Lise yıllarında şarkı yazmaya başlayan Ayşegül İnci, Eskişehir’de üniversite eğitimi aldığı yıllarda basgitar çalmayı da öğrenip, çeşitli gruplarla birlikte sahne deneyimi yaşamış. Bir dönem Teoman’ın orkestrasında da basgitar çalan ve vokal yapan Ayşegül İnci’nin Arpej Müzik etiketiyle yayımlanan ilk albümü “Zamanı Tamir Eden Adam” geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı.
2011’in Aralık ayında piyasaya çıktığı için aslında 2012 yılı albümleri arasında saymamız gereken “Aşka Dair” adlı yeni Alpay albümü de yazmadıklarım arasındaydı. Türk popunun ilk büyük yıldızlarından biri olan Alpay yıllardır hiç ara vermeksizin albüm yapmaya ve şarkı söylemeye devam ediyor. Pasaj Müzik etiketiyle yayımlanan “Aşka Dair” ise elli yıllık bir zaman diliminde pek çok müzik akımının, türün ve tarzın içinden geçmiş Alpay kıdeminde bir müzisyenin geride bıraktığı yıllara rağmen nasıl dimdik ayakta durabileceğinin, hâlâ nasıl kendini dinletebileceğinin benzersiz bir örneği, dersi gibiydi.
Her yıl bittiğinde ‘geride kalan yılda ne yaptım, ne yapamadım’ diye oturup bir muhasebe eder ya insan… Benimki de o hesap. Şöyle bir baktım… Yıl içerisinde yayımlanan bir sürü albüm hakkında yazı yazmışım ama bazılarını da her nedense atlamış, görmezden gelmişim. Bazı albümler için açıklanabilir ve anlaşılabilir yazmama gerekçelerim var ama bir kısmı için samimiyetle söylemek gerekirse, “canım istemedi’den öte bir gerekçem de yok. Çalışma masamın bir köşesinde giderek yükselen ‘yazılmamış albümler tepesi’ni biraz alçaltmak gayesiyle eşeleyince bugün, içlerinden bazılarını haklarında bir iki cümle düzmeden rafa kaldırmak gelmedi içimden. Budur bu yazının gayesi.
Müziği plaklardan, kasetlerden dinlediğimiz, plak ve bant stüdyolarında karışık kasetler doldurttuğumuz günler …
Kovalı kömür sobalarının üzerinde hoş koku versin diye mandalina kabukları kuruttuğumuz, kestane pişirdiğimiz, mısır patlattığımız günler …
Renkli televizyonumuz yok diye, renkli yayın olduğu geceler komşuya televizyon izlemeye gittiğimiz, Dallas’la, Beyaz Gölge’yle, Savaş Yıldızı Galaktika’yla ekran başına çivilendiğimiz günler …
Kaset çalan kocaman “walkman”lerimiz kulağımızda, sokakta yürürken kendimizi çok havalı zannettiğimiz günler…
Yazlık sinemaların tahta sandalyelerinde çekirdek çitleyerek iki film birden seyrettiğimiz, Kemal Sunal’a, Adile Naşit’e güldüğümüz, Türkan Şoray’a, Hülya Koçyiğit’e ağladığımız günler…
Yılbaşı geceleri ailece tombala oynadığımız, kandillerde konu komşuya lokma ikram ettiğimiz, salçayı, turşuyu, tarhanayı evde hazırladığımız günler…
Kısaca seksenler…
O günler çoktan mazi oldu. Seksenlerden geriye artık bir tek şarkılar kaldı… Bu albümde işte o şarkılar var. Bugün artık sadece televizyon dizilerinde kulağımıza çalınan, her duyduğumuzda bize o günleri yeniden yaşatan şarkılar. Aşkın da heyecanın da, mutluluğun da hüznün de, dostluğun da küslüğün de kalpten, içten ve samimi yaşandığı günleri kalpten, içten ve samimi şarkıları… Buyurun seksenlere!
Banu Zorlu’nun tam olarak kaç albümü var? Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan yeni mini albümünün basın bültenine bakarsanız bu onun dördüncü albümü. Şarkıcının resmi internet sitesinde ise ‘popüler anlamda’ ilk albümünü 2004’te Dubai’de piyasaya çıkardığı yazıyor.
Oysa hafıza unutsa bile arşiv yalan söylemiyor. Biz onu 1996 yılında yayımlanan “Vay Başımıza Gelen” albümüyle tanıdık. Büyük iddialarla piyasaya sürülen ama yeterince dikkat çekmeyen bu albümden sonra 1999’da “Uğur Böceği” adlı ikinci albümü yayımlandı. O da beklenen ivmeyi yakalamayınca adını Nanu olarak değiştirip, yeni bir şarkıcıymışçasına tekrar çıktı karşımıza. Sonra “Bom Şiki” diye bir şarkıyla Dubai başta olmak üzere birçok Arap ülkesinde her nasılsa çok popüler olduğu haberlerini okuduk. Belki de biz onun kıymetini yeterince bilememiştik. Oysa Banu Zorlu Ajda Pekkan’ın tahtına adaydı. Hem güzel, hem yetenekli, hem de ziyadesiyle eğitimliydi.
2004’te “Aşk” adında bir mini albüm çıkardı. O da pek yerini bulmayınca 2006’da yayımladığı “Gizli Aşk” adlı yeni mini albümünü yine bu Ajda Pekkan hikâyesi üzerinden lanse etmeye çalıştı. Ajda Pekkan’ın “Cool Kadın” albümünden son anda çıkarılan Nazan Öncel bestesi “Gönül Çiçekleri”, Banu Zorlu’ya nasip olmuştu. Olmuştu olmasına ama nedense yine ve hâlâ olmamıştı.
Yukarıdaki paragraflarda geçen albümleri saymayı ve bu yeni albümün Zorlu’nun kaçıncı albümü olduğunu bulmayı size bırakıyorum. Başarısız bile olsa bir insan kariyerindeki kilometre taşlarını gizlemeyi, yok saymayı, unutturmayı neden ister, onun yorumunu da siz yapın. Babasının yönetmen olmasından hareketle rol aldığı (rol yaptığı demiyorum dikkat edin) film ve dizileri ise tamamen es geçiyorum zira bu yazının konusu Banu Zorlu’nun yeni mini albümü “Ansızın”.
Dört şarkılık bu yeni mini albümün tanıtımı için geçtiğimiz günlerde bir kokteyl düzenlendi ve o kokteylde Banu Zorlu hem bir süredir dargın olduğu Faik Beyle (Safiye Soyman’ın Faik’inden bahsediyorum; ne ilgisi var diye sormayın, ben de bilmiyorum) barıştı, hem de Mehtap Ar tarafından bir hediyeyle taltif edildi. Çünkü Banu Zorlu yeni albümünde Aysel Gürel’in sözlerini yazdığı “Değer mi Hiç?”i yeniden söylemişti ve Mehtap Ar onun yorumundan çok etkilenmişti. Mehtap Ar’ın bir işitme problemi var mı onu bilmiyorum ama annesinin el yazısı bir şarkı sözünü çerçeveletip armağan edeceği son şarkıcı Banu Zorlu olmalıydı diye geçirdim içimden. Bunun Sezen’i var, Zerrin’i var, Nilüfer’i var, Nükhet’i var… Hangi birini sayayım?
Ha bir de denilen o ki şarkının bu versiyonu aslında önümüzdeki sene piyasaya çıkacak Aysel Gürel’e saygı albümü için yapılmış da sonra birdenbire Banu Zorlu’nun albümüne girmiş. Söz konusu albümde kimler var şimdi saymam belki uygun olmaz ama inanın bana Banu Zorlu’nun o isimler arasında yer almasının imkân ve ihtimali yok, o kadarını söylemekle yetineyim. Peki nedir Mehtap Ar’ı bu kadar duygulandıran ve albüm tanıtımına annesini malzeme edecek kadar baş koyduran? Sebebi maddi de olabilir manevi de bilemeyiz, zaten konumuz bu da değil.
Albümdeki dört şarkının ikisi önceki Banu Zorlu albümlerinden alınmış ve aynen kullanılmış. Sözü, müziği ve düzenlemesi Özgür Yedievli’ye ait olan ve iki binli yıllar Demet Akalın şarkılarından biri gibi tınlayan “Ayıp Etmişsin”, 2004 çıkışlı “Aşk” albümünde yer alıyordu. Söz ve müziği Banu Zorlu’ya ait olan ve yine Özgür Yedievli tarafından düzenlenen “Gizli Aşk” ise 2006 çıkışlı albüme adını veren şarkıydı. “Vallahi-billahi” kafiyesiyle alabildiğine sıra işi bu şarkıda da belirgin bir Gülben Ergen tınısı duyabilmek mümkün.
Albümün tek yeni şarkısı “Yalancısın”ın söz ve müziği de Banu Zorlu imzası taşıyor. Düzenleme ise Tansel Doğanay tarafından yapılmış. “Yalancısın” ortalamanın çok altında bir pop şarkısı.
Geriye kala kala bir tek “Değer mi Hiç?” kalıyor ki, onu da bu elektronik dans müziği düzenlemesi ve Zorlu’nun renksiz yorumuyla sevip sevmemek tamamen tercih meselesi. Peki bu albüm neden yapıldı?.. Kartonetteki künyede müzisyenlerden çok fotoğraf, “styling”, saç, makyaj, kostüm, takı gibi görsel tasarım ekibinin adları vurgulandığına göre Banu Zorlu’nun ne kadar güzel bir kadın olduğunun ispatı için yapıldığını düşünebilirsiniz. Tabii kapak fotoğraflarında neresinden baksanız birebir Christina Aguilera’ya benzetilmiş ve kendi olmaktan çıkmış o kadının Banu Zorlu olduğuna inanmak isterseniz.
TUĞBA ÖZERK – “KOLAY DEĞİL”
Tuğba Özerk de çok sayıda deneme yapmasına rağmen pop müzik piyasasında bir türlü ‘yırtamayan’lardan. Nazan Öncel ve Şehrazat gibi önemli isimlerden şarkı almasına, Sezen Aksu’dan “cover” yapmasına rağmen adını bir türlü birinci lige yazdıramadı, hep bir şeyler eksik kaldı.
Bir süre önce sadece dijital ortamda yayımlanan bir tekliyle bu defa Sezen Aksu’nun “Git” albümünün el değmemiş şarkılarından biri olan “Kolay Değil”i yeniden seslendirdi Tuğba Özerk. Geçtiğimiz günlerde ise yine dijital ortamda şarkının farklı bir versiyonu dinleyicinin beğenisine sunuldu.
“Kolay Değil” bugüne dek Özerk’in yaptığı işler arasında en eli yüzü düzgün olanı gibi duruyordu aslına bakarsanız. Hemen her şarkıda kulağa çarpan, neredeyse Özerk’in alâmeti farikası haline gelen prozodi hataları yoktu bu defa. Daha sade, daha doğru söylemişti şarkıyı. Erhan Bayrak imzalı düzenleme de şarkıyı seksenlerin ruhundan çıkarıp bugüne taşımış gibiydi.
Buna karşın Sezen Aksu ve Onno Tunç ortaklığının şahikalarından olmasa da bu şarkı, o ikilinin elinden/dilinden/kalbinden çıkan her şarkı gibi kendi dokunulmazlık zırhını taşıyordu. Yani yeniden söylenmesi neresinden baksanız riskti. Adamı rezil de edebilirdi vezir de. Neyse ki Tuğba Özerk’i rezil etmedi ama vezir de ettiği/edeceği söylenemezdi. “Slow samba” diye adlandırılan ve yine Erhan Bayrak tarafından yapılan ve internete ve radyolara servis edilen yeni versiyon ise bir parça zorlama duruyor. Bir kere şarkının çok sözlü yapısı bu ritme oturmuyor. Üstelik Özerk şarkıyı hızlı versiyonun telaşında söylüyor (muhtemelen tekrar söylemediği ve aynı vokal kaydı kullanıldığı için.) Hal böyle olunca caz tınıları da taşıyan bu güzel düzenleme havada kalıyor.
Eğer çok denemiş ve hep yanılmışsanız ve de yanıldığınızın farkındaysanız (değilseniz zaten yapacak bir şey yok), demek ki başka bir şey denemelisiniz. Mesela ben Tuğba Özerk’in yerinde olsam öncelikle başka bir ses aralığından şarkı söylemeyi dener, sonra başka türlü şarkılar bulmanın peşinde koşardım. Bir yandan da imajımı şaşırtıcı bir biçimde değiştirmeyi düşünürdüm. Saçlarımı kısacık kestirirdim mesela ya da her klipte izleyicilerin gözüne soktuğum seksi kadın imajından vazgeçer, daha doğal bir görünümü tercih ederdim. En azından bir klip de daha havuza girmezdim artık.
Bu son paragrafı kelimesi kelimesine (havuz kısmı hariç) Banu Zorlu için de okuyabilirsiniz.
Çok değil, bundan bir beş yıl kadar önce “gideri var” dendiğinde akla gelen ya tuvalet, ya lavabo, hadi bilemediniz balkon filan olurdu en fazla. Ne oldu, nasıl oldu bilmiyorum ama aynı tabir zaman içerisinde önce erkek argosunun bel altı niteleme sıfatlarından birine dönüştü, oradan da “uyar/ satar/ iş yapar/tutar”a evrildi. Yani nicedir lisanımızda “gideri var” ya da “giderli” tabirlerini kullanmak ayıp/kaba/çirkin bir mana ifade etmiyor. Bereket ki öyle. Yoksa büyük şehrin büyük büyük ilan panolarında, müzik maket vitrinlerinde, internette âlemindeki dijital platformlarda çarşaf çarşaf duyurulan bu yeni albümün adını yadırgayabilir, “Yok artık!” diye şaşırabilirdik; söz konusu albümün sahibi, başından beri “harbi kız” diye bildiğimiz, bundandır ki argosundan, jargonundan (“Senin Anan Güzel mi?”yi hatırlayın)sual etmediğimiz Demet Akalın bile olsa.
(Milliyet Sanat dergisi Aralık 2012 sayısında yayımlanmıştır.) Takvimler 1993 yılını gösteriyordu. İzel-Çelik-Ercan’ın mayoz bölünmesinden Kızılderili Çelik ve “haydi şimdi bütün eller havaya” İzel-Ercan ikilisi doğmuştu. Kenan Doğulu göbek hizasının üzerine kadar çektiği pantolonuyla, saçlarını savura savura ‘gözü kara deli’ olduğunu tekrar ederken, Hakan Peker kıvrak dansı eşliğinde “amma velakin, cümbür cemaatin” kafiyesini dilimize kazandırma, Haluk Levent elinde gitarı, “Yollarda Bulurum Seni”yle bağır çağır, ‘70’ler Anadolu popunun ruhuna rahmet okutma gayretindeydi.
(10 Aralık 2012 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Türkiye’de doğan, Belçika’da büyüyen, orada bugüne dek üç de tekli yayımlayarak adını duyuran Funda’nın Türkiye pazarına yönelik ilk solo albümü “Moda”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle piyasaya çıktı.
Avrupa ülkelerine çalışmak üzere giden ve zamanla oraya yerleşen Türk vatandaşlarının orada doğup büyüyen ve müzik alanında kariyer edinen üçüncü kuşağından gençlerle biz ‘90’lı yıllarda tanışmaya başladık. Bugün Rafet El Roman’dan “Ah Canım” Ahmet’e, Atiye’den Eylem’e Türk popüler müziğinde bir şekilde ismini duyurmuş çok sayıda şarkıcımız var. Funda da bu zincirin son halkası ve tıpkı zincirin diğer halkaları o da gibi yurt dışında yaşamanın ve müziğe orada adım atmanın artıları kadar eksileri de cebinde taşıyarak Türk müzik piyasasına giriş yapıyor.
Beş şarkıdan oluşan albümde, üç “remix” ve bir de İngilizce sözlü versiyon var. Albümün prodüktörü de olan İskender Paydaş, yanı sıra iki şarkının bestesini, dört şarkının aranjörlüğünü yapmakla kalmamış, bir de “Boşver” adlı şarkıda Funda’ya vokalde eşlik etmiş. Yıllardır müzik piyasasının içinde olan İskender Paydaş’ı ilk kez bu albümde şarkı söylerken duyuyoruz. Albümde “Boşver”in Belçika’da tekli olarak piyasaya sürülen “Stand Up” adlı İngilizce versiyonu da var.
Yurt dışında müziğe adım atmış olmanın en büyük avantajı hiç kuşkusuz, Türk popüler müziğinin dünyadaki tüm müzikal gelişmelerden azade, kendi kısır döngüsünde dönenip duran kurallarını dert etmiyor olmak, farklı bir soluk taşımak. Funda’nın müziğinde de bu çok net bir biçimde hissediliyor. Albüm Türkiye’de kaydedilmiş olmasına karşın teknik bakımdan Batıdaki emsallerini aratmayacak bir standart yakalanmış. Aynı şey bazı şarkılarda müzikal açıdan da söylenebilir.
Buna karşılık Funda ve öncesinde tanış olduğumuz benzer isimlerin ortak sorunu olan dil faktörü bu albümün önünde de koca bir dezavantaj olarak duruyor. Bu sadece bir diksiyon problemi değil; kaldı ki biz milletçe şiveyi de kırık Türkçe’yi de sever, bağrımıza basarız. Buradaki problem Türkçeyi doğru telaffuz edememekten ziyade Türkçede duyguyu geçirememe meselesi. Funda’nın doğru telaffuz için epeyce çaba gösterdiği hissedilse de, şarkılar dinleyene geçmiyor, kelimeler havada asılı kalıyor. Tıpkı Hadise’de, Atiye’de ve yıllarca yabancı dilde söyledikten sonra Türkçe söylemeye başlayan şarkıcılarda olduğu gibi. Oysa Funda’nın asıl şarkıcılık performansı ve kendine has ses niteliği İngilizce şarkı söylediğinde açık bir şekilde ortaya çıkıyor.
Bu anlamda Funda’nın “Stand Up”tan sonra albümde en çok “Güneşim” adlı şarkıda etkili olduğu söylenebilir. Yıllar önce Emel Müftüoğlu’nun seslendirdiği Harun Kolçak bestesi “Deli Et Beni”nin çarpıcı bir “cover” olduğunu söyleyebilmekmek zor. Sanki yukarıda bahsi geçen Türk popüler müzik piyasasının kuralları gereği albüme konulmuş gibi. “Moda” özellikle vurucu nakaratıyla ciddi bir “hit” adayı. Albümün sonunda yer alan üç “remix”in üçü de çok dinamik ve çok modern geliyor kulağa. “Nerdesin” ise iyi bir şarkı olmasına karşın, Funda’nın teknik açıdan çok iyi ancak duygusu eksik yorumu nedeniyle yeterince etki yaratmıyor.
Adı “Moda” olan bir albümden daha iddialı, daha ilgi çekici bir kartonet tasarımı, bir görsellik bekliyorsunuz ama Funda’nın imajı, kostümleri ve albümün kapak tasarımı oldukça sıradan görünüyor. Aynı şey “Boşver” şarkısına yabancı bir yönetmen tarafından çekilen video klip için de söylenebilir.
Tüm bunlar bir yana, iyi bir pop albümü dinlemek isteyenlerin Funda’nın “Moda”sını sevecekleri şüphesiz.
Yavuz Hakan Tok Müzik Yazarı / Eleştirmen / Arşivci
2001 yılında Bir Zamanlar adlı internet sitesinde müzik yazıları yazmaya başladı. Yanı sıra yazıları, Zip İstanbul, Koara, İkinci Kanal, Caretta, Mezun Life, Popüler Tarih dergilerinde, Bugün gazetesi ve Milliyet gazetesinde yayımlandı.