Şevval Sam - "Tango"

ŞEVVAL SAM İLE AŞK VE İSYAN


(Milliyet Sanat dergisi Eylül 2013 sayısında yayımlanmıştır.)

Şevval Sam’ı TRT’de televizyon programı yaptığı günlerde tanımıştım. Hiç oturup konuşmuşluğumuz olmamıştı ama stüdyoda uzaktan uzağa izlerdim her hafta onu. Hadi açıkça itiraf edeyim: Kaçamak hayran bakışlarından ziyade, “nedir bu kızın büyüsü?” başlıklı laboratuvar çalışmasıydı benimkisi. Çünkü star diye bildiğimiz nicelerinden daha popülerdi, daha çok seviliyordu; bunu biliyordum.  Provalarını izlerdim. Nedense hep üşüyen, hırkalara sarınan (stüdyo soğuk olurdu evet), çekingen, tedirgin duran, insanda dokunsan kırılıverecekmiş duygusu yaratan kadınlardandı. Bir taraftan da kesin kurallarını olan, söz dinlemeyen, doğru bildiğinde inat eden bir tarafı olduğunu hissederdim; öyle ya da böyle bunu hissettirirdi. Güzeldi ama güzelliği bir silah olarak kullanmayı henüz öğrenmemiş küçük kız çocukları gibiydi. Tiril tiril sesiyle, “hadi canım, bunu da mı söyleyecek?” dediğim şarkıları/türküleri söyler, üstesinden pekala da gelirdi. İşini seviyordu, çalışkandı ama mesela sahneye çıkmadan önce ona “şunu şunu da anlat” deseniz, unutup anlatmayabilirdi; öyle de bir tembihe gelmez tarafı vardı. Büyük küçük, tanıdık tanımadık herkese nasıl nazik ve saygılı davrandığını da görürdüm hep. Tüm bunların toplamından ekrana ya da sahneye ve hatta sesine yansıyan enerji, onu izleyen/dinleyen insanlara doğru geçiyordu demek ki. Belki de büyüsü buydu.




Bir kere şahane bir annenin ve ona keza müzisyen bir babanın kızı olmak demek, bir şeyi başarmak için yola ilk çıktığınızda sizi iki adım öne çıkaran, ama aynı anda iki adım da geri çeken ve her nasılsa yine de nötrlenmeyen bir yükü sırtınıza yüklenmek demek. “Süper Baba”  dizisinde tanıdığımız güleç yüzlü, çakır gözlü Deniz karakterine hayat verirken, bahis konusu yükten azadeydi haliyle Şevval; çünkü başka bir kapıdan girmişti şöhret meydanına. O sıralar bir reklam filminde, o günlerde evli olduğu adama doğru dönüp “Aşk olsun Metin,” demiş, ama o zaman bile ‘ünlü futbolcu Metin’in karısı’ sıfatından daha fazlasıyla çoktan zihnimizde yer etmişti. Sonra şarkı da söylemeye başladığını duyduk. Önce dizilerde, sonra albümlerde…


Şevval Sam başından beri hep ‘konsept’ albümler yaptı. “Sek” ve “II Tek” albümleriyle alaturkanın dibine vurdu, “İstanbul’s Secrets”la ‘hip-hop’ ve ‘rap’ sularında yüzdü, “Karadeniz” albümüyle kuzeyin türkülerini dillendirdi, derken “Has Arabesk”le ’70 ve ‘80’li yıllar arabeskinin acılarından geçirdi sesini. Başarılı ya da başarısız ama hep özenli olduğunu kabul etmek lazım… Hem taş plak döneminden çıkıp gelmiş gibi alaturka, hem doğma büyüme oralı gibi şivesi, usulü yerinde Karadeniz Türküsü, hem feryat figan, kan revan arabesk, hem de delibozuk ‘rap’ söyleyebilmek, ayrı ayrı eleştirilebilecek detayları bir yana koyarsak, bütünde azımsanmayacak bir başarı. Üstelik her birinde o müziğin geleneğine sadık kalınmış, yani müzikal açıdan da kıymetli bir iş yapılmış iken. Alaturka söylerken bir Hamiyet Yüceses, bir Müzeyyen Senar değildi ya da arabesk şarkılarda bir Bergen, bir Mine Koşan tokluğunda oturmadı boğazımıza sesi. Hatta en beğenenleri bile kimi şarkılar için “keşke bunu hiç söylemeseydi” demiş olabilir. O kadar kusur Leman Sam’ın kızında da olur. Bütüne baktığımızda gönüllerde yer eden bir Şevval Sam portresi çizdi mi, çizdi (bunu en çok da Karadenizli bir kızı canlandırdığı televizyon dizisi “Gülbeyaz” ve potansiyel Kazım Koyuncu tabanını fethettiği Karadeniz türküleri ile yaptı, o da bir gerçek.)


Şevval Sam bu kez de tango söylüyor. Kalan Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Tango” adlı albümde, eski ve yeni 17 tangodan oluşan bir seçki sunuluyor dinleyenlere. Önceki ‘konsept’lerden farklı olarak, bu defa bir müzik türünün köklerine inme, orijinalini birebir canlandırma kaygısı güdülmemiş; aksine klasikten moderne uzanan bir çizgide ‘ambient’ denilen tarzdan da izler taşıyan, dünyada karşılığını Gotan Project topluluğu ile bulan bir yeni nesil tango anlayışının peşinde koşulmuş.


Nerede tango lafı geçse, orada kulağımıza çalınan “Libertango” ve “Por Una Cabeza”nın sözlerini Şevval Sam’ın yazdığı Türkçe versiyonları “Özgürlük Tangosu” ve “Bozcaada”, ilk Türkçe tango olarak kabul edilen “Mazi” ve Türkçe tango geleneğinin klasikleri “Çok Ağladım”, “Sensiz Kaldığım Geceler”, “Ayrılık”, “Dinle Sevgili”, “Sana Nerden Gönül Verdim”, “Mavi Kelebek”, “Bir Çapkına Yangınım”, “Gönlüm Sensiz Olmaz”, türün meraklılarının zaten aşina olduğu şarkılar. Ayrıca popüler alaturka kategorisine dâhil edilebilecek “Sensiz Saadet”i de bu albüm de ‘chill-out’ tabanlı bir tango kompozisyonunda dinliyoruz. “Libertango” için daha önce yazdığı sözleri Gezi direnişinden sonra değiştiren Şevval Sam, “Özgürlük Tangosu”nu “her türlü düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü için mücadele etmiş, bu uğurda uzvunu, özgürlüğünü, dahası hayatını feda etmiş tüm dostlara” ithaf etmiş.

Albümde bir de yeniler kanadı var. Yunan müzisyen Loukia Valasi’nin bir şarkısı Şevval Sam’ın yazdığı Türkçe sözlerle “Zümrüd-ü Anka” adıyla çıkıyor karşımıza. Sözleri Uğur Babürhan, bestesi Serpil Günseli’ye ait “Yıkıldı Dünyam”, sözleri Ezgi Köker ve Şevval Sam, bestesi Ceyda Pirali imzası taşıyan “Zamansız Aşk”, sözleri Orhan Altınbaşak tarafından yazılan, bestesi Nağme Yarkın tarafından yapılan “Başlamadan Bitti Aşkımız” ve daha önce Adem’in Trenleri adlı film için Müge Zümrütbel tarafından seslendirilmiş olan, sözleri Barış Pirhasan, bestesi Sunay Özgür’e ait “Gözyaşı Tangosu”, çağdaş Türkçe tango örnekleri olarak dinlenilebilir.  
Rahatlıkla söylenilebilir ki, Şevval Sam şarkıcı olarak bugüne dek gösterdiği performansın bir hayli üzerine çıkıyor bu albümde. Sanki sesi bu defa en doğru projeyle buluşmuş ve o da bu rahatlıkla şarkıların ruhuna daha kolay bürünmüş. Bunda yedi ayrı aranjörün imzasını taşıyan şahane düzenlemelerin de payı büyük kuşkusuz. Ağızlara sakız olmuş eski tangolar bile başka türlü dinletiyor kendini böylece. Öyle ki bu ‘konsept’ ve bu uzunlukta bir albümün demode ve sıkıcı olma riskini de ortadan kaldırıyor bu durum.   
Tango Arjantin’in arka sokaklarından bir tür başkaldırı olarak doğmuş, ‘aşkın ve isyanın dansı’ diye nitelendirilmiş bir müzik türü. Ana enstrümanı olan bandoneon, pek yaygın ve bilinen bir enstrüman olmadığı için tango her girdiği ülkede başka bir şekilde biçimlenmiş, genellikle de akordeonla özdeşleşmiş. Türkiye’de Cumhuriyet sonrası yaygınlaşan tango geleneği ise enteresan bir şekilde alaturka makamların etkisinde gelişmiş. Bugün ülkedeki Türkçe tango kültürü de ilk bakışta nostaljik bir dönemi işaret ediyor gibi gözüküyor.  Oysa şimdilerde kimi zaman popüler şarkılarda da sos olarak kullanılan bu müzik türünü yıllardır ziyadesiyle benimseyip, içselleştirdiğimizi bu albüm bir kez daha gösteriyor. Bandoneona, akordeona eşlik eden udu, klarneti, kanunu, alaturka kemanları yadırgamıyorsunuz bu sebeple.  Hele bir de Cihat Aşkın’ın kemanı var ki, hepsi bir kenara, sadece onun için bile dinlemeye değer bir albüm bu.
Şevval Sam’ı en çok türkü söylerken seviyorlar; yukarıda bahsettiğim laboratuvar çalışmamın net sonuçlarından biri de buydu. Ama ben galiba en çok tango söylerken sevdim.  
AĞUSTOS 2013

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder