‘80’li yıllarda tek kanaldan yayın yapan siyah beyaz
televizyonlarımızda az buz müzikal film izlemedik. İncir çekirdeğini
doldurmayacak konuları, durup dururken şarkı söylemeye ve dans etmeye başlayan
oyuncuları, neşeli şarkılarıyla o şahane müzikal filmler… Müzikallere tutkuyla
bağlanmış bir kuşak varsa bu ülkede, bilin ki televizyon sayesindedir. Zira ne
Braodway prodüksiyonlarının Türkiye’ye gelebilmesi ihtimali mümkündü o yıllarda
ne de Türkiye’de kısıtlı imkanlarla sahneye konulan yerli ve yabancı
müzikallerin Broadway ihtişamını yakalaması. İyisiyle kötüsüyle yapılanları da
sevdik, bağrımıza bastık, o ayrı. Ama yurt dışına gidip yerinde izlemek gibi
bir lükse sahip değilseniz, müzikalin hasını izlemek ancak filmler sayesinde
mümkün oldu memlekette.
(13 Şubat 2017 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Uzunca bir süre bir parçası olduğu Atlas macerasının sona ermesinden sonra Tuna Kiremitçi’nin müzikte nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmemiz için çok zaman geçmesine gerek kalmadı. 2016 Temmuz ayında Pamela ile düet yaptığı “Uçmak İstiyorsan” adlı şarkı servis edildi önce, sonra arkası geldi. Periyodik bir biçimde sunulan düet şarkılar, “Tuna Kiremitçi ve Arkadaşları” projesinin parçalarıydı. Projenin aynı adlı albümü ise Ocak 2017’de Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Albümde yer alan 10 şarkının 5’i tanıdık. Kiremitçi’nin ilk grubu Kumdan Kaleler döneminden “Bu Aşk Burada Biter” ve “Sana Dair”, ilk ve tek solo albümünden “Birden Geldin Aklıma”, Atlas döneminden “Bana Sebepsin” ve “Bu Kaçıncı Sonbahar” daha önceden bildiğimiz Kiremitçi şarkıları. Bunların tamamı gibi diğer 5 şarkının söz ve müzikleri de Tuna Kiremitçi’ye ait (Ataol Behramoğlu’nun şiiri “Bu Aşk Burada Biter” hariç.)
Düetlerde ise sırasıyla Pamela, Özge Fışkın , Öykü Gürman, Gülçin Ergül, Jehan Barbur, Yıldız Tilbe, Sena Şener ve Gülay’ın yanı sıra oyuncu olarak tanıdığımız Gonca Vuslateri ve Gökçe Bahadır var.
Yazarlığı, köşe yazarlığı, sinemacılığı ve şarkıcılığı hakkında olumlu ya da olumsuz bir şeyler söylenebilir, söylenmiştir belki ama kabul etmeli ki Tuna Kiremitçi iyi bir şarkı yazarı. Güzel ve etkili melodiler, şiirli sözler buluyor, yazıyor ve bunu daha çok genç olduğu ilk dönemlerinden beri yapıyor. Haliyle bu albüm de öncelikle şarkılarının gücü, Hüseyin Cebişçi, Cihangir Aslan, Efe Demiryoğuran ve Evren Arkman’ın imzaları bulunan akustik düzenlemeleri ve elbette renkli bir skaladaki konuk solistleriyle dinleyeni başından sonuna dek avucunda tutmayı başarıyor.
Bir kere proje albüm kategorisinde bu albüm tek başına fikir olarak bile çok zekice ve farklı. Albümü birden ortaya sürmektense şarkıları tek tek servis ederek ilgiyi sıcak tutmak fikri de öyle. Şarkılar için çekilen kliplerin birbirine çok benzer olması, albümle birlikte verilecek bir DVD için makul olsa da, periyodik olarak servis edildiğinde o benzerlik algısının dezavantaja dönüşme riski ise bence işin aksayan tarafı idi. Bir de kliple servis edilen şarkıların tüm dijital platformlarda eşzamanlı satışa sunulmaması da kafa karışıklığı yaratttı.
Bununla birlikte her bir şarkının (düetin) tek başına servis edilebilecek güçte olması, projenin en büyük avantajı oldu kuşkusuz. Çok kişinin “Bu da çok iyi,” dediğine, yazdığına şahit oldum bu süreç içerisinde.
Şarkı yazarlığında çıtayı daha en baştan yüksek tutmuş Tuna Kiremitçi’nin şarkıcılık anlamında ise Kumdan Kaleler’den bu yana çok farklı bir noktaya geldiğini söylemek mümkün. Aşağı yukarı Atlas ile birlikte başlayan daha olgun, daha gevrek ve kırçıllı şarkı söyleme biçimini bu albümde de sürdürüyor Kiremitçi. Bu “old school rock star” edası yakışıyor da şarkılarına. Tabii bu defa Atlas şarkılarındakine kıyasla daha yumuşak ve daha sakin. Bu haliyle de yer yer İlhan Şeşen’i anımsattı bana (“Bana Sebepsin” de özellikle.)
Albümde en çok Pamela düeti “Uçmak İstiyorsan” ve Gülay düeti “Varsın Bu Dünyada”yı sevdim. Pamela da Gülay da söyledikleri her şarkıya katma değer ilave eden şarkıcılar ve Kiremitçi ile ortaklıkları da müthiş sonuç vermiş. Yanı sıra Özge Fışkın düeti “Bana Sebepsin” ve Yıldız Tilbe düeti “Yine Sevebilirim” favorilerim arasında yer aldı. Hem Gonca Vuslateri hem de Gökçe Bahadır’ın değme şarkıcıları aratmayan performanslarını sevdim. Buna karşın içeriğin bütününde ayrık otu gibi duran Öykü Gürman düeti “İyi Şeyler”, albümde en az sevdiğim şarkı oldu. Öykü Gürman şüphesiz iyi bir şarkıcı ama bu klasmanda doğru yerde değilmiş gibi duruyor.
Yavuz Meyveci’nin kapak fotoğrafı ve Berkcan Okar’ın beyaz rengin hâkim olduğu minimalist kartonet tasarımı ile satışa sunulan albüm bir bütün olarak günümüzde giderek azalmakta olan albüm konseptinin ne kadar doyurucu, ne kadar dolgun ve de müzikseverler için ne kadar vazgeçilmez olduğunu hatırlatıyor bir kez daha.
Yıllar sonra ilk kez karlı bir yılbaşı gecesi geçirdi İstanbul. Burnumuzdan da getirdi haliyle. Trafik sarpa sardı, taksiler adam seçti, yayanın payına kara çamura bata çıka yürümeler düştü. Rezidanslar, gökdelenlerle dünya şehri olmuyor bir şehir. Konargöçer kavimlerden, obalardan, çadırlardan gelmiş bir toplumun bireylerinin şehir planlamacılığı denen şeyi iplememesinin, şehri yönetecekleri planları için değil, mensup oldukları partilerin taraftarlığı ile seçmelerinin doğal sonuçlarını İstanbul’da dibine kadar yaşıyor ve faturayı yine şehre kesiyoruz. Sokakta çevirip sorsan, on kişiden sekizi kaçıp gitmek istiyor şehirden. Sanki gidilecek yer bundan daha iyi olabilirmiş gibi. Yeni bir ülke bulamayız, başka bir şehir de bulamayız; Kavafis İstanbul’dan ilham alarak yazmış bunu. “Bu şehir arkandan gelecektir,” de demiş. Bu kadar açık ve net.
Neyse… Taksilerle ve karlı buzlu Tepebaşı merdivenleriyle cebelleşerek de olsa eve vardığımızda sabah olmak üzereydi. En azından başımızı sokacak bir evimiz vardı. Sokakta yaşayan her canın işi zordu o ayazda. İnsan olsun, hayvan olsun… O yüzden apartmanın kapısına paspası sıkıştırıp kapanmasını engelleyen bir komşuya (her kim ise artık) sahip olduğumuz için mutlu oldum gece gece. İçeri üç kedi sığınmıştı. Queen ise sıcacık evinde, yediği önünde yemediği arkasında girmişti yeni yıla. Bazıları şanslı doğuyordu işte böyle. Tıpkı insanlar gibi. Eski bir hayat bilgisini yeni yılın ilk saatlerinde böyle tazeledim.
Televizyon kanallarında pek bir şey yoktu. Biz gençken yılbaşı geceleri televizyon başında en çok bu saatleri beklerdik oysa. Yabancı müzik bu saatlerde yayınlanırdı çünkü. Ne her yılbaşı televizyona çıkışı olay olan dansöz, ne Zeki Müren, ne de yılbaşından yılbaşına ekranda görünebilen Orhan Gencebay… Varsa yoksa CC Catch, Europe, Modern Talking bilmem ne… Gecenin bir yarısı olacak da bir saat, bir buçuk saat onları izleyeceğiz televizyonda.
Hakan Hepcan’ın NTV’deki yılbaşına özel şovunu tekrar gösteriyorlardı. Biraz ona baktım. Sefa Doğanay’ın Yıldız Tilbe ve Nur Yerlitaş taklitleri sinir bozucuydu. Söz konusu isimlerin taklitlerini Fehmi Dalsaldı’dan izlemeyi bin kere tercih ederim. Sadece sesi ile değil, jet ve mimikleriyle, tüm bedeniyle büründüğü kişiyi yaşayarak taklit edebilen bir adam Fehmi çünkü.
Hakan Hepcan’ın konuklarından biri de Simge’ydi. “Miş Miş”i canlı söyledi. İyi de söyledi. Trafiği çok karışık, canlı söylemesi zor bir şarkı ama hiç falso vermedi. Sinan Akçıl ise “1001 Gece” adlı şarkısını ilk kez seslendirdi ama tabii “playback” yaparak. Yine bir Justin Bieber kostümü ve saç modeliyle hedef kitlesini memnun etti muhtemelen. Zaten Twitter da bu yeni şarkının mükemmelliğinden, olağanüstülüğünden, bombalığından dem vuran “RT”lerden geçilmiyordu o vakitte hâlâ. Ne diyeyim, alan memnun satan memnun. Şarkı güzel yalnız. Yani en azından ilk dinleyişte öyle geldi kulağıma.
Başka bir kanalda Suzan Kardeş’in programının tekrarı vardı. Ona da Özge Fışkın konuktu. Suzan Kardeş’in benim diyen “talk-show”cudan daha iyi soru sorduğunu, konuğunu konuşturduğunu gördüm. Bir kez daha sevdim bu nevi şahsına münhasır kadını.
Sessiz ve sakin bir 1 Ocak öğleden sonrasına uyandık doğal olarak. Hem yılbaşı gecesi ertesi, okullar, iş yerleri tatil, hem de sokaklar kar beyaz. İnsanlar evlerine kapanmış, hava hiç olmadığı kadar temiz… Markete gittim geldim. Ot, Kafa, Bavul, Yumuşak G, Blue Jean ve Milliyet Sanat’ın yeni sayılarını aldım.
Blue Jean bu sayısıyla beraber format değiştirmiş. Neredeyse 30 yıldır “rock”çısından, “teenage-pop”çusuna yabancı müzik sevenleri pek memnun eden dergi artık bir müzik dergisi değil. Evet, format değişikliği mutlaka gerekliydi zira ‘80’lerde hadi bilemediniz ‘90’larda kalmış poster ve çıkartma geleneğini ısrarla sürdürmesinin bir anlamı yoktu. Ancak piyasada bu kadar kültür-sanat-politika yazıları dolu dergi var iken, onlarla aynı görsel formu benimsemek neyse de benzer içeriğe sahip olmak anlaşılır gibi değil. Müzik ekseninden ayrılmamalıydı bence.
Soner Arıca’nın yeni şarkısı “Saklı” da yeni yılın ilklerinden oldu. Şarkı da, klip de uzun zamandır görmeye, duymaya alıştığımızdan farklı bir Soner Arıca çıkarıyor karşımıza. İlk izlenimim bu oldu. Müzik dünyasından bir de ölüm haberi düştü internete bugün. Natalie Cole sonsuzluğa göç etmiş. Çok yakından takip ettiğim bir şarkıcı değildi ama babası Nat King Cole’u bir dönem dinlemelere doyamazdım. Bu yüzden de Natalie Cole’un babasının şarkılarını söylediğini “Unforgettable… With Love” albümünü uzun süre “walkman”imden düşürmemiştim. 65 yaşında hayata veda etmiş. Ben daha genç sanıyordum.
(23 Mart 2015 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.) Özge Fışkın’la hiç tanışıklığımız yoktur ama tanıyan herkes onun çok komik ve eğlenceli olduğunu söylemiştir bana. Bunu çok acayip bulmuşumdur zira onun bende yarattığı izlenim tam tersidir. Kitlelere hitap eden bir iş yaptığınızda, yaydığınız ya da yansıttığınız enerji meselesine güzel bir örnektir bu. Söylediğiniz şarkılardan çektirdiğiniz fotoğraflara, göründüğünüz klipten, verdiğiniz röportajlara uzayıp giden bir sarmaldır bu. Hepsinin toplamından size dair bir imaj çıkar ortaya ve bu her zaman sizin gerçek haliniz olmayabilir.
Tüm bunları Özge Fışkın’ın yeni klibini izlediğimde geçirdim aklımdan. İlk defa neşeli, samimi, yani hep anlatıldığı gibi bir Özge Fışkın görüyordum o klipte çünkü. Nitekim albümün tamamını dinleyince de yanılmadığımı anladım.
Ankara kökenli bir müzisyen olan Özge Fışkın’ı, müzik macerası daha eskilere dayansa da, geniş kitlelere tanıtan 2000’li yıllarda Sertab Erener ve Levent Yüksel’e vokal yapması oldu. Hatta o meşhur Eurovision birinciliğimizde, Sertab Erener’le birlikte sahne üzerinde olan kızlardan biri de Özge Fışkın’dı. Sonra 2007 yılında ilk albümü “Kiliitler”i, 2012 yılında ise ikinci albümü “Bir Avuç Fotoğraf”ı yaptı. Fışkın’ın yeni albümü “Her Şeyin 1 Zamanı Var” ise, geçtiğimiz günlerde Pasaj Müzik etiketiyle yayımlandı.
Her ne kadar “rock” müzikle yetişmiş, hep “rock” müzik dinlemiş, ona gönül vermiş de olsanız da bu, sizin “rock” icra etmek için gerekli niteliklere doğuştan sahip olduğunuz anlamına gelmeyebilir. Bu noktada gerçekçi olmak, fazla da zorlamamak lazım… Özge Fışkın’dan bir Şebnem Ferah çıkmazdı; çıkmadı da. Tıpkı Sertab Erener’den ya da Aylin Aslım’dan çıkmayacağı gibi (gerçi Şebnem Ferah’ın şimdiki halinden de artık bir Şebnem Ferah çıkmaz gibi görünüyor ama o ayrı mesele.)
Sanırım Özge Fışkın da bu gerçeğin ayırtına varmış. Daha net, daha kendine münhasır bir Özge Fışkın var çünkü bu albümde. Biraz daha popülere, belki popa yakın ama kesinlikle çok daha samimi.
Albümde on şarkı var. Bunlardan biri ilk kez 1983 yılında Ajda Pekkan’ın seslendirdiği, Türkçe sözleri Fikret Şeneş tarafından yazılmış bir Mia Martini şarkısı: “Sana Doğru”. Bu şarkıyı daha önce Zuhal Olcay’dan ve Yeşim Salkım’dan dinlemiştik, yakın zamanda yayımlanan yeni ENBE albümünde ise Işın Karaca seslendirdi. Ajda’nın 2000 yılında yeniden seslendirmesini de saymıyorum. Şarkı şahane, ona diyecek yok. Özge Fışkın’ın albümündeki Gürkan Bozacı ve Gürbüz Barlas düzenlemesi de şahane olmuş. Ne ki ben olsam albümdeki tek “cover” için bir şarkının beşinci seslendireni olmayı tercih etmezdim.
Bir de Mabel Matiz bestesi var albümde ki, “Son Kale” ismini taşıyan bu şarkıda Mabel, Fışkın’a vokal de yapmış. Mabel ne yazsa, ne söylese kabulümüz. Bu şarkı da Özge Fışkın’a çok yakışmış ayrıca. Ama bence albümün en büyük üç kozu, ilk üç sırada yer alıyor. Albümün çıkış şarkısı “Kusuruma Bakma”, caz tınıları taşıyan “Teferruat” ve açılış şarkısı “Neyse ki”. Bugüne dek bir Özge Fışkın şarkısı dendiğinde aklıma hemen bir şarkı adı gelmeyebilirdi ama galiba bundan sonra bu üç şarkıdan biri illa ki gelecek.
Eski stil gitarları ve “rock’n roll” ritmiyle dikkat çeken “Asla”, sözleriyle de dinleyici kolay tavlayacak şarkılardan. Albümün en depresif şarkısı olarak tanımlanabilecek ve senfonik “rock” etkileri taşıyan “Yeraltı”nda Şebnem Ferah vokal yapmış.
“O Kadar”, “Masal” ve “Top Sende” ise bütünde hissedilen Özge Fışkın müziğini tamamlayan şarkılar. Zaten başından sonuna dek davulun ve gitarların tonlarından bir retro tadı almak mümkün ki bu üç şarkı da bundan nasibini alıyor. “Top Sende”den bir Blondie tadı alabilirsiniz mesela.
Tabii bu yeni Özge Fışkın müziğinde Özge Fışkın kadar, albümün müzik direktörlüğünü de yapan Gürkan Bozacı’nın ve Gürbüz Barlas’ın da payı var. Fışkın sekiz şarkıda söz yazarı olarak görünüyor, besteler ise bu üçlünün farklı kombinasyonlarının elinden çıkmış.
Albümün ilk kliple görsel devamlılık sağlayan kartonet fotoğrafları Aytekin Yalçın tarafından çekilmiş, tasarım ise 1MM Design tarafından yapılmış.
Sahiden “Her Şeyin 1 Zamanı Var” ve Özge Fışkın için doğru zaman buymuş demek ki. Bundan daha doğru bir albüm ismi olamazdı.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.