ENBE Orkestrası - "Kalbim"

“HERKES BURADA, ENBE NEREDE?”


Yetmişlerde siyah beyaz televizyonda ender zamanlarda “dış kaynaklı müzik” yayınlanırdı. O ender zamanların yegane starları ya İtalyan şantöz Rafaella Carra ya da Alman James Last Orkestrası olurdu. Bunca gelişkin televizyon sektörüne rağmen memlekette ne kadar denense bir türlü tutturulamayan “Saturday night show”un en ama en alasını Rafaella Carra yapar, James Last Orkestrası ise bütün o vakvak gitarları ve ben diyeyim on, siz deyin yirmi trompetli nefesli ordusuyla devrin en popüler şarkılarını büyük bir coşku ve neşe içinde çalar dururdu. Hayran hayran bakar, yutkunurduk. Bizim de şahane orkestralarımız vardı o dönemlerde ama gönlümüzde James Last’ın yeri ayrıydı.



ENBE Orkestrası, 1993 yılında Engin Titiz ve Behzat Gerçeker tarafından kuruldu. Tıpkı James Last Orkestrası gibi, ne bulursa çalan, ama illa ki poplaştırıp çalan bir orkestraydı. Farklı olarak solistleri  vardı bizimkilerin; sadece çalmıyor, söylüyorlardı da. Alaturkadan türküye, aryadan mamboya, uçsuz bucaksız da bir repertuarları vardı. Mesela sosyetik bir düğünde ya da kalburüstü bir şirketin afili bir yemeğinde bağlama, davul, zurna ile misket çaldırıp halay çektirseniz avama kaçar, alay konusu olurdunuz. Oysa ki böylesi bir orkestra önce aryalarla başlayıp, gecenin sonunu “Caney Caney”le getirebilir, kimseye de avam görünmezdi. Nitekim bu gerçekten işe yarayan bir formül olsa gerek ki ENBE ve benzeri bir dolu orkestra, epeyce fazla sayıda “extra” da alarak üstelik, en krizli, en sıkıntılı zamanlarda ve onca kalabalık kadrolarına rağmen var olmaya devam etti.

ENBE Orkestrasının 13 yıl süren ilk dönemi gayet başarılı geçti. Hemen hiç boş kalmadan o bayi toplantısı senin, bu Çırağan düğünü benim çaldılar, söylediler. Hatta 1997 yılında bir de albüm yaptılar. “Müziğimizle Evreni Kucaklıyoruz” gibi gayet iddialı bir isim altında piyasaya sürülen bu albümde klasikleşmiş pop şarkıları ve poplaştırılmış kimi klasikler vardı. Ne ki, şarkıların ne kadarının orkestra tarafından çalındığı bir muammaydı, zira altyapılarda davul başta olmak üzere, o dönemin pek tercih edilen marifetli klavyelerinden çıkan enstrüman taklidi yapay seslere fazlaca rağbet edildiği açıkça duyuluyordu.


2006 yılında ENBE Orkestrası’nın EN’i ve BE’si yollarını ayırmaya karar verdi. Bir ortaklığın anlaşmazlık sonucu bölünmesi ne sorun getirirse, hepsi yaşandı ve alacak verecek hesapları sona erdiğinde, kadronun büyük kısmı Engin Titiz tarafına geçse de, ENBE adı Behzat Gerçeker’de kaldı.

Aynı yıl ENBE Orkestrası’ndan ziyade Behzat Gerçeker’in ön plana çıkarıldığı bir albüm piyasaya sürüldü. “Düşler” adı verilmiş bu albüm DMC etiketiyle piyasaya çıkmıştı. Henüz DMC’nin Behzat Gerçeker hakkında uzun vadeli planlar yaptığını bilmiyor, bu albümün ülkede yokluğu çekilen “yerli asansör müziği” kategorisinde epeyce yüksek satış yapmasını bekliyorduk.


Derken 2007’nin Kasım ayında DMC, büyük bir tanıtım kampanyasıyla, çok iddialı, çok şatafatlı bir albüm sürdü piyasaya. Albümün kapağında çok ışıltılı harflerle sadece ve sadece “ENBE Orkestrası” yazıyordu.


Anlaşılan bu albüm yeni bir başlangıç kabul edilmiş, bundandır ki albüm kartonetinde “Müzikal yaşamında sahne performansının dışında ilk kez bir albüm ile müzik dinleyicisi ile buluşan ENBE Orkestrası” tabiri kullanılmıştı. Aynı yazıdaki “Vizyonu evreni müzikle kucaklamak olan ENBE Orkestrası” tanımı ise kulağa çok tanıdık geliyordu.

ENBE Orkestrası’nın adını taşımakla beraber, sadece “CD Extra” olarak en sona konulan dört şarkıda orkestra müziğinin varlığı hissedilebilen bu albüm uzunca bir süre konuşuldu. Aranjör Mustafa Ceceli’yi ilk kez şarkıcı olarak dinleyici karşısına çıkaran Sezen Aksu bestesi “Unutamam” ve internet sayesinde keşfedilmiş Aslı Güngör’ün dillere marş olacak “Kalp Kalbe Karşıdır”ı, albümün alıp yürümesine yetmişti. Üstelik o günlerde ardı ardına epeyce yüksek satışlı albümlere imza attığı için DMC’nin yere göğe sığdıramadığı Ferhat Göçer, ENBE albümü boyunca da durup durup ses gösteriyor (tam 4 şarkıda), albümün satışına satış kazandırıyordu. 

Koskoca Ajda Pekkan bile ENBE Orkestrası’nın albüm yaptığını duyduğunda arayıp albümde yer almak istediğini söylemişti; ya da en azından bütün gazetelerde böyle haber yapılmıştı ki, orkestranın sahnede izleyenlerden gayrisi için pek de bir anlam ifade etmeyen saygın kimliğinin de altı kalınca çizilmiş oluyordu. Hepsi yetti, albüm sattı.

2009’un Temmuz’unda Altan Çetin’in yazdığı ve söylediği “Martılar” adlı şarkının iki versiyonla yer aldığı “single”, pek de ilgi görmemiş, ne Altan Çetin, ne de ENBE için bu ortaklık parlak sonuç vermişti. 


Ve nihayet, 2010’un son günleri takvimlerden birer birer koparken, yeni ENBE Orkestrası albümü, yine şenlik kıyamet bir tanıtım seferberliği ile piyasaya sürüldü.

DMC bu yeni albümü de boş bırakmamış ve elindeki bütün kozları oynamış. Bunu daha albümü dinlemeden anlamak mümkün. Zira Ajda Pekkan, Sezen Aksu, Tarkan ve Müslüm Gürses gibi klasikler bir yana, yeni neslin en popülerlerinden Ziynet Sali ve Mustafa Ceceli, onlar da yetmezse diye bir dönemin kıyamet koparmış uluslar arası yıldızları Jose Feliciano, Christian Adam ve Jean Francois Michael’le albüm öyle böyle iddialı değil. Orkestradan kimse yok mu peki? Neyse ki var; onlardan da yeri gelince bahsedelim.

Albüm Tarkan’ın seslendirdiği bir Sezen Aksu bestesiyle başlıyor. Düzenlemesini Mustafa Ceceli’nin yaptığı bu şarkı, genellikle albümlerin sonuna konan “misyon şarkıları”ndan biri gibi aslında. Hani savaşın kötülüğünden, barıştan, kardeşçe yaşamaktan, dünyada dostluğun ve sevginin yeşerip insanların el ele mutlu güzel günlere yürümesini telkin veren “misyon şarkıları” vardır ya. Bunlar illa ki senfonik olurlar, bu mecburidir. İnsanın dinlerken tüyleri ürperir, koşup Afrika’daki açları besleyesi, yağmur ormanları kurtarası filan gelir. Hah işte, “Her Şeye Rağmen” tam da öyle bir şarkı. Sezen Aksu’nun “Deniz Yıldızı” albümünde kullandığı ve maksat itibariyle “Her Şeye Rağmen”le kardeş sayılabilecek “Tanrı’nın Gözyaşları” bundan çok daha etkili bir şarkıydı oysa. Belli ki şarkının kendisinden daha çok Sezen Aksu ve Tarkan isimleri önemsenmiş ve bu şarkı albümün açılışına konulmuş.


“Her Şeye Rağmen”in en güzel tarafı, Tarkan’ın şarkıyı o alışageldiğimiz ve hatta çoğu zaman dinlerken yorulageldiğimiz vibrasyonlara fazla eğilim göstermeden söylemesi olmuş. Muhtemelen şarkının ciddiyetine uysun diye daha az titreyen, kelimelerle yerli yersiz sevişmeyen bu ses, Tarkan’ın ilk dönemlerini hatırlattı bana.  

İkinci sırada bir düet var. Mustafa Ceceli ve Elvan Günaydın’ın bu düeti bir Ravi İncigöz bestesi; “Eksik”. Maksat DMC’nin yeni keşiflerinden biri olan Elvan Günaydın’ı lanse etmek mi, Ferhat Göçer’den boşalan “her albüme sesini bahşeden”, “sevenlerini düet manyağı yapan” ve “kliplerinde illa ki mikrofon karşısında şarkı söyleyen” takım elbiseli erkek şarkıcı kontenjanını Mustafa Ceceli’yle doldurmak mı (Göçer başka bir firmaya transfer oldu zira), yoksa şu ana dek yayınlanan şarkılarına bakılırsa, yıldızı parlamaya çok müsait yeni nesil bestecilerden Ravi İncigöz’e mi yatırım yapmak, orası bilinmez. Ama şarkı o kadar garanti bir hit ki, her şekilde albümün lokomotifi olduğu tartışılmaz. Bundandır ki ilk klip de bu şarkıya çekildi.



Elvan Günaydın, henüz çok genç olmasına karşın, belli ki bu yola baş koymuş, hatta daha şimdiden hırsını ve azmini de kuşanmış. DMC gibi bir firmanın desteğiyle ve böyle bir yerden işe başlamak da herkese nasip olmaz. Elvan Günaydın’ın internette var olan birkaç şarkısını daha dinledim. Adapazarı’nda bir stüdyoda yapılmış “demo” kayıtlar ve cep telefonu kamerasıyla çekilmiş canlı performans görüntüsü de dahil olmak üzere tüm kayıtlarda ve dahi “Eksik”de hissedilen Beyonce, Christina Aquilera ve benzerlerinin gırtlak oyunlarına özenmekten vazgeçebilirse, Elvan Günaydın’ın önceki ENBE albümü keşfi Aslı Güngör’den daha uzun ömürlü bir şöhret yakalaması şaşırtıcı olmaz. Ayrıca, şarkı yazmaya çabalamak yerine, şarkıcılığına yatırım yaparsa daha başarılı olabileceği de aşikar.

Bir de söylemeden geçemeyeceğim; ben olsam Ceceli’yi bir süre dinlendirir, gözden ırağa çekerdim. Buna ondan ziyade bizim ihtiyacımız var gibi görünüyor zira.

Ravi İncigöz’e gelince… İnternette  hakkında yazılanlara bakılırsa Ravi İncigöz’ü hem Şahin Özer hem de Ferhat Göçer, sokakta gitar çalıp şarkı söylerken keşfetmiş. Ne kadarı doğru bilinmez (doğrusunu öğrenmek için kendisine ulaşmaya çalıştıysam da, nedense cevap alamadım) ama kendi albümünün hazırlıklarına devam eden Ravi İncigöz, şayet Ferhat Göçer’in programında izlediğimiz gibi şarkı söylüyorsa, albüm yapmakta acele etmemeli bence. Aksi takdirde albüm yaptıktan sonra karizmasını yitiren ilk besteci olmayacak çünkü.

Albümün üçüncü şarkısı yine bir düet. Geçtiğimiz yaz boyu konserlerinde Ajda Pekkan’ın sahnesine bu şarkıyla konuk olan Eren Sandal, söz ve müziğini de kendisine ait “Sev Beni”yle ilk kez bu albümde karşımıza çıkıyor. Aslında bu albümde başka bir Eren Sandal bestesi olacak, bu şarkı ise Ajda Pekkan’ın albümünde yer alacaktı ama Ajda’nın albümü ertelendi ve muhtemelen konserlerde şarkının aldığı reaksiyonun rüzgarı kesilmeden “Sev Beni” yayınlansın diye böyle bir değişikliğe gidildi. 


Şimdilik göründüğü kadarıyla Eren Sandal bir erkek pop yıldızının sahip olması gereken bütün niteliklere, hatta fazlasına sahip ki, o da ilk işinde Ajda Pekkan’la çalışmak gibi çok ama çok büyük bir şans yakalamış. Bu şansı iyi kullanırsa, arkasını getirebilirse adından epeyce söz ettirebilir.


Bu noktada Samsun Demir’in (DMC) yeni yetenekler keşfetmek ve onları lanse etmek konusundaki başarısını da alkışlamak gerekiyor. “Lanse etmek” tabirinin altını özellikle çizdim zira neresinden bakarsanız bakın aslında bu şarkının da tıpkı bir önceki şarkı gibi ENBE Orkestrası’yla hiçbir ilgisi yok. Ne çalmış, ne söylemiş, ne de düzenlemişler arasında orkestradan birileri var. Ama ENBE üst başlığında büyük büyük yıldızların ışığında adı sanı duyulmamışların göz önüne çıkarılması gayet akılcı bir pazarlama taktiği.

Albümün dördüncü sırasında bir Ajda Pekkan “cover”ı var. Ta seksenlerden bu yana Ajda Pekkan şarkıları Türk popunun belkemiği vazifesi görüyor. Süper starın şarkıları da kendisi gibi zamansız olduğundan mıdır nedir, tekrar söylenmedik şarkısı neredeyse kalmadı. Efsane albüm “Süper Star ‘83”ün hitlerinden biri olan “Düşünme Hiç”, bu albümde Aytekin Kurt’un yorumuyla yer alıyor.


Türk popunun epeyce geç tanıştığı “remix” kültürüyle çok çabuk sarmaş dolaş olmasında büyük payı olanlardan biridir Aytekin Kurt. Aranjörlüğü ile epeyce tanınmış iken, ilk kez bir önceki ENBE albümünde şarkı söyleyerek karşımıza çıktı. Yine eski bir Ajda şarkısı olan “Hancı”ya Aytekin Kurt’un getirdiği yorum da şahane olmuştu; bu da aynen öyle. Şarkının düzenlemesini de Duran Genç’le birlikte yapan Aytekin Kurt, eski bir şarkıyı yeni kılmanın, onu hırpalamadan ve yormadan bugünün kulağına yatkın hale getirebilmenin şifrelerini çoktan çözmüş görünüyor. Hani başından sonuna dek böylesi şarkılardan oluşan bir albüm yapsa, almamak, dinlememek için hiçbir sebep yok.

Sırada albüme adını vermeyi sonuna kadar hak eden şarkısıyla Müslüm Gürses var. Ceceli’nin solo albümünde yer alan “Tenlerin Seçimi” şarkısının da sahibi olan besteci Aram Avagyan, halen Amerika’da yaşıyor ve dünyanın dört bir yanında dinlenen bestelere imza atıyor. “Kalbim” çok sade, çok naif, neredeyse seksenli yılların Ümit Besen, Ferdi Özbeğen şarkılarına göz kırpan, ama bu haliyle de bugünün Türkiye’sindeki popüler müziğin nabzını çok doğru yerden yakalayan bir şarkı olmuş. Sertab’ın albümünde yer alan” İstanbul” adlı şarkısıyla yıldızı parlayan Ersel Serdarlı, bu şarkıya çok etkileyici sözler yazmış, bu tarz şarkıları uçurmayı çok iyi bilen aranjör Sadun Ersönmez de nefis piyano partisyonlarıyla afili bir düzenlemeye imza atmış.

Müslüm Gürses’i böylesi şarkılar söylerken dinlemeyi yadırgamamaya başlayalı çok oldu. Söylediği şarkıların altından girip üstünden çıkan Müslüm “Baba”nın bu şarkıyı kenarından köşesinden fazla da çekiştirmeden, gayet “edepli” söylemesi de tamamdır ama Göçer ve Ceceli’den sonra Müslüm Gürses de artık bir “overdose” etkisi yaratmaya başlamış mıdır, yoksa çoktan yaratmış mıdır; işte bu tartışılır.

Albümün altıncı sırasında bir Tulon Kurter bestesiyle Ziynet Sali çıkıyor karşımıza. Rum tavernası şarkıcılığı ve bu titrin etrafında dolaşan ilk iki albüm sonrasında çok akıllıca manevralarla Türk popunun birinci ligine çıkmayı başaran Ziynet Sali, son zamanlarda kariyerini tamamen Sinan Akçıl’a emanet etmiş gibi görünüyor (ki umarım öyle değildir). Neyse ki bu şarkı Sali’yi bu genellemenin dışına çıkarıyor.

“Dolaşayım Damarlarında” gürültü patırtı yapmadan akılda kalabilen, 2010 “trend”i sakin bir şarkı. Erdem Sökmen’in (kartonette nedense Erden yazılmış) gitar solosuyla lezzetlenen şarkının kıvrak perküsyon yürüyüşü de kulağı yormuyor. Zaten daha fazlasını da vaat etmeyen, yer yer Gülben Ergen’in “Uzun Yol Şarkıları”nın arasından kaçıp gelmiş duygusu uyandıran, az iddialı bir şarkı.

Şarkının bestecisi Tulon Kurter ise Soner Arica, Nadide Sultan, Şahsanem, Aydın ve Ebru Destan gibi isimlerin albümlerinde şarkılarıyla adından söz ettirmiş, buna karşın son dönem popular müziğinde çok da ön plana çıkmamış bestecilerden biri. Bu album sonrasında şeytanın bacağını kırması kuvvetle muhtemel.    

Farkında mısınız, albümü yarıladık ama hala ENBE Orkestrası ortalarda yok! Ya da var ama bunu biz bilmiyoruz zira albüm kartonetindeki resimlerde gözükenler de dahil olmak üzere, orkestrada kimler çalıyor, buna ait hiçbir bilgi yok. Evet bildiğimiz bir şey var; katıldıkları organizasyona ve organizasyon sahiplerinin taleplerine göre orkestra kadrosu azalıp çoğalabiliyor, e haliyle zaman içerisinde gidip gelenler de olmuştur ama en azından bu albümde boy gösteren orkestra elemanlarının isimleri yazılsa olmaz mıydı? Bence olurdu; varlarsa tabi.

Orkestranın resmi internet sitesinde de orkestrada çalan ve söyleyenler isimler hakkında bir bilgiye rastlamadım. Buna karşın sitede dikkat çeken bir ayrıntı var. Sitede yer alan bu ve önceki albüm kapak tasarımlarında aynı yazı karakteriyle kullanılan ENBE Orkestrası başlığının altına Behzat Gerçek ismi yerleştirilmiş. Oysa piyasadaki CD kapaklarında öyle değil. Acaba bir markalaşma stratejisi olarak, biz sadece Behzat Gerçeker’in mi ismini bilmeliyiz? Kim bilir, belki de.


Sırada yine Mustafa Ceceli tarafından yeniden düzenlenmiş ve seslendirilmiş eski bir şarkı var; “Yağmur Ağlıyor”. Şarkının bestesi Ahmet Kaya’nın ağabeyi Mustafa Kaya’ya ait. Doksanlı yılların başında üç albüm yayınlayan ve kardeşiyle hemen hemen aynı tarzda şarkılar söyleyen Mustafa Kaya’nın albümleri çok fazla ses getirmemişti. 1990 yılında “Deli Gözbebekleri” adı verilmiş albümünü Neşe Karaböcek’in sahibi olduğu Altın Plak hesabına yayınlayan Mustafa Kaya’nın bu bestesinin sözleri de Neşe Karaböcek tarafından yazılmış ve “Yağmur Ağlıyor”, aynı yıl piyasaya sürülen Karaböcek albümüne adını vermişti.


Doksanların başındaki pop patlamasında pek de dikkat çekemeyen bu Neşe Karaböcek şarkısı, son birkaç yıldır internette sürekli elden ele dolaşıp duran bir şarkıydı. Nicedir internet etkisi sayesinde zamanında şu veya bu şekilde servis edilememiş, göz önüne yeterince çıkarılamamış kimi şarkılar tamamen gündelikten bağımsız bir şekilde popüler olabiliyor; buna alıştık denilebilir. Nitekim “Yağmur Ağlıyor” da böyle olmuş, enteresan bir şekilde yükselerek, gizli bir “hit”e dönüşmüştü ki nihayet keşfedildi.

Şarkı Samsun Demir tarafından fark edilmiş. Demir bir gece yarısı şarkıyı Mustafa Ceceli’ye göndermiş ve onun sesine çok uyacağını söylemiş. Ertesi gün Samsun Demir posta kutusunda bu şarkının Ceceli tarafından yeniden düzenlenmiş ve kaydedilmiş halini bulmuş. Sonra bir gün şarkıyı dinleyen Behzat Gerçeker, tam da albüm için aradığı şarkı olduğunu söyleyip “Yağmur Ağlıyor”u ENBE’nin ikinci albüm repertuarına almak istemiş. Böylece bu albüm için seçilen ilk şarkı bu olmuş. Bu çok yerinde seçim için Samsun Demir’i kutlamak gerek; Ceceli doz aşımı çekincesini göz ardı etmeden tabi.

Ve nihayet albümün sondan beşinci şarkısında ENBE Orkestrası arz-ı endam ediyor ve orkestranın solistlerinden biri olan Ayşen, “Korkak Kız”la karşımıza çıkıyor.

Doksanlı yıllarda yaptığı iki albümden sonra herkesin çok şey beklediği Ayşen, bir daha solo albüme girişmeyip, orkestra solistliğini tercih etti. Daha fazla göz önünde olmanın daha çok popülerlik ve dolayısıyla daha çok para demek olduğu şu zamanlarda bu vazgeçiş ancak ve ancak “sadece müziği tercih etmek”le, “müzisyen olmak”la açıklanabilir.

Bir önceki albümde yine bir Ajda Pekkan “cover”ı olan “Yeniden Başlasın”ı seslendiren Ayşen, bu defa da seksenlerin meşhur “hit”lerinden “She’s A Maniac”ı kendi yazdığı Türkçe sözlerle seslendirmiş. Şarkı sözü tekniği açısından çok doğru ve hatta çok başarılı bu “cover”, ne çare ki Volga Tamöz’ün düzenlemesine rağmen yeni durmuyor. Ayşen’in birkaç cümle önce övgüler sarf ettiğim müzisyen duruşuna karşın Amerikan aksanlı Türkçe şarkı söyleme tekniğini de çok sevdiğimi söyleyemem.

Sırada yine orkestra elemanlarından Ali Erenus’un seslendirdiği “Doğum Günün Kutlu Olsun” var. İlk kez 1967 yılında Berkant tarafından plak yapılan bu şarkı, üstelik de Türkçe sözleri Sezen Cumhur Önal tarafından yazılmış olmasına rağmen (niye “rağmen”, bilen bilir) yıllar sonra yeniden karşımıza çıkıyor. Altmışların tüm iyimserliği ve safdilliği ile coşup taşmalara pek müsait bu şarkının Ceceli imzalı yeni düzenlemesi de gayet eğlenceli olmuş. Bundan sonra memlekette tertip edilen doğum günü kutlamalarında bu şarkı çalınır, söylenir mi? Neden olmasın?..

Bundan sonra gelen son üç şarkının her biri yayınlandıkları yıllarda satış rekorları kırmış, dünya çapında “hit”lere dönüşmüş, artık klasikleşmiş yabancı şarkılar. İşin enteresan tarafı bu şarkıların bizzat yorumcuları tarafından yeniden seslendirilmiş olması. Bu üç uluslar arası tanınmış şarkıcının varlığı albümün çıtasını biraz daha yukarı çekiyor. 


Jose Feliciano’nun “Rain”i Ceceli düzenlemesiyle, Jean Francois Michael’in “Si L’amour Existe Encore”u ve Christian Adam’ın “Si Tu Savais Combien Je Taime”sü ise Tolga Bedir’in düzenlemeleriyle girmiş albüme. Aslında bir caz müzisyeni olan Tolga Bedir’in düzenlemeleri, bu eski nesil şarkıları farklı kapılardan geçirerek bugüne getirirken, en çok da caza dokunuyor.


Albümün son şarkısı “Si Tu Savais Combien Je Taime”, geçtiğimiz yıl Candan Erçetin tarafından seslendirilen bir reklam müziği olarak epeyce konuşulmuştu. Her üç şarkının yıllar önce yapılmış Türkçe versiyonlarını hatırlayanlar da olacaktır mutlaka. Bu üç şarkının fikri bile tek başına bir albüm projesi olabilirmiş, onu da söylemeden geçemeyeceğim (bir albümden üç albüm çıkardıysam bu yazıda, bu başarı benim mi, Samsun Demir’in mi onu da bilemedim).

Sonuç itibariyle, şu iyi müzikten kısır zamanlarda, üstelik de yılbaşı üstü gibi şenlikli, alışverişli şu günlerde böylesi bolca “hit” barındıran, renkli, cümbüşlü bir albüm alınır mı alınır, dinlenir mi dinlenir. Kapaktaki o Swarovski taşlı, ışıltılı ENBE logosu da oyalar bizi, aklımıza şu soru gelmediği sürece: “Herkes burada iyi hoş da, peki ENBE nerede?”

ARALIK 2010

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder