"İlk Beşe Girmemiz Kesin!"

 Seninle Üç Dakika

1980 - 4. Bölüm

“Pet’r Oil”den “Petrol”e


Finalin ertesi haftasında Ajda ve kurmayları teker teker Paris’e uçtular. Önce Ajda’nın terzisi Hayri, son moda kreasyonları incelemek ve final gecesi için “görülmemiş bir Eurovision kostümü hazırlamak” maksadıyla Paris’e hareket etti, ardından Ajda’nın ve şarkının yurt dışı tanıtımlarını üstlenmiş bulunan Betül Mardin soluğu Paris’te aldı. Nino Varon, plak şirketi bağlantıları, Atilla Özdemiroğlu ise parçanın düzenlemesinin çalışmaları için Türkiye’den ayrılıp, oradan telefonla Ajda’yı gelişmelerden haberdar ederlerken, son olarak da yarışmadan sonra bir süre dinlenmeye çekilen ve bu arada Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın organize ettiği Turizm Sezonu Açılışı gecesinde bir konser veren Ajda Pekkan, ekibe katılmak üzere Paris’e gitti.


Aynı günlerde, bugüne dek “yoz müzik” olduğu iddiasıyla şarkıları TRT denetiminden geçmeyen ünlü arabeskçiler, kendi türlerine yakın buldukları “Pet’r Oil”in Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilmesi karşısında TRT’ye kazan kaldıracaklar, artık televizyonun kapılarının kendilerine açılması gerektiğini iddia edecekler, hatta bu konuyla ilgili olarak gerekirse Danıştay’a gidebilecekleri tehdidini savurmaktan da geri kalmayacaklardı.


Yıllar önce Ajda’yı Fransa’da meşhur edebilmek için epeyce çaba sarf eden, çeşitli dillerde doldurduğu plakları pazarlayan Philips firması, Eurovision serüveni boyunca da Ajda’dan yardımını esirgemiyordu. “Pet’r Oil” in yeni versiyonu Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak Philips’in Paris stüdyoları, Studio Des Dames’ da kaydedildi. 


Şarkı, Fransız Müzisyenler Sendikası’nın görevlendirdiği elemanlardan oluşan 40 kişilik orkestra tarafından çalındı, ses kaydını ise daha önce Johnny Hallyday, Paul Mauriat ve Nana Mouskouri gibi ünlü şarkıcı ve orkestraların kayıtlarını yapmış olan ses teknisyeni Henri Lousteau yaptı. “Loving On Petrol” adını taşıyan İngilizce sözler J.C.Ellis adlı bir söz yazarı tarafından yazılmış, “Le Roi Du Petrol” başlıklı Fransızca sözler ise, aynı zamanda Fransa ve Kanada’da tanınmış bir şarkıcı ve besteci olan Patrick Loubie tarafından kaleme alınmıştı. 


Şarkının düzenlemesi de epeyce değişmiş, daha Batılı bir hale gelmişti. Bu durum hem Ajda’yı memnun etmiş hem de plak şirketini umutlandırmıştı. Hazırlanacak 45’lik tüm Avrupa’da piyasaya sürülecek, şarkının tanıtımı için ne gerekiyorsa yapılacaktı. 


Ajda Damda

Ajda’nın en az şarkının yeni versiyonu kadar güvendiği bir diğer kozu ise kuşkusuz o günlerde çekilen tanıtım filmi olacaktı. Tanıtım filmi esprisi ilk kez bu kadar ciddiye alınıyor, filmde Ajda’nın güzelliği kadar İstanbul’un tarihi ve doğal güzellikleri de şarkının oryantal içeriğine uygun bir kurguyla gözler önüne serilmeye çalışılıyordu.


Henüz klip sektöründen bihaber televizyon yayıncılığımız için bir devrim sayılabilecek bu renkli çekim, iki gün boyunca Dolmabahçe ve Topkapı sarayları, Rumeli Hisarı, Yeşilköy ve İstanbul Televizyonu Kuruçeşme Stüdyoları’nın Boğaz manzaralı platolarında gerçekleştirildi. Klip için hiçbir masraftan ve emekten kaçınılmamıştı. Öyle ki Ajda Pekkan, Boğaz’ın ve Topkapı Sarayı’nın panoramik görüntüsünü alabilmek maksadıyla sarayın damına çıkarılacak, Devlet Balesi koreografı Oytun Turfanda’nın özenle hazırladığı koreografi eşliğinde şarkısını damda bile icra edecekti.


Ekipte bir de değişiklik olmuş, Türkiye finalinde ekibe sonradan dahil olan Aldoğan Şimşekyay ayrılmış, yerine Lale Özdemiroğlu alınmıştı. O günlerde Grup Doğuş’un bir elemanı olan, yarışmanın başında grubuyla katılması söz konusu iken daha sonra “iyi görüntü vermedikleri” gerekçesiyle tek başına gruba dahil edilen Şimşekyay, şarkı Türkiye finalinde birinci olduktan sonra kadrodan çıkarılması karşısında “Kullanıldım,” diye beyanat verecek, ancak Ajda Pekkan’la kaçırdığı Eurovision’a gitme şansını, tam 12 yıl sonra,1992 yılında bu kez Aylin Vatankoş’la yakalayacaktı.


Aslında bir balerin olan ve şarkı söylemekle ilgisi olmayan Lale Özdemiroğlu (Mansur) ise, çok belli ki şarkının görsel unsurunu desteklemek için hem vokalist hem de dansçı olarak ekibe alınmıştı. Şarkının söz yazarı Şanar Yurdatapan’ın kız kardeşi ve besteci Atilla Özdemiroğlu’nun o günlerdeki eşi olan Lale Özdemiroğlu, zaten başından beri ekibin içindeydi.


Ajda Pekkan’ın tanıtım filminde giydiği kostüm, siklamen rengi, şalvar pantolonlu bir tulumdu. Bu kıyafet kısa sürede büyük bir moda yaratacak ve ülkede bütün kadınlar şalvar pantolon giymeye başlayacaktı. Kostümün belindeki mor kuşak ve Ajda’nın boynuna taktığı beşibiryerdelerle oryantalin altı iyiden iyiye çizilmiş, siyah uzun peruk ve sallantılı küpelerle de Avrupai bir “Süper Star”dan bir “Türk Lokumu” çıkarılmıştı.


Tanıtım filminin en esprili yanı ise şarkının anlattıklarını vurgulamak niyetiyle düşünülmüş mizansendi. Son model bir Mercedes otomobil, belli ki benzini olmadığı için, koşulmuş iki at tarafından çekiliyor, Ajda Pekkan atların dizginleri elinde olduğu halde önden giderken, vokalist kızlar da arabayı arkadan itiyorlardı. 


Türkiye’nin özellikle 1979 yılında had safhada yaşadığı petrol darboğazını vurgulayan mizansenin son karesinde ise ekranda boş benzin pompasını kameraya doğru uzatan bir el beliriyordu. 


Klibin Avrupa televizyonlarında yayınlanmasından sonra, bu grotesk esprinin Mercedes markasıyla gurur duyan Almanları kızdırdığı yazılıp çizilecek, ancak bu söylentinin gerçekliği hiçbir zaman teyit edilemeyecekti.


Yayın yasağının kalkmasıyla beraber tanıtım filmi, televizyonlarda defalarca ama defalarca yayınlandı. Aynı günlerde “Petrol”ün 45’lik plağı Türkiye’de, arka yüzünde İngilizce versiyonu olduğu halde piyasaya sunuldu.


45’liklerin yavaş yavaş raflardan kalkmaya başladığı günlerdi. Zerrin Özer’in kıyametler koparan “Gönül”ü bile, 45’lik satışlarının hızla düşmesini geciktirememiş, bu durum da zaten korsan plaklar ve bant kayıt stüdyolarıyla başı fena halde dertte olan plak prodüktörlerini artık sadece 33’lük plak ve yasal kaset basmaya yönlendirmişti. Bir dönemin çok satan 45’liklerine imza atmış Ajda Pekkan bile uzun süredir 45’lik plak yapmıyorken, “Petrol”ün gördüğü olağanüstü ilgi, plağın satışını daha başından garantilemişti. 


Plak piyasaya sürüldüğünde Philips firmasının verdiği tam sayfa ilanlarda “Sadece 1980 Eurovision Şarkı Yarışması birincisi değil. Bu bir plak olayıdır!” cümleleri yer alıyordu. Nitekim beklenen oldu ve “Petrol”, bir şubat günü televizyonda dinlediğimiz ve sevdiğimiz versiyonundan çok daha başka, bambaşka haliyle plak olarak karşımıza çıktığında, görülmemiş satış rakamlarına ulaştı.


Şarkının yeni hali gerçekten bambaşka idi. Türkiye finali versiyonunda yer alan konuşma kısmı tamamen çıkarılmıştı. Nakarat bölümlerinden önce uzun bir “ooooof” çeken vokalist kızların yerine ise o yıllarda “uzay efekti” denilen elektronik bir ses konmuştu. Şarkının bu kaydında vokalist kullanılmamış, stüdyo teknolojisinden istifadeyle vokaller de bizzat Ajda Pekkan tarafından yapılmıştı.


Televizyonun yeni ve iddialı dizisi Dallas’ın ikinci bölümü TRT’nin tek kanallı siyah beyaz ekranında 13 Nisan Pazar günü yayınlandı. Dizinin hemen arkasındansa 1980 Eurovision Şarkı Yarışması’na katılan 19 ülkenin tanıtım filmleri sırasıyla ekrana getirildi. Böylece ilk kez bu denli iddialı olduğumuz yarışmada, kimlerle ve nasıl şarkılarla mücadele edeceğimiz ortaya çıkıyordu. Rakiplerimiz belli olmuştu.


“İlk Beşe Girmemiz Kesin!”

14 Nisan Pazartesi günü Ajda Pekkan, TRT İstanbul Kuruçeşme Stüdyoları’nda rakiplerinin tanıtım filmlerini izleyecek ve gözünde gözlükleri, elinde kalemiyle bir akademisyen ciddiyeti içerisinde, izlediği şarkılar hakkında notlar alacaktı.


Bu heyecanlı dakikaların sonunda gazetecilerin önüne çıktığında ise baş parmağını fotoğraf makinelerine doğru uzatarak “bu iş tamam” işareti yapacak, onunla da yetinmeyip ilk beşe gireceğini ifade eden bir hareketle elini açarak beş parmağını bize gösterecekti.


O gün Ajda’yla yapılan röportaj, takip eden salı günü televizyonda yayınlandı. Bülent Özveren’in sunduğu “Stüdyo-1” adlı programda, Ajda Pekkan “Birinciliği garanti edemem ama ilk beşe girmemiz kesin,” diyordu. 


Ona göre en ciddi rakibi “Birkaç plağını dinlemiştim, yıldız olmaya aday,” diye nitelendirdiği Anna Vissi’nin “Autostop” adlı şarkıyla temsil ettiği Yunanistan’dı. 


Pekkan ayrıca Hollanda, İtalya ve İsviçre’nin parçalarını da beğenmişti. Ne var ki Ajda’nın favorileriyle yarışmanın sonucu arasında hayli fark olacak, en büyük yanılma payı ise “Petrol”e denk gelecekti.


Ajda ve kurmay heyeti artık hazırdı. TRT’nin bu konuda ödenek ayıramamasından dolayı Ajda, ekibindeki bazı elemanları, masraflarını cebinden karşılamak suretiyle Hollanda’ya götürecekti. Kimler miydi bunlar? Yarışma gecesi, öncesi ve sonrasında giyilecek tüm kostümleri hazırlayan terzisi Hayri Akduman ve Ajda’nın saç tuvaletini emanet ettiği kuaförü Veysel Öz. 


O ana kadar TRT, bu yarışma için 1 milyon 750 bin lirayı gözden çıkarırken, Ajda Pekkan çoktan 2 milyon 500 bin lira harcamıştı bile. Muhtemel zafer için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyordu. Harcanan paranın ve emeğin sonucunun alınmasına ise artık sadece birkaç gün vardı.


Kültürel ve sportif alanda dünya çapında başarılara attığımız imzaların sayısı henüz parmakla gösterilecek kadar azdı. Cumhuriyetin ilanından bu yana Batıya öykünüyor ve Avrupa’ya kendimizi kabul ettirmeye çalışıyorduk. Ne var ki bu çabamızı sadece, o yıllarda ortalama popüler müziğin bile gerisinde seyretmekte olan bir yarışmada dereceye girmeye indirgemiş gibiydik. Avrupalı olduğumuzu sadece bu yarışmada puan alarak ispat etme gayretimiz kuşkusuz bugün anlaşılması güç bir iyi niyet içeriyordu. O iyi niyet ve hevesle alkış kıyamet Hollanda’ya gönderdiğimiz “Süper Star”ımızsa  adeta bir savaşçıydı bizim için. 


19 Nisan 1980 gecesi, Türkiye’de sokakların boşalması, ülkede yaşayan herkesin televizyon başında soluklarını tutması boşuna değildi.

Lale ve Petrol

Hollanda’nın Lahey şehrinde yer alan Congresgebouw Kongre Merkezi’nin Prince Willem Alexander Salonu’ndan yapılacak canlı yayın başladığında Türkiye’de saatler 22.00’yi gösteriyordu. 


45 kişilik Metropole Orkestrası açılış müziğini çalmaya başladığı esnada ekranda uzaydan gelen taşların parçalanmasıyla oluşan 25 yazısı belirdi. Bu, Eurovision Şarkı Yarışmasının 25’inci yılını sembolize ediyordu.


Daha sonra sahnede Hollandalı sinema ve tiyatro aktristi Marious Fluitsma göründü. Yarışmanın 25’inci yılı, daha önce görülmemiş iki yeni uygulamaya şahit olacaktı. Birincisi, her ülkenin şarkısını kendi sunucusu ile kendi dilinde anons etmesi, diğer ise daha önce en yüksekten en düşüğe doğru yapılan ülke puanlamalarının o gece en düşükten en yükseğe doğru yapılacak olması idi. Bu çoklu sunucu esprisi, sadece 1980 yılına mahsus bir farklılık olarak kalıp bir daha hiç denenmeyecekken, puanlamaya getirilen yeni sistem, bundan sonraki yıllar boyunca da bu şekilde uygulanacaktı.

Yayını televizyon ekranından tüm ülkeye ulaştıran ses, yine Bülent Özveren’di. Radyodan ise TRT radyo spikeri Şebnem Savaşçı anlatıyordu. 


Bir diğer deneyimli TRT sunucusu Başak Doğru, TRT Ankara Stüdyoları’nda Türk jürisinin oylarını Hollanda’ya bildirmek üzere hazırdı.


Ajda Pekkan’ı sahnede anons edecek sunucunun da Şebnem Savaşçı olmasına karar verilmişti. Şebnem Savaşçı üstlendiği bu tarihi görevi, yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Ben Hollanda’ya, yarışmayı radyodan anlatmak için gittim. Gitmeden önce, o gece sahnede sunuculuk yapacağımı bana kimse söylemedi. Bunu oraya gidince öğrendim ve hatta giyeceğim kostümü de Hollanda’dan satın aldım. O gece anons yapmak benim için gerçekten zor oldu. Çünkü bir yandan radyodan anlatma görevim devam ediyordu. Sıra bana gelince radyo dinleyicilerine durumu anlatarak mikrofon başından ayrıldım ve ülke yayın kuruluşları için ayrılmış kabinlerin bulunduğu bölümden sahneye doğru bütün salonu kat ederek gittim. Ayağımda hiç alışık olmadığım topuklu ayakkabılar, üzerimde uzun bir tuvaletle salonu bir uçtan bir uca geçtim. Çok heyecanlıydım tabii. Televizyonda bu kadar çok insanın izlediği bir canlı yayında sunuculuk yapmak alışık olduğum bir şey değildi. Dizlerim titreyerek anonsumu yaptıktan sonra aynı yolu geri kat ederek kabine döndüm ve yarışmayı Türkiye’deki radyo dinleyicileri için anlatmaya devam ettim.”

O gece ilk sırada yarışan Avusturya ekibinin şarkısını seslendirmesinden hemen sonra sahnede topuklarına kadar uzanan siyah elbisesi ve kırmızı ceketiyle Şebnem Savaşçı belirdi. Savaşçı’nın Türkçe olarak “Yüzyıllar önce Hollanda’ya laleyi getiren Türkler, şimdi de ‘Petrol’ü getiriyorlar,” dediği dakikalarda, Türkiye’de ekran başındaki herkesin göğsü çoktan kabarmıştı bile. 


Ajda Pekkan ve ekibi sahne üzerinde olanca şıklıklarıyla boy gösterdiklerindeyse kalbimiz ha durdu ha duracaktı.

Şarkının oryantal havasına uygun kıyafetler, Ajda’nın lila rengi kostümünü tamamlayan siyah peruğu, vokalistlerin antik heykelleri anımsatan beyaz kostümlerle sahne üzerinde duruşları ve bir köşede elinde darbukası olduğu halde sahnedeki basamaklara bağdaş kurarak oturmuş Arto Tunç’un o çok otantik görüntüsü gerçekten göz alıcıydı. Türk ekibi için hiçbir şeyin yolunda gitmediği provalar esnasında bile yabancı basın Ajda’nın güzelliğini konu etmiş, Avrupalı kulakların pek de duymaya alışık olmadığı ritimler içeren “Petrol” değilse bile şarkıcımız, adından epeyce söz ettirmişti.


Yarışma boyunca her gün yayınlanan “Festival Daily News” gazetesinin 17 Nisan tarihli sayısında, baş sayfada yer bulan esprili şiirde Ajda’dan şöyle bahsediliyordu: “Provalar yolunda gidiyorken, şimdilik favori William Tell, ya da Madam Butterfly ve Ajda bize iç çektirdi.” Bunun anlamı aşağı yukarı şuydu ki, Ajda bir şekilde dikkat çekmişti. Ama aynı gazetede günlük olarak yayınlanan tahminlerde, Türkiye’nin adı başından bu yana hiç ilk sıralarda geçmemişti. Yine de herkes biliyordu ki ne olursa yarışma gecesi olur ve bazen hiç umulmayan bir ülke puanları alıp götürebilirdi. En azından bizim buna umudumuz vardı.

Büyük orkestra için fazla oryantal ezgiler taşıyan “Petrol”, provalar sırasında da bu yüzden bekleneni vermemişti. Plak haline getirileceği günlerde yeni düzenlemesiyle daha Avrupai bir havaya bürünen şarkı, orkestra şefimiz Atilla Özdemiroğlu’nun hazırladığı orkestra partisyonlarıyla tekrar Türkiye finalindeki o oryantal havasına bürünmüştü. Yarışma şartnamesinde bu konuda serbesti olmasına rağmen, her nedense kimsenin aklına “playback” kullanmak gelmemişti. Orkestranın uyum problemi, yarışma gecesi de gayet belirgin olarak ekranlara yansıdı. O çok güvendiğimiz şarkı, beklediğimiz etkiyi yaratmamış gibiydi. Ajda gibi bir profesyonelin performans sırasındaki tedirgin yüzü ve huzursuz bakışları boşuna değildi. Vokalistlerin seslerinin cılız kalması da cabasıydı.


Ajda, sahneyi sıradaki Yunanistan ekibine devrederken, ekran başındaki bizler için de uzun bir bekleyiş başlıyordu. Daha geride 17 şarkı vardı.

“Beste Yapmak Omlet Yapmaya Benzemez!”

Şarkıların birer birer ekrana gelmesinden sonra, “interval act” denilen puanlama öncesi bölüm başladı. Bu bölümde Dutch Rhythm Steel & Show Band topluluğu sahne alacak ve ekran başında heyecanla bekleyen herkese, kısa süreli de olsa bir soluk aldıracaktı. Peşi sıra puanlama başladığında ise heyecan artık doruktaydı.

Puanlamalarını bildiren ilk ülke olan Avusturya jürisinden Türkiye’ye gelen üç puan, sevinçten havalara uçurmuştu bizi. Bu hiç de küçümsenmeyecek üç puanın artarak devam edeceğini umduk bir an da olsa. Sonrasında Fas 12, İtalya da sekiz puanla Türkiye’yi sevindirecekti. Peki ya diğerleri?..


Puanlama boyunca görüp göreceğimiz tüm puanın bu üç ülkenin verdikleriyle sınırlı kalacağını elbette bilmiyorduk. Gece, İrlanda’yı temsilen yarışmaya katılan Johnny Logan’ın birinciliğiyle sona erdiğinde ise ağzımızı bıçak açmıyordu. En çok bu defa ümitlenmiş ve bu yüzden en büyük bozgunu bu defa yaşamıştık. Ajda Pekkan ve “Petrol”, 23 puanla ancak 15’inci olabilmişti.


Daha sonra Türkiye’de epeyce tanınıp sevilecek, hatta Burçin Orhon’la evlenerek “milli enişte”miz olacak Johnny Logan’la ilk kez o gece böylece tanışıyorduk. “What’s Another Year” adını taşıyan son derece duygusal şarkısıyla Johnny Logan, uzun bir süre sonra ilk kez bu yarışmada romantizmin zaferini ilan ediyordu.


İkincilik, yine tipik bir Eurovision şarkısı ve iddialı bir şarkıcıyla yarışmada şansını deneyen Almanya’nın olmuştu: “Theater” ve Katja Ebstein. 


Üçüncülük ise yarışma öncesi bahislerde pek de şans tanınmayan sıradan şarkısıyla İngiltere’nin olacaktı. “Love Enough For Two” adlı bu şarkı, Prima Donna adını taşıyan topluluk tarafından seslendiriliyordu.


Ajda Pekkan, kim bilir belki kendisinin bile o kadar da inanmadığı, ama ülkece peşinde sürüklendiğimiz histerinin etkisiyle sarf ediverdiği iddialı cümleler sarf ederek ayrıldığı İstanbul’a yarışmadan bir hafta sonra yorgun ve mutsuz geri döndü. Güçlü durmaya çalışıyordu. Daha hava alanında iken kendisini karşılamaya gelen gazeteci ordusuna “İkinci kez denemeye hazırım,” diye beyanat verecekti.


“Ben kendimi tecrübeli sanırdım, meğer çok tecrübesizmişim. İşe çok geç başladık, her şey çok kısa zaman sığdırıldı. Oysa beste yapmak omlet yapmaya benzemez. Çok kısa süre içinde çok iyi beste çıkarılamaz,” derken kimi ya da kimleri suçladığı tartışılırdı belki ama işin doğrusunu yıllar sonra, yaşananları zamanın süzgecinden geçirip, o günlerde hissettiklerine dışarıdan bakabildikten sonra şu cümlelerle dile getirecekti: “Benim için zaten baştan bitmişti her şey. İstemediğim halde gittim, istemediğim şarkıyı söyledim. İstemediğim şeyleri bana yaptırdıkları için de olmadı tabii.”


Nitekim ülkede “Yine nerede hata yaptık?” tartışmaları ayyuka çıkarken, hemen bir sonraki yıl için kulisler yapılmaya, dedikodu çarkları çalışmaya başlarken, Ajda Pekkan sessiz sedasız Amerika’ya gidecek ve uzunca bir müddet müziğe küserek inzivaya çekilecekti.


Ülkede terör ve şiddet olayları gün geçtikçe artıyor, huzursuzluk ve korku gittikçe büyüyordu. Aylar boyu oyalandığımız Eurovision Şarkı Yarışması da bize beklediğimiz sevinci yaşatamamıştı. Gazetelerde sayfalar dolusu cinayet, ölüm, bombalama, eylem, grev, lokavt haberleri, meydanlarda mitingler, sokak aralarında çatışmalar almış başını gidiyordu. 


Gerçeklerle yeniden yüz yüzeydik artık. Bir Eurovision masalı daha hüsranla noktalanmış, ama her masal gibi bir sonrakine de kapısını aralık bırakmıştı. Bir sonraki masalı yaşamamıza ise henüz biraz daha zaman ve o zaman aralığında da bizi bekleyen bir ihtilal vardı.

Yavuz Hakan Tok

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder