Zülfü Livaneli - "Gökkuşağı Gönder Bana"


(Milliyet Sanat dergisi Aralık 2013 sayısında yayımlanmıştır.)

Hangi Livaneli’yi daha çok seversiniz? Köşe yazarı, edebiyatçı, yönetmen, kültür elçisi, politikacı, aydın, müzisyen?.. Ya da hepsi mi?.. Belki de hiç biri. Hepsi birbiriyle bağlantılı, birbirinin içinde çıkmış/türemiş de olsa bunca sıfat, vasıf, ‘titr’ gün gelir yorar adamı. Belki onu da yormuştur; hatta belki bizi de. Uzun bir geçmişe yayılan, ülkenin siyasi tarihiyle birlikte anlatılabilecek/anlamlandırılabilecek bir de hayat hikâyesi koyun üzerine. Neresinden baksanız ağır bir yük.




En başından bugüne dek bize gösterdiği siyasi duruşunu, kendini ve dünya görüşünü ifade etme biçimini, bu uğurda yaptıklarını, ettiklerini, yazdıklarını, çizdiklerini ve tüm bunları bizim nasıl gördüğümüzü/okuduğumuzu/izlediğimizi ve algıladığımızı filan koyun bir kenara. Ve sonra itiraf edin… Hiçbir filmini izlememiş, herhangi bir kitabını, köşe yazısını okumamış ya da izlemiş, okumuş da beğenmemiş olabilirsiniz. Milletvekili olduğu partiye hiç oy vermemiş, aydın kimliğine hiç itibar etmemiş olmanız da mümkün. Ama bir yerde kulağınıza “Leylim Ley” çalındığında, bir “Karlı Kayın Ormanı”, bir “Güneş Topla Benim İçin” duyduğunuzda hiç eşlik etmediğinizi, müzikle haşır neşir olmasanız bile o şarkıların sözlerini, melodilerini ister istemez ezber etmediğinizi söyleyebilir misiniz? Sorunun cevabını ben vereyim o halde: Biz en çok müzisyen Livaneli’yi sevdik.


Çünkü bazen bazı şarkılar yazanından, besteleyeninden, söyleyeninden ve hatta kendisinden firar ederek yerleşir toplumun hafızasına. Melike Demirağ ne o filmdeki kızdır artık, ne de şarkısının aslında bir kitlenin omuz omuza mücadelesini anlattığını hatırlar/bilir bugün “Arkadaş”a bir dostluk marşı gibi eşlik edenlerin büyük kısmı. Cem Karaca’nın yaşamının son yıllarında soldan sağa dönerken çıkardığı acı fren sesleri “Tamirci Çırağı”nın, “Bu Son Olsun”un, “Islak Islak”ın notaları arasında duyulmaz olur. Derken en ‘beyaz’ Türk “Kum Gibi”de ağlar, o meşum gecede Ahmet Kaya’ya çatal bıçak fırlatanlara alkış tutanlar, gün gelir “Hani Benim Gençliğim” diye içlenir. Zülfü Livaneli şarkıları da öyledir. Ve aslında artık onun değil; bizimdir, anonimdir.


Biliyorum, üretilenleri üretenden bağımsız değerlendirmek başlı başına tartışmaya açık bir öneri. Ama Livaneli nerede, ne zaman bir konser verse, alanları, meydanları, stadyumları dolduran kalabalıkları, o başından sonuna hiç susmayan devasa izleyici korosunu nasıl izah edeceğiz başka türlü? Sezen Aksu “Hasret oldu, ayrılık oldu” diye başladığında şarkıya, onun “yetmez ama evet”e destek verdiğini unutabiliyorsam oracıkta, bu benim değil şarkılarının suçu olmalı. Livaneli de “ben aslında o kadar da radikal değildim, şarkılarım nedeniyle insanlar beni öyle bir yere koydu,” mealinde sözlerle kendini kendine ya da birilerine ‘aklamış’ olsa ne, olmasa ne? Ben “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”ı bilirim, “Yiğidim Aslanım”ı bilirim. Dünyanın en iyi şarkıcısı değildir; hatta alabildiğine de detonedir, ne gam! En az onun kadar detone, o şarkılara var gücümle eşlik ederim.


Livaneli uzunca bir süredir yeni albüm yapmıyordu. Hatta artık popüler şarkı üretmek istemediğini de beyan etmiş ve son olarak 2005 yılında “Hayata Dair” adlı albümünü piyasaya sürmüştü. O günden bugüne de tüm müzik külliyatını “Bütün Eserleri” üst başlığıyla bir seri halinde yayınladı. Bu öyle bir külliyattı ki, Livaneli’yi doğrudan doğruya ‘bu saatten sonra yeni bir şey yapmasa da olur’ dediklerimiz arasına koyuyordu zaten. Hatta DVD ve CD formatında yayınlanan “35. Yıl Konseri”, adı konmamış bir jübile havası bile estirmişti. Ama sonra beklenmedik bir şekilde tamamı yeni şarkılardan oluşan bir albümle çıktı karşımıza. Livaneli’nin yeni albümü “Gökkuşağı Gönder Bana”, geçtiğimiz günlerde İda Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.


On şarkıdan oluşan albümde bir anonim şarkı dışında bestelerin tamamı, bir Ülkü Tamer şiiri dışında da sözlerin tamamı Livaneli’ye ait. Düzenlemeler Ferhat Livaneli tarafından yapılmış. Albümdeki bir şarkıyı Burcu Sinem Şenel, bir şarkıyı ise Cansel Şapçı ile İrem Bilgiç birlikte seslendiriyorlar. İki şarkıda da Çocuk Kalbim Seni Söyler korosu eşlik ediyor.

‘Bu saatten sonra yeni bir şey yapmasa da olur’ dediğiniz birinin yeni albümünden beklentiniz ya çok yüksek ya da çok düşük oluyor haliyle. Müzisyen cephesinde ya kendini aşma, yeni bir kapı açma ihtimali vardır çünkü ya da kendini tekrar etme, yerinde sayma, hatta belki geriye doğru bir iki adım atma ihtimali. Ne çare bu albüm ikinci ihtimale yakın duruyor. Her ne kadar bazı Livaneli biyografilerinde “sürgün” diye tanımlandığı oluyorsa da, daha ziyade bir ‘siyasi nedenlerle ülkeye dönmeme’ durumu olarak adlandırılabilecek yurt dışı macerasının bir kısmını Yunanistan’da geçiren ve bu dönemde Yunanistan’daki müzisyen muadili Mikis Theodorakis’in müziğinden çok etkilenen Livaneli’nin, yurda döndükten sonra yaptığı “Ada” ve “Güneş Topla Benim İçin” albümlerinde bu etki açıkça görülüyordu. Aradan geçen otuz sene sonrasında Livaneli’nin müziği bir kez daha ağırlıklı olarak Ege kıyılarından ses veriyor. “Son Şarkı”, “Bir Yelkenlim Olsaydı”, “Güneş Yine Doğacak”, “Sen Ve Ben”, “Mavi Sonsuzluk” ve adı üzerinde “Ege”, hep denize, ama en çok da Ege denizine yakın duran şarkılar. Albüme adını veren “Gökkuşağı Gönder Bana” ile “Ozan” bir parça daha Anadolu’dan ses veren, eski ve bildik bağlamalı Livaneli şarkıları ayarında.


“Haberleri Açma Baba”nın çocuk naifliğine paralel didaktizmi ‘70’lerden, bilemediniz ‘80’lerden çıkıp gelmiş gibi ama asla bugüne ait değil. Şarkının nakarat kısmında dolaşan arabesk nağmeler ise seslendiren kız çocuklarını Küçük Ceylan’lığın kıyısından döndürüyor üstelik. Benzer bir şekilde “Güneş Yine Doğacak” da ‘70’ler safdilliğinde bir siyasi barış türküsü gibi. Livaneli yıllar içerisinde ülke kültür ve siyasetinde konumlandığı yerden “sussun bütün silahlar” ya da “haydi eller birleşsin” gibi çiğnenmekten tadı kaçmış sloganları yinelemekten çok daha fazlasını yapmaktan sorumlu değil mi? Ya da şöyle sorayım; hâlâ bu jargonda şarkılar yazıyor olması, bu sorumluluğu yerine getirmesi için yeterli mi? Bu kadarını güzellik yarışmalarında boy gösteren ve kendilerine mikrofon tutulup dünya için dilekleri sorulan genç kızlar da akıl edebiliyor oysa. Biraz daha kafa yormak gerekirse üzerine, müziğini kendisinden ayrı tutup sevme önerim bu ve benzeri sebeplerle olabilir mesela.



Şarkılarının bunca yıldır kulağımızdan kalbimize döktüklerinde, beğensek de beğenmesek de, ses renginin de büyük payı var kuşkusuz. Bu yüzden yeni şarkılarına da kulak kabartmaktan ve hatta hürmet etmekten kendini alamıyor insan. Ama olur a bir on yıl sonra yine bir stadyum dolusu insan toplansa bir konserinde, ‘bu yeni şarkılardan kaçına bir ağızdan eşlik ederler?’ sorusuna cevap verebilmek sahiden zor.  

KASIM 2013 

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder