DUYDUNUZ "ZİL"İN SESİNİ!
Emre Altuğ’un 1999 yılında “İbret-i Âlem”le ilk çıkışı çok etkileyici olmuştu. İyi bir şarkı, iyi bir albüm, yakışıklı genç bir adam vardı karşımızda. Tiyatro kökenliydi, bizim sonradan görme popçulara pek benzemiyordu. Çok şeyi hazmetmişti ve üstelik arka planında hatırı sayılır bir deneyim, ustalarla çalışmışlık, kendini ispat etmişlik vardı.
Hem müzikal yetkinlikte, hem de “pop-star”lık kriterleri içerisinde bakıldığında, neredeyse eksiksiz gözüken Emre Altuğ’un zaman içerisinde yanlış bir kariyer planlamasıyla istikrarını tutturamamış gidişatını kendi adıma şaşırarak izledim. Bazen malzemenin eksiksiz olması, pişen yemeğin lezzetli olmasına yetmiyordu ve Emre Altuğ’un durumu ancak böyle açıklanabilirdi.
Oyunculuk ve şarkıcılığı hiçbir zaman dengeleyemeyen Altuğ, kötü filmler, kötü diziler, kötü yarışma programları, seçici davranılmamış projelerle yüzünü eskitirken, müzik adına da onu ileriye götürecek işler çıkaramadı. Yaptıkları hep ondan beklenenin altında kaldı. Sanki bilerek ve isteyerek ikinci ligde kalmayı seçmiş gibiydi. Eli yüzü düzgün albümler yapan ama ne ona ne buna yaranabilen tiyatro oyuncusuydu o.
Bu tercih belki de eleştirilebilecek bir şey değildir. Belki hırs biriktirmeden, “en büyük kim” listelerine dahil olma ihtirası gütmeden, sadece canının istediğince müzik yapmak, yapabilmek de bir yoldur. Elinizdeki malzemeyle yaptığınız tatsız yemek, yiyenleri memnun etmese de, sizi tatmin ediyor olabilir. Ne çare ki bu durumdan memnun kalmayanlar da söylenir; tıpkı şu anda benim yaptığım gibi.
Bundan birkaç ay önce piyasaya çıkan iki şarkılık “single”daki her iki şarkıyı da sevmiş biri olarak, albümü dinlerken aynı heyecanı duyduğumu söyleyemem. Daha ilk şarkıda yani albüme adını veren “Zil”de Emre Altuğ’un artık şirazesinden çıkmış bir biçimde şarkının bestecisi Soner Sarıkabadayı’nın (üstelik kulağa da hiç hoş gelmeyen) vokal tekniğini birebir taklit etmesi, dakika 1 gol 1 hüsranı yaratıyor dinleyende. Zilli, kapılı, tokmaklı şarkı ise ondan da fena.
Albümün nispeten öne çıkabilecek şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm “Adını Söylerim” ve daha önce “single”da da yer alan “Sev Diyemem”, Altuğ’un oryantal arayışlarında doğru çıkış bulduğu şarkılar. İlla bu tür şarkılar söylemek niyetindeyse, bu iki şarkının da amaca hizmet ettiği söylenebilir.
Neden yapıldığını asla anlayamadığım “Bu Son Olsun”da, Dervişan’la birlikte Cem Karaca’nın dimdik durduğu günlere selam çakan Emre Altuğ, “Yalan Dünya”da ise tam ters köşeden, bu defa sufizme bağlıyor ve kadere inanıyor.
Gerek melodik yapısı, gerekse fena altyapısıyla doksanlı yılların “kasette boş yer kalmasın” şarkılarından biri gibi tınlayan “Ben Daha Büyüyorum” ve yine aynı dönemin “Bir slogan buldum şahane, şarkı yazayım hemen” mantığından türemiş gibi duran “Hastasıyım” bence albümün en kötüleri.
Tipik bir demlenme şarkısı olan “Masal Sevdayla Başlar”da Emre Altuğ’un “demli” yorumu şarkının bildik pop-alaturka armonisine lezzet katıyor belki ama oradan öteye de götürmüyor. Yine de bu şarkı albümün iyilerinden.
Albümdeki tek Emre Altuğ bestesi “Tek Aşkım” ise, bütün şarkıların arasında ilan-ı aşk eden sözleri (ki bu aralar seviyor memleket bu kurguyu) ve akılda kalıcı melodisiyle yine ehven-i şerlerden.
Tamamen yanlış albüm görselleriyle fiziksel avantajını boşa harcayanlar listesinin başına, sadece bu albüm kapağı için bile, Emre Altuğ adını yazabilmek mümkün. Kartonet hakkında söylenebilecek tek şey de sanırım bu.
Bu albüm neresinden baksanız dile dolanacak en az üç şarkı çıkarır; bu da Emre Altuğ’u bir süre idare eder. Ama daha fazlasını yapmaz. Bunu yazdığım için üzgünüm, ama öyle.
HAZİRAN 2011