı “Bir Tanecik Aşkım” adlı mini-albüm hiç de fena değildi. Kaldı ki böyle Batılı formda dans edip, şarkı söyleyebilen çok fazla kadın popçumuz yok.
Basın bülteninde yer alan “gözleri esir eden çarpıcı dans performansı”, “3 görkemli kostüm” ve Svarovski taşlar kullanarak yaptığı sıra dışı makyaj” gibi cümlelerden de anlaşıldığı üzere ortada büyükçe bir iddia var. Nitekim klibi izlemeye başladığınız anda da o iddianın içine düşüyorsunuz. “Ben çok ama çok iyi dans ederim” görüntülerinden sersemliyor, ne dinlediğinizi anlayamaz hale geliyorsunuz. İyi hoş da, bu kostümler, bu dans figürleri, bu şarkı filan bayağı demode değil mi? Tam Eurovision’luk ama 2005-2006 yılları için filan. Ben mi yanılıyorum yoksa; 2016 yılında değil miyiz?
(15 Nisan 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Kendilerine geniş bir “teen-age” hayran kitlesi edinmiş pop-“rock” grubu Kolpa ve pop şarkıcısı Ece Seçkin bir araya gelirse sonuç ne olur? Her iki taraf için de iyi olmuş görünüyor. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan “Hoş Geldin Ayrılığa” adlı tekli, Ece Seçkin ve Kolpa’nın doğru bir biçimde bir araya getirilmesi sonucu parlak bir sonuç vermiş.
Hem hedef kitleleri birbirine uyumlu, hem de Kolpa’nın solisti Barış ile Ece Seçkin’in sesleri uyumlu, hem de şarkı her iki tarafın müzikal çizgilerine uyumlu. Gerçi bugüne dek pek “şeker kız” çizgisinde seyreden Ece Seçkin için biraz “dark” bir iş gibi dursa da, şarkıyı Kolpa olmaksızın ve daha pop bir düzenlemeyle hayal ettiğinizde, Seçkin’in stiline çok da uzak bir şarkı olmadığını söylenebilir. Sonuçta bir Kolpa şarkısından söz ediyoruz; AC/DC değil.
“Hoş Geldin Ayrılığa”, sözleri ve müziği Çağrı Telkıvıran ve Barış Yurtçu ortaklığı ile yazılmış, düzenlemesi ise yine Barış Yurtçu tarafından yapılmış bir şarkı. Her bakımdan kolay hazmedilmeye, sevilmeye müsait bu şarkı, zaten ben bunu yazana kadar hazmedildi ve sevildi bile. Son dönemde “featuring”dir, düettir çok arttı biliyorsunuz. Yerli yersiz her iki deli bir araya gelince düet yapıyor ama kimya her zaman tutmuyor tabii. Bu şarkı bu işin nasıl yapılması gerektiğine dair güzel bir örnek olmuş.
(15 Nisan 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Bizde adettendir, biz müzik grubunun içinden birisi, özellikle de solist solo bir işte boy gösterirse ezkaza, o grubun dağıldığına dair söylentilerin, dedikoduların ardı arkası kesilmez. Bin yıllık Mazhar Fuat Özkan için bile yıllardır söylenir mesela. Haliyle Ferman Akgül’ün solo şarkısı gündeme düşünce, Manga’nın dağılıp dağılmadığı sorusu da düştü akıllara hemen. Dağılmamış. Ferman açıkladı bunu. Kaldı ki bir grubu oluşturan elemanların birlikte yarattığı ruhun, müziğin dışında, daha farklı, belki daha özgür işler yapmaya niyet etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Ferman da öyle yapmış.
Ferman Akgül’ün ilk solo teklisi “İstemem Söz Sevmeni”, geçtiğimiz günlerde 06 Records ve EMI Müzik ortaklığıyla yayımlandı. Teklide bestesi Yunan müzisyen Sabanis Giorgos’a ait, orijinali Yunanca bir şarkıyı, kendi yazdığı Türkçe sözlerle seslendiriyor Ferman. Seslendirirken de Türkiye’deki en önemli buzuki ustalarından “Buzuki” lakaplı Orhan Osman da ona eşlik ediyor (ve hatta Buzuki Orhan ilk kez bir klip için kamera karşısına geçmiş bu şarkı vesilesiyle.)
Yunan popüler müziği ne çare ki bizden fersah fersah ötede. Hem sektör olma ve dünyaya açılma anlamında böyle bu, hem de müzikal açıdan. Bizim sade suya tirit popüler şarkı formlarımız, düzenlemelerimize karşılık onların popüler şarkılarında olağanüstü bir melodi zenginliği, deveye hendek anlatan müzikal yapılar, kulak dolduran düzenlemeler ve icralar var. Evet, durum böylesi bir genelleme yapılabilecek kadar açık ve net. Bununla birlikte her iki ülkenin müzik beğenisi, ritim ve melodi anlayışında ortak payda çok fazla bu nedenle de birbirimizden şarkı alışverişimiz yıllar yılı hiç bitmedi. İşte bu şarkı da o alışveriş listesine dâhil edileceklerden.
Ferman belli ki ilk solo çalışmasında işi şansa bırakmak istememiş ve kolaycı bir formülü uygulamış: Alttan alta “rock” tınısını da hissettiren bir Yunan şarkısını adapte etmek. Şarkı hakikaten çok güzel, çok etkileyici. Ferman’ın yazdığı Türkçe sözler de öyle. Buna karşın şarkının orijinal halini dinlerseniz (Keti Garbi’den “Anemodarmena”) o cayır cayır gitarları bulamayacaksınız Türkçe versiyonda. Yani Ferman şarkıyı yumuşatmayı tercih etmiş, nedendir bilinmez.
Ferman Akgül iyi bir solist olduğu kadar iyi bir de şarkı yazarı. Dolayısıyla solo çalışmalarını kendi şarkılarıyla da devam ettirmesi ihtimal dâhilinde. İlk olarak bu şarkıyı seçmesi, Manga formundan uzak bir iş yapması açısından doğru belki ama kendi açısından “farklı” bu işin, müzikal anlamda çok da farklı bir yerde durduğunu söylemek mümkün değil. Gripin ya da Emre Aydın da söyleyebilirdi bu şarkıyı pekala; onu kast ediyorum.
(15 Nisan 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Model’in son albümü “Levlâ’nın Hikayesi”nin üzerinden üç yıla yakın zaman geçmiş. Bu cümleyi yazmak için arşive tekrar bir dönüp baktım, acaba yanılıyor muyum diye. Zira o geçen zamanı ben kendi adıma asla fark etmedim. Model sanki hep gündemdeydi, hep ortalardaydı bu süre zarfında. Hatta daha dört ay önce albümden “Sarı Kurdeleler”e klip çekmişlerdi. Bir de ya Fatma Turgut solist olarak başka işlerde ya da Can Temiz besteci olarak başka albümlerde görünmüştü. Film müziği filan da yaptılar ayrıca değil mi? Şimdi tek tek toparlayamayacağım hepsini. Ama zaman bunu gerektiriyor galiba artık. Görünürlüğü, devamlılığı aksatmaya gelmiyor; hep ortalarda olmak icap ediyor.
Model’in yeni teklisi “Mey”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya sürüldü. Grup, şarkıyı şöyle anlatmış: “Belki de ilk defa bu kadar pozitif duyguların hâkim olduğu bir şarkı yaptık. Bu kez ayrılıktan değil, âşık olmanın ve sevmenin coşkusundan bahsettik.“ (Kocan Kadar Konuş filmi için yaptığınız “Pandalar” da aynı temadaydı, o yüzden ilk defa sayılmaz.)
“Şarkının klibi de diğer kliplerimize göre daha aydınlık ve sıcak renklerin kullanıldığı bir video oldu.” (Bak bu çok doğru. Her ne kadar çok kostümler, saçlar ve makyajlar açısından çok başarılı bir dönem klibi olduğu söylenemese de, klibin enerjisini ben çok sevdim. Fatma Turgut’un dans ediş biçimi bile tek başına retro tadı vermeye yetiyor ki klibin ister istemez hatırlattığı Unutursam Fısılda filmindeki Farah Zeynep Abdullah danslarından çok daha inandırıcı.)
“Eskiden şarkıları yaparken bilgisayar başında çok vakit geçirirdik. Bu şarkı grup olarak stüdyoya girip çala çala ortaya çıkardığımız bir şarkı oldu. Sound olarak da elektronik hiçbir şey kullanmak istemedik. Tamamen akustik ve sıcak tonlara odaklandık.” (Bu da pek iyi olmuş. Şarkının retro havası en çok buradan geliyor zaten.)
“Uzun zamandır da ortaya çıkarmak konusunda pek bonkör davranmadığımız alaturka bir tarafımızın da su yüzüne çıkmasına izin verdik. Şarkı aslında sonbaharda gelecek albümün tarzı hakkında da oldukça ipucu veriyor.” (Buna hiç itirazım olmaz zira Model’in Ölü Gelin imajından ve şarkılarından ikrah gelmemişti desem yalan olur. Alaturka ve hatta arabeskin bu biçimde kullanılmasından rahatsız olanlardan, “gerçek ‘rock’ bu değil” diye tepinenlerden değilim; iş ki sonu “ağlak”lığa, duygu sömürüsüne ve dahi sahtekârlığa varmasın.)
Sözün özü ben bu yeni biçim arayışını da, bu yeni formunu da sevdim Model’in. Müziğin bütünü içerisinde elbette tek başına yeni, daha önce yapılmamış bir şey olduğu söylenemez belki ama Model çizgisinde doğru bir hamle olacağı pek rahat söylenebilir.
(15 Nisan 2016 tarihinde www.hayatmuzik.com 'da yayımlanmıştır.)
Genç ve yakışıklı erkek popçu “overdose”unda fizikler kadar müzikler de birbirine benzerken, bir mesafe koyup emsallerinle arana, başka bir yerden yakalamak mümkün mü dinleyiciyi? Eren Sandal tam da bunu deniyor işte yeni şarkısıyla. Geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlanan yeni teklisinde Eren Sandal, popun içinden cazı geçiriyor.
Eren Sandal’ı ENBE’nin 2010 çıkışlı “Kalbim” adlı albümünde, Ajda Pekkan’la düet yaparak seslendirdiği kendi bestesi “Sev Beni” ile tanımıştık. Ardından “Rüzgâr” teklisi ve “Gönlüme Göre” adlı ilk albümü geldi. Bütün bu işlerin içinde onun hep genel geçerin bir adım dışında bir şeyler yapmaya hevesli ve niyetli olduğunu gösteren ipuçları vardı aslında. “Matem” ise bunun altını daha kalın bir biçimde çiziyor.
Söz ve müziği Eren Sandal’a ait “Matem”in düzenlemesini Cüneyt Yamaner yapmış. Bir “big band” havası ve coşkusu yaratan düzenleme, şarkının yürüyüşü ve Eren Sandal’ın şarkı söyleme biçimi şarkıyı sıradan bir pop şarkısı olmaktan öteye götürmüş. Bir kere dinleyince bile, başından sonuna böylesi şarkılarla dolu bir albüm dinleme ihtiyacı duyma ihtimaliniz yüksek. Poptaki tek tip, tekdüzen, tek torna işlerden sıkılanlara özellikle tavsiye ederim.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.