Arzu'nun Zaman Tüneli

ARZU'NUN "ZAMAN TÜNELİ"



Arzu Ece’nin hastane odasında cep telefonu kamerasıyla çektiği videosu bundan yaklaşık bir yıl önce düşmüştü internete. Bu video o günlerde bir hayli konuşuldu, hatta bu vesileyle Arzu Ece ana haber bültenlerine, gündüz kuşağı programlarına katıldı, gazetelerde röportajları yayımlandı. Bir zamanların şöhretli ve güzel yıldızının bir sebepten zor günler geçiriyor olması, ne çare ki tüm dünyada olduğu gibi bizim memlekette de haber değeri taşıyordu.



Oysa o zor günleri atlatmak üzereydi Arzu Ece. Ağır bir kemoterapi tedavisi görmüş, tedavinin yan etkileri onu çok yormuştu. Buna rağmen o videoda saçları tamamen dökülmüşken, üzerinde hastane kıyafeti varken, makyajsızken, bitkinken, yani onu görmeye hiç alışık olmadığımız bir halde iken bile gözlerinin içi gülüyor, “Kemo Ağa” adını verdiği şarkısını söylerken adeta hastalığıyla dalga geçiyordu.



Videonun yarattığı etkiye çok şaşırmış, kendi deyimiyle “gırgırına” yaptığı bu şarkının bu kadar ilgi görmesine hayret etmişti. O videoda ve şarkıda çok sahici, çok gerçek, çok insanca bir şey vardı çünkü ve bu yüzden izleyen herkesi derinden etkilemişti. Duygu sömürüsü yapmıyordu, hastalığını kullanmıyordu, kendini acındırmıyordu. Tam tersine her şeye rağmen, her zaman hayata gülerek bakabilmenin, kişisel gelişim kitaplarındaki palavra cümlelerden ibaret olmadığına bizi inandırıyordu.

Hep öyledir ya; şöhretli kimseleri bize göründükleri yüzleri kadar sanırız. Tek hayatları, dünya üzerindeki tek var oluşları bizim gördüğümüzden ibarettir sanki, azı ya da çoğu yoktur. Arzu Ece de hiç birimizin çok yakından tanımadığı ama ekranda ve sahnede izlerken sesine ve güzelliğine hayran olduğu, kırılgan, sessiz, sakin duruşlu, gazete ve dergi sayfalarına işinden başka sebeplerle hiç manşet olmamış, belki de en çok bu yüzden hak ettiği popülerliği yakalayamamış ama belli ki bunu da pek dert etmemiş bir şarkıcıydı gözümüzde o güne dek. Bu yanını ilk defa görüyorduk aslında. İnsan yanını.



Geçtiğimiz günlerde internete bu defa aynı şarkının İngilizce sözlü versiyonu için çekilmiş, yine amatör ama bu defa grafikli, efektli, belli ki üzerinde uğraşılmış bir video düştü. Arzu Ece’nin eğlenmek, kendi kendine moral vermek için yaptığı “Kemo Ağa” adlı şarkı, Amerika’da İngilizce ve Türkçe versiyonunun bulunduğu bir “single” olarak yayımlanmıştı çünkü.



Bu videoyu izlediğim gece internette biraz dolaşınca, sanal âlemde Arzu Ece hakkında var olan çok az bilginin de eksik ve hatalı olduğunu gördüm. Bu yazı için kolları da o gece sıvadım zaten. Birazdan okuyacaklarınız Arzu Ece’nin gerçek hikâyesidir. Yazık ki az bilinen, ne çare ki internette hastalığı  kadar yer bulamayan müzikli hikâyesi…    

Müzisyen bir ailenin içinde dünyaya gelir Arzu Ece. “Gezdiğim Dikenli Aşk Yollarında”, “Karagözlüm Efkârlanma Gül Gayri”, “Çapkınım Hovardayım”, “Yürü Dilber Yürü”, “Neyleyim Sarayı Neyleyim Köşkü” gibi bilinen birçok alaturka bestesinin yanı sıra, bir ud üstadı ve hocası olan Kadri Şençalar’ın torunudur. İlk müzik derslerini daha çocukken dedesinden alır.

Annesi Nurhayat Özkaraman bir radyo sanatçısı, ağabeyi Yıldırım Özkaraman ise gitaristtir. Dolayısıyla dedesi kadar annesi ve ağabeyi de onun daha çocuk yaşlarında müziğe yönelmesinde etkili olur. Nitekim müzik dünyasına girmesi için büyümeyi beklemesine gerek kalmaz. 12 yaşındayken ağabeyi onu elinden tutup Tugay Noyan’a götürür. Turgay Noyan’ın sahibi olduğu Derya Taverna o günlerde yetişen birçok genç müzisyene okul olacak, önemli bir sahnedir. Nitekim Arzu da ilk sahne deneyimini Derya’da kazanır.


Henüz yaşı tutmadığı için kaçak çalışmaktadır. Her ne kadar müzisyen bir aileden geliyor olsa da, babası kızının şarkıcı olmasına kesinlikle karşıdır ve bu nedenle Arzu her akşam ağabeyi ile birlikte yürüyüş yapma bahanesiyle evden çıkıp sahnede gizli gizli şarkı söylemektedir. Polis kontrolü yapıldığında sahnedeki kolonların arkasına saklanıp görünmeyecek kadar da küçüktür daha.


Dönemin en önemli prodüksiyon şirketlerinden biri olan Şat Yapım yetkilileri onu ilk kez Derya Taverna’da izler ve düzenledikleri genç yetenek yarışmasına katılmasını isterler. Arzu bu fırsatı kaçırmaz ve yine babasından gizli yarışmaya katılır. Sadece katılmakla kalmaz, yarışmayı birincilikle bitirir ve bu birincilik ona ilk 45’liğini doldurma şansı getirir.

Şat Yapım ardı ardına birbirinden başarılı işlere imza atmakta, yapımcılık kavramının henüz yerleşmediği müzik piyasasında özellikle yeni şarkıcılar için adeta bir konservatuar görevi görmektedir. Nitekim Arzu da ilk stüdyo deneyimini İskender Doğan’ın bir Şat Yapım prodüksiyonu olan “Kan ve Gül” adlı şarkısına vokal yaparak yaşar.



Şat Yapım’dan Oktay Yurdatapan 13 yaşındaki Arzu için “Sevmiştim seni 13 yaşımda…” diye başlayan bir şarkı yazar. Arzu müzik dünyasına bu şarkıyla tanıtılacaktır. Ancak Arzu’nun babası şarkı sözlerini 13 yaşındaki bir kız için fazla erotik bulur ve söylemesine izin vermez. Bunun üzerine başka şarkı arayışına gidilir. Arzu’nun söyleyemediği bu şarkı, daha sonra Nil Burak tarafından seslendirilecek olan “Tatlı Tatlı”dır ve Nil Burak’ı ülke çapında şöhrete kavuşturur.  

Arzu’nun “Sen Yok musun” ve “Bir Daha” adlı şarkıların yer aldığı ilk 45’liği 1976 yılında Hop Plak etiketiyle piyasaya sürülür. Plakta “Sen Yok musun” şarkısının E.Dalgın isminde birine ait olduğu yazmaktadır. Aslında böyle biri yoktur. Şarkının söz yazarı ve bestecisi Şanar Yurdatapan’dır ve bu plakta takma isim kullanmıştır. 



Plağın B yüzünde yer alan şarkı ise yabancı bir şarkının Türkçe adaptasyonu, yani bir aranjmandır, ancak onun da sözlerini kimin yazdığı plakta belirtilmemiştir. “Bir Daha”nın söz yazarı da Şanar Yurdatapan’ın ağabeyi Oktay Yurdatapan’dan başkası değildir.



Aynı yıl içerisinde yine Şat Yapım tarafından hazırlanan, ancak bu defa Yankı Plak etiketiyle basılan ikinci bir Arzu 45’liği daha yayımlanır. Bu plağın A Yüzünde söz ve müziği Reyman Eray’a ait “Bugün Sen Yarın da Bir Başkası” adlı şarkı, B yüzünde ise “Çapkın Çocuk” adını taşıyan, Türkçe sözleri yine Oktay Yurdatapan (plakta Tuğrul Dağcı takma ismini kullanmıştır) tarafından yazılmış bir aranjman şarkı vardır. 


Her iki 45’likte yer alan toplam dört şarkı da aslında o günlerin müzikal anlayışı içerisinde ilgi görebilecek, “hit” olabilecek şarkılardır ancak Arzu’nun yaşının küçük olması, henüz sahneye çıkmıyor olması, ikinci 45’likteki şarkıların TRT denetiminden geçmemesi gibi bir takım sebeplerden dolayı plaklar beklenen ilgiyi görmez.



4 Temmuz 1977 tarihinde yayımlanan Hey dergisinde “Arzu-Aynur ve Birnur Geleceğin Büyük Sesleri Olacaklar” başlıklı bir haber vardır. Arzu’nun plaklarını bilenler, haberde bahsi geçen Arzu’nun o Arzu olduğunu hemen fark ederler.

Habere göre Levent ve Behiç Altındağ Orkestrası, solist olarak bünyesine kattığı bu üç genç kıza ayrı ayrı plak yapmak niyetindedir. Hatta haberin içeriğinde Eylül ayında Avrupa’dan özel olarak getirtecekleri yeni enstrümanlarla Arzu’ya iddialı bir plak yapacaklarından da bahsedilmektedir. Bu ekip sahiden de bir süre birlikte çalışır ancak hiçbir zaman böyle bir plak yayımlanmaz.


1977 yılının son aylarında TRT yönetimi Eurovision Şarkı Yarışmasına ikinci kez katılmak üzere hazırlıklara başlar. 1975’de yaşanan hezimet sonrasında 1976 ve 1977 yıllarında yarışmadan uzak kalan Türkiye 1978’de tekrar Eurovision sahnesinde boy gösterecektir. Yarışmaya gönderilen eserler jüri tarafından ön elemeye tabi tutulur ve ulusal finalde yarışmak üzere 12 şarkı seçilir.

Finale kalan ekiplerden birinde Arzu da vardır. Sözleri Mehmet Teoman’a, bestesi Cahit Oben’e ait “Dosta Mektup” adlı şarkıyı yarı finalde Cahit Oben, üç kişilik vokal grubu eşliğinde seslendirecektir ve o üç vokalistten biri de Arzu’dur.


Ne var ki yarı finalde şarkı sayısı on ikiden beşe indirilir ve elenen şarkılar arasında Cahit Oben’in şarkısı da vardır. Ancak şans kapıyı çalmıştır bir kere. Finale kalan beş şarkıdan biri Levent ve Behiç Altındağ’ın ortak bestesi olan “Yaşamana Bak”tır. Şarkıyı Serpil Barlas seslendirmekte, ona da Altındağ kardeşler ve iki de vokalistten oluşan dört kişilik Grup 2. Baskı eşlik etmektedir. Altındağ kardeşler, vokal yaptığı şarkı elenen Arzu’yu kendi ekiplerine transfer ederler ve Arzu bir anda kendini Türkiye elemeleri finalinde bulur.


Final 5 Şubat 1978 gecesi Ankara TRT Orkut Stüdyosundan naklen yayınlanır. Şarkılar canlı yayında orkestra eşliğinde canlı olarak seslendirilir. Tüm Türkiye’nin ekran başında olduğu (zaten başka televizyon kanalının da olmadığı) o gece, Serpil Barlas’ın arkasında kırmızı elbisesiyle vokal yapan üç genç kızdan biri olan Arzu Özkaraman, yıllar sonra aynı yarışmada Türkiye’yi iki kez temsil edeceğini o günlerde şüphesiz ki hayal bile edemeyecektir.


Yarışmada Serpil Barlas’ın şarkısı sonuncu olur. Grup 2.Baskı’nın ömrü de çok uzun olmaz. Final gecesi canlı yayının bitişini takiben o günlerin Ankara’sında gözde mekanlardan biri olan Apple adlı gece kulübünde herkes sabaha kadar eğlenirlerken finalde yarışan Grup Karma’nın elemanlarından Özkan Uğur’la Arzu’nun birlikte dans etmesi, haber peşinde koşan gazetecilere o gece orada uydurulmuş bir aşk haberi yazma fırsatı verirse de bu sözde aşkın devamı gelmez.


1979 yılı Türkiye elemelerinde ise Arzu’nun adı şöyle bir gelir geçer. O seneki yarı finale 14 şarkı kalmıştır. Levent Altındağ’ın bestesi olan “Burçlar” adlı şarkıda Altındağ’a Serap Tezcan ve Füsun Altındağ eşlik etmektedir. Ne var ki finale kalan şarkıların çekimlerinin yapılacağı gün yarışmadan çekilen Serap Tezcan’ın yerine Levent Altındağ yanında Arzu’yu götürür. Ancak TRT yetkilileri çekimlerde “playback” yapılacağı ve şarkının “playback”inde Serap Tezcan’ın sesi olduğu için çekime Arzu’nun katılmasına izin vermezler. Böylece Arzu için o sene Eurovision macerası başlamadan biter.

Sonrasında gazinolarda sahneye çıkmaya başlar Arzu. Ancak o günlerde sahneye çıkmak için kanuni yaş sınırı olan 21’i henüz bulmadığı için her polis kontrolünde sahneden indirilir. Bu dönemde o günlerin anlayışında pek de artistik kabul edilmeyen ve bu yüzden başından beri zaten kullanmadığı Özkaraman’ı bir kenara bırakıp Ece soyadını kullanmaya başlar.


Arzu Ece, bu soyadının hikâyesini yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktır:

Ah ah o Ece soyadı başıma ne işler açtı! Bana gazinolardan sahne teklifleri gelmeye başlayınca, Özkaraman çok uzun bir soyadı olduğu, sadece Arzu’nun da etkili olmayacağını düşündüğümüz için telefon rehberine bakıp soyadı aramaya başladık.

O zamanlar Maksim Gazinosunun kadrolarını Ses Konser adında bir menajerlik bürosu yapıyordu. Oradaki menajerlerden Ayhan Esendemir adında biri buldu soyadımı. Bana Ece soyadının çok yakışacağını, benim de bir kraliçe olduğumu söyledi. Ben de o zamanki çocuk aklımla havaya girip, tamam dedim.

Sonradan değişik şehirlerdeki pavyon neonlarında onlarca Ece soyadını görünce yıkılmıştım ama, artık yavaş yavaş insanlar beni tanımaya başlamıştı ve bu yüzden de değiştiremezdim soyadımı. Ben İzmir'e sahne çalışması yapmaya gittiğimde,bir kadıncağız beni Efes otelinin lobisinde linç etmeye kalktı! Neden mi?.. Kadıncağızın kocasını Ece soyadlı bir pavyon kadını elinden almış. Ama kabahat bende; o soyadını seçmeden önce bir büyüğüme danışmadım ki!


Gazino ve gece kulüplerinde sahneye çıktığı o dönemde yeni bir plak çalışması yapmaz. Şarkı söylemeyi sevmektedir, müziğe âşıktır ve şöhret onun için hiçbir zaman birinci planda olmamıştır. Onunla aynı günlerde yola çıkanların büyük kısmı ülke çapında popüler hale gelmişken, o ağır ve emin adımlarla ilerlemeye devam etmektedir.

Sevilen bir solisttir. Üstün şarkıcılık tekniği ve eşi az bulunur ses rengi nedeniyle usta müzisyenler onunla çalışmayı tercih ederler. İstanbul Gelişim gibi, Lokomotif gibi önemli orkestralarla çalışması boşuna değildir.


1980 yılında iki de Yeşilçam filminde oynar Arzu Ece. Yönetmen Remzi Jöntürk, bir akrabasının evine gidip gelirken gördüğü Arzu’yu ikna etmiş, Arzu da kendi deyimiyle “eğlencesine” oyunculuğu denemeye karar vermiştir. Başrollerinde İbrahim Tatlıses ve Perihan savaş’ın oynadığı “Çile” ve Oya Aydoğan’la Mahmut Cevher’in başrollerini paylaştığı “Çile Tarlası” adlı bu iki filmde Arzu’nun rolleri o kadar küçüktür ki filmlerin afişlerinde adı bile yazmaz. Zaten onun da oyunculuk hevesi yoktur. Nitekim bu iki film dışında bir daha oyunculuğu denemez.


1985 yılında herkesi şaşırtan bir albüm çıkar piyasaya. Arabesk müziğin çok popüler olduğu günlerdir. Pop müzik plakları eskisi gibi satılmamakta, TRT denetimi, müzisyen ve şarkıcılara zor günler yaşatmaktadır. Gazino ve gece kulüplerinde kaliteli izleyici ve dinleyici, yerini başka bir kitleye bırakmıştır ve artık sesin, müziğin yerini çıplaklık, masa sahibi olmak gibi farklı kriterler almıştır. Böylesi sıkıntılı bir dönemde Arzu Ece kendisine gelen teklifi değerlendirmiş ve tamamen arabesk şarkılardan oluşan bir albüm kaydetmiştir.



“Beni Sen Çağırdın” adı verilmiş bu albüm, Selami Şahin’in sahibi olduğu Lider Plak etiketiyle sadece kaset formatında piyasaya sürülür. Albümün müzik direktörü Cengiz Coşkuner’dir. Arzu bu albümdeki şarkıları tam da kendisinden istendiği gibi, tipik bir arabesk şarkıcısı üslubuyla okur ama şarkıları sevmediği, söylerken samimi olmadığı çok bellidir. Adeta bir arabesk şarkıcısı tiplemesi yapmış ve gayet de başarılı olmuştur. Ne var ki albüm çok fazla ses getirmeyecek, duyulmayacak ve popüler müzik tarihinin arşivinde unutulup gidecektir.

Daha sonra Selami Şahin yapımcı olarak elinde bulunan kullanılmamış kayıtları bir araya getirdiği  “Lider’den Yıldız Yağmuru” adında bir seri albüm yayımlayacak ve bu serinin 1987 yılında sadece kaset formatında piyasaya çıkan üç ve dördüncü albümlerinde birer Arzu Ece şarkısı da yer alacaktır. Üçüncü albümde yer alan “Hayat Öpücüğü” ve dördüncü albümde yer alan “Hayret Sana Dünya” adlı şarkıların her ikisi de birer Selami Şahin bestesidir ve Arzu Ece’nin albümüne konulmamış iki kayıttır.



1986 yılında Arzu Ece’nin adını bu defa o yıl ilk kez düzenlenecek olan Kuşadası Altın Güversin Şarkı Yarışması sayesinde duyarız. Yarışmada finale kalan on beş şarkıdan biri olan, sözleri Nezih Topuzlu’ya, bestesi Buğra Uğur’a ait “Sevgin Yeter Bana” adlı şarkıyı Arzu Ece, Halis Bütünley’le birlikte seslendirecektir.

Seksenlerin ikinci yarısında tekrar yükselişe geçecek popüler müziğin tetikleyicilerinden biri de bu yarışma olur. Ülkenin hemen her tatil beldesinde bir festivalin düzenlendiği o yıllarda Kuşadası Festivali bu yarışmayla anılır ve hem halktan, hem de basından büyük ilgi görür. 



Arzu Ece ve Halis Bütünley ikilisi Kuşadası Stadyumunda yapılan finalde şarkılarını halk huzurunda, orkestra eşliğinde canlı olarak seslendirir ve jürinin oylarıyla geceyi üçüncülükle bitirir, bronz güvercin ödülünü kazanırlar.


Yarışma daha sonra TRT televizyonu tarafından da banttan yayınlanır. TRT, finalist şarkıcılara Kuşadası’nın doğal ve tarihi güzellikleri içerisinde o günün tekniğiyle klipler çeker ve bu görüntüler final gecesi görüntüleriyle harmanlanıp ekrana getirilir. Böylece Arzu Ece ismi, daha önce duymayanlar tarafından duyulup, bilinir hale gelecek ve şöhret yıllar sonra asıl şimdi kapısını çalacaktır.   

Gerçi Arzu Ece, yarışma sonrasında Hey dergisinin yaptığı röportajda basının sadece popüler isimlerle ilgilendiğinden dert yanar. Haksız da değildir. Yarışmada yeni isimlerin yanı sıra Zerrin Özer, Füsun Önal, Coşkun Demir ve Banu gibi o günlerin popüler isimleri de vardır ve haliyle onlar daha fazla haber konusu yapılmaktadır. Buna rağmen alınan üçüncülük yeterince ses getirmiştir. Ne var ki Arzu, o günlerde İsveç’te yaşayan ağabeyinin rahatsızlanması nedeniyle bir süre yurt dışına çıkmak zorunda kalır ve yarışmada yakaladığı şansı yeterince değerlendiremez.


1986 yılının Ekim ayında bu defa Antalya’da birinci Akdeniz Akdeniz Şarkı Yarışması düzenlenir. Bu, Akdeniz ülkelerinin katıldığı uluslararası bir yarışmadır ve Türkiye’yi temsil etmek üzere Kayahan’ın “Geceler” adlı bestesiyle Nilüfer seçilmiştir. İstanbul’da katılımcılar arasından eser sayısı 12’ye indirilmiş, sonra birinci seçilmiştir. Ancak yarışmanın organizatörleri bir enteresanlık yapıp diğer 11 finalisti de Antalya’ya davet eder ve yarıştıkları şarkılarını sahnede söylemelerini isterler.

Finalistler arasında Arzu Ece de vardır ve Fatih Erkoç’la birlikte “Akdeniz’de” adını taşıyan bir şarkı seslendirmektedir. Dolayısıyla Arzu Ece ve Fatih Erkoç da yarışma sahnesinde boy gösterirler ama elbette Türkiye’yi temsil eden Nilüfer olur ve hatta Nilüfer geceyi birincilikle kapatır.


1987 yılı Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finalinde yarışan on şarkının ikisinde Arzu Ece vardır. Altın Güvercin Yarışması ona yıllar sonra Eurovision’un kapılarını tekrar açmıştır. O yıl yarışma için beş besteciden birden teklif alan Arzu Ece, finale kalan iki şarkıdan birinde Cihan Okan’la düet yapmaktadır. Bir Atilla Özdemiroğlu bestesi olan “Bir Dün Bize Yetmez”in sözlerini Kayahan yazmıştır.



Sözü ve bestesi Selçuk Başar’a ait olan “Keloğlan” ise Arzu Ece, Rüya Ersavcı, Harun Kolçak ve Fatih Erkoç’tan kurulu Grup FM tarafından seslendirilmektedir. Ne ki 21 Şubat 1987 gecesi Ankara TRT Arı stüdyosunda gerçekleştirilen finalde kazanan Seyyal Taner ve Grup Lokomotif olur.  



1987 yılının yaz aylarında ikinci kez düzenlenen Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışmasında Arzu Ece bu defa tek başına yarışacaktır. Sözlerini Fuat Güner’in yazdığı, bestesini Uğur Başar’ın yaptığı “Ara Sıra” adlı şarkı finale kalan 15 şarkı arasındadır.



Yarışmayı Uğur Başar’ın finale kalan diğer bestesi “Yeniden”le Aşkın Nur Yengi ve Harun Kolçak ikilisi kazanır. Henüz kimsenin tanımadığı bu iki gencin yanı sıra o yılın finalinde daha sonra çok popüler olacak Candan Erçetin, Sertab Erener, Ayşegül Aldinç, Seden Gürel, Jale ve Oya&Bora ikilisi de vardır. Arzu Ece onların arasında hem sahne deneyimi, hem de müzik geçmişiyle çok daha kıdemlidir.


Arzu Ece yarışmaların altın çağının yaşandığı o günlerde bestecilerin de gözdesidir artık. Orkestra eşliğinde zorlanmadan canlı şarkı söyleyebilmesi ve müzik ve sahne tecrübesi kadar dikkat çekici fiziğiyle de şarkıları iyi taşıyabilen bir yıldızdır o. Ve bu avantaj yarışmalara katılan besteciler için az şey değildir. Nitekim sadece yurt içinde değil, yurt dışında yapılan festivallerde de yarışmacı olarak yer alır. Kariyeri boyunca Çekoslavakya, Romanya, Şili ve Tayland gibi bir çok ülkede düzenlenen festivallere katılacak, çok sayıda ödül ve mansiyon kazanacaktır.

1988 yılı Eurovision Türkiye finalinde 16 şarkı yarışmaktadır. Arzu Ece bu defa Çiğdem Tunç’la bir ikili olmuş ve Selçuk Başar’ın bestesini yaptığı, Mazhar Alanson’un sözlerini yazdığı “Zig Zag” adlı şarkıyla finale kalmıştır. Şarkı hem dönemin popüler “sound”una çok uygundur, hem de bir sarışın bir esmer Barbie bebek görünümde iki genç kadının sahne üzerinde hem dans edip hem şarkı söylüyor olmalarının yarattığı görsellik dikkat çekicidir ancak gecenin sonunda birincilik ipini göğüsleyen Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün şarkısı “Sufi” olur.



Arzu o günlerde İstanbul Gelişim Orkestrasının solistliğini yapmaktadır. Özellikle caz müziğinde gösterdiği üstün vokal performansı hem izleyenler, hem de müzisyenler tarafından beğeniyle karşılanmaktadır. Bu beğeninin doğal sonucu olarak Eurovision Şarkı Yarışması 1989 yılı Türkiye elemelerinde Arzu Ece adı yine vardır.     

Bu defa finalde 16 şarkı yarışmaktadır. Arzu Ece, bestecilerden gelen çok sayıda teklif arasından tercihini Selçuk Başar’dan yana kullanmıştır. Zira Başar’la İstanbul Gelişim’de de birlikte çalışmaktadır. Ne var ki bir taraftan dershanesinde müzik derslerine devam ettiği hocası Timur Selçuk’tan da teklif gelince ona hayır diyemez ve yine iki şarkıyla birden finalde boy gösterir.



Selçuk Başar’ın bestesi yerel motifler taşıyan modern bir şarkıdır. Sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı “Elifin Aldı Beni” adlı bu şarkıda Ece’ye Sibel Tüzün, Ozan Doğulu, Halil Karaduman ve Ayhan Sayıner eşlik etmektedir. Timur Selçuk’un bestesi “Bana Bana” ise çağdaş Türk müziği etkileri taşıyan, enteresan bir parçadır. Arzu Ece’nin yanı sıra Hazal Selçuk, Selim Selçuk ve Vedat Sakman’ın yer aldığı Grup Pan tarafından seslendirilen bu şarkının gazel kısmını Arzu Ece’nin söylemesini Timur Selçuk özellikle istemiştir.

11 Mart 1989 gecesi TRT Arı Stüdyosundan yapılan canlı yayın sona erdiğinde Arzu Ece nihayet şeytanın bacağını kırmış, “Bana Bana” ile Grup Pan Türkiye’yi temsil etmeye hak kazanmıştır.



“Bana Bana” Türkiye’de sevilir, ancak yarışmada beklenen etkiyi göstermez ve hatta sadece 5 puan alarak sondan bir önceki sıraya yerleşir. Arzu Ece, o günlerde Timur Selçuk’la bir takım anlaşmazlıklar yaşar ve Timur Selçuk bu anlaşmazlıklar yüzünden şarkının yıllar sonra kendi albümüne koyduğu versiyonunda Arzu Ece’nin sesini çıkartır. Ancak şarkıcı ve hocasının bu anlaşmazlığı yıllar içerisinde tatlıya bağlanacak ve kırgınlıklar unutulacaktır.



Arzu Ece, daha çocuk denecek yaşlarda ilk kez vokalist olarak katıldığı yarışmada nihayet Türkiye’yi temsil etmiş, o zamanlar hayal bile edemediği şey gerçek olmuştur. Bunun tadını çıkarır ve 1990 yılında yarışmadan uzak kalmayı tercih eder. Ancak besteciler yine peşini bırakmaz ve 1991 yılında onu bu defa Gür Akad’la birlikte görürüz yarışma sahnesinde. “Sessiz Geceler” adını taşıyan şarkı yine bir Uğur Başar bestesidir, sözler ise Aysel Gürel tarafından yazılmıştır.

14 şarkının yarıştığı finalde “Sessiz Geceler” büyük alkış alır ve birinciliği sadece sekiz puan farkla İzel, Reyhan ve Can'a  kaptırarak geceyi ikinci olarak bitirir.



1994 yılının Eylül ayında Arzu Ece’nin ikinci albümü yayımlanır. Aslında belki buna ilk albüm demek daha doğru olur. Çünkü arabesk şarkılardan oluşan ilk albümü neredeyse hiç duyulmamış, zaten Arzu Ece de o albümü isteyerek yapmamıştır. Ancak bu defa durum farklıdır. Çünkü bu albümde bir süredir yapmakta olduğu bestelerini bir araya getirmiştir ve onu tanıyanların karşısına ilk kez kendi şarkılarıyla çıkmaktadır.

Türküola etiketiyle yayımlanan bu albümde söz ve müziği Arzu Ece’ye ait on şarkı bulunmaktadır. Düzenlemeleri ise henüz çok genç bir müzisyen olan Tamer Çıray yapmıştır. Çıray’ın o dönemin popüler müzik standartlarının çok üzerinde düzenlemeleri ve Arzu Ece’nin kendine has şarkıları ile  sıra dışı bir albümdür bu. Nitekim ilgi de görür ve doksanlarda yetişmekte olan nesil Arzu Ece ismini bu albüm sayesinde daha yakından tanır.



İlk klip, albüme de adını veren “Sebebi Yok” adlı şarkıya çekilir. Tipik bir doksanlar klibidir bu. Hemen ardından “Sen Kendine Dargınsın” adlı şarkıya ikinci klip çekilir ve bu iki klip o günlerde müzik kanallarında sık sık gösterilmekle kalmaz, yeni yeni yaygınlaşmakta olan özel radyolarda da albümün şarkıları epeyce rağbet görür.

1995 yılında ise Arzu Ece bir kez daha Eurovision sahnesindedir. O günlerdeki şartname gereği bir önceki yıl belirli bir puana erişemediğimiz için 1994’te katılmaya hak kazanamadığımız yarışmaya Türkiye’de halkın ilgisi artık neredeyse yok gibidir. Yıllar süren başarısız sonuçlar herkesi yıldırmıştır. 10 şarkının yarıştığı ulusal finalde Arzu Ece aslında sadece bir tek şarkıda, yine bir Uğur Başar bestesi olan "Sevda"da bu defa Fatih Erkoç’la düet yapmaktadır. Ancak kader ağlarını örer ve yarışma hiç beklenmedik bir şekilde sonuçlanır.



Hikayenin bundan sonrasını Arzu Ece’nin kaleminden okuyalım…

Ben o yıl Fatih'le söylediğim Uğur'un bestesi Sevda ile gitmiştim ve artık birden fazla beste seslendirmek istemiyordum, çünkü insanlar artık bu durumdan çok rahatsız olmaya başlamışlardı. Besteciler beni tercih ediyorsa bunda benim ne suçum vardı? Ama insanları artık mutsuz etmek istemiyordum, sonuçta hepsi çok sevdiğim arkadaşlarımdı.

Kostümlü, son prova ertesi gün 10:30’da yapılacaktı. Ben sesim dinlensin istiyordum çünkü jüri provaları ekrandan izleyecekti ve ben farenjit olmuştum. Gece 1:30 gibi odamın telefonu çaldı. Telefondaki Melih Kibardı ve ağlamaklı bir sesle “Seninle acil konuşmam lazım, lütfen otelin “roof”una gelir misin?” dedi. Ben korktum, ne oldu, birine mi bir şey oldu dedim. Pijamalarımı çıkarıp, apar topar yanına gittim.

“Roof”a çıktığımda Melih kafasını iki elinin arasına almış, yere doğru bakar vaziyette “Ben mahvoldum,” diye sallanıyordu. Sonra TRT yetkililerini de görünce sorunu tahmin ettim.


Yeşim Dönüş Işın tarafından söylenen Melih'in parçası, provalarda da çok sorun yaşıyordu. Yeşim sesi çok güzel olmasına rağmen, bir türlü bu yarışmaya kendini hazır hissedememişti. Hatta bir iki kere karşıma alıp öğüt ve cesaret vermiştim ama sanırım psikolojik etkenler vardı ki çok detone oluyordu ve bunun farkındaydı. Hatta “Ben hazır değilim, ben annemi isterim” gibi garip tepkilerini de herkes yadırgamıştı.

İşte o yarışmadan önceki son gece de “Ben yapamayacağım, geri dönüyorum” demiş Melih'e! Tabii bu bir besteci için olabilecek en kötü durum. Melih de hemen TRT yönetimini arayıp, solistin böyle yaptığını acil başka bir solist bulması gerektiğini söylemiş.

Melih bana “Bu kadar kısa sürede beni ancak sen kurtarabilirsin,” dedi.  Ben de, “Bana kalsa elimden geleni yaparım ama, ben buraya Uğur ile geldim, bana neden yaptın demez ama etik olarak onun iznini almamız gerekiyor,” dedim. Saat gecenin ikisi olmuştu. Birlikte Uğur'u aradık ve uyandırıp odasına gittik. Uğur'un Melih'e cevabı da şu oldu: “Ben aynı duruma düşseydim,sen yardım etmez miydin?..”


Melih bana şarkının kasetini verdi. Sabaha kadar şarkıyı ezberleyip, jürinin izleyeceği provaya hazırlanmam gerekiyordu. Yalnız küçük bir sorun daha vardı; Yeşim alto, ben koloratur sopranoydum! Tonu bana çok pes gelen şarkının partisyonlarının tekrardan 40-50 kişilik orkestraya transpoze edilmesi, o kadar sürede imkânsızdı. Benimse uyku gözümden akıyordu. Sadece şarkının sözlerini çıkartıp büyük büyük yazdım ve vurdum kafayı yattım.

Sabah provaya gittiğimde, sözleri sahne monitörlerine yapıştırıp Tanrı’nın da yardımıyla şarkıyı söyledim.Akşam final vardı ve ben “Sevda”dan ümitliydim. Kulisteki monitörün sesi çıkmıyordu bozuktu. Topuklu ayakkabılar çok canımı acıtıyordu, ayakkabılarımı çıkardım, üşüdüm ve üzerime kazak giydim. Sonra Garo Mafyan bana “Hadi niye çıkmıyorsun sahneye?” dedi.  Ben de “Fatih'le Uğur oturuyor, ben ne yapacağım sahnede?” dedim. “Birinci oldun haberin yok mu?” dedi herkes.

Ben koridorda ayakkabımın biri ayağımda, diğerini giydim, koşarken kazağımı attım üzerimden. Sahnede beni kutluyorlar ama ben hala “Şarkının tonu çok pes geldi, iyi söyleyemedim,” diyorum.



Melih Kibar’ın bestesi “Sev” kelimenin tam anlamıyla bir son dakika golüyle Arzu Ece’ye kalmış Arzu Ece tonundan dahi okuyamadığı o performansla Türkiye’yi temsil etmeye hak kazanmıştır.

O yıl yapılan Türkiye finalinin Arzu Ece için bir başka enteresan tarafı daha vardır. Yıllar önce ilk Eurovision tecrübesini yaşarken vokalisti olduğu Serpil Barlas’la bu defa aynı sahne üzerinde rakip olmuş ve gece Arzu Ece’nin birinciliğiyle kapanırken, Serpil Barlas ikinci sıraya yerleşmiştir.

Bu yazıyı hazırlarken Arzu Ece’ye “Sev” adlı şarkıda vokal yapanlardan biri olan Füsun Coşkun’la da konuştum. Füsun, müzik kariyerinde unutulmayacak bir deneyim olarak nitelendirdiği o günlerin anısı ve Arzu Ece hakkında bakın neler söyledi:


1995’de Eurovision için Melih Kibar beni vokale seçti. Benim için böylesine büyük bir deneyimi Arzu ile yaşamak çok önemliydi; çünkü Arzu, alçakgönüllü, kaprissiz, son derece insancıl, esprili bir insan ve çok iyi bi şarkıcıydı. Onun tatlı heyecanı tüm ekibe yansıyordu. Keyifli bir süreç geçirdik. Sesi ve yüreği büyük, harika bir arkadaş, hayatı ciddiye aldığı kadar hafife de almasını bilen, dimdik, güçlü bir kadın o.


“Sev”in TRT tarafından basılan ve satışa sunulmayan tanıtım CD’sinde şarkının Türkçe ve İngilizce versiyonları vardır. Ancak yarışmanın o zamanki şartnamesi gereği Arzu Ece finalde şarkıyı Türkçe seslendirir. Önceki tecrübesinden farklı olarak bu defa sahnedeki tek solisttir ve kendisine eşlik eden vokalistleri vardır. Bir hayli başarılı performansına rağmen şarkı sadece 21 puan toplar ve Arzu Ece yarışmayı on altıncı sırada bitirir. Bu sonuçla da Eurovision defterini bir daha açmamak üzere kapatır.



Müziğin yanı sıra kimi zaman hobi, kimi zaman da para kazanma amaçlı işler de yapmaktadır. Çiçekçilik, pastane işletmeciliği, tekne iç ve dış tasarım ve dekorasyonu, antika alım satımı yapar, bir yandan da şarkı yazmaya devam eder. Çocuk yaşında kendini müzik dünyasının içinde bulduğu için okulunu bitirememiş, liseyi bile dışarıdan bitirmek zorunda kalmıştır. İlk fırsatını bulduğunda sınavlara girer ve 30 yaşından sonra üniversitede okur, mezun olur. Hayata dört elle, dört koldan sarılmaya devam etmektedir.

1998 yılında Arzu Ece’nin adı bir kez daha Altın Güvercin Şarkı Yarışması ile birlikte anılır. Arzu Ece, bestesini müzisyen Ali Otyam’ın yaptığı, sözlerini kendisinin yazdığı “Koş Gel” adlı şarkıyla yine finalist olarak Kuşadası stadyumunda sahnededir.  Arzu Ece ve Ali Otyam bu yarışmadan tam bir yıl sonra evlenirler.


Arzu Ece ve Ali Otyam birlikte yaklaşık on yıla yakın bir süre dizi ve film müzikleri üretirler. Genellikle besteleri Ali Otyam yapar, şarkı sözü ve jenerik müzikleri ve zaman zaman şarkıların seslendirilmeleri Arzu Ece tarafından yapılır. 1999 yılında yayınlanmaya başlayan ve Kanal D ekranlarında üç sezon devam eden, dönemin fenomen televizyon dizilerinden biri olan Yılan Hikâyesi bunlardan biridir. Dizi müzikleri 2000 yılında albüm olarak yayımlandığında jenerik müziğinin üzerine Arzu Ece söz yazar ve bu şarkıyı albümde seslendirir.



Albümde şarkının iki farklı versiyonu vardır. Biri orijinal jenerik müziği üzerine Arzu Ece’nin söylediği versiyon, diğeri ise şarkının Arzu Ece’nin tonuna göre yeniden düzenlenmiş halidir.



2006 yılında Show TV’de yayınlanan ve başrolünde Gökhan Özen’in oynadığı “Sevda Çiçeği” adlı televizyon dizisinin müziklerinde de Arzu Ece ve Ali Otyam’ın imzası vardır. Arzu Ece bu dizinin başrol oyuncularından Meral Kaplan’ın söylediği şarkıların da dublaj şarkıcılığını yapar. 

Arzu Ece 1999 yılının Eylül ayında anne olur ve oğlu Aral’ı kucağına alır. Çocuğunu büyüttüğü dönemde bir süre sahneden uzaklaşsa da, müzikle mesaisi devam eder. Bir yandan şarkılar yazarken bir yandan senaryo ve kitap çalışmaları yapar. Bu arada Ali Otyam’la yollarını ayırırlar ve oğluyla birlikte yaşamaya başlar.

Sonra bir gün, ortada hiçbir sebep yokken, sadece arkadaşının ısrarı nedeniyle doktor kontrolüne gider ve hastalığını öğrenir. İlk tepkisi “Ama şimdi olmaz, benim yapacak çok işim var!” olur. Öyledir çünkü. Hayata tutunmasına, hayatın içinde üreterek, yazarak, çizerek, söyleyerek var olmasına hastalık engel olmamalıdır, olmayacaktır da.


2011 yılında bir yandan Amerika’da tedavi görmekte iken, yıllar sonra yeniden düzenlenmeye başlayan Kuşadası Altın Güvercin Şarkı Yarışmasına başvurur ve söz ve müziği kendisine ait “Zaman Tüneli” adlı şarkısıyla finale kalmayı başarır.

Ne var ki tedavi süreci devam ettiği için şarkıyı kendisi seslendiremeyeceğinden, durumu yarışma komitesine bildirir ve şarkıyı seslendirmesi için teklif götürülen üç isimden biri olan Meltem Taşkıran teklifi kabul eder.



Final gecesi şarkı üçüncü olur ve Arzu Ece yıllar sonra bir kez daha, bu defa besteci olarak bronz güvercin ödülünü almaya hak kazanır. Ancak ne olursa olur ve solist Meltem Taşkıran ödülü sahiplenir ve asıl sahibine, yani şarkıcının bestecisine vermez. Bu tatsız durumu Arzu Ece bizzat kendi kaleme aldığı bir basın açıklamasıyla duyurur. Belli ki çok üzülmüş ve çok kırılmıştır. Derdi ne ödül, ne de paradır. Kalbini asıl kıran şey, hastalığı nedeniyle ona (kendi tabiriyle) “gidici” gözüyle bakılmasıdır.

Hikayenin sonrasını yazının başında anlatmıştım zaten. Arzu Ece halen Florida’da. Geçirdiği tedavi sürecinin sıkıntılarını üzerinden atmış, şimdilerde kendini daha iyi hissediyor. Hem müziğe hem de görsel sanatlara çok yetenekli olduğunu söylediği oğluyla zaman geçiriyor.


“Kemo Ağa”yı “single” olarak yayımlamasının da bir amacı var. Bu CD’nin mekanik ve dijital satışlarından sağlanacak gelirin bir kısmını kanserle mücadele edenlere bağışlayacak Arzu Ece. Amerika’da bazı kanser savaş merkezlerinde ve kiliselerde satışa sunulan “single”ın Türkiye’de yayımlanması için de bir firma, bir kaynak, bir sponsor arayışına devam ediyor. 

“Eurasia” ne diye soracak olursanız, ben sizden önce Arzu Ece’ye sordum. İstanbul’u çağrıştıran bir kelime olması nedeniyle bu ismi adının başına eklediğini, yeni hayatının yeni ismi olarak kabul ettiğini söyledi. Bence yakışmış da.     


Herkesin bir hikâyesi var. Çoğu zaman hayatın telaşesi içerisinde kendi hikâyemizi yaşayıp giderken yanımızdan yöremizden teğet geçen hikâyeleri ya görmüyor/göremiyor ya da görmezden geliyoruz. Ancak neden sonra fark ediyoruz aslında hepimizin hayatının/hikâyelerinin birbirinden ayrılmaz bir biçimde iç içe geçtiğini. Bu okuduğunuz Arzu Ece’nin hikâyesiydi. Ama pekâlâ sizin, benim ya da bir başkasının hikâyesi de olabilirdi. Kim bilir kimlerin hikâyelerinde kendi hikâyelerimizin cümleleri saklı. Belki de en çok bu yüzden okumalı, görmeli, dinlemeli başkalarının hikâyelerini.


Bu yazı için yazıştığım, görüştüğüm, bilgisine ve fikrine başvurduğum tanıdığım/tanımadığım onlarca kişi var. İsimleri saymaya kalksam, illa ki birilerini unuturum. O yüzden cümleten hepsine, ama en çok da yazının asıl kahramanı Arzu Ece’ye teşekkür ediyorum. Tüm samimiyeti, sabrı ve iyi niyetiyle bulmacanın eksik parçalarını tamamlamam konusunda elinden geleni esirgemediği için… Ona ve oğlu Aral’a bundan sonraki yaşamlarında mutluluk ve sağlık diliyorum.

NOT: Yazıda Arzu Ece’nin kaleminden alıntılanan Eurovision 1995 yılı hikâyesi, Ali Durgut’un Eurovision Dream adlı sitesinde yayımlanan röportajdan alınmıştır. 

MART 2012

Yavuz Hakan Tok

1 yorum:

  1. Çok güzel bir yazı. Youtube'da dolaşırken Arzu Ece'nin 1995 - Eurovision Sev performansına denk geldim, açıkçası unutmuştum. Sahnedeki duruşu, saçları ve sesi ile gerçek bir divaydı. Kendisini daha yakından tanımak için internette araştırma yaptım ve kendimi burada buldum. Teşekkür ederim

    YanıtlaSil