Gülriz Sururi

KÖMÜRLÜK PENCERESİ GÖZLÜ "GÜÇÇÜK HANFENDÜ"


(İlk kez 2004 yılı Şubat ayında birzamanlar.net'de yayımlanmıştır. internet ortamında yayımlandıktan 12 yıl sonra, Gülriz Sururi'nin 2016 yılında piyasaya çıkan Zefiros adlı kitabında kullanılmıştır.)
  
1800’lü yıllarda özellikle İstanbul ve İzmir bölgesinde yaşayan Rum ve Ermeni toplulukların sahnelediği oyunlarla yaygınlaşmaya başlayan Batı tarzında tiyatro, ortaoyunu geleneğinden gelen Türk toplumunda çok çabuk sevilecek ve kısa süre sonra Türk yazarların yazdığı Türkçe oyunlar da sahnelenmeye başlayacaktı. 1870 yılında Türkçe oyun sahneleme yetkisi sadece Güllü Agop Efendi’nin kumpanyasına verilince, diğer topluluklar ayakta kalabilmek için mecburen operet ve müzikli oyunlara yöneldiler. Türk temaşa sanatında, özellikle geleneksel Karagöz ve Hacivat seyirliklerinde müziğin zaten olmazsa olmaz bir yeri vardı. Ama Osmanlı şimdi başka bir şeyle, Batı çalgılarının da kullanıldığı Batı tarzı operetler ve müzikli oyunlarla tanışıyordu. Devletin resmi cephesinde Sultan II nci Mahmut’un emriyle kurulan Mızıka-i Hümayun, Batı müziğinin ülkedeki ilk örneklerini veredursun, Direklerarası ve Şehzadebaşı’ndaki  tiyatrolar operetler, müzikli oyunlar ve kantolarla müşteri çekiyor, bu eğlenceli gösteriler bir hayli rağbet görüyordu.



Denilebilir ki kantolar kadar müzikli oyunların ve operetlerin şarkıları da popüler müziğin Türkiye’deki başlangıç noktasıdır. O yıllarda özellikle taş plakların yaygınlaşmaya başlamasıyla birlikte kantoların yanı sıra operetlerin ve müzikli oyunların sevilen şarkıları da birer ikişer plaklara okunacak ve gazelden ve türküden geçilmeyen plak piyasasında başka bir yönün yol göstericisi olacaklardı. O dönemlerde plak olmamış operet şarkılarının bile dillerden dillere dolaştığı, ezber edildiği düşünülürse, bugünün popüler müziğinin daha en başında tiyatro denen temaşa sanatıyla ne denli alış veriş ettiğini görmek mümkün. Nitekim bu yakın ilişki bir daha hiçbir zaman o dönemlerdeki kadar yoğun olmasa da (çünkü araya önce sinema, sonra televizyon girdi) müzik tarihi boyunca yer yer yaşandı ve hala da yaşanmakta. Örnek mi? Örnekleri ben değil, Gülriz Sururi verecek az sonra.


Doğum tarihi konusunda rivayet muhtelif olmakla beraber, Gülriz Sururi’nin yazının başında anlattığım operetler zamanlarına dek uzanan bir süredir sahnede var olan bir ailenin kızı olarak dünyaya geldiği herkesin malumu. Gülriz Sururi’nin tüm sanat geçmişine dair merak ettiğiniz her şey için kitaplarına başvurmanızı önereceğim çünkü bizzat kendisi tarafından kaleme alınmış her iki anı kitabından da hem çok önemli bir tiyatro oyuncusunun kişisel tarihi, hem de onun nezdinde Türk Tiyatrosunun gayri resmi tarihi hakkında epeyce şey öğrenmek mümkün; “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” ve “Bir An Gelir”.

Kariyeri boyunca bir dolu oyunda rol almasına rağmen bugün ülkede müzikli oyunlar ve müzikaller denince ilk akla gelen isimlerden biri Gülriz Sururi dersek yanlış olmaz. Oyunculuğu ve performansıyla olduğu kadar görüntüsüyle de bir çırpıda hafızalara yer edip kolay kolay silinmeyecek bir sahne karizmasına sahip olduğunu kimsenin inkar etmediği Gülriz Sururi, en çok da bu yüzden sahne üzerinde çok rahat taşıdığı, çok inandırıcı kıldığı karakterleri canlandırdı. Ve her bir karakter hepimizin anılarına Gülriz Sururi’nin portresinde yerleşti. Bir düşünün, birisi size “Sokak Kızı İrma” dese hemen aklınıza o file çoraplı, derin dekolteli Gülriz Sururi sureti düşmez mi? Ya da “Kaldırım Serçesi” dendiğinde siz Edith Piaf’ın yüzünü hayal etmeye çalışırken Gülriz Sururi’nin kara sürmeli iri gözleri buna mani olmaz mı? Keşanlı Ali Destanı’nda ilk aklımıza gelen Zilha neden yıllar boyu en az Gülriz Sururi kadar başarıyla o role hayat veren Zeliha Berksoy değildir? Bu soruların cevabını aslında bu yazıya bahis konusu etmeyi planladığım ama her daim olduğu üzere yine birkaç paragraflık girizgaha rağmen hala hakkında tek kelime dahi etmediğim Gülriz Sururi albümünün kapağı veriyor. Albümün adı “Müzik-Hallerim”. Kapakta bu adın hemen altında Gülriz Sururi’nin adı yazıyor ama onu okumasanız da bunun bir Gülriz Sururi albümü olduğunu bir bakışta anlıyorsunuz. Çünkü kapakta Duygu Sağıroğlu imzalı enfes bir Gülriz Sururi illüstrasyonu var.


İşte yukarıdaki paragrafta yer alan soruların cevabı bu illüstrasyonda gizli. Bilir misiniz böylesi bir resim  herkes için kolay kolay yapılamaz. Karakteristik bir görünümüz, kolay ayırt edilebilir, tanınabilir bir başkalığınız, hadi işin kolayına kaçıp o kelimeyi kullanayım, bir “imaj”ınız olması gerekir. O kömürlük penceresi iri gözler, o çıkık elmacık kemiklere inat serçe topuğu küçücük çene ve dikdörtgen bir yüzü çerçeveleyen kaküllü saçlar. Hani baktığınızda güzel mi değil mi asla karar veremediğiniz, sebebini bilmeksizin gözlerinizi alamadığınız, “aura”sına kapılıp hayran kaldığınız kadınlardan Gülriz Sururi. Ve o çok karakteristik yüzü çizgi kalabalığına, renklere, desenlere boğmadan olanca sadeliğiyle resmeden Duygu Sağıroğlu’nun illüstrasyonu, albümün kapağını çok cazip, çok albenili kılıyor daha ilk bakışta. Bu illüstrasyonun aslında “Benimle Oynar mısın” adlı oyunun çalışmaları sırasında yapıldığını ve aynı zamanda “Kıldan İnce Kılıçtan Keskince” adlı kitabının yeni baskısında da kapak resmi olarak kullanıldığını da söylemeliyim yeri gelmişken.

Aslında bu albüm, Gülriz Sururi’nin Yeni Dünya Müzik etiketiyle 1992 yılında sadece kaset formatında basılan albümünün bir nevi genişletilmiş yeniden baskısı sayılabilir. Artık piyasada kolay kolay bulunmayan o kaseti arşivimde gözüm gibi saklıyor iken, aynı şarkıları yeni bir baskıyla CD üzerinde görmek beni çok sevindirdi elbette. Çünkü bu albüm bir müzik albümü olmanın ötesinde Türk tiyatro tarihinin müzikaller sayfasını gün ışığına çıkaran çok önemli bir belge niteliği de taşıyor. Albümün muhteviyatını sıralamaya başladığım zaman bana hak vereceksiniz. Ama öncelikle şunu söylemeliyim ki, keşke bu belgenin tarihi değerini şöyle adamakıllı ansiklopedik bir kitapçıkla taçlandırsaymış Gülriz Sururi ya da prodüktör firma Müzikotek.

Kartonette şarkı sözleri, besteci, söz yazarı ve aranjörlerin adları ve hatta oyunların afişleri (ufacık da olsa) yer almış. Hangi şarkının hangi oyundan alındığı da görülebiliyor. Peki ya oyunların yazarları? Türkiye’de hangi yılda sahnelendikleri? Sahnelendikleri yıllardaki kadroları? Bunları şayet hayal meyal hatırlamıyor iseniz, albümde bu konuda hiçbir bilgi bulamayacaksınız. E bu durumda yine iş başa düşecek ve naçizane bendeniz size bu konuda bir rehber olmaya çalışacağım yazının kalan bölümünde.

1950’li yıllarda Christopher Wood tarafından kaleme alınan “Elveda Berlin” adlı roman John Van Drutten tarafından “Ben Bir Fotoğraf  Makinesiyim” adıyla sahneye uyarlanmış, ve bu oyun 1956 yılında Dormen Tiyatrosu tarafından Gülriz Sururi, Metin Serezli ve Yılmaz Gruda başrolleriyle sahnelenmişti. Daha sonra aynı oyun, Joe Masterof tarafından yeniden yazılıp bir müzikal haline getirildi. Oyunun sinemaya aktarılışı ise başrolünde Lisa Minelli’nin oynadığı “Kabare” adlı filmle oldu. Türkiye’de bu oyunu sahnelemek isteyen Engin Cezzar, romandan, oyundan, müzikalden ve filmden harmanladıklarını 1983 yılında yepyeni bir kurguyla kaleme aldı. Gülriz Sururi ve Engin Cezzar’ın başrollerini paylaştıkları “Kabare”, 1984 yılında seyirci karşısına çıktı.

 
Oyunun kadrosunda ikilinin yanı sıra Cüneyt Türel ve Yılmaz Zafer de vardı. Müzikalin orijinal şarkılarından yapılan birebir çevirilerde yine Cezzar ve Sururi’nin imzası yer alıyordu. İşte sahnelendiği yıl epeyce ses getiren ama bir sezondan öteye gidemeyen “Kabare” müzikalinden tam dört şarkı yer alıyor Gülriz Sururi’nin “Müzik-Hallerim” adlı albümünde. Albümün açılışındaki ilk dört şarkı sizi Nazi Almanya’sında bir kabarenin etkileyici atmosferine ve tabii ki aynı adlı filmin unutulmaz görüntülerine götürüyor. Vakti zamanında oyunu sahnede izlemiş iseniz çok daha fazlasını hissedeceğiniz muhakkak.

Sırada bu kez bir Türk müzikalinin şarkıları var; Haldun Taner’in klasikleşen “Keşanlı Ali Destanı”. Taner, bu oyunu yazdıktan hemen sonra İstanbul Operası’na teklif eder. Oyun beğenilmiş ama Yalçın Tura tarafından yapılan müziklerden hoşnut kalınmamış ve müziklerin Cemal Reşit Rey tarafından yeniden armonize edilmesi istenmiştir. Bu isteğe sinirlenen Haldun Taner oyununu geri çeker ve oyunun sahnelenmemesi pahasına müziklerin rötuşlanması teklifini kabul etmez. Taner tarafından bu defa Devlet Tiyatrosuna önerilen oyun, yine müziklerinin değişmesi şartıyla kabul edilince Haldun Taner oyunu Gülriz Sururi - Engin Cezzar tiyatrosuna verir. “Keşanlı Ali Destanı” geniş bir kadro, figürasyon, dekor, kostüm ve orkestra gerektirmektedir. O yıllarda herhangi bir özel tiyatronun (bugün dahi) kolay kolay altından kalkamayacağı bir prodüksiyondur bu. Ancak karar verilmiştir, oyun sahnelenecek, riske girilecektir. Nitekim Sururi ve Cezzar ikilisi gayrimenkullerini ipotek ettirmek ve bankalara borçlanmak suretiyle prodüksiyon masraflarını karşılar ve oyunu seyirci karşısına çıkarır.


Oyunun bu ilk sahnelenmesinde kadroda Sururi ve Cezzar’ın yanısıra Semiha Berksoy, Aydemir Akbaş, Ferdi Atuner, Umur Bugay gibi isimler yer almaktadır. Oyun büyük başarı kazanır, daha ilk temsilde dakikalarca ayakta alkışlanır ve 450 kez perdelerini açar. İlk kez 1964 yılında seyirci karşısına çıkan, 1974 yılında yine aynı topluluk tarafından yeniden sahnelenen, 1988’de televizyona aktarılan, aynı yıl İstanbul Şehir Tiyatrosu tarafından da sahneye konan ve Türk tiyatro tarihinin müzikaller sayfasına silinmez harflerle yazılan “Keşanlı Ali Destanı” ndan dört unutulmaz şarkı bu albümde Gülriz Sururi’nin yorumuyla karşımıza çıkıyor. Özellikle “O hiç senin dengin mi, o bir küçük hanfendü...” cümlelerini muhakkak hatırlayacak ve Gülriz Sururi’nin unutulmaz Zilha tiplemesini gözünüzün önüne getireceksiniz şarkıları dinlerken.


İşte yine bir unutulmaz oyun var sırada : “Sokak Kızı İrma”. Devlet Tiyatrolarında operet ve müzikli oyunların gündemden düştüğü 1960 yılında Türk tiyatro tarihinin öncü topluluklarından Dormen Tiyatrosu’nun cesur hamlesiyle ilk kez Türk seyirciyle buluştu “Sokak Kızı İrma”. Rejisini Haldun Dormen’in yaptığı müzikalde başrolde henüz Dormen kadrosunda yer alan Gülriz Sururi, diğer rollerde Altan Erbulak, Metin Serezli, İzzet Günay ve elbette Haldun Dormen vardı. Alexandre Brefford tarafından yazılan oyun Türkçeye Nisa Serezli tarafından kazandırılmış, Marguerite Monnot imzalı müziklerin Türkçe sözleri ise Melih Cevdet Anday ve Haldun Dormen tarafından adapte edilmişti. Oyun Türk seyircisi tarafından büyük ilgiyle karşılandı, gişe rekorları kırdı ve peşinden gelecek bir dolu büyük müzikal prodüksiyonunun da önünü açmış oldu. Nitekim 1968 ve 1992 yıllarında yine Haldun Dormen’in rejisiyle sahneye konuldu ve her defasında büyük başarı kazandı. Bu albümde oyundan iki şarkı çıkıyor karşımıza ve soruyor Gülriz Sururi: “Bu soluk yüzden başka, kalmadı hatıra. Demek sevişmek saçma. İrma sana ne oldu?”


Gülriz Sururi ve Mehmet Akan’ın birlikte yazdıkları “Uzun İnce Bir Yol” adlı oyun ilk kez 1980 yılında sahnelendi.Dört yıl uzak kaldıktan sonra bu oyunla tekrar seyircisiyle buluşan Sururi, başrolü yine Engin Cezzar’la paylaşıyordu. Çeşitli tiyatro eserlerinden bölümlerin ve şarkıların bir araya getirildiği bu “kolaj”da seslendirilen Brecht şarkılarından biri olan “Tatlı Bitsin Oyunumuz”, yazarın ünlü “Üç Kuruşluk Opera”sından alınmış bir şarkıydı. Gülriz Sururi aynı şarkıyı rol aldığı son oyunu “Söyleyeceklerim Var”da da seslendirecekti. Kendi yazdığı ve başrolünü Hakan Vanlı’yla paylaştığı bu oyunu kitabında şu cümlelerle anlatıyor Sururi: “Bir kişi dışında hiç ama hiç kimse bu oyunun bir veda olduğunu anlayamamıştı. Ben mesleğimde ne onuncu, ne yirmibeşinci ne de kırkıncı yılımı kutlamamıştım. Jübilelerden falan hoşlanmadım, nefret ettim ve sessizce veda etmek istedim tiyatroya. ‘Anlayan anlasın’ diye düşündüm.” Tiyatro tarihinde bir ekol olmuş Bertold Brecht’in şarkısını albümde Kurt Well’in müziği ve Tuncay Çavdar’ın çevirisiyle dinliyoruz.


Sırada iki şarkıyla “Zilli Zarife” müzikli oyunu var. Keşanlı Ali Destanı’nın da yazarı olan Haldun Taner’in kaleme aldığı bu oyun ilk kez 1966 yılında seyirci karşısına çıktı. Topluluk oyuncularının yanı sıra, Turgut Boralı, Gülsen Tuncer ve Aykut Oray’ın da kadrosunda yer aldığı bu oyun “Keşanlı Ali Destanı” kadar olmasa da beğeni kazandı. Gülriz Sururi - Engin Cezzar Topluluğunun program dergisinde Haldun Taner “Zilli Zarife”nin sahneye konuş aşamasını şu cümlelerle anlatır: “Yazar, yönetmen, dekoratör, teknisyenler yaratıcı bir tartışma ve fikir alış verişi içinde kaynaştık. Aydın bir toplulukla işbirliği yapmak, Gülriz Sururi gibi skalası alabildiğine zengin, yedi oktavlı bir oyuncuyla çalışmak doğrusu büyük şanstı.” Müzikleri Arif Erkin tarafından yapılan oyunda yer alan meşhur “Beyaz Gerdan” kantosu da Gülriz Sururi’nin sesiyle albümde yer alıyor.


Albümde en çok yer tutan müzikal “Kaldırım Serçesi”. Gülriz Sururi’nin anılarını okudukça anlıyoruz ki onun da tüm sanat yaşamında ayrı bir yere koyduğu bir oyun bu. Nitekim oyundan tam 7 şarkı Gülriz Sururi’nin sesiyle hayat buluyor bir kez daha.

Kaldırım Serçesi ilk kez 1983 yılında seyirci karşısına çıktı. Fransızların efsanevi sokak şarkıcısı Edith Piaf’ın yaşamı Başar Sabuncu tarafından tiyatro oyunu haline getirilmişti. Sabuncu’nun kendi rejisiyle sahneye koyduğu oyunda Gülriz Sururi’nin yanısıra Ali Sururi, Yılmaz Zafer, Bülent Erbaşar, Olcayto Ahmet Tuğsuz, Erdal Özyağcılar, Sevil ve İsmet Üstekin gibi isimler yer alıyordu. Oyunda yer alan Edith Piaf şarkılarını Başar Sabuncu ve Gülriz Sururi birlikte Türkçeleştirmişlerdi. Oyun sahnelendiği yıl büyük başarı kazandı, Fransa’ya davet edildi ve orda da büyük alkış aldı. Ne var ki seyircinin büyük ilgisine rağmen salon sorunu yüzünden perdelerini kapatmak zorunda kalacak, 1990 yılında bu defa Engin Cezzar’ın rejisiyle televizyona aktarılacak ve geniş kitlelere ulaşacaktı. Elbette en çok da bu yüzden herkesin az çok bildiği “Kaldırım Serçesi”nin unutulmaz yedi şarkısı, ardı ardına keyifle dinleniyor albümde.


Ve albümdeki son şarkı bir başka unutulmaz müzikalden, “Hair”den çıkıp geliyor. Altmışların sonunda dünyayı etkisine alan “hippi” akımının yaygınlaşmasında büyük rol oynayacak “Hair” müzikali hem prodüksiyon manasında zor, hem de ele aldığı konu itibariyle o yılların Türkiye’sinde sahnelenmesi tehlikeli olabilecek bir oyundu. Buna rağmen, en az Avrupa’daki emsalleri kadar görkemli bir prodüksiyonla, Engin Cezzar rejisiyle seyirci önüne çıkan oyun büyük beğeni kazandı. Henüz kariyerlerinin çok başında iki genç şarkıcının Neco ve Füsun Önal’ın başrolünde oynadığı müzikal, otuz kişiyi aşan kadrosuyla da hayli ağır bir prodüksiyondu. Bir müddet sonra Neco ve Füsun Önal çeşitli sebeplerle oyundan ayrılınca yerlerine Engin Cezzar ve Gülriz Sururi geçecek, oyun bu şekilde devam edecekti. 1971 yılında sahneye konan “Hair”in şarkı sözleri Engin Cezzar tarafından Türkçe’ye adapte edilmiş, müzik direktörlüğü Emin Fındıkoğlu tarafından yapılmıştı. Albümde bu müzikalin en bilinen şarkılarından biri olan “Doğsun Güneş” Gülriz Sururi ve Emre Altuğ’un sesleriyle yer alıyor. Bu konuda her hangi bir bilgi olmamasına karşın sanıyorum albümdeki tek yeni kayıt bu, yoksa Emre Altuğ’un “Hair”de ne işi var ?


Baştan sona koca bir müzikaller tarihinde, Gülriz Sururi’nin sanat geçmişinde ve Türk tiyatrosunun o eski ihtişamlı günlerinde doyumsuz hazlar duyarak dolaşıyorsunuz bir albüm süresince. Üstelik “Para Para” ve “Sineklidağ”da Engin Cezzar’ın, “Aşk Neye Yarar”da genç yaşta yitirdiğimiz sinema ve tiyatro oyuncusu Yılmaz Zafer’in seslerini duymak da albümün “bonus”u oluyor. Neresinden baksanız hem dinlemelik hem de mutlaka edinip arşivlemelik bir albüm bu. Bir düşünün, hatta düşünmekle kalmayın buyurun dolaşın anlı şanlı “müzik-market”lerimizi, kaç tane benzeri türde albüm bulabileceksiniz ki ? Bir de benden size tavsiye, albümü dinlerken şu kitaplara da göz atar, hatta okumaya başlarsanız şahane olur:

Kıldan İnce Kılıçtan Keskince (Gülriz Sururi) – Doğan Kitap
Bir An Gelir (Gülriz Sururi) – Doğan Kitap
Engin Cezzar Kitabı (Gökhan Akçura) – Yapı Kredi Yayınları
Dormen Tiyatrosunun 40 Yılı (Kerim Atabeyoğlu) – Yapı Kredi Yayınları

ŞUBAT 2004

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder